• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3. DÜNYA GENELİNDE UYGULANAN YEŞİL BİNA

4.4. Problemin Tanımı

Tükenen enerji kaynaklarının kullanımında binaların yıkımı ve yeniden inşaatı büyük bir yük getirdiği için sürdürülebilirlik açısından yıkım en son çare olarak düşünülmelidir. İngiltere’de yıkım, her yıl 70 milyon tonluk atık malzemenin oluşmasına sebep olurken; yeni binaların inşası İngiltere’nin toplam enerjisinin yaklaşık yüzde 4’ünü tüketmekte ve 40 milyon ton karbondioksit üretmektedir (Aksel, 2011). Sürdürülebilir bir yaklaşım ile binaların yeniden kullanılması, yıkılarak yeniden inşaatı, yıkım sonrasında oluşacak zararlı maddelerin etkisi, CO2 salınımı, kaynak tüketimi gibi çevreye daha az derecede olumsuz etki bırakması söz konusudur. Bunlar çevreye olumsuz etkilerinin minimuma indirgemek için mevcut binaların sürdürülebilir bir yaklaşım ile yeniden kullanılması en akılcı çözüm olarak karşımıza çıkmaktadır.

Geleneksel mimaride arazi, iklim ve doğal çevre dikkate alınarak yapılan binaların yerleşim ve tasarım özelliklerine bakıldığında sürdürülebilir mimarlık ilkelerinin birçoğunu karşıladığı bilinmektedir. Fakat sertifikasyon sistemlerinin alt kriterleri incelendiğinde, oluşacak yeni yapılar için tasarlandığı ve tarihi yapılar için öngörülen birçok kriteri içinde barındırmadıkları görülmektedir.

Geleneksel konutların varlıklarını sürdürülebilmesi için tarihi çevreyle birlikte korunması gerektiği bilinmektedir. Günümüzde geleneksel konutlar üzerine yapılan bir çok restorasyon projeleri sadece konut üzerinde kalmaktadır. Yerleşimin canlandırılmasına yönelik düzenlemelerin yapılmaması, restorasyon yapılan konutlarda zaman içinde yaşamın sürmemesinden dolay varlığını yitirmektedir.

Geleneksel konutların koruma amacı sadece bir binanın veya kent parçasının fiziksel yapısını iyileştirmek veya onarma olmamaktadır. Bu konutların bulundukları yerleşimde tarihi ve kültürel dengelerinin sağlanması olarak, ekonomik gelişmesini ve bu alanlarda yaşayan halkın yaşama standartlarının iyileştirilmesi; halkın bu çevrelerde sorunsuz bir şekilde hayatlarını sürdürmesiyle sağlanabilmektedir. Geleneksel konutların

117

korunması ancak yerleşimle birlikte değerlendirilmektedir. Kullanıcıların yerleşimde alışveriş olanakları elde etmesi, çalışma ortamlarının verimliliği, eğitim ve sağlık imkânlarının yeterli olması, yeşil alanlar, trafik düzenlemeleri, otopark imkânları, açık alanların oluşturulması ve meydan aktivitelerinin çoğaltılması sayesinde yerleşimde canlılığın sağlanması imkanı elde edilmektedir. Bu bağlamda geleneksel konutları sertifikasyon sistemleriyle değerlendirmeye çalıştığımızda; bir takım eksikliklerin olduğu görülmektedir. Günümüz sertifikasyon sistemlerinde geleneksel konutların tarihi çevre ile bir bütün olarak değerlendirmeye alınmaması, geleneksel konutların değerlendirilmesinde yanıltıcı sonuçların ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

Tarihi yerleşimler, geçmişte toplumun yaşadıkları mekanların, tüm ayrıntılarını gözler önüne süren açık bir hava müzesi niteliğindedir. Bu nedenle bulundukları kentlerde, çoğunlukla vurgu noktalarını oluşmaktadır. Günümüzde tarihi yerleşimlerin çok fazla göç alması nedeniyle bulundukları bölgelerde yaşayan insanların eğitim seviyesinin ve gelir durumlarının düşmesi söz konusu olmaktadır. Buda tarihi yerleşimlerin koruma bilincinin giderek yok olmasına neden olmaktadır. Özelikle, bu yerleşimlerde göç nedeniyle aidiyet hissinin az olması bu alanlarda kiracılık oranının yüksek olması gibi nedenler tarihi dokunun hızla yıpranmasına ve bozulmasına neden olmaktadır. Oysa kentlerin kimliğinin geçmişten geleceğe bir süreklilik olarak algılanması ve kavranması önemli bir noktadır. Bu yüzden konunun önemini anlayan dünya ülkeleri, yeryüzünde henüz bozulmamış veya bozulmuş yeniden düzenlenebilir alanların korunması için yarışa girmiştir.

Geleneksel konutların korunması ancak tarihi çevrenin korunmasıyla oluşmaktadır. Günümüzde nüfus artışıyla birlikte kentlerin genişlemesi ve buna bağlı olarak kentlerin tarihi çevreden uzaklaşması bir takım sorunları da beraberinde getirmektedir. Tarihi çevrelerin; oluşan yeni merkezlerden uzak kalması, günümüz insanının ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz kalmaktadır. Bu durum burada yaşayan insanların başka çevrelere yönlenmesine ya da bulunduğu çevreyi değiştirmelerine neden olmaktadır. Bu da çevrenin yaşana bilirliğini, canlılığını ve sürdürülebilirliğini azaltmaktadır.

Kent gelişiminde izlenen yanlış politikalar sonucunda; bölünmüş tarihi yerleşimlerin kimliği değiştirmektedir. Aynı zamanda fiziksel anlamda kent dokusunun

118

bölünmesi beraberinde kenti kent yapan tüm değişkenlerin (binalar, yollar, ana akslar, kullanıcılar, vb.) farklılaşmasına ve değişmeye başladığı bir süreci beraberinde getirmesine neden olmaktadır. Bu durum, kent dokusunu farklı bir biçim almaya zorlayarak fiziksel anlamda olumsuz gelişmeleri yaratmaktadır. Sonuç olarak yaşanan bölünme, temelde mekanı, toplumu ve kültürü etkileyen bir değişim süreci başlatmaktadır (Manioğlu & Oral, 2010).

Tarihi ve eski çevrelerde yaşayan kullanıcılarda bölgeye karşı kültürel bağların zayıf olması; tarihi bölgeleri yeniden canlandırma çalışmalarını aksatabilen bir sürece işaret etmektedir. Bu doğrultuda fiziksel anlamda değer kaybına uğrayan tarihi yapıların pahalı bakım masraflarının karşılanamaması; hem kullanıcıların çevreyle olan sosyal yapı bağlantılarının zayıflığıyla; hem de bölünmüş tarihi konut alanlarında genellikle gözlemlenen fakir kullanıcı gruplarıyla açıklanabilmektedir (Doratlı, Hoşkara, & Faslı, 2004).

Diğer taraftan tarihi çevrelerde ekonomik sürdürülebilirliğin sağlanabilmesi için turizm önemli bir yer almaktadır. Yerel alan özelliklerine odaklanılan aktiviteler hem ekonomik anlamda bölgeyi kalkındıran, hem de bölgeye kullanıcı akışını sağlayan aktiviteler olarak tanımlanmaktadır. Bu bağlamda küreselleşen ve hızla gelişen kentlerde tarihi öneme sahip alanlarda gerçekleştirilecek etkinlikler; bölgeyi kalkındırma ve canlandırma açısından gerekli görülmektedir (Manioğlu & Oral, 2010).

Fiziksel sürdürülebilirlik içinde yer alan ulaşılabilirlik kavramı; ulaşılabilirlik seviyesi, ulaşım çeşitliliği, toplu taşıma, yaya ve bisiklet dostu sokaklar ve araç park yeri yeterlilik seviyesi göstergeleri ile incelenmektedir. Sürdürülebilir çevrelerde ulaşılabilirlik kavramı, otomobile olan bağımlılığın düşük seviyelerde seyretmesini; bu nedenle gerek insanların birbiriyle olan ilişkilerini güçlendirmesine, gerekse bireysel anlamda motorlu araçlara duyulan gereksinimi gidermeye yönelik çalışmaların yapılmasını gerektirmektedir. Belirtilen değişkenlerin birbirileri arasında güçlü etkileşim olduğu üç temel değişken aşağıda sıralanmaktadır;

• Fiziksel çevre koşullarının zayıfladığı çevrelerde kullanım, ilginin ve beraberinde bölgenin canlılık ve çeşitlilik oranının azalması

119

• Ulaşılabilirliğin bölgeye sağlanmadığı durumlarda çevredeki canlılık ve çeşitliliğin azalması,

• Canlılık / çeşitliliğin sağlanmadığı durumlarda fiziksel çevreyi kullanan kişi sayısının azalması ve bakımsız bir fiziksel çevrenin ortaya çıkması.

Var olan bir tarihi çevrenin uzun vadeli bir geleceğin garantisi altına alınması için; ekonomik, sosyal ve çevresel amaçlar arasında hassas bir dengenin kurulması gerekmektir.