• Sonuç bulunamadı

A. Çok Taraflı İlişkilerde Türk Cumhuriyetleri

5. RF-Türkiye İlişkilerinde İktisadi Kazançların Belirginleşmesinin Siyasi İlişkilere

158 teklifiyle ertelendi. 18-19 Ekim 1994’te zirve İstanbul’da toplandı. RF Dışişleri Bankalığı zirveyi, “pantürkist emellerle beyin yıkama toplantısı” olarak niteledi (Hunter, 2001, s. 9). RF’nin zirveye tepkisi, Türkiye’nin diğer beş kardeşin etrafında birleşeceği yeni bir ‘ağabey’ olamayacağı yönündeydi. Bu gerçeğin farkında olan RF Dışişleri Bakanlığı, Türkçe konuşan ülkelerin millî-etnik özelliklerine göre diğer devletlerden ayrılmasının istenmediğini kaydetti.254 Zirve, ordu gazetesi Krasnaya Zvezda’da Pantürkizmin bir göstergesi olarak yansıtıldı.255 Yine Krasnaya Zvezda’da, Kırgızistan’ın RF’ye ihtiyacı olduğu, birlik ve bütünleşmelerin ırk temelinde değil iktisadi çıkarlar temelinde gerçekleştiği, Türkiye’nin iktisadi bütünleşme için öncülük yapma yeteneğinin şüpheli olduğu belirtildi:

“Toplantıda, Rusya’nın güvenlik ve geleneksel ekonomik bağları açısından Orta Asya’da varlığının gerekliliği konusunda olduğu gibi, çok somut düşünceler de dile getirilmiştir.

Kırgız temsilcileri, ‘biz Rusya’ya muhtacız … ülkemizde güçlü bir Rus diasporası var.’

demişlerdir. İşler şimdilik başka türlü de olamaz. Çünkü Dünya’da bilinen birlikler ve bütünleşmeler ekonomik çıkarlar temeli üzerine kuruludur. Ve bu birliklerde, ‘hisselerin çoğuna’ ve faal finans araçlarına sahip olanlar söz sahibi olurlar. Türkiye’nin ise böylesine önemli bir rolde iddia taşıması, ekonomideki tüm başarılarına rağmen gene de şüphelidir”.256

5. RF-Türkiye İlişkilerinde İktisadi Kazançların Belirginleşmesinin Siyasi

159 gelemeyeceği de anlaşılmıştı. Başka bir ifadeyle, Türkiye, 1990’ların ilk yarısında önceliklerini RF’den uzaklaştırarak yeni devletlere kaydırdı. Ancak eski SSCB alanında var olan olası tehlike ve tehditler karşısında, ayrıca RF’yle iktisadi işbirliği imkânlarının hâlâ diğer bütün eski SSCB Cumhuriyetlerinin toplamından daha büyük bir iktisadi değer ifade ettiğini görerek, 1990’ların ikinci yarısında en azından iktisadi ilişkiler ve özellikle enerji alanlarında hızla RF’ye yaklaştı (Aydın M. , 2001a, s. 426). 1990’lı yılların ortalarında ABD ise Türkiye’ye yaklaşmaya başladı.

1995 öncesinde boru hatları konusunda politikası olmayan ABD, Bakü-Ceyhan projesine desteğini Ocak 1995’te Türk Hükümetine gönderdiği mektupla bildirdi (Özkan, 2005, s. 147).

1995’te Türkiye’nin RF ile teke tek savaştan kaçınması için önemli askerî ve iktisadi nedenleri vardı. RF askerî ve iktisadi olarak SSCB’den çok zayıftı ama Türkiye için hâlâ tehlikeydi. Türkiye son kertede NATO’nun desteklemeyeceği şartlarda RF ile teke tek kalmama yolunu tuttu. Türkiye, RF ile ilişkilerde ip cambazlığını yaptı.

Türkiye, RF’nin yeniden tekel olmasını engellemek için Türk Cumhuriyetlerine yakınlaşmasını RF ile iktisadi ilişkilerini arttırarak dengeleme yolunu tuttu (Hale, 2003, s. 283-248). William Hale’ye göre, “Türkiye’nin dış ticareti, dış politikalarını da etkilemiştir”. 1992’den 1997’ye gelindiğinde göze çarpan değişiklik BDT ülkelerinin (en çok RF ile) Türkiye ticaretindeki payının artmasıydı. 1997’de Türkiye’ye gelen turistlerin % 16’sı (en çok RF’den) BDT’dendi. 1997’de Türk müteahhitleri RF’de yaklaşık 5 milyar USD tutarında ihale alan yabancılar arasında ilk sıradaydılar. RF ile iktisadi bağlantıları olan Türkiye’nin en büyük şirketleri Türkiye’de RF lobiciliği yapıyordu (Hale, 2003, s. 284); (Büyükakıncı, 2004, s. 685-686). Yine Türkiye’nin 1990’lar boyunca enerji tüketimi arttığından Türkiye doğal gaz temini için RF’ye yöneldi (Hale, 2003, s. 223-224).

RF karşısında Batı’nın desteğinden yoksun Türkiye 1995’e gelindiğinde, RF’nin niyetlerinden daha fazla endişeliydi. Türkiye, eğer silahlı çatışmadan kaçınmak istiyorsa, RF’nin Kafkasya’daki politikalarını dikkatli hesaplaması gerektiğini fark etti. Kafkasya ve Orta Asya politikalarının nereye kadar RF politikalarına zıt uygulanabileceğinin tespiti Türk dış politikasının bütünü içinde önem kazandı.

160 1990’ların ortalarında RF ile iktisadi ilişkilerin Türkiye ekonomisine etkisinin önemi iyice ortaya çıktı. Türk Cumhuriyetleriyle iktisadi ilişkiler RF’ye göre oldukça geride kalıyordu. RF ile siyasi ilişkileri yürütürken artık iktisadi ilişkileri dikkate almak gerekiyordu. Batı’nın RF karşısında Türkiye’ye desteğinin yetersizliği, desteğin sınırı ortadaydı. Türk Cumhuriyetleriyle Türkiye ilişkilerinin Elçibey’in ifade ettiği konfederasyon seviyesine gelemeyeceği de açığa çıktı. RF ise Türk Cumhuriyetlerinin Türkiye ile ilişkilerini SSCB devrinde olduğu gibi sınırlandıramayacağını, sınırlandırma yönünde baskısının Cumhuriyetleri kendinden uzaklaştıracağını anladı.

1995’ten itibaren Türkiye daha gerçekçi, dengeli ve RF’yi göz ardı etmeyen bir dış politika izledi. Türkiye’nin politikasındaki bu değişim, bölgede RF ile yapacağı açık rekabetin tehlikesini anlaması ve aynı zamanda iki ülke arasındaki iktisadi ilişkilerin, Orta Asya ülkeleri ile olan iktisadi ilişkilerden çok daha fazla olduğunu görmesinden kaynaklanmaktaydı. 1995’ten itibaren Türkiye, RF ile iktisadi ilişkilerini daha da arttırmaya ve siyasi ilişkilerini de düzene koymaya başladı (Коптевский, 2003, стр.

138).

Sayılan nedenlerle 1995’te Türk Cumhuriyetleri önceki yıllara göre RF-Türkiye ilişkilerine çok daha az konu oldu. Yukarıda sayılan şartlar altında 3’üncü Türk Cumhuriyetleri zirvesi Kırgızistan’da toplantı. 29 Ağustos 1995’te Demirel, Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’te yapılan 3’üncü Türk Cumhuriyetleri Zirvesi’nden dönerken Türkiye’nin, bundan sonra Orta Asya’da daha dikkatli, özenli ve içerikli politikalar izlemesi gerektiğini vurguladı. Bişkek Sonuç Belgesi, Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin Türkiye’ye yönelimin dış politikada baskın durumda olmadığını gösteriyordu (Satpayev, 2001-2002, s. 123). Yine de Bişkek zirvesi RF’de pantürkizmin göstergesi olarak algılandı:

“Pantürkizm liderlerinin bununla ilgili çabaları daha büyük önem kazanmıştır. Türkiye’nin vefat etmiş Cumhurbaşkanı Turgut Özal, bir gün ‘21. yüzyıl Türkiye yüzyılı olacak’ demiştir.

Onun yerine geçen Süleyman Demirel, ‘Adriyatik’ten Çin seddine kadar uzanan Türk dünyasıından söz etmiştir. Pantürkizm idelogları Türkizm, Pan-türkizm ve Pan-turanizm olmak üzere sırayla bu üç hedefe erişilmesinde, Türkiye’nin millî ülküsünün gerçekleşmesini

161

görüyorlar”.257

15 Mart 1996’da SSCB’nin dağılışını Duma’nın reddetmesi (Güney, 2002, s. 367) RF’nin dış politikasında 1992’den itibaren yaşadığı dönüşümün göstergesiydi. Çoğu BDT üyesi Duma’nın kararını bağımsızlık ve egemenliklerine yönelik bir tehdit olarak algılayıp kınadılar.258 Türkiye’de 1996’da Türk Cumhuriyetlerine yönelik politikada gerçekçilik vurgusu yapılmaya başlandı. Bülent Akarcalı bunu şöyle ifade ett: “Dil, din, soy, tarih ve kültür birliğinin omuzlarımıza yüklediği sorumluluk; Türk dünyasına yönelen politikamızın aktif ama dikkatli, gerçekçi ve verimli olmasını gerektiriyor” (Akarcalı, 1996, s. 11). Türk dış politikasının iktisadi çıkarları izlemesi gerektiği ifade edildi.259 RF ile Türkiye dış politikada sorunlar yaşarken Türk ve RF vatandaşları öteki ülkede kendilerini evlerinde gibi hissediyorlardı: “Genele bakınca çok ilginç bir durumla karşı karşıyayız. Dış politikayı bir kenara koyduğumuzda bugün Ruslar Türkiye’ye yatırım yapmaktan, bavul ticaretinden ve turist olarak gelmekten çekinmiyor. Aynı şekilde Türkler de Moskova’ya gittiklerinde kendilerini evlerinde gibi hissediyorlar” (Akarcalı, 1996, s. 73).

Duma 15 Mart 1996’da SSCB’nin dağılımının reddetmesinin hemen ardından RF, Beyaz Rusya, Kazakistan ve Kırgızistan ile 29 Mart 1996’da, başta ekonomik ve insani konular olmak üzere her alanda eskisinden daha sıkı işbirliğini amaçlayan bir Bütünleşme Anlaşması imzaladı. Bu anlaşma RF’nin SSCB alanındaki iddialarını sürdürmesinin yanında 1992’den beri Kazakistan ve Kırgızistan’ın özel durumlarından dolayı RF ile uyumlu ilişkiler izlemelerinin de bir diğer göstergesiydi.

Bu anlaşma ile birlikte, RF ile Beyaz Rusya arasında 1996-1997’de iktisadi ve mali alan oluşturulmasını öngören anlaşmanın imzalanması yeniden entegrasyon

257 Leon Onikov, “Türkler mi Bizi Tehdit Edecekler?”, Eho Planeti, 16 Aralık 1995, 107:

HBR_00008446: 29/12/1995.

258 http://countrystudies.us/russia/78.htm erişim 26/11/2011.

259 “Dışişleri dışında Türk Hükümeti’nin oluşturduğu genel dış politikaya bakarsak, ekonomik çıkarları izleyen bir dış politika, Turgut Özal hükümetlerinin yerleştirdiği temel kural olmuştur. Bir ülkenin dış politikası ekonomik çıkarlara dayanır. Bu ilkeyi artık herkes kabul etmiş durumdadır.

Örneğin ekonomiye büyük ferahlık getiren bavul ticaretini ele alırsak, bu ticareti yapacak olan ülkelerden gelecek insanlara Türkiye ya çok kolay vize veriyor, ya da vize dahi istemiyor” (Akarcalı, 1996:71).

162 (eklemlenme) fikrini doğurdu (Елисеева, 2004, стр. 348).

Duma’nın SSCB’ye ilişkin kararı Azerbaycan’ı da rahatsız etmişti. Başbakan Yılmaz’ın Azerbaycan ziyareti sırasında 14 Nisan 1996’da, Aliyev ile birlikte, Duma’nın kararını uluslararası hukuk açısından sonuçsuz ve gerçekleştirilmesi mümkün olmayan bir çaba olarak değerlendirdikleri açıklandı.

Aliyev RF ile uyumlu hareket etmesinin ülkesine yararı olmadığı, Karabağ sorununun çözülmediği belirginleşince Türkiye’ye ve Batı’ya yöneldi.RF, Elçibey’i devirttikten sonra Aliyev yönetimi sırasında da Ermenistan’ın yanında durmaya devam ediyordu. 1992’den beri süregiden RF-Ermenistan yakınlığı 1996’da yeni anlaşmalarla perçinlendi. 3 Mayıs 1996’da, Erivan’da, RF-Ermenistan askerî anlaşmalarının sayısını 30’un üzerine çıkaran 12 yeni anlaşmayla ilgili protokol imzalandı. Anlaşma sonrasında 28 Mayıs 1996’da, RF’nin Ankara Büyükelçisi Vadim Kuznetsov: “Türkiye gibi biz de egemen Kafkas ülkeleri ile askerî işbirliği anlaşmaları yapıyoruz. Bu anlaşmalar Türkiye’ye karşı değil” dedi. 1996 sonunda Türkolog İgor Bogdanov, RF’nin kendi iç sorunlarıyla yoğun olarak uğraşması ve Türkiye’nin eski Sovyetler’deki Müslüman nüfusa yönelik etkisinin güçlenmesinden duyduğu rahatsızlığın ikili ilişkileri dizginlediğini belirtti. Bogdanov Türkiye’nin bu kitleyi etkileme doğrultusundaki aşırı ilgisinin de ilişkileri olumsuz etkilediği saptamasında bulundu (Perspektif, Kasım 1996:4).