• Sonuç bulunamadı

3.1. Araştırmanın Amacı

3.7.2. Onur Ünlü Filmlerinde Erkeklik Krizinin Görünümleri

3.7.2.1. Polis

Polis filminin başkarakteri Musa Rami (Haluk Bilginer), başarılı bir polistir.

Filmin başından sonuna dek Musa Rami’nin aklını kurcalayan iki unsur vardır. Bunlardan ilki bitirme tezine danışmanlık yaparken tanıştığı ve bir tür imkansız aşka tutulduğu Funda’ya (Özgü Namal) duyduğu aşk, diğeri ise “İzmitliler” olarak bilinen ünlü mafya ailesinin kendi ailesine dair yarattığı tehdit faktörüdür. Bu doğrultuda film, dertlerinden yola çıkan ve kötülük ile mücadele eden bir karakterin hikayesine odaklanmaktadır. Çoğunlukla eğilimleri ailesi üzerine olan Musa Rami’nin derdi, zaman içerisinde ailesini koruma sorununa dönüşmüştür. Çaresiz bir durumda kalan Musa Rami, mafya, aşk ve hastalık üçgenine sıkışmış bir şekilde bir karar vermek durumunda kalmıştır. Bu çıkmaz aracılığıyla yönetmen Onur Ünlü, ölüme, aileye ve

inanç konusuna eğilmektedir. Polis, Onur Ünlü’nün senarist ve yönetmenliğini üstlendiği ilk uzun metraj film olma özelliğini de taşımaktadır.

Film bir erkeklik performansıyla, güç gösterisi denebilecek bir sekansla açılır ve filmin ana karakteri Musa Rami, kendisini çevreleyen düşmanlarını teker teker döver. Musa Rami’nin anlatı boyunca işlenecek ve zamanla sarsıntıya uğrayacak iktidar konumu bu açılışla bir düelloyu anımsatır biçimde vurgulanır. Öyle ki kendisine arkasından saldırmakta olan birini hissedip dönerek onu da alt etmeyi başarır ve Musa Rami filmin açılışıyla birlikte neden polis camiasında sıkça vurgulanan “efsanevi” konumda olduğunu bu şekilde izleyiciye sunar.

Filmde ölüm teması üzerine şekillendirilmiş ilahi bir duruş, toplumsal yapı üzerinden izleyicilere aktarılmaktadır. Ancak Musa Rami’nin ilahlaştırılması vurgularına rağmen yaşamın son bulacağı, henüz filmin ilk 15 dakikasında kanser olduğunu öğrenmesi ile aktarılmaktadır. Bu andan itibaren seyirciler ölüm ve sonrası ile ilgili olarak düşünmeye sevk edilmektedir. Ortaya çıkan temel fikir doğrultusunda, ölüm sonrasında geri kalanların umursanmaması anlayışı hakim olmaktadır. Diğer bir sorgulanan durum ise “ölüm tüm sevdiklerinin kaybedilmesinde mi gerçekleşmektedir yoksa ruh ve beden birbirinden ayrıldığında mı?” ikilemidir. İzleyici bu soruların yanıtlarının arandığı süreç içerisinde ölümü bekleyen bir adamın yaşamına tanıklık etmektedir. Filmin genelinde ise mizah üzerinden düşünmeye teşvik edilmektedir. Yaşanılan toplumsal ve bireysel sorunlar üzerinden mizahi ögeler acıklı durumlarla eşzamanlı verilmektedir.

Karakterlere yönelik açıklamaların belirgin bir şekilde yapılmadığı film içerisinde peşi sıra beliren sorgulamalarla karşılaşılmaktadır. Örneğin, Musa Rami’nin çocukları ve torunları bulunmaktadır ancak, eşinin varlığından hiçbir zaman bahsedilmemektedir. Bu duruma ek olarak Musa Rami’nin kızı Sevgi’nin akli dengesini kaybetme nedeninden de bahsedilmemektedir. Onur Ünlü’nün birçok filminde, izlerken eksik noktalar bırakıldığını ifade etmek mümkündür. Karakterin film içerisindeki varlığının ve yaşanan bir takım olayların neden aktarıldığının

sorgulandığı filmlerin başında Polis gelmektedir. Filmin içeriğinde hazırlanan süslü sorular üzerinden birçok sorunun yanıtı izleyiciye bırakılmaktadır. Bu durumda hikayelerin belirli bir doyumun ortaya çıkmasını sağladığını ancak yönetmenin özellikle eksiltili anlatımları tercih ettiğini söylemek mümkündür.

Filmlerini komedi türünde çekmekte olan bir yönetmen ile kıyaslandığında Onur Ünlü filmlerinde şiddet içeriklerinin sıklıkla kullanıldığı belirtilmelidir. Öyle ki, Polis filminde Musa Rami ile mafya üyeleri arasında ortaya çıkan sorunlarda şiddet unsurları yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Musa Rami tarafından uygulanmakta olan şiddet, filmin akışında sürekli olarak geçerli nedenlere bağlanmaya çalışılmaktadır. Bu sayede Rami üzerine oturması mümkün olan kötü insan imajının önüne geçilmektedir.

Polis filmindeki karakterler incelendiğinde, karakter gelişimlerine yer

verilmediği, karakterlerin hangi süreçlerden geçtiği, iyi ya da kötü oldukları ve genel hatları ile hangi niteliklere sahip olduklarının üzerinde durulmadığı görülmektedir. Bu doğrultuda filmin odağı durumunda olan Musa Rami karakterinin yapısı incelendiğinde, iyi ve güçlü bir polis portresi çizdiği, hiyerarşik anlamda kendisinden üstte olan baş komiserinin dahi kendisine saygı gösterdiği, aile bağlarının güçlü olduğu vurgusu yapılmaktadır. Filmin açılış sekansından sonra evine dönen Musa Rami’yi, ona sürpriz bir doğum günü düzenleyen geniş ailesi beklemekte ve aile bağları bu tanıtımlarla izleyiciye aktarılmaktadır. Musa Rami’nin iki kızı iki oğlu üç tane de torunu olduğu ve bu ailevi bağların eğlenceli bir atmosferde sıcak bir ilişkiler ağı olduğu izlenimi yaratılmaktadır. Çocuklarla iyi iletişim kurabildiği, aile bireylerinde birtakım psikolojik sorunlar olduğu ve buna karşın iyi ve ilgili baba / dede görünümü verdiği görülmektedir. Ancak anlatı ilerledikçe ailesinin kendisi yüzünden öldürülmelerine engel olamayacak ve bir tür babalık krizine girecektir.

Genel özelliklerine bakıldığında ise Musa Rami, başarılı bir cinayet masası polisidir. Ölüm konusunu içselleştirmiş, öldürmek ya da öldürebilmek konusunda ustalaşmıştır. Öldürmeyi ve iyi bir polis olmayı erkekliğin bir güç gösterisi olarak

görmektedir ve başarılı bir kariyere sahiptir. İzmitli soyadlı ünlü mafya ailesine yaptığı operasyonlardan birinde oğul İzmitli’yi öldürdükten sonra Musa Rami, kendisini çözemeyeceği paradokslar içerisinde bulur. Sevdiklerini koruma güdüsü ile birlikte şiddet meyilli yapısı arasında sıkışmıştır. Bu kaotik durum içerisinde bir de kendisinden yaklaşık kırk yaş genç olan üniversite öğrencisi Funda’nın tezine yardımcı olmasıyla başlayan bir aşk serüveni ortaya çıkmıştır. Bu aşk, güçlü bir erkek profili çizen Musa Rami’yi, kendisini ürkek ve savunmasız hissettiren bir duruma dönüştürmüştür. Ölümlerin karşısında dahi güçlü ve “alışık” duran Musa Rami, Funda’nın karşısında ürkek ve heyecanlıdır. Aynı günler içerisinde beyninde tümör olduğu haberini almasıyla birlikte iki aylık ömrü olduğunu öğrenmesi, bununla beraber İzmitliler’den gelen tehditler ve çok sıkı şekilde bağlı olduğu aile bireylerinin tek tek “avlanmaya” başlanması durumları Musa Rami’yi bir anda derin bir çaresizlik içerisine itmiştir. O güne kadar güçlü bir erkek karakter, baba ve dede figürü, aynı zamanda da başarılı bir polis iken kendini içerisinde bulduğu paradokslar karşısında dengesini yitirmeye başlamıştır. Aynı zamanda da Funda’ya olan aşkının kendisine yaşattığı çaresizlik ve umutsuzluk da bunların üzerine eklenmiştir. Kendisini bir anda çıkmaz içinde bulan Musa Rami, işi gereği ölümlere ve öldürmeye alışkındır. Lakin aile bireylerinin ölümlerini hiç beklenmedik şekilde soğukkanlılıkla karşılamaktadır. Aile bireylerinin teker teker öldürülmesi karşısındaki tutumu dahi, Funda’ya olan aşkı karşısındaki kadar derin etkiler bırakmamaktadır. Buna en basit örnek, öldürülen kiralık katilin kafasını evindeki masanın üstünde bulduktan sonra geçirdiği travma anında çalan telefonda karşısındakinin Funda olduğunu anlaması üzerine bir anda eski nezaketine dönmesidir.

Musa Rami: (Cinnet geçirir) Allah belanızı versin! Allah belanızı versin!

Telefon çalar ve Musa Rami büyük bir hışımla telefonu açar. Karşısında Funda’nın olduğunu anladıktan sonra evindeki cesedi ve içinde bulunduğu travmatik durumu bir anlığına unutur.

Musa Rami: Merhabaa, Funda… Teşekkür ederiiim… 85 aldın, çoook

sevindim… çok… Estağfurullah senin başarın. Ne? mezuniyet var? Olur, çok sevinirim. Gelirim.

Musa Rami, öldürmek üzerine kodlanmış bir karakter iken, ailesindeki bireylerin öldürülmesine engel olamaması ve kanserden ötürü kısa süre sonra ölecek olması gibi nedenlerle farklı bir kimliğe bürünmeye başlamıştır. Lakin erkeğin doğasındaki onaylanma isteği de Funda’nın karşısındaki tutumunu etkilemeye devam etmektedir. Erkek, iktidarını sürdürebilmek için kadının onayına ihtiyaç duymaktadır.

Musa Rami’nin içinde olduğu bu kriz; filmin en başta verdiği polisiye izlenimini geride bırakmakta, filmi “insan hikayesi”ne çevirmektedir. Musa Rami, hastalığı ve ölecek olması, aile bireylerini kaybediyor oluşu ve aşık olduğu kadın üçgeni içerisinde sahip olduğu sert ve hatasız olgun erkek görünümünü korumaya çalışmakta ve İzmitli ailesine karşı geri adım atmayarak kendini daha büyük bir krizin içinde bulmaktadır. Genel olarak yalnız bir görünüme sahip olan, yalnız yaşayan, muhafazakar ya da dindar gibi görünen, ailesine çok bağlı bir görünüm çizen ve işinin öğrettikleri gereği de ölümden korkmayan Musa Rami, yalnızlığın kelime anlamı ile film sonunda tam anlamıyla yüzleşmektedir. Musa Rami’nin film boyunca varoluşsal problemleri aşmış bir erkek olduğu da ölecek olduğu haberini aldığı sahnedeki tutumundan anlaşılmaktadır. Filme göre ölüm tüm yolların sonudur ve karakter bu sonu büyük bir olgunlukla karşılamış gibi görünür. Ancak bir anda ağlamaya başlaması ve film ilerledikçe öleceğini Funda’ya anlatmaya çalışması da bir kriz çözülmesi olarak okunabilir. Öldürme gücünü elinde bulunduran Musa Rami, ölecektir.

Doktor: Son zamanlarda seni rahatsız eden bir şey olmadı mı?

Göğsünde ağrı, baş dönmesi, mide bulantısı, kusma? Ya da buna benzer şeyler?

Musa Rami: Oluyor böyle şeyler zaman zaman, ama ben pek ciddiye

Doktor: Beyninde çok büyük bir ur var Musa, kocaman… Kansersin.

Beyin kanseri…

Görsel 1: Musa Rami, kanser olduğunu öğreniyor

Musa Rami, elinde tuttuğu gömleği düşürür, kısa süren bir sessizlikten sonra eğilip gömleği yerden geri alır ve masanın üstüne düzgün bir şekilde koyar. Sonrasında yaptığı ilk şey sandalyede asılı duran ceketinden sigara çıkartmak olur. Sigarayı yakıp tekrar doktora döner:

Musa Rami: Ölecek miyim?

Doktor: Hepimiz öleceğiz.

Musa Rami: Benim ne kadar vaktim var?

Doktor: En fazla iki ay… Dinlenmelisin.

Doktor: Daha az acı çekersin.

Musa Rami: Bilincimi yitirecek miyim?

Doktor: Sonlara doğru belki… Ama çektiğin acıları duyacaksın…

Görsel 2: Musa Rami gülümsüyor. “Dinlenirsem üç ay mı yaşarım?”

Bu anda Musa Rami’nin yüz ifadesi, ölüm kaygısından çok içinde olduğu krizin çözümsüzlüğüne eklenen yeni bir problemle başa çıkma kaygısı olarak görülmektedir. Güçlü bir karakter olmaya devam etmekte, ölüm haberine karşın Funda’nın gözlerinden bahsetmekte ve içinde olduğu çıkmazı düşünmektedir.

Musa Rami: (Funda’yı kast ederek) Çok güzel gözleri var. Böyle

kocaman kocaman…

Tam bu anda, içine düştüğü çoklu paradokstan kurtulmanın yolunu dinde arayan Musa Rami, camiye gider, namaz kılar ve çaresizliği karşısında bir yardım bekler. Bu durum, toplumsal açıdan yenilmez görünen bir karakterin içine girdiği

zorluklar karşısında yardımı çevresinden istemeyecek yalnızlıkta olduğunu göstermektedir. Farklı bir bakış açısıyla bakıldığında ise, içinde bulunduğu krize yardım edilme şansı zaten yoktur. Namazını kıldıktan sonra, o güçlü cinayet masası polisi camide yalnızken ağlamaya başlar. Burada, ibadet ile birlikte yalnızlığının birleşimi kendisini ağlayacak duruma getirmiş ve güçlü görünmek zorunda olmadığı bir alan olan camide gözyaşlarını tutamamıştır.

Musa Rami’nin içine girmeye başladığı krizin diğer bir boyutu ilk öldürülen aile üyesi olan kızı Sevgi ve öncesinde torunu Ece’ye her şeyin güzel olacağı sözünü vermesi ancak bu sözü tutamamasıdır. Bu sözü vermesinden hemen sonra torununun gözleri önünde kızı intihar etmiş ve Musa Rami yine bir baba / dede olarak sözünü tutamamış, bir krizin daha eşiğine gelmiştir. İntihar süsü verilmiş olsa da bunun bir cinayet olduğunu bilen Musa Rami, yeniden bir karşı koyuş ve savaşla kendini var etmek ve İzmitli ailesini yok etmek istemektedir. Torunu karşısında sözünü tutamamış bir adam olmanın verdiği durum, günlerce içinde tarifsiz bir kedere neden olmuştur.

Görsel 3: Musa Rami torununa “her şeyin güzel olacağı” sözünü verirken kızı intihar ediyor.

Ece (Torun): Bana yalan söyledin dede. Beni kandırdın. Annem iyi

olacak demiştin. Pikniğe gideceğiz demiştin.

Bu durum da ölecek olması ya da Funda’ya aşkı gibi çaresiz kaldığı bir kriz anını doğurmuştur. Kızının ölümünden duyduğu acıdan daha fazla, torununa verdiği sözü tutamamanın kendisinde yarattığı tahribatla ilgilendiği görülmektedir. Ece’nin yukarıdaki cümlesi sonrası Musa Rami, aile bireyleri içerisinde ağlamaya başlamıştır.

Bu travmanın ardından, intikam almaya odaklanan Musa Rami, kariyeri ve hayatı boyunca peşinde olduğu adalet ve suçu bitirme arzusundan sıyrılarak, ruhsatsız silah almak için daha önce kendisinin yakaladığı eski bir kiralık katili arar ve kendisinden silah almaya gider. İçinde olduğu durumun, özellikle de torunu karşısındaki çaresizliğin, bazı değer yargılarını yıktığı ve intikam isteğini öncelikli hale getirdiği görülmektedir. Aldığı ruhsatsız silah ile İzmitli ailesinin konvoyunu takip eden Musa Rami, sivillerin ve masum insanların bulunduğu bir alanda İzmitli ailesinin bir üyesi sandığı kişiye ateş açar ve orada bulunan polislerin de yanlış anlaması ile polisler ve İzmitliler arasında çatışma çıkmasına neden olur. Çok sayıda masum insan hayatını kaybeder, lakin bu durum Musa Rami’yi yine önceki kimliği kadar üzmeye yetmemiştir. Çünkü yalnızca intikam almaya ve hayatındaki krize odaklanmış durumdadır. Varlığını sürdürmenin ve kanıtlamanın tek yolu, güçlü bir karakterin devamlılığını intikam ile sağlamak, aile bireylerinin hayatta kalması ve sevdiği kadın Funda’ya ilan-ı aşk etmektir. Daha sonra öldürdüğü kişinin İzmitliler’den olmadığını anlaması uzun sürmese de olayın üstünü kapatmıştır. Yaşadığı bu olayın ardından soluğu yine camide almış, ibadet ederek içinde bulunduğu krizden kurtulmanın yollarını aramaya devam etmiştir.

Aynı dönemde diğer önemli bir olay ise, ölümlere sebebiyet veren, kendi ailesinden de insanları kaybeden Musa Rami’nin özel hayatına odaklılığının sürmesidir. Aldığı tehditler ve tanık olduğu ölümlere karşın soğukkanlılıkla, aşık olduğu kadın olan Funda’nın satrançtaki rakibi Kazak satranç oyuncusunu tehdit

ederek kaybetmesini sağlamıştır. Böylece Funda’nın en büyük hayalini gerçekleştirmiş, satranç şampiyonu olmasını sağlamıştır. Bu durumun birden fazla açıklaması yapılabilir. Bunlardan biri hayatının içinde olduğu krizden tek çıkış yolunu Funda olarak görmesidir. Diğer bir açıklama ise, şiddete olan meyillini hayatındaki her problemin çözümü olarak görmesidir. Her iki durumda da varlığını şiddete borçlanmaktadır. Funda ile bir kafede oturdukları sırada hastalığından söz etmiş ve hemen sonrasında ağzından kan gelmiştir. Bir erkek için hoşlandığı kadın karşısında düştüğü bu durumu kendisi incitse de asıl incitici olan Funda’nın da bu durumdan iğrenmesi ve istifra etmesidir. Bunun ardından ise Musa Rami’nin en çaresiz, en bitkin duruma geldiği ana şahit olunmaktadır. Yağmurlu ve kasvetli bir gecede bir telefon kulübesinden Londra’da yaşayan oğlunu aramıştır.

Musa Rami: (Ağlayarak ve sesi titreyerek) Çok seviyorum Haluk çok…

Çok seviyorum. … (ağlaması nedeniyle anlaşılmayan kelimeler) kocaman… O’na ulaşamıyorum. Ben aşkından kendini öldürenleri anlıyorum Haluk… Anlıyorum onları… Ben Funda’yı çok seviyorum… Çok seviyorum… (Ağlama şiddeti artar.)

Güçlü bir baba figürü iken, oğlunu arayarak ve ağlayarak kendisinden kırk yaş küçük bir kadına aşık olduğunu anlatan Musa Rami, bu doğrultuda içinde bulunduğu en önemli krizi artık Funda’ya aşkı olarak görmeye başlamıştır. Ölen aile bireyleri ve öldürülecek olanlar da dahil olmak üzere bu derecede çaresiz hissettiği en önemli an yine aşkı karşısındaki durumudur. Oğlunun gözündeki “baba” profilini ve saygınlığını dahi ayaklar altına alabilecek duruma gelmiş ve Haluk’a sığınmak istemiştir. Çalışma boyunca tartışılan hegemonik erkek kimliğinden, erkeklik krizi aracılığıyla mahrum kalan Musa Rami tüm travmaların önüne Funda’yla olan sorunlu ilişkisini ve bu durumun doğurduğu krizi konumlandırmıştır. Funda, Musa Rami’nin evlenme teklifine “çıldırdınız mı siz” şeklinde sert bir yanıt vermiştir. Bu durumda aşk onun için, içinde bulunduğu tüm krizleri ortadan kaldıracak bir çözümdür ancak sürecin olumsuz gelişimi krizin daha da şiddetlenmesine neden olmaktadır.

Filmde çeşitli travmalar, ölümler ve şiddete meyilli olaylar arasından ikili diyaloglara keskin geçişler vardır. Bunlardan birinde baş komiser ile karşılaşan Musa Rami, kendisiyle konuşacaklarını zihninde iki farklı şekilde kurgular. İlk kurgusundaki diyalog şöyle gelişir:

Yılmaz (Başkomiser): Hocam biraz konuşabilir miyiz?

Musa Rami: Evet Yılmaz, seni dinliyorum oğlum.

Yılmaz: …

Musa Rami: Ben başlayayım o zaman… Ben gidiciyim Yılmaz, öbür

tarafa geçiyorum.

Musa Rami: Yoo… Benimki öyle değil, beynimde ur varmış. Doktor 2 ay

ömrüm kaldığını söyledi, bunu söyleyeli de 1 ayı geçti. Çocuklara da söyleyemedim, ne yapacağım bilmiyorum.

İlk diyalog kurgusunda Musa Rami, Yılmaz’a içinde bulunduğu önemli problemi anlatmaktadır. Yılmaz’ın kendisine karşı olan husumeti göz önüne alındığında ise, kendisinin karşısında güçsüz ve zayıf görünmek, Musa Rami’nin istemeyeceği bir durumdur. Bu nedenle bu diyaloğu gerçekleştirmemiştir.

İkinci diyalog kurgusu ise;

Yılmaz (Başkomiser):Hocam biraz konuşabilir miyiz?

Musa Rami:Evet Yılmaz, seni dinliyorum oğlum.

Yılmaz: …

Musa Rami:Ben başlayayım o zaman… Yılmaz, Sevgi intihar etmedi.

O’nu İzmitliler öldürdü.

Yılmaz: Bu sizin iddianız hocam.

Musa Rami:“İddia değil, gerçeğin ta kendisi! Ben İzmitli’nin oğlunu

vurdum, öbür oğlu da intikam istiyor, bu kadar basit. Bu iş uzayacak, ne yapabilirim?

İkinci diyalogda görüldüğü gibi, başkomiser Yılmaz’dan bir yardım arayışına gidecek bir konuşma kurgusu görülmektedir. Bu konuşmanın sonunda Musa Rami, bu büyük derdi karşısında Yılmaz’ın yardım edebileceğini düşünse de, hem güçlü karakteri ve imajını koruyan bir tutum belirlemiş, hem de erkeklik gururuna yenilmiş ve konuşma böyle gerçekleşmemiştir. Gerçekleşen konuşma yukarıda belirtilen iki

fikir üzerine de olmamış, Musa Rami, iki problemini de saklamaya devam etmiş, bunların yerine ise hiç hesapta olmayan “eşcinselleri anlamak” üzerine bir sohbet gerçekleştirmiştir. Burada önemli olan, kriz içerisindeki Musa Rami’nin tüm dertlerini, erkeklik gururundan daha önemsiz bulması ve paradokslarda kaybolmaya devam etmesidir. Ayrıca Rami, film boyunca korumaya çalıştığı hegemonik erkeklik konumunu farklı erkeklikleri anlayamadığını dile getirerek sürdürmeyi tercih etmiştir.

Musa Rami’nin içinde bulunduğu krizi tam olarak ortaya koyan anlardan biri de arabasının içinde otururken, telefonda konuştuğu İzmitli’nin kendisine mısır satan adamın birazdan torunlarını öldürecek bir bombaya sahip olduğunu söylemesine karşın, arabadan inip mısırcıya doğru koşmaması ve blöf yaptığını iddia ederek hareketsiz şekilde olacakları izlemesi gösterilebilir. Bu diyalogda Musa Rami, yüksek ihtimalle İzmitli’nin blöf yapmadığını düşünse de ağırlığı ve gururu kendisini önlem almaktan alıkoymuştur. O’na göre kendisi hala yenilmez ve sindirilemez durumdadır. Hegemonik erkeklik konumunu sürdürme çabası ve sahip olduğu polis kimliği nedeniyle, hasımları karşısında önlem alacak kadar çaresiz görünmekten kaçınır.

Genel duruma dönülecek olursa Musa Rami’nin sınırlı özgürlük alanında, gelecekten umutsuz şekilde bir başkaldırı içinde olduğu, ölüm korkusundan sıyrılmış ama ölüm bilincini sürdürmekte olduğu, yine umutsuz durumuna karşı erkekliğinin ve yaşayışının kendisine öğrettiği şekilde içinde olduğu serüveni de yaşamı boyunca sürdürdüğü söylenebilir. Bu durum Albert Camus’nün absürd-uyumsuz karakter analizine (Camus, 2010: 69 – 70) de oldukça uygun bir profil çizmektedir. Ataerkil toplumun bir parçası olarak Musa Rami, kendisini yıllarca adaletin korkusuz savunucusu ve saygın bir adam olarak perçinlemiş, lakin içinde bulunduğu absürt ve travmatik durumlar kendisinin ve ailesinin sonunu hazırlasa da serüveni durdurmadan sonuca ulaştırmıştır. Bu noktada, hem baba, hem dede figürü olmasının ağırlığı hem de çocuğu yaşındaki kadına karşı aşkının kendisini çaresizliğe itmesinin etkisi çok büyüktür.

Öleceğini öğrenmesinden hemen sonra kızının öldürülmesi de Musa Rami’yi travmatik bir duruma sürükler. Ölecek olmasının haberini almasının hemen ardından aile bireylerinin tek tek öldürülmesi aynı zamanda yine Camus’nün absürt felsefesi ile açıklanabilecek bir durumdur. Yalsızuçanlar’a (2008) göre film ölüm ekseninde dönmesine ve yasa dışı çeteler ve örgütlenmelerle ilgilenmesine karşın, temelinde çarpıcı biçimde absürt trajik bir durumla sona ermektedir. Bu trajedide Musa Rami’nin erkeklik krizinin uzantıları, hem serüvenin kaçınılmaz sonunu hem de olay örgüsünü açıklamaktadır. Krizdeki Musa Rami’nin hayatı aşağıya doğru yönelmekte