• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

2.2. Kayıp ve Belirsizlik: Belirsiz Kayıp

2.2.5. Belirsiz Kayıp Türleri

2.2.5.2. Psikolojik Belirsiz Kayıp

Fiziksel ve psikolojik varlık arasındaki uyumsuzluğun neden olduğu sınır belirsizliğinin meydana geldiği ikinci durum, yani belirsiz kaybın ikinci türü psikolojik belirsiz kayıptır. Psikolojik kayıpta kişi bedenen mevcuttur (fiziksel varlık), sevdiklerinin yanındadır ancak bilişsel ve/veya duygusal açıdan ulaşılamaz (psikolojik yokluk) bir hale geldiğinden kişi psikolojik anlamda kayıp olarak algılanmaktadır (Boss, 1999). Bu tür kayıpların en bilinen örneği bilişte veya hafızada bozulmaya yol açan kronik hastalıklardır. Hastalığın seyri hakkında net ve kesin bilgilerin olmayışı, hastanın fiziksel durumu ve becerilerinin günden güne değişmesi, hasta kişinin aile üyelerinin tanıdığı kişi olmaktan çıkması ailenin sürekli bir belirsizlik deneyimlemesine neden olmaktadır (Boss, 2002a). Bu belirsizlik ise bocalamaya, zihnin sürekli hastalık ile meşgul olmasına ya da hasta kişiden kaçınmaya yol açmakta, kontrolün mümkün olmadığı hastalık yüzünden de aile üyelerinde eylemsizlik hali, depresyon, çaresizlik, ilişkilerde bozulma, rollerde bulanıklaşma gibi sorunlar yaşanmakta ve başa çıkma ile yas süreçleri engellenmektedir (Boss ve Couden, 2002).

Hastalık kaynaklı psikolojik kayıp hasta ve bakım verenin yanı sıra tüm aile üzerinde etkili olabilen bir olgudur. Tanı konması zor ve tedavisi olmayan hastalıklar belirsizlik ile doludur. Ayrıca genetik faktörler ve bireyin psikolojik dayanıklılık düzeyi tedaviye yanıtta farklılık yarattığından, hastalığın seyrini

34

öngörmek güçtür (Boss ve Couden, 2002). Bu tip hastalıklarda yaşanan belirsizliğin çaresiz hissettirmesi ve depresyon, kaygı ve ilişki çatışmalarına daha yatkın hale getirmesi ile ilgili nedenler, Boss’un (örn. 1999; 2011) açıklamaları temelinde beş kategoride toplanabilir. Birincisi hastalığı kuşatan belirsizlik insanların sürekli bir kafa karışıklığı yaşamasına neden olduğundan kişiler ne yapması veya ne karar alması gerektiğini bilemez hale gelmektedir. Bilişsel anlamda eylemsizleşme sonucunda ise hasta ile ilişkisini keserek sanki ölmüş veya gitmiş gibi davranma ya da hastalığın varlığını inkâr ederek sanki her şey yolundaymış gibi davranma biçiminde mantıklı olmayan tepkiler görülebilmektedir. İkincisi, hastalıktan kaynaklanan belirsizlik ailede rollerin, kuralların ve ritüellerin yaşanan duruma göre yeniden düzenlenmesini önlemekte, bu da aile üyelerinin olduğu yerde kalarak hastalığın gitmesini beklemeleri ile sonuçlanmaktadır. Üçüncüsü, kayıp ile ilgili alışıldık göstergeler olmadığından, ailenin yaşadığı sıkıntı onaylanmamakta, onay olmaması aile sisteminde değişiklik veya adaptasyon için erken olduğu algısı yaratmakta, dolayısıyla da sistem olduğu yerde donup kalmaktadır. Dördüncüsü, yaşanan belirsizlik en güçlü birey ve ailelerin bile dünyanın adil ve eşit bir yer olduğu görüşünü sorgulamasına yol açtığından kaybın anlamlandırılması için hem bireyin kendi içerisinde hem de ailenin bütün olarak tartışması ve derinlemesine düşünmesi gerekmektedir. Beşinci ve son olarak ise, böylesi hastalıklar genellikle uzun süreli belirsizlik taşıdığından en güçlü birey ve ailelerde bile fiziksel ve psikolojik tükenmeye sebep olabilmektedir. Dolayısıyla, yaşanabilecek semptomlar psikolojik zayıflıktan değil bitkinlik ve yorgunluktan kaynaklanıyor olabilir.

Psikolojik kayıp yalnızca hasta yakınlarının yaşadığı bir olgu olmayıp hasta kişinin kendisi de belirsiz kayıp yaşayabilir çünkü arkası kesilmeyen belirsizlik çoğu zaman hastalığın kendisi kadar sarsıcı olabilmektedir (Boss ve Couden, 2002). Hasta kişi erken ölmekten veya hastalığının seyrinin ailesine ve yakın ilişkilerine zarar vermesinden endişe duyabilir. Ayrıca hasta kişinin zihni sürekli hastalığı veya semptomları ile meşgul hale geldiğinde, iş veya aile ya da sosyal yaşamından vazgeçebilir veya dışlanmayla karşılaşabilir.

35

Psikolojik kaybın en sık görülen çeşitleri demans, Alzheimer ve Parkinson gibi bilişte veya hafızada bozulma ile karakterize kronik hastalıklar olsa da, çok daha farklı durumlarda da bu belirsiz kayıp türü yaşanabilmektedir. Örneğin depresyon, bağımlılık (madde, alkol, kumar), biriktirme bozukluğu, otizm, Down sendromu, göç, işkoliklik, bilgisayar oyunu ve internet düşkünlüğü, erken doğum ve cinsiyet değişimi gibi durumlar kişilerin psikolojik kayıp yaşamasına yol açabilir (Boss ve Yeats, 2014; Boss, 2016) (Şekil 2.2).

Psikolojik kayıp hakkında yapılan araştırmalardan Golish ve Powell’ın 2003 tarihli çalışması erken doğuma bağlı belirsiz kaybı incelemek amacıyla 48 aile ile diyalektik bir çerçeve kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Katılımcılara açık uçlu soruların yönetildiği araştırmada yorumlayıcı yaklaşım ile katılımcıların deneyimleri ve yaşadıkları duygular tespit edilmeye çalışılmıştır. Ulaşılan bulgular ailelerin zamanında doğum yapamamayı kayıp olarak görmesi sonucu şok, üzüntü, öfke gibi çeşitli yas duyguları yaşadığını, ancak bebeklerinin doğumunu kutlamaları gerektiği düşünüldüğünden bu yası nasıl anlatacaklarını bilemediklerini göstermiştir. Araştırmacılar yaşanan mutluluk-keder, kontrol- çaresizlik, kabul-inkâr ve netlik-belirsizlik ikilemlerinin yarattığı gerginliğin ailelerin yas sürecini komplike hale getirdiğini ve durumun belirsiz kayıp ile örtüştüğü sonucuna varmıştır.

Bir diğer araştırmada, O’Brien (2007) otizm spektrum bozukluğuna sahip çocukların anneleri ile bir çalışma yürütmüştür. 63 annenin dâhil edildiği araştırmada yarı yapılandırılmış görüşme tekniği ve çıkarsamalı nitel analizin yanı sıra kimlik belirsizliği, depresyon semptomları ve çocukla ilişkili ebeveynlik stresi ölçekleri kullanılmıştır. Araştırmanın hem nitel hem de nicel bulguları belirsiz kayıp teorisinin ailelerin yaşamış olduğu deneyim ile doğrudan ilgili olduğu yönündedir. Araştırmacı otizmin etiyolojisi, semptomları, tedavisi ve sonuçlarına dair bilgi eksikliğinin belirsizlik yarattığını ve bunun da ebeveynlerde gerçeklik ve duygu çelişmesine neden olduğunu bildirmiştir. Ayrıca, araştırmada kimlik belirsizliği ile depresyon semptomları ve algılanan stres düzeyinin ilişkili olacağı hipotezi de doğrulanmıştır.

Blieszner ve arkadaşları (2007) tarafından yürütülen araştırma ise eşlerden birinin hafif bilişsel bozukluğa sahip olduğu çiftlerde belirsiz kaybı

36

incelemiştir. Bu amaçla 67 evli çift ile yüz yüze görüşmeler gerçekleştirilmiş ve bulgular kodlama tekniği ile elde edilmiştir. Ulaşılan bulgular hafif bilişsel bozukluğun yaşandığı çiftlerde birbiriyle ilişkili üç tema olduğunu ve bunların belirsiz kaybı yansıttığını göstermiştir. Söz konusu temalar hastalık semptomları ve tanısına ilişkin muğlaklık, kafa karışıklığı ve belirsizlik; eşlerin hastalığa karşı gösterdiği psikolojik dayanıklılık ve hastalıkla ilişkili belirsiz kaybın yarattığı strestir. Hasta eşin hafızasında meydana gelen değişiklikler hem hastanın hem de eşinin psikolojik iyi oluşunu zorlamakta ve çiftlerin ilişkisinde gerginliklere yol açmaktadır. İlaveten, hastalık nedeniyle çiftin yaşadığı belirsizlik iletişim sorunlarına ve çatışmaya neden olsa da hasta olmayan eşlerin duruma uyum sağlayacak yaratıcı çözümler geliştirerek psikolojik dayanıklılık sergilediği saptanmıştır.

Psikolojik kaybı cinsiyet değişimi konusunda inceleyen Norwood (2013) bazı ailelerde cinsiyet değiştiren üyelerin hem var hem yok ve hem aynı hem de farklı olarak algılanması ile ilgili anlamlandırma çabasının belirsiz kayıpla bağlantısını incelemeyi amaçlamıştır. Bu doğrultuda, cinsiyet değişimi geçirmiş veya bu sürece başlamış kişilerin aileleri ile görüşmeler yapmıştır. 37 katılımcı ile yürütülen araştırma, aile üyelerinin yaşadığı deneyimi karşıt söylemler üzerinden nasıl anlamlandırdığını bilişsel diyalektik teorisini kullanarak analiz etmiştir. Araştırma bulgularına göre, katılımcıların cinsiyet değişimi deneyiminin merkezinde kimlik ve ilişkilere yüklenen anlamın yeniden düzenlenmesi yer almakta, katılımcılar açık veya örtülü bir şekilde bir insanın hem kadın hem erkek olamayacağını, ya biri ya da diğeri olması gerektiğini düşünmekte ve bu uyumsuzluk ise belirsizlik yaşanmasına neden olmaktadır. Ayrıca, katılımcılar “hala burada” ve “gitti” şeklinde ifadeler ile yakınlarının hem aynı hem de farklı olduğunu bazen benliğin “içeride”, akılda, ruhta veya kalpte var olmaya devam ettiğini, bazen ise kişinin dış görünümü değiştiğinden tanıdıkları kişinin gittiğini ve kayıp hissi duyduklarını belirtmiştir. Bu bulgular ışığında da araştırmacı bu belirgin durumun cinsiyet değiştirildiğinde belirsiz kayba yol açabileceği sonucuna varmıştır.

Türkiye’de ise psikolojik kayıp ile ilgili iki tez çalışmasına rastlanmaktadır. İlki Çelik (2013) tarafından doktora tezi kapsamında baba

37

kaynaklı belirsiz kayıp ile aile sistemi ve bireysel psikolojik örüntüler arasındaki ilişkilerin incelendiği araştırmadır. Nitel ve nicel yöntemlerin bir arada kullanıldığı araştırmada veriler gömülü teori yaklaşımı ve ilişkisel tarama modeli çerçevesinde analiz edilmiştir. Nitel çalışmaya 931, nicel çalışmaya ise 31 genç yetişkin dâhil olmuştur. Araştırmanın nitel bulgularına göre, geleneksel ebeveynlik rolü sergileyen babaların belirsiz kayıp şeklinde algılandığı, bu kayıp algısının ise aile sınırlarında belirsizlik olarak görüldüğü ve bu belirsizliğin de ilişkilerde uyumsuzluğa sebep olduğu tespit edilmiştir. Babanın psikolojik anlamda ulaşılmaz olduğu ve sınırların belirsizleştiği ailelerde büyüyen katılımcılarda güvensizlik, depresyon belirtileri, içe kapanma, öfke ve yalnızlık gibi ortak psikolojik örüntüler saptanmıştır. Araştırmanın nicel bulguları ise baba ret/kabul durumunun katılımcıların psikolojik dayanıklılık ve saldırganlık, öz yeterlilik ve duygusal tepkisizlik gibi kişilik özelliklerini anlamlı düzeyde yordadığını göstermiştir.

Erbay (2017) tarafından yapılan ikinci çalışma ise yüksek lisans tezi kapsamında demans hastalarına bakım verenlerin yas sürecini ve bu sürecin tükenmişlik ile psikolojik dayanıklılık üzerindeki etkisini araştırmıştır. İlaveten, bakım vermeye ilişkin sonuçların yas beklentisi ve belirsiz kayıp kavramları ile ilişkisi tespit edilmeye çalışılmıştır. Çalışma 69 katılımcıdan oluşmuş ve veriler ölçekler (bakım veren yası envanteri (kısa form), yas beklentisi ölçeği, psikolojik dayanıklılık ölçeği, bakıcı yük ölçeği ve Beck depresyon ölçeği) yoluyla elde edilmiştir. Araştırma sonunda elde edilen bulgular, bakım verenin deneyimlediği yas ile bakım veren yükü ve psikolojik dayanıklılık arasında anlamlı bir ilişki olduğunu, bakım veren kişinin hastalık kaynaklı yaşadığı kayıp olgusunun bakım verme sürecine ilişkin önemli bir boyut olduğunu göstermiştir. İlaveten, yas beklentisi ve belirsiz kayıp kavramlarının bakım veren yükü ile ilişkileri benzer yön ve güçte anlamlılık sergilerken, psikolojik dayanıklılık konusunda belirsiz kayıp daha güçlü bir korelasyon göstermiştir. Araştırmacı bu bulgu üzerinden bakım verme ile ilgili olumlu sonuçların iyileştirilmesinde belirsiz kayıp olgusuna öncelik verilmesi önerisinde bulunmuştur.

38