• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

2.2. Kayıp ve Belirsizlik: Belirsiz Kayıp

2.2.3. Belirsiz Kayıp Teorisinin Temel Kavramları ve Varsayımları

Belirsiz kayıp teorisinde temel olarak iki kavramın ön plana çıktığı ve teorinin bu kavramlar üzerinden varsayımlarda bulunduğu görülmektedir. Bu kavramlar sınır belirsizliği ve psikolojik ailedir. Bu kavramların bilinmesi hem teorinin hem de varsayımlarının daha iyi anlaşılması açısından önemlidir. Bu nedenle, önce sınır belirsizliği ve psikolojik aile kavramları açıklanacak, ardından belirsiz kayıp teorisinin temel önermelerinden bahsedilecektir.

2.2.3.1.Sınır Belirsizliği

Boss (1977) sınırların bir ailenin üyelerini diğerlerinden ve başka gruplardan ayıran, grup ve birey kimliği duygusunu pekiştirmeye yarayan hem fiziksel hem de psikolojik bir olgu olduğunu ileri sürmüştür. Genel anlamda ailede sınır belirsizliği ise aile sisteminde kimin olduğu, ne zaman sistemde olduğu ve rollerinin ne olduğu ile ilgili yaşanan belirsizliktir (Boss, 1999). Sınırların belirsizleştiği ailelerde, aile üyeleri ailede kimin olup kimin olmadığından ve aile sistemi içerisinde hangi rolleri kimin gerçekleştirdiğinden emin olamaz hale gelmektedir (Carroll, Olson ve Buchmiller, 2007). Belirsiz kayıp çerçevesinden ise sınır belirsizliği, aile üyelerinin bireysel ve toplu olarak belirsiz kayıp durumuna ilişkin algısı olarak tanımlanmaktadır (Boss, 2002b).

21

Sınır belirsizliği sürekli bir değişkendir ve düşük ile yüksek aralığında değişkenlik göstermektedir. Sınır belirsizliğinin yüksek olması bireysel ve ilişkisel iyi oluş açısından bir risk faktörü olup ailenin stres yönetimi açısından da bir engel teşkil eder (Boss, 2002b). Ayrıca depresyon, somatik belirtiler ve aile çatışmalarını da yordayan bir değişkendir (Boss, 2006). Sosyolojik açıdan bakıldığında aile sınırlarının artık sürdürülememesi, rollerde karmaşa yaşanması, görevlerin yerine getirilmemesi ve ailenin eylemsizleşmesi ile kendini gösterirken, psikolojik açıdan ise belirsizlik ve bilgi eksikliği yüzünden bilişte tıkanma, kararların bekletilmesi, başa çıkma ve yas tutma süreçlerinde donma yaşanmasına yol açmaktadır (Boss, 1999; 2002b; 2004).

Sınır belirsizliği beraberinde kimlik belirsizliğini de getirmektedir. Kimlik belirsizliği ailedeki bireysel rollerde oluşan karmaşa ve belirsizlik sonucunda, her bir aile üyesinin bireysel olarak kim olduğu ve aile içerisinde nasıl tanımlandığının belirsizleşmesi anlamına gelmektedir (Boss, 2006). Boss’a (1999) göre bir aile üyesi fiziksel olarak varken psikolojik olarak olmadığında (örn. Alzheimer hastalığı) veya bir aile üyesi psikolojik olarak varken fiziksel olarak olmadığında (örn. görevde kaybolan asker) yüksek düzeyde sınır belirsizliği yaşanmaktadır. Bu iki durum, aynı zamanda belirsiz kaybın da iki türünü tariflemektedir. Sonuç olarak, yüksek düzeyde sınır belirsizliği yokluk (var olmama) durumunun zaman içinde devam etmesi ve gerçeklik ile uyumsuz olması durumunda ortaya çıkmaktadır (Boss, 1999).

Sınır belirsizliği konusunda belki de en önemli husus, her belirsiz kayıp durumunun yüksek düzeyde sınır belirsizliğine veya başka sorunlara açmadığıdır. Ailesinde kayıp bir üye olmasına rağmen, bazı ailelerin veya ailedeki bazı üyelerin dışarıdan öyle görünmese bile sistem sınırlarını çok net olarak algılaması mümkündür. Boss (2004) buna örnek olarak 11 Eylül Amerika saldırılarından sonra teyze ve amcaların ebeveyn olarak kabul edilmesi sayesinde sınırlarda belirsizliğin yaşanmadığı vakaları vermiştir. Dolayısıyla, bireylerin aile ve aile sınırlarını tanımlamasında kültürün de önemli bir rolü olduğu ifade etmiştir.

22

2.2.3.2.Psikolojik Aile

Boss’a (2004) göre aile hem fiziksel hem de psikolojik bir yapı olup her birey aile yapısını kendine özgü bir biçimde algılar ve bu algı biyolojik veya hukuki aile yapısından farklı olabilir. Bireyin zihnindeki aile veya ailesinin kimlerden oluştuğuna ilişkin düşüncesi psikolojik ailesi olarak adlandırılmaktadır (Boss, 2006). Psikolojik aile bilinen biyolojik aile olabileceği gibi tamamen farklı kişilerden de oluşabilir. Ailenin psikolojik yapısını oluşturan asıl unsur, biyolojik veya hukuki bağdan ziyade, bireye zihinsel veya manevi anlamda sunduğu destek ve rahatlık duygusudur (Boss, 2011). Bu anlamda, bireyin zihnindeki veya kalbindeki ailenin psikolojik ailesi olduğunu ifade eden Boss (2011), psikolojik ailenin bireyin ister iyi isterse kötü zamanlarında ihtiyaç duyduğu ve kendisine her durumda destek olacağına inandığı kişilerden oluştuğunu belirtmektedir. Bu çerçevede, Mitchell’ın (2016) da belirttiği üzere, bireyin içerisinde yaşadığı toplumda ailenin kim olduğuna dair belirgin bir anlayış mevcut olsa dahi, birey kendine özgü bir aile kavramı yaratarak kendi ailesini psikolojik olarak şekillendirebilmektedir.

Psikolojik aile yakınımızda veya uzağımızda yaşayan, akrabamız olan veya olmayan, yaşayan veya ölmüş kişileri içerebilir. Kişinin ailesi kendisinden uzakta yaşadığında veya kendisine duygusal olarak destek olmadığında, kişinin zihnindeki psikolojik ailesi fiziksel ailesinin yarattığı boşluğun doldurulmasını sağlayabilir (Boss, 2011). Bazı durumlarda (örn. yurtdışında okuyan veya çalışanlar) ise benzer düşünce veya kültür yapısına sahip kişiler psikolojik ailenin üyelerini oluşturabilir. Ayrıca, farklı kültürlerde psikolojik aile de farklılık göstermektedir (Boss, 2016). Hangi gerekçe veya ihtiyaçtan olursa olsun, psikolojik ailenin birey için bir nevi güvenlik ağı görevi gördüğü, insanın gereksinim duyduğu sosyal ilişki ve desteği sunduğu anlaşılmaktadır. Fakat psikolojik aile ve fiziksel aile arasındaki uyumsuzluğun artması, aile sistemindeki sınır belirsizliğinin de artmasına yol açacaktır (Boss, 2006).

2.2.3.3.Temel Varsayımlar

Tüm teorilerde olduğu üzere, belirsiz kayıp teorisi de belirli varsayımlara dayanmaktadır. Belirsiz kaybın altyapısını oluşturan aile teorileri bireyin

23

bağlamı üzerinden şekillenen sosyal oluşumlar olduğundan daha öznel yapılardır (Boss, 2016). Bu çerçevede belirsiz kayıp teorisi aşağıdaki temel varsayımlarda bulunmaktadır (Boss, 2004; 2007; 2016):

1. Teorinin ilk ve belki de merkezini oluşturan varsayımı ailelerin hem fiziksel hem de psikolojik yapılar olduğu ve ailenin bu iki yapısının da psikolojik dayanıklılık açısından önemli bir kaynak olduğudur.

2. Belirsiz kayıp ailenin dışında gerçekleşen harici bir durum olduğundan nötr olsa da durumun nasıl algılandığı bir değer taşımaktadır; sınır belirsizliği ne kadar yüksekse ailenin stres düzeyi ve olumsuz sonuçlar da o kadar fazla olacaktır.

3. Kültürel değer ve inançlar bireyin, ailenin ve toplumun belirsizliği algılama biçimini ve belirsizliğe tahammül edebilme düzeyini etkiler. Algılama biçimi öncelikli değer taşısa da tek başına belirleyici bir faktör değildir.

4. Belirsiz kayıp durumlarında gerçek ulaşılamaz olduğundan görecelidir. Bu varsayım Klein ve White’ın (1996) gerçeğin öznel yani algısal olduğunu ifade eden yorumlayıcı bilme yaklaşımını temel almaktadır. Belirsiz kayıp durumlarında netlik veya kesin bilgi belki de hiçbir zaman ortaya çıkmayacağından, amaç gerçeğe ulaşmak değil, bilgisizlik ve süren belirsizliğe rağmen cevapsız sorularla yaşayabilmek için deneyimlenen durumda bir anlam bulabilmektir. Bunun için iki karşıt düşüncenin birlikteliğine olanak tanıyan yeni bir düşünce biçimi gereklidir.

5. Belirsiz kayıp doğası gereği ilişkisel bir olgudur ve kayıp kişi ile bağlanma ilişkisi olduğu varsayılır. Ayrıca, bireysel olarak kişi ile ilgili olmadığından bireysel bir patoloji olarak yaklaşılmamalıdır. Bireysel düzeyde görülen belirtiler komplike yas belirtilerine veya depresyon, kaygı ve duygusal çelişkiye benzese de, belirsiz kayıptaki sorun bireyin veya aile ilişkilerinin dışında bir bağlamda yer almaktadır Bu harici bağlam (sevilen kişinin varlığı ve yokluğu etrafındaki belirsizlik) nedeniyle, ailenin mantık veya anlam bulma becerisi bozulmaktadır.

24

Dolayısıyla yaşanan patolojinin nedeni deneyimlenen yasın türü değil, yaşanan kaybın türüdür.

6. Belirsiz kayıpta kapanış bir mittir. Kesin sonuç olmadığından, kayıp ve yasın süresi belirsizdir; yaşam boyu, hatta nesiller boyunca sürebilir (örn. kölelik, soykırım, zorunlu göç durumları).

7. İnsanlar bilmediği bir sorunla başa çıkamaz. Bu nedenle, stres etkeninin belirsiz kayıp olarak tanımlanması başa çıkma sürecinin başlamasını mümkün kılar.

8. Aileler doğal bir psikolojik dayanıklılığa sahiptir ve çözümü olmayan belirsizlik durumunda bile yaşamına iyi bir şekilde devam etmeyi öğrenebilir. Bu nedenle, belirsiz kayıpta psikolojik dayanıklılık özel bir anlam taşımaktadır. Dayanıklılık bireyin ve ailenin belirsizliğe tahammül edebilme düzeyinin artırılması anlamına gelmektedir çünkü aile yaşamında sevilen birinin mutlak varlığı veya yokluğu nadir olduğundan, ailenin dayanıklılığı belirsizliğe tahammül edebilmesi ve devam eden belirsizliğe rağmen iyi yaşayabilme becerisini gerekli kılmaktadır. Terapistler ailelerin dayanıklılığı “bir süreç ve zamanla oluşan bir gelişim” olarak görmesini sağlayarak (Boss, 2006, s.48) mevcut destek ve kaynakları saptamasına, yanı sıra yeni kaynaklar edinmesine yardımcı olmalıdır.

9. Ölçülememesi, bir olgunun var olmadığı anlamına gelmez. Belirsizliğin nicel anlamda ölçülmesi zor olsa da, belirsizlik var olduğundan incelenmesi önemlidir. Carroll, Olson ve Buckmiller’ın (2007) teori, araştırma ve ölçüme ilişkin 30 yıllık derleme çalışmasında bildirdiği üzere, zaman içerisinde değişmesi beklenen algısal bir olgunun değerlendirilmesinde güvenilirlik pek bir anlam ifade etmeyeceğinden, belirsiz kaybın niteliksel olarak ölçülmesi daha uygun olabilir.

Belirsiz kaybın ölçümüne ilişkin olarak, Boss (2002a) çalışmalarının psikometrik değil teorik olduğunu vurgulamakta, belirsiz kayıp ve sınır belirsizliğinin nicel ölçümle sınırlandırılmasının ise geçerlik için çok gerekli olduğuna inandığı sembolik ve psikodinamik boyutların yitirilmesine neden

25

olacağını belirtmektedir. Bununla birlikte, belirsiz kayıp durumlarını ve sonucunda oluşan sınır belirsizliğini değerlendirmenin pek çok yöntemi olduğunu belirten Boss (1999), yapılması gerekenin sunmuş olduğu teorik haritanın izlenmesi olduğunu, yine de bir ölçme kılavuzuna ihtiyaç duyanların ise Boss, Greenberg ve Pearce-McCall (1990) tarafından yayınlanan kılavuza başvurabileceğini ifade etmektedir. Söz konusu kılavuzun dünyanın dört bir yanından araştırmacılar tarafından talep edildiğini ve bu sayede teorisinin yeni örneklemlerde ve yeni belirsiz kayıp çeşitlerinde test edilmeye devam ettiğini belirtmektedir (Boss, 2002a).