pantolonun-Gogol
dan kopmuş iki üç düğme ve okurların artık çok iyi bildik
leri tülbente dönmüş şu eski paltodan başka miras sayılabi
lecek herhangi bir şey kalmamışp ondan geriye. Bunlar kime düştü, bilinmiyor; daha doğrusu öykünün yazarı işin bu yö
nüyle hiç ilgilenmedi.
Götürüp gömdüler Akaki Akakiyeviç'i ve Petersburg, kendinde böyle biri hiç yaşamamışçasına onsuz kaldı. Kim
selerin korumadığı, kimselerin değer vermediği, sıradan bir sineği bile iğne ucuna geçirip mikroskop altında incelemeyi ihmal etmeyen doğa bilimcilerin bile dönüp bakmadığı Akaki Akakiyeviç, ömrünün en sonunda da olsa palto biçi
mine bürünmüş kutlu bir konuk, göz kamaştırıcı bir ışık ola
rak yoksul yaşamını aydınlığa boğan bir mutluluğu yaşadı ve sonra çarların, hükümdarların, tüm dünyaya egemen olanların başına gelen mutsuzluk onun da başına geldi, yıl
larca kalemdeki arkadaşlarının alaylarına nasıl sessizce kat
landıysa, öyle sessizce dünyasını değiştirdi.
Birkaç gün sonra dairesinden bir odacı geldi Akaki Akakiyeviç'in evine: Hemen işinin başına dönmeliydi Akaki Akakiyeviç, yoksa müdür bey gösterecekti kendisine. Ancak odacı eli boş döndü ve "Bir daha gelemez o adam daireye"
dedi; "Niçin?" diye sorulduğunda da, "Dün değil önceki gün ölmüş" karşılığını verdi. Dairesi böylece öğrenmiş oldu Akaki Akakiyeviç'in öldüğünü. Hemen ertesi gün de onun masasında yeni bir memurun boy gösterdiği görüldü: Biraz daha uzunca boyluydu bu memur ve el yazısı da Akaki Akakiyeviç'inki gibi düzgün, "inci gibi" değil, hayli yana ya
tık, hatta çarpıkçaydı.
Akaki Akakiyeviç'in öyküsünün burada bitmeyeceği, üs
telik de alabildiğine sessiz geçen yaşamına karşılık bir ödül
müşçesine hayli gürültülü bir şekilde bir süre daha devam edeceği kimin aklına gelirdi? Ama işte böyle oldu ve bizim zavallı öykücüğümüz de sonuna doğru fantastik bir havaya büründü. Birden tüm Petersburg birtakım söylentilerle
çal-1 74
Palto
kalanmaya başladı. Anlatılanlara bakılırsa, Kalinkin Köprü
sü'nün oralarda -yalnız, epey uzaklarında- geceleri memur kılıklı bir hortlak dolaşmaya başlamıştı. Adam, sözde çaldır
dığı paltosunu arıyordu ve kimsenin unvanına, rütbesine bakmadan önüne gelen herkesin üstünden paltosunu çekip alıyordu. İnsanoğlunun kendi postunu örtmek için düşünüp bulduğu her türden posta, kedi, kunduz, tilki, ayı . . . deme
den, içi pamuklu mu, yünlü mü bakmadan . . . "Bu benim paltom" deyip el koyuyordu. Hortlağı kendi gözleriyle gör
düğünü iddia edenler bile çıkmıştı. Bunlardan biri· Akaki Akakiyeviç'le aynı dairede çalışan bir memurdu. Bu memur hortlağı görmesine görmüştü ve onun Akaki Akakiyeviç'in ta kendisi olduğundan da emindi. Ancak görmesiyle birlikte öyle bir korkuya kapılmış ve hemen tabanları yağlayıp öyle bir kaçmaya başlamıştı ki, gördüğü hortlağa etraflıca baka
mamıştı. Güvenlikli bir uzaklığa eriştiğini sanarak bakmaya çalıştığında ise hortlağın parmağını sallayarak kendisine gözdağı verdiğini görmüştü. Çok geçmeden, sıradan memur
lar şurada dursun, müsteşar gibi en üst rütbeli amirlerin bile geceleri paltolarına el konulması sonucu boyun ve omuzları
nın tutulduğundan yakındıkları duyulmaya başlandı. Bütün karakollara, hortlağın ölü ya da diri yakalanması ve aleme ibret olsun diye anasından emdiği sütün burnundan getiril
mesi buyruğu salındı. Az kalsın yerine de getirilecekti bu buyruk. . . Kiryuşkin dolaylarındaki bir mahallenin bekçisi, bir evin avlu kapısında, tam da eşkali verilen hortlağa ben
zer bir hortlağın, ömrü boyunca bir flüte soluğunu aktarmış emekli bir müzisyenin paltosunu çalmak üzereyken yakası
na yapışıverdi. Suçluyu yakalar yakalamaz da bir ıslık çalıp kendisini uzaktan izleyen iki arkadaşını yanına çağırdı: Ni
yeti, çizmesinin koncuna zulaladığı tabakasından ayazlı ge
celerde tam altı kez donma tehlikesi atlatan koca burnunu enfiyeyle doldurmaktı. Gelgelelim, enfiyenin yapıldığı tütün ne cins bir tütünse, bekçi daha sağ burun deliğini doldurup
Gogol
da parmağıyla sol burun deliğini nkayarak güçlü bir nefes al
madan hortlak öteden öyle bir hapşırış hapşırdı ki, her üç bekçinin de yüzü gözü salya sümük içinde kaldı. Bekçiler el
lerini yumruk yapıp gözlerini silene dek hayalet de, hayale
tin hayali de gözden yitip gitti . . . hem de öylesine ki, daha sonra bekçiler de anımsayamadılar hortlağı gerçekten yaka
layıp yakalayamadıklarını . . .
O
günden sonra bekçilerde hortlaklara karşı öyle bir korku gelişti ki, hayaletler şurada dursun, normal, canlı insanlara karşı bile sakınımla yaklaşır oldular ve uzaktan şüpheli birini gördüler mi, "Hey, hemşerim, fazla dolaşma buralarda!" diye bağırmaya başladılar.
Bunun doğal sonucu olarak da bizim hortlak memur işi azıt
tı ve Kalinkin Köprüsü'nün iyice yakınlarında bile dolaşma
yı göze aldı. Tabii pek çok insanın da köprü dolaylarından el etek çekmesine neden oldu bu.
Ama biz galiba hortlak öyküsüne biraz fazla daldık ve tü
müyle gerçeklere dayanan öykümüzün fantastik bir niteliğe bürünmesinin asıl nedeni olan önemli kişiyi unutuverdik. Ne demiş atalarımız: Yiğidi öldür, hakkını yeme! Bir güzel azar
layıp aşağıladığı Akaki Akakiyeviç'in hademelerin kolların
da odasını terk etmesinden sonra önemli kişinin yüreği ya
zıklanmaya benzer bir duyguyla burkuldu. Acıma, yüreğinin çok da yabancı olduğu bir duygu değildi zaten. Yalnız acıma da değil, rütbesi her ne kadar dışa vurmasını önemli ölçüde engelliyorsa da insanlara iyi davranmaya uygun bir yüreği olduğu bile söylenebilirdi.
O
gün de uzaklardan konukluğa gelen arkadaşı odasından çıkar çıkmaz nedense Akaki Akakiyeviç'i düşünmeye başlamıştı. Hatta hiçbir gün gözünün önünden gitmemişti azarlamalarına dayanamayan me
murcuğun solgun yüzü. Sonunda tedirginliği dayanılmaz bo
yutlara ulaşınca, kendisinden istediği yardım her neyse bunu göstermeye hazır olduğunu iletmek için bir adam gönderdi Akaki Akakiyeviç'in işyerine. Memurun, onun yanından ay
rıldıktan iki gün sonra hummadan öldüğünü öğrenince
vic-176
Palto
dam sızladı, hatta tüın varlığı sarsıldı. Bütün gün rüyaday
mış gibi dolaştı; tatsız olayın etkisinden kurtulmak ve bir parça kendine gelebilmek için bir dostunun evinde düzenle
nen akşam yemeğine gitti. Son derece düzeyli bir topluluk buldu burada; en önemlisi de herkes aynı rütbedendi, dola
yısıyla kendisini şu ya da bu davranış kalıbı içine sokması ge
rekmiyordu, dilediğince rahat olabilirdi. Gerçekten de mora
lini çok olumlu etkiledi bu durum. Dili çözüldü, tatlı, seve
cen bir hava içinde konuştu da konuştu. Kısacası iyi bir ak
şam geçirdi. Yemekte iki kadeh de şampanya içti. Bilindiği gibi insanın neşelenmesinde hatırı sayılır bir etkiye sahiptir şampanya.
O
gece onun için de öyle oldu, içtiği şampanya kendisinde aşırı olarak nitelenebilecek uçarı birtakım davranışlarda bulunma isteği uyandırdı. Bununla söylenilmek iste
nen şudur: Önemli kişi o gün eve gitmek için henüz vaktin erken olduğunu düşündü ve ev yerine eski bir tanıdığa, ken
disine karşı yalnızca dostane duygular beslediği ve galiba as
len Alman olan Bayan Karolina İvanovna'nın evine gitmeye karar verdi. Burada hemen eklememiz gerekir ki, önemli ki
şi yaşını başını almış, evli, çoluk çocuk sahibi, sevecen bir eş, saygıdeğer bir aile babasıydı. Biri kendi yanında çalışan iki yetişkin oğluyla, biraz kemerli olmakla birlikte pek zarif, pek hoş bir buruncuğu olan on altı yaşındaki kızı her sabah,
"Bonjouı; papa!" diyerek elini öpmeye gelirlerdi. Karısı hiç de fena sayılmazdı. Hatta oldukça alımlı olduğu bile söyle
nebilirdi; o da önce kendi elini öptürür, sonra elini ters çevi
rerek kocasının elini öperdi. Böylesine sevgiyle, sevecenlikle dolu bir ev yaşaım olmasına karşın önemli kişi yine de ken
tin öbür ucunda, yalnızca dostça ilişkiler için, bir kadın ar
kadaş edinmeyi edebe uygun bulmuştu. Arkadaşı karısından ne daha gençti, ne de daha güzel. . . yine de niye böyle bir se
çimde bulundu diye sorulacak olursa, herhalde verilecek tek yanıt şudur: Dünyanın bizim üzerimize vazife olmayan nice anlaşılmaz işlerinden biriydi bu da işte! Neyse . . . dost
evin-Gogol
deki yemekli toplantıdan ayrılan önemli kişi kızağına kurul
du ve "Karolina İvanovna'ya!" diye buyurdu sürücüsüne, sonra alabildiğine şık, gösterişli, sıcacık paltosuna büründü ve tam bir rehavet havasına bırakıverdi kendini. Bir Rus için göz önüne getirilebilecek en hoş durumdur bu. Yani sen ken
din hiçbir şey düşünmezsin ama birbirinden tatlı düşünceler, sana onları arayıp bulma zahmetini vermeden, kendiliklerin
den akın ederler kafana. Az önceki akşamın neşeli dakikala
rını, küçük arkadaş çevresinin sıcaklığı içinde anlanlan fık
raları anımsayan önemli kişi, arada bir kendini tutamayıp bu fıkraların tam kahkaha patlattıran yerlerini kendi kendi
ne yineliyor ve az önce olduğu gibi bunları yine gülünç bu
luyordu; deminki içten kahkahalarının şaşılacak bir yam yoktu o bakımdan. Bu sırada keyfini kaçıran tek şey, nerden ve niçin çıktığı belirsiz sert rüzgarın yüzüne kar taneleri çar
parak hafif ısırıklar atmasıydı. Bazen öyle şiddetli oluyordu ki rüzgar, paltosunun yakası yelken gibi geriliyor, ardından da hızını alamayıp başına geçiveriyordu; artık işin yoksa ba
şını bu kocaman yakadan kurtarmak için çabala dur.
Tam böyle bir çabalama sırasında, önemli kişi, birden bi
rinin sımsıkı boynuna sarıldığını duydu. Dönüp baktığında iyice eprimiş resmi giysisi içinde, orta boylu sayılabilecek bir memurla yüz yüze geldi. Tam bir hortlağı andıran bembeyaz yüzlü memurun Akaki Akakiyeviç'ten başkası olmadığım dehşetle fark eden önemli kişi, hortlak ağzını açıp da mezar kokuları saçarak konuşmaya başlayınca korkudan bayıla
cak gibi oldu. "Sonunda elime geçtin!" diyordu hortlak,
"Sonunda ellerim senin de yakana yapışn! Asıl senin palton
du benim aradığım! Çalınan paltomun bulunması için hiçbir şey yapmadığın gibi bir de azarlamış, aşağılamışnn beni! Ha
di bakalım, çabuk çıkar üzerinden paltonu!"
Zavallı önemli kişi, az kalsın dünyasını değiştirecekti korkudan. Dairede, özellikle de astları karşısında kükreyiş
lerini gören, boyuna bosuna ve ille de yüzündeki sert
ifade-178
Palto
ye şöyle bir göz atan herkes, "Vay be, analar neler doğuru
yor!" derdi kendisi için. Oysa şu anda, bahadır, babayiğit gö
rünüşlü çoğu kişide görüldüğü gibi öyle büyük bir korkuya kapılmıştı ki, bir an için çok haklı olarak inme ineceğinden ve bunun ardından da bir daha doğrulamayacağından kork
tu. Hemencecik paltosunu üzerinden sıyırdı ve ulurcasına bir sesle sürücüsüne, "Eve!.. Dörtnala eve!.." diye haykırdı.
Böyle kritik durumlardaki haykırışları genellikle daha sert uyarıların izlediğini deneyimleriyle bilen sürücü, ne olur ne olmaz diye başını omuzlarının içine çekti, kamçısını şaklat
masıyla da kızak ok gibi ileri atıldı.
Birkaç dakika sonra evindeydi önemli kişi. Korkudan yü
zünde renk diye bir şey kalmamıştı, üstelik paltosuzdu ve üs
telik Karolina İvanovna'nınki yerine kendi evindeydi. Oda
sına kadar bin bir güçlükle çıkabildi, kendini hemen yatağı
na attı. Geçirdiği kabus gibi bir geceden sonra sabah çayın
da kızı babasının halini görünce: "Ah baba yüzünde renk di
ye bir şey kalmamış!" dedi. Ama babadan hiçbir ses çıkma
dı: Ne akşam nerde olduğundan, ne daha sonra gitmeye ni
yetlendiği yerden ve ne de yolda başına gelenlerden söz etti.
Müthiş etkilemişti bu olay onu. Hatta astlarına karşı, "Na
sıl böyle bir şey yaparsınız? Karşınızda kim olduğunun far
kında mısınız siz?" türünden sözleri pek seyrek söyler oldu.
Söylediğinde de önce işin aslını anlıyor, sonra gerçekten söy
lemesi gerekiyorsa söylüyordu.
Ancak işin asıl dikkat çekici yanı şu ki, o geceden sonra hayalet memur bir daha ortalarda görünmedi. Anlaşılan ge
neral paltosu üzerine tam oturmuştu. En azından, o günden sonra bir yerlerde birilerinin üzerinden zorla palto çekip çı
karıldığına ilişkin olaylar duyulmaz oldu. Yine de kimi me
raklı işgüzarlar ya da heyecan düşkünleri bir türlü yatışma
dılar ve kentin uzak birtaknn semtlerinde hortlak memurun dolaşmaya devam ettiğinden söz ettiler. Hatta Kolomnalı bir bekçi bir evin arkasından bir hayaletin süzülürcesine
çıktığı-1 79
Gogol
nı kendi gözleriyle gördüğünü anlattı durdu. Oysa bekçi çe
limsiz bir adamdı (öylesine ki, bir seferinde avlu kapısından fırlayan biraz sıhhatlice bir domuz yavrusu bekçiye çarptığı gibi adamcağızı boylu boyunca yere sermişti . . . Bu duruma tanık olan çevredeki arabacılar gülüp alay etmeye başlayın
ca da bekçi kendilerini eğlendirdiği için hepsinden birer ka
pik
tü
tün parası toplamıştı); evet, bekçi çelimsizce olduğu için evin arkasından süzülen hayaletin üzerine gitmeye korkarak onu uzaktan izlemeyi yeğledi. Ama sonuçta, dönüp bir ara ardına bakan hayalet kendisini bir bekçinin izlemek
te olduğunu fark edince, durdu ve dirilerde bile görülmemiş irilikteki yumruğunu sallayarak, "Ey hey, hey, sen, yaylan bakayım buralardan!" diye bağırdı. Bekçi de bunun üzerine,
"Hemen, şimdi!" deyip tam geri çark etti. Anlatılanlara gö
re palabıyıklı bir çam yarmasını andıran hayalet Obuhov Köprüsü'ne yöneldi ve gece karanlığı içinde yitip gitti.
180