ne de . . . çok üzücü, kahredici şeyler yaşayabilirsin . . .
'"Durdu; aydınlık yüzü bir an için gölgelendi:
Gogol
"'Başımdan geçmiş bir olay var' dedi. 'Bir zamanlar res
mini yaptığım birinin gerçekte neyin nesi olduğunu bugü
ne dek anlayabilmiş değilim. Şeytan gibi bir şeydi. İnsanla
rın şeytan gibi şeylerin varlığını kabul etmediklerini biliyo
rum; o bakımdan işin bu kısmını geçeceğim. Ama bildiğim bir şey var ki, büyük bir iğrentiyle yaptım onun resmini ve yaptığım işe hiç mi hiç sevgi duymadım. Doğaya sonuna kadar sadık kalarak resmi sürdürmek için kendimi nasıl zorladığımı anlatamam.
O
bir sanatsal yaratı değildi, çünkü ona bakan insanları sarıp sarmalayan duygu, insanları tedirgin eden, kaygılandıran isyankar bir duyguydu; sanat
çı duygusu değil; çünkü sanatçı kaygı ortamında da huzur soluyan varlıktır. Duyduğuma göre bu portre elden ele do
laşıyor ve gittiği her yere huzursuzluk tohumları ekiyor, ressamlarda meslektaşlarına karşı haset, kıskançlık, nefret, zulüm gibi kötü duygular uyandırıyormuş. İnsanın içini ya
kıp kavuran tutkular . . . Tanrı seni böyle tutkulardan koru
sun oğlum! Dünyada en tehlikeli şeydir böyle tutkular! Sen birine kötülük edeceğine, bırak sana kötülük etsinler! Ru
hunun temizliğini koru! Yetenek sahibi insan, ruhça her
kesten daha temiz olmalıdır. İnsanlar başkalarında hoş gör
dükleri pek çok şeyi, sanatçıda hoş görmezler. Evinden ter
temiz bayram giysileriyle çıkmış birine yoldan geçen bir arabadan azıcık bir çamur sıçramayagörsün, herkes par
mağıyla bayram giysisi çamurlanmış adamı gösterir, ne ka
dar özensiz, düzensiz olduğundan söz eder; oysa aynı in
sanlar, leke içindeki gündelik giysileriyle yanı başlarından gelip geçen onlarca kişiyi fark etmez. Çünkü gündelik giy
sideki leke görülmez.'
"Beni kutsayıp kucakladı. Hayatımda hiç böylesine yüce duygular içinde kalmamıştım. Bir oğul duygusuyla olmak
tan çok, perestişe varan bir hürmetle dudaklarımı göğsünü döven ak sakallarına değdirdim babamın. Gözlerinde yaşlar belirdi.
140
Portre
"'Bir isteğim var senden, oğul' dedi, tam ayrılırken. 'Olur ya, şu sana söz ettiğim portreye bir yerlerde rastlarsın . . . kim
selerinkine benzemeyen sıradışı gözlerinden ve bu gözlerde
ki sıradışı ışıltıdan hemen tanırsın portreyi. . . Ne pahasına olursa olsun yok et onu!'
"Söyleyin lütfen, böyle bir ricayı yerine getirmeye ant iç
memezlik edebilir miydim? Tam on beş yıl boyunca dolaş
madığım sergi, mezat kalmadı, babamın portresine uzaktan da olsa benzeyen bir resme rastlamadım. Derken, bu ı:ıezat
ta birdenbire . . . "
Ressam sözünün burasında bakışlarını duvarda asılı portreye çevirdi. Dinleyicilerin bakışları da aynı anda aynı yöne döndü. Ama, şaşilacak şey: Uğursuz portre yerinde de
ğildi! Salonu bir uğultu kapladı, her kafadan bir ses çıkıyor
du. Derken, açık seçik, anlaşılır bir ses bütün sesleri bastırdı:
"Çalmışlar! "
Herkesin olanca dikkatiyle öyküyü dinlediğini gören ve bu durumu fırsat bilen biri portreyi asılı olduğu yerden kal
dırıp götürmüştü.
Herkes anlatılmaz bir şaşkınlık içinde çakılıp kaldı oldu
ğu yerde. Olağanüstü canlılıktaki gözleri, delici bakışları ger
çekten görmüşler miydi, yoksa eski resimleri izleyip durmak
tan yorulmuş gözlerine bir an görünüp yiten bir hayal miydi o gözleı; hiçkimse anlayamadı.
Palto
Devlet dairelerinden birinde ... (Bunun hangi daire oldu
ğunu hiç belirtmeyelim, çünkü sivil ya da askeri bütün dev
let daireleri ve buralarda çalışan görevliler, adlarının ya da görevlerinin herhangi bir biçimde anılmasına çok içerliyor
lar. Bugün artık herkes kendine yönelik küçücük bir iddiayı, tüm topluma yönelik ağır bir aşağılama olarak alıyor. Daha geçenlerde konuşuyorlardı. Adını şimdi anımsayamadığım illerden birinde jandarma komutanlığı yapan bir yüzbaşı, makama başvurarak devletin yasalarının ayaklar altına alın
dığından, onun kutsal adının kirletildiğinden yakınmış. Di
lekçesinin ekinde de kanıt olarak kaldırım taşı gibi koca bir cilt aşk romanı sunmuş. Aşk romanının kanıt gösterilmesi
nin nedeni, yaklaşık her on sayfasında bir jandarma komu
tanı lafının geçmesi, komutanın hatta arada bir zilzuma sar
hoş görüldüğünün belirtilmesiyrniş . . . Onun için biz,
neyimi-. ze lazım, başımıza herhangi bir tatsızlık gelmemesi için ola
yımızın geçtiği yerden, devlet dairelerinden birinde diye söz ettik.) Evet efendim, devlet dairelerinden birinde bir memur çalışıyordu. Memurumuzun öyle olağanüstü bir görüntüsü olduğunu söyleyemeyiz: Boyu kısaca, yüzü çopurca, seyrek saçları kızılca, gözleri bozukçaydı . . . İki yanı kırışıklarla kap
lı yüzü ise şu hemoroidal dedikleri renge bürünmüştü,
"me-143
Gogol
mur hastalığı" sayılan basurdan dolayı herhalde. Ne gelir el
den! Petersburg iklimi demişler buna! .. Memurun unvanına gelince (ki bizde memurdan söz edildi mi ilk bu belirtilir}, kendilerine bir şey yapamayacaklarından emin oldukları ga
ribanlara yüklenmek gibi tuhaf hünerler edinmiş olan pek çok yazarın sivri dilleriyle dalgaya aldıkları sıradan bir ka
lem memuruydu. Soyadı Başmaçkin'di. Bilindiği gibi kundu
racı anlamına gelen bu sözcüğün kökü kunduradır, ancak ai
le ne zaman, hangi tarihte bu sözcüğü soyadı olarak benim
sedi, belli değil. .. Çünkü memurumuzun babası da, dedesi de, hatta kayınbiraderi de, kısacası bütün Başmaçkinleı;
kundura değil, çizme giyerlerdi, tabii yılda üç kez topuk de
ğiştirmek koşuluyla. Memurun adı Akaki Akakiyeviç'ti. Bu ad okurlarımıza biraz tuhaf, hatta uydurma gelebilir, ama şunu kesinlikle söyleyebilirim ki, bu ad onun için aranıp bu
lunmadı, ona bundan başka bir adın verilmesini olanaksız kılan bir durumla karşı karşıya kalındı, kısacası şöyle bir şey oldu: Akaki Akakiyeviç eğer belleğim beni yanıltmıyorsa
23
Mart günü gece yarısına doğru doğdu. Bir memur karısı ve çok iyi bir insan olan rahmetli anacığı, bebeği vaftiz ettirmek için gereken her şeyi yaptı. Anne, kapının tam karşısındaki bir yatakta yatıyordu; sağ yanında bebeğe vaftiz babalığı yapacak olan idare mahkemesi kaleminde masa şefi, dünya tatlısı İvan İvanoviç Yeroşkin, sol yanında ise vaftiz anası, jandarma çavuşunun karısı, çok ama çok erdemli insan Ari
na Semyonovna Belobryuşkova duruyordu .
Bebeğe ad seçmesi için loğusaya vaftiz gününün üç azizi
nin adı önerildi; Mokki, Sossi ya da çilekeş Hozdazat'ın ad
larıydı bunlar. Rahmetli kadıncağız, "Ne biçim adlar bunlar, al birini vur ötekine!" deyince, yeni adlar önermek için tak
vimin başka bir sayfasını açtılar, bu kez de şu adlar çıktı kar
şılarına: Trifili, Dula, Varahasi . .. "Hey Tanrım, şansa bak! "
diye düşündü loğusacık, "Bugüne dek hiç duymadığım ad
lar . . . Hiç
değilse
Varadat ya da Varuh gibi bir ad çıksaydı144
Palto