• Sonuç bulunamadı

Büyük devletimizin kuzey başkentinde işte böyle bir olay

74

Burun

ldu! Tabii şimdi olayı etraflıca düşündüğümüzde pek çok gerçekdışı yan görüyoruz. Burnun son derece tuhaf ve ger­

çekliğe aykırı bir şekilde yerinden ayrılıp 3. dereceden bir memur kılığıyla değişik yerlerde görünmesi şurda dursun, Binbaşı Kovalev'in kayıp burnu için gazete ilanı vermeye kalkışması anlaşılır gibi değil. Böyle bir ilanın pahalıya pat­

layacağım düşündüğüm İçin söylüyor değilim bunu, hayır hiç ilgisi yok . . . Cimri değilimdir ben. Sadece ayıp, yakışık­

sız, çirkin bir davranış olarak buluyorum bunu! Yine ... ek­

meğin içinde burun ne arıyor, hem de İvan Yakovleviç'in ka­

rısının pişirdiği ekmeğin içinde? Anlayan beri gelsin! Ama bundan da tuhaf ve anlaşılmaz olanı, yazarların nasıl olup da kendilerine böyle konulan seçebildikleri . . . Bunu hiç mi hiç anlayamıyorum. . . Bir kez, memlekete hiçbir yararı ol­

mayan bir iş bu, ikincisi, ikincisi de öyle hiçbir yararı olma­

yan bir iş! Bilemiyorum doğrusu, ne demeye . . .

Aslına bakacak olursanız, yukarıda birincisi, ikincisi diye sıralamaya başladığımız şıkları çoğaltıp üçüncüsü, hatta dördüncüsü diye uzatıp gidebiliriz . . . Kabul etmek gerekir ki pek çok yerde pek çok anlamsızlıkla karşılaşıyoruz. . . Öte yandan, şöyle derinlemesine düşünecek olursanız, apaçık belli ki bu işin içinde bir iş var ve de bütün bunların bir an­

lamı . . . Kim ne derse desin, dünyada bu türden şeyler oluyor, çok seyrek de olsa oluyor.

Portre

Birinci Bölüm

Şçukin çarşısındaki resim satan dükkanın önünde, çarşı­

daki başka hiçbir dükkanın önünde olmadığı kadar çok in­

san toplanırdı. Aslında, kendisine gösterilen büyük ilgiyi hak eden bir yerdi burası: Çerçeveleri yaldızlı, koyu yeşil bir ver­

nikle parlatılmış, çoğu yağlıboya, birbirinden ilginç resimler­

le doluydu dükkan. Karla örtülü bembeyaz ağaçlardan olu­

şan bir kış manzarası; yangın kızıltılanyla dolu kıpkırmızı bir akşam manzarası; koparırcasına kıvırdığı elinde piposuy­

la bir Flaman köylüsü -ki insandan çok paçalı bir hinthoro­

zuna benzediği söylenebilirdi- vb. türden resimlerdi bunlar.

Arada gravürlere de rastlanırdı: Örneğin, başında kuzu pos­

tu şapkasıyla bir Hüsrev-Mirza portresi; üçgen şapkalı, çar­

pık burunlu bazı generallerin portreleri bunlar arasındaydı.

Ayrıca, bu tür dükkanların kapılarında, deste deste büyük boy taşbaskısı resimler asılı olurdu, ki bunu da Rus insanı­

nın doğuştan gelen yeteneğinin kanıtı saymak gerekir. Bun­

lar arasında, örneğin, çar kızı Miliktrisa Kirbityevna'nın bir portresi, Kudüs kentinden bir manzara vardır -ki bütün ki­

liseler ve evler inanılmaz bir gözüpeklikle silme kırmızıya bo­

yanmıştır, hatta hızım alamayan sanatçı yer yer toprağı ve dua etmekte olan eldivenli iki Rus köylüsünü bile aynı kır­

mızıya bulamaktan kendini alamamıştır. Pek alıcısı yoktur

Gogol

bu resimlerin, ama seyircisi, kıyamet gibidir. Elinde sefertası, lokantadan aldığı yemekleri efendisine götürmekte olan kay­

tarıcı uşak, adamcağızı soğumuş çorbayı kaşıklamak zorun­

da bıraktığını aklının ucundan bile geçirmeden bu resimlerin karşısında ağzını ayıra ayıra esner durur örneğin. Ya da, onun hemen önünde, iki çakı satmak için bitpazarına gelmiş, sırtında kaputu, gencecik bir er; bir sandık dolusu ayakkabı­

yı satmak için uzak ve yoksul mahallelerdeki evinden çarşı­

ya gelmiş bir teyze dikilir dururlar. Hepsinin kendine göre bir hayran olma şekli vardır: Köylüler ille de resme dokunmalı­

dırlar; askerler ciddi bir yüzle incelerler; getir götür işi yapan çocuklarla çıraklar karikatürlere bakıp birbirlerine takılır ve gülüşürler; kalın, havlı kumaştan paltolarıyla yaşlı uşaklar salt ağız ayıracak bir yer arayışından gelip dikilirler; sokak satıcılığı yapan genç Rus kadırılarıysa, kim nerede ne konu­

şuyor, kimler öbek olmuş nereye bakıyorsa içgüdüsel bir me­

rakla hemen oraya ,sokulurlar.

Bir gün, yolu oralardan geçen Çartkov adlı genç bir res­

sam da, elinde olmadan kendini resim satan dükkanın önündeki kalabalık arasında buldu. Üzerindeki eski palto ile, şıklıktan nasipsiz eprimiş elbise, gençler için hep gizem­

li bir çekiciliği olan süs püs, giyim kuşam gibi şeylere zama­

nı olmayan, işinden başka bir şey düşünmeyen biri olduğu­

nun kanıtı gibiydi. Dükkanın önüne gelince önce her biri ötekinden berbat resimlere güldü. Ardından, bu kadar ber­

bat şeylerin kimin ne işine yarayacağını düşünmeye başladı.

Onu şaşırtan, Rus halkının Yeruslan Lazareviç, Foma ile Yeryoma ya da dünyayı yese doymayan Silsüpür gibi masal kahramanlarının resimlerine bakması değildi, çünkü hal­

kın, konusunu bildiği, tanıdığı, kendine yakın bulduğu tip­

lerin oluşturduğu resimlere bakması doğaldı; ama boyaların tuval üzerine gelişigüzel sıvanmasıyla oluşturulmuş bu ba­

yağının bayağısı şeyleri kimin satın aldığı anlaşılır gibi de­

ğildi. Kim ne yapacaktı şu Flaman köylü portrelerini,

kırını-78

Portre

zi ve mavi manzara resimlerini? Evet, belki hepsi resim sa­

natını bir adım daha ileri götürmek, yüceltmek savını taşı­

yordu, ama sonuç bunun tam tersiydi; iyice alçaltmışlaı; ye­

rin dibine geçirmişlerdi sanatı. Kendi kendine resim öğren­

meye kalkışmış bir çocuğun denemeleri bile denemezdi bun­

lara. Denemezdi, çünkü, öyle olsa resimlerde bütün duygu yoksunluğuna, bütün karikatürsülüğe karşın, büyük bir coşkunun, keskin bir atılışın izi, belirtisi bulunurdu. Bu sö­

zümona tablolardaysa görülen tek şey bönlük, beceriksizlik, güçsüzlük, yeteneksizlikti. Evet, sıradan birtakım zaı'ıaatlar­

da söz konusu olduğunu bildiğimiz yeteneksizlik, elini ko­

lunu sallayarak gelip gerçek sanatın saflarına da yerleşmiş­

ti. Aynı zavallı renkleı; aynı zavallı biçem, aynı baştan sav­

macı, çırpıştırmacı, şişirmeci yaklaşım; insan değil de, sanki bir düzenek eliyle yapılmış şeyler. Uzun uzun durup baktı bu berbat resimlere Çartkov; sonunda artık hiçbir şey düşü­

nemez bir hale gelmişti ki, dükkan sahibinin -sakalı pazar­

dan pazara ustura gören, kalın tüylü paltolu, sıradan bir adam- ne zamandır kendisine dil dökmekte olduğunu, alıcı bile olmadığı bazı tabloların fiyatlarını söyleyip bunlarda kendi kendine indirimler yaptığını fark etti.

"Bakın, şu köylülerle, şu manzara sizin için bir gümüş elliliğe olur bayım. Resim budur işte! Baktıkça bakası geli­

yor insanın! Ressamın atölyesinden yeni geldi . . . Cilası bile tam kurumamış daha. Ya da şu kış resmi? .. Hadi, bunu alın: On beş ruble! Yalnız çerçevesi bu kadar eder. Kış diye buna derim ben! (Satıcı, bunu söylerken resimdeki kışın, kış adına nasıl layık olduğunu göstermek ister gibi tuvale hafif bir fiske attı.) Emrederseniz üçünü birden sarıp evini­

ze göndereyim . . . Adresiniz nasıldı acaba? Ufaklık, çabuk sicim getir oradan!"

Satıcının tam bir el çabukluğuyla tabloların üçünü birden ciddi ciddi paketlemeye hazırlandığını gören ressam kendine gelerek:

79

Gogol

"Dur hele yahu, acelen ne?" dedi. Sonra da bunca oya­

landığı dükkandan hiçbir şey almadan çıkıp ginneye gönlü