• Sonuç bulunamadı

Onur ünlü sinemasında erkeklik krizi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Onur ünlü sinemasında erkeklik krizi"

Copied!
130
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

RADYO TELEVİZYON VE SİNEMA ANABİLİM DALI

RADYO TELEVİZYON VE SİNEMA BİLİM DALI

ONUR ÜNLÜ SİNEMASINDA ERKEKLİK KRİZİ

Emre KOPARAN

Yüksek Lisans Tezi

Danışman

Dr. Öğr. Üyesi Sinem Evren YÜKSEL

(2)
(3)
(4)

TEŞEKKÜR

Tüm bu süreç boyunca desteklerini her an hissettiğim koca aileme, yeri ve zamanı fark etmeksizin her danıştığımda ışığıyla aydınlatan başta tez danışmanım Dr. Öğr. Üyesi Sinem Evren YÜKSEL, Sayın Prof. Dr. Aytekin CAN, Sayın Prof Dr. Ceyhan KANDEMİR, Sayın Dr. Öğr. Üyesi Aslı EKİCİ hocalarıma ve yol arkadaşıma, fikir, görüş ve eleştirileriyle bu çalışmanın ortaya çıkmasına katkıda bulundukları için teşekkürlerimi sunuyorum.

İsimlerini buraya sığdıramayacağımı bildiğim tüm saygıdeğer hocalarım, arkadaşlarım ve bu çalışmaya en ufak katkısı olmuş herkese saygılarımı sunuyor bir kez daha teşekkür ediyorum.

(5)

ÖZET

Erkeklik çalışmaları tarihsel süreçte öncelikle egemen olanı anlamak kaygısıyla gelişmiştir. Kamusal ve özel alanda, toplumsal normlar ve sosyo-ekonomik politikalar aracılığıyla muktedir konuma getirilen erkeğin nasıl iktidara geldiği, iktisadi alanda nasıl üstün olduğu, kadına yüklenen toplumsal rollerin erkekler için nasıl karşılık bulduğu konularının araştırılması ve hegemonik erkekliğin ortaya çıkarılıp çözümlenmesi amacıyla erkeklik çalışmaları yoğunlaşmıştır. Çalışmalar tek bir erkek kimliğinden bahsetmek yerine farklı erkekliklerin mümkün olduğu ve cinsiyet alanında tüm farklı rollerin birbiriyle var olduğu görüşüne yönelmiştir. Özgürlük ve eşitlik hareketlerinin büyük etkisiyle ve kadın çalışmalarının da yoğunlaşmasıyla iktidar konumundaki erkekliğin krize girdiği düşüncesi doğmuştur. İktisadi olarak kadınlara daha fazla yer verilen, militarizmin başarısız olduğu, siyahilerin toplumsal alanda daha görünür olduğu ve diğer tüm cinsel yönelimlerin yüksek sesle dile getirildiği geç modernite döneminde hegemonyasını kaybeden erkek kimliği buhrana sürüklenmiştir.

“Onur Ünlü Sinemasında Erkeklik Krizi” başlıklı bu tez özellikle 2000 sonrası Türk sinemasında sıkça dile getirilen erkeklik krizini, karakomedi ve absürt ögeler aracılığıyla görselleştiren Onur Ünlü’nün erkek karakterlerine odaklanarak araştırmaktadır. Fiziksel, psikolojik ve sosyal bağlamda sorunları olan erkek karakterlerin baskın olduğu Onur Ünlü filmleri 2000’li yıllarda erkeklerin yaşadığı bunalımlı süreçleri ortaya koyması açısından önemlidir. Bu bağlamda kamusal alanda iş yaşamlarıyla ilintili ve özel alanda ise ailevi ve romantik ilişkileri çerçevesinde krizler yaşayan erkek karakterlerin öne çıktığı Onur Ünlü filmleri,

(6)

yönetmenin senaryosunu yazıp yönetmenliğini üstlendiği dört filmi üzerinden inşacı temsil yaklaşımı çerçevesinde incelenmiştir.

Anahtar Kelimeler: Toplumsal Cinsiyet, Erkeklik Krizi, Erkeklik Çalışmaları, Sinema, Onur Ünlü Sineması

(7)

SUMMARY

Masculinity studies the historical process is primarily developed to understand the concerns that dominated. In the public and private spheres, masculinity studies have been intensified in order to find out how the men who has power, come to power through social norms and socio-economic policies, to be superior in the economic field, find out how the social roles that put on women, and to reveal and to solve the hegemonic masculinity. Rather than mentioning a single male identity, studies have led to the view that different masculinity is possible and that all different roles in the field of sex exist with each other. With the great influence of the movements of freedom and equality and the intensification of women's work, the idea of a modern and powerful male identity has emerged as a crisis. In the post-modern world, where women were more economically involved, militarism was failing, black people were more visible in the social field, and all other sexual orientations were voiced loud, the male identity, which lost its hegemony, was dragged into crisis.

The thesis titled “Masculinty Crisis in Onur Ünlü Films”, focuses especially on the male characters of Onur Ünlü who visualizes the masculinity crisis frequently expressed in Turkish black humour cinema after 2000 through character and absurd elements. Onur Ünlü’s movies, where the male characters forefront who are experiencing crises in the public sphere and private sphere in connection with their family and romantic relations in particular, were analyzed through constructionist representation approach.

(8)

İÇİNDEKİLER

Bilimsel Etik Sayfası ... i

Yüksek Lisans Tezi Kabul Formu ... ii

TEŞEKKÜR ... iii ÖZET ... iv SUMMARY ... vi İÇİNDEKİLER ... vii GÖRSELLER ... ix GİRİŞ ...1 BİRİNCİ BÖLÜM ERKEKLİK ÇALIŞMALARI: TEMEL KAVRAM VE TARTIŞMALAR ...5

1.1. Toplumsal Cinsiyet Kavramı ve Erkeklik Çalışmalarının Doğuşu ... 5

1.2. Erkeklik Çalışmalarının Tarihsel Gelişimi ... 11

1.3. İktidar ve Erkeklik ... 16

1.4. Erkeklik Krizi ... 27

1.5. Erkeklik Krizinin Kültürel Performanstaki Yansıması ... 30

İKİNCİ BÖLÜM SİNEMADA ERKEKLİK ÇALIŞMALARI VE ERKEKLİK KRİZİNİN GÖRÜNÜMLERİ ... 34

2.1. Sinemada Erkeklik Çalışmaları ... 34

2.2. Toplumsal Cinsiyet İlişkilerinin Dönüşümü Bakımından Sinema ve Erkeklik Krizi ... 38

(9)

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

ONUR ÜNLÜ SİNEMASINDA ERKEKLİK KRİZİ ...52

3.1. Araştırmanın Amacı ... 52 3.2. Araştırmanın Önemi ... 52 3.3. Varsayımlar ve Sınırlılıklar ... 53 3.4. Yöntem ... 54 3.5. Araştırmanın Modeli ... 54 3.6. Evren ve Örneklem ... 54 3.7. Bulgular ve Yorum ... 55

3.7.1. Onur Ünlü Filmlerinin Anlatı Yapısı ... 55

3.7.2. Onur Ünlü Filmlerinde Erkeklik Krizinin Görünümleri ... 59

3.7.2.1. Polis ... 59

3.7.2.2. Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi ... 76

3.7.2.3. Sen Aydınlatırsın Geceyi ... 82

3.7.2.4. Aşkın Gören Gözlere İhtiyacı Yok ... 90

SONUÇ ...104

KAYNAKÇA ...110

TABLOLAR ... 117

(10)

GÖRSELLER

Görsel 1: Musa Rami Kanser Olduğunu Öğreniyor ……….……….…64 Görsel 2: Musa Rami Gülümsüyor “Dinlenirsem Üç Ay mı Yaşarım?” …...65 Görsel 3: Musa Rami Torununa Her Şeyin Güzel Olacağı Sözünü Verirken Kızı İntihar Ediyor .…..………...…66 Görsel 4: Musa Rami Ağlayarak Oğlu Haluk’a Funda’ya Olan Aşkını Anlatıyor……….68 Görsel 5: Musa Rami’nin Dua Etmesi ve Çaresizliği Karşısındaki İsyanı .………..73 Görsel 6: Musa Raminin Ağzından Kan Boşalıyor ve Funda İstifra Ediyor ……...74 Görsel 7: Cemal, Babasıyla Kendisini Çıplak Gördüğü Rüyadan Uyanıyor ….…...85 Görsel 8: Cemal’in Eşi Yasemin’e Şiddet Uyguladığı Sahne …..…………....…...86 Görsel 9: Cemal’in Dündar’ı Vurduğu Sahne....………..……..87 Görsel 10: Dündar, Yasemin’le İlgili Fantezilerini Anlatırken Cemal’in Sessizliği………...………..88 Görsel 11: Cemal’in Zamanı Durduran Kızın Kollarını Kestiği An ……….………89 Görsel 12: Salim Kör Olacağını Öğreniyor .….….……...93 Görsel 13: Salim Handan’a Aşkını İtiraf Ediyor…..….…….……..……....………95 Görsel 14: Salim Handan’ı Göremeyince Görme Engelli Çocuklara Karşı Öfke Patlaması Yaşıyor …….……….….…...…….………….. 96 Görsel 15: Salim’in Fantezi Dünyasında Handan’ın Cinsel Obje Görünümü ... 97 Görsel 16: Salim’in Handan’a Silahla Yaptığı Güç Gösterisi ………..….. 98 Görsel 17:Masum Polis Ölmek Üzereyken Salim’in Soğukkanlılığı ……...….... 100 Görsel 18: Salim’in Ölen Babası Hakkında Annesiyle Konuşurken Kahkahalar Attığı Sahne ………... 102

(11)

GİRİŞ

Toplum ve insandan bahsedilen her alanda cinsiyetten de bahsetmemiz gerekir. Her ne kadar yaşanan dönemin koşullarında bu şekilde tanımlamalar yapılmamış olsa da bugünden geçmişe bakarken tarih boyu anaerkil ve ataerkil düzenlerin varlığından söz edilir. Toplum, insan ve cinsiyet yan yana getirildiğinde ise ortaya bu üç kavramdan çok daha fazlasını ifade edebilen bir üst kavram ortaya çıkar: Toplumsal Cinsiyet.

Toplumları yönlendirebilmenin başlıca yollarından olan cinselliğin kontrol altında tutulması, cinsiyetin tek tipleştirilmesi ve cinsel kimliklerin ideolojik sistem içerisinde kabul edilecek heteroseksüel şekliyle korunmasına bağlıdır. Bu kontrol sistemi, marjinal olarak konumlandırılan bireyleri ve ilişkileri yok saymaktadır. Marjinal olmayan genel geçer cinsiyet kalıpları ise iktidar sahibi erkek ve ikincil konumdaki kadın şeklinde, stereotipleştirilerek tanımlanır.

Klasik toplumsal cinsiyet rolleri ve kalıpları erkeklere heteroseksüel olma, fiziksel anlamda bir spor yapabilecek yeterliliğe sahip olma, mantık temelli hareket etme, risk alma, iktisadi anlamda gücü elinde tutma ve duygularını kati suretle gizleme gibi normları yükler. Bu cinsel kimlik edinme sürecinde kadınlardan beklenen ise erkeğe itaat etmesi, iş yaşamında aktif rol almaması veya alıyorsa erkeklerden daha az kazanacak şartlarda çalıştırılması, ev içinden ve işlerinden sorumlu tutulması, üreme yoluyla türün devamına aktif rol oynamasıdır.

20. yüzyıl ortalarında öğrenci hareketlerinin doğduğu, barış yanlısı protestoların güçlendiği, işçilerin revizyonist beklentilerinin konuşulduğu ve ten rengi ya da cinsel yönelimi nedeniyle toplumun yok saydığı tüm kesimlerin baş kaldırdığı bir dönüm noktası yaşanmıştır. Bu özgürlük istencinin sonucunda ortaya çıkan davranışlardan biri de toplumsal cinsiyet kavramı ve cinsiyet eşitliği beklentisi olmuştur.

Cinsiyet eşitliği bağlamında başta kadınlar olmak üzere diğer cinsel yönelimler de ekonomik yaşamdan dini alanlara, ev içindeki iş bölümünden kamusal

(12)

alanın paylaşılmasına kadar geniş bir yelpazede erkek kimliği kadar görünür olmaya başlamıştır. Feminizmin yükselen bir alan olduğu bu dönemler ayrıca iktidar sahibi, beyaz, heteroseksüel, maddi gücü elinde bulunduran ve her türlü organizasyonun yönetici kadrolarını kaplayan hegemonik erkekliğin sarsıldığı dönemlerdir. Savaşların da sona erdiği, soğuk savaş dönemine geçilen bu yıllar toplumun kabul ettiği hegemonik erkekliğin sorgulanmasıyla sonuçlanmıştır.

Egemenliği sarsılan erkek kimliğinin buhranı ise erkeklik krizi olarak adlandırılmıştır. Maddi gücünü neredeyse kaybetmiş, asker kimliğinden sıyrılmış, kapitalizmin kutsadığı çekirdek aile kavramı içinde ev işi yapması beklenen ve hiçbir ayrıcalığı olmayan yeni erkeklik kurgularından söz edilir olmuştur. Bunun kutsanması ve eleştirilmesi de doğal olarak çok hızlı reflekslerle gelişmiş, ve bu yeni erkeklik kurguları her türlü kültürel üründe bir temsil biçimi olarak ortaya çıkmıştır.

Türkiye’nin toplumsal yaşamında bazı kimlik dönüşümleri yaşanmış olsa da ülkemizde de siyasi ve askeri darbelerin tekrarlandığı dönemler özellikle erkek kimliğinde travmatik durumlar yaratmıştır. Asker devlet – asker millet algısı zayıflamış, liberal ekonomiye geçilmiş, medya bağlamında büyük adımlar atılmış ve 2000’lere gelindiğinde homososyal alanlarda sorunlar yaşyan bir erkek kimliği ortaya çıkmıştır. Hemcinsleriyle sadece erkeklere özgü konular konuşup toplumsal rolleri bağlamında özgürce davranabildiği bir sosyalleşme performansı olarak homososyallik sarsıntıya uğradığında ise Türkiye’deki erkeklerin erkek dostluğuna özlem duyduğu erkek filmleri ortaya çıkmaya başlamıştır.

Yakın dönem Türk sineması büyük oranda erkekleri konu almakta, erkek hikayelerine daha çok odaklanmaktadır. 1990 sonrası ve 2000’li yıllarda film üreten sinemacıların toplumsal sorunlara ve krizlere daha çok eğildiği söylenebilir. Bu yönetmenlerin bir kısmı anaakım sinema içinde filmler üretirken bazıları da anaakım sinema dışında alternatif anlatılara yönelmiş klasik melodram sineması veya ana akım sinemanın dışında konumlanmıştır. Bu ana akım dışında kalan yönetmenlerden biri de bu çalışmaya konu edilen Onur Ünlü’dür. Klasik anlatı kalıpları dışında bir film dili kullanmayı tercih eden, karakomedi tarzda filmler üreten ve fantastik denemelere imza atan yönetmenin sineması büyük oranda erkek karakterlerden

(13)

oluşmaktadır. Bu nedenle Türk sinemasının son dönem üretken yönetmenlerinden Onur Ünlü’nün erkek erkek karakterlerine odaklanan bu çalışma, bu karakterlerin bir kriz içinde olduğu varsayımından hareketle, krizin toplumsal ve psikolojik parametrelerini ortaya çıkarmayı amaçlamaktadır.

Çalışmaya konu olarak Onur Ünlü’nün seçilmiş olmasındaki gerekçe; Türk Sineması’nın 2000’li yıllardaki en üretken yönetmenleri arasında yer alması ve filmlerinin erkeklik krizini incelemeye olanak sağlamasıdır. Türk sinema çalışmaları kapsamında Onur Ünlü’nün daha çok gerçeküstü sinema, karakomedi ve tür fillmeri çerçevesinde incelendiği çalışmalara rastlanmıştır. Bu noktada Onur Ünlü filmleri ve cinsiyet üzerine odaklanan ilk çalışma Demet Öztürk’ün (2016) Türk Sineması’nda

Kara Komedi Filmlerde Kadın Temsili: Onur Ünlü Filmlerinin Çözümlemesi isimli

Yüksek Lisans tezi olarak karşımıza çıkar. Karakomedi türü üzerinden kadın temsillerinin nasıl şekillendiğine odaklanan Öztürk, Onur Ünlü filmlerini feminist kuram aracılığıyla bir incelemeye tabi tutmuştur. Nadide Gizem Akgülgil (2016) “Onur Ünlü Filmlerinde Anti Kahramanlar” adlı çalışmasında yönetmenin karakter tasarımlarını klasik anlatı bağlamında irdelemiş ve gerçeklikle ilişkilerini araştırmıştır. Ayşe Burhan Aytekin ise (2013) Onur Ünlü Filmlerinin Gerçeküstücü

Sinema Bağlamında İncelenmesi isimli Yüksek Lisans tezinde gerçeküstücü sinema

anlayışı üzerinden yönetmenin üslubunu ele almıştır. Onur Ünlü sinemasını auteur kuramı çerçevesinde incelediği çalışmasında Zelal Mevlütoğlu (2018), yönetmeni Fransız sinemasında ortaya çıkan auteur tanımlamaları üzerinden değerlendirmiştir. Oğuzhan Ersümer (2014) ise “Ölüm Var Dünya Tuhaf – Beş Şehir” isimli çalışmasında Ünlü’nün karakterlerine, Heidegger felsefesi ve var olmaya ilişkin referanslar bağlamında odaklanmıştır. Dolayısıyla Onur Ünlü filmlerini erkeklik krizi çerçevesinde ele alan bir çalışmaya rastlanmamıştır

Bu bağlamda çalışmanın ilk bölümünde cinsiyet çalışmalarının doğuşu ve gelişi ortaya konarak erkeklik çalışmaları literatürü incelenecektir. İkinci bölüm ise tarihsel gelişimi izlenen erkeklik çalışmalarından hareketle Türkiye sinemasında ve dünya genelinde sinema endüstrisi içinde üretilen erkeklik temsilleri ile erkeklik

(14)

krizlerinin nasıl görünümler taşıdığını konu almaktadır. Çalışmanın son bölümünde ise bahsedilen kuramsal çerçeveden hareketle Onur Ünlü filmleri erkeklik krizi bağlamında incelenecektir.

(15)

BİRİNCİ BÖLÜM

ERKEKLİK ÇALIŞMALARI: TEMEL KAVRAM VE

TARTIŞMALAR

1.1. Toplumsal Cinsiyet Kavramı ve Erkeklik Çalışmalarının Doğuşu

Cinsiyet kavramının, bireylerin biyolojik cinsiyeti üzerinden tanımlanmakta olan demografik bir değişken olarak ifade edilmesi mümkündür (Bayhan, 2013: 153). Kadınlar ve erkekler arasında ortaya çıkan, fiziksel ve biyolojik temeli olan farklılıkların tamamı cinsiyet kavramı üzerinden aktarılmaktadır. Günümüzde ise söz konusu farklılıkların yalnızca cinsiyet kavramına indirgenmesi çok doğru bir yaklaşım olarak değerlendirilmemektedir. Davies (2002: 2) tarafından; cinsiyet ayrımını belirten organların erkeklik ya da kadınlıkla ilişkilendirilmemesi neticesinde nötr bir anlam ifade edecekleri öne sürülmüştür. Cinsiyet kavramının toplumsal yanı İngilizcede “gender” olarak adlandırılırken, söz konusu kavramın karşılığı Türkçede “toplumsal cinsiyet” sözcüğü ile aktarılmaktadır. Bu kavram Bayhan’a (2013: 153) göre; kadın ya da erkek olma haline toplum ya da etkisi altında kalınan kültür tarafından nakledilen anlam ile birlikte çeşitli beklentileri göstermektedir. Kültürel bir yapının karşılığı olma özelliğine sahip olan bu kavramın içeriğinde biyolojik özelliklerin yanı sıra psikolojik özellikler de yer almaktadır. Dolayısıyla toplumsal cinsiyet kavramı bireyleri feminen ya da maskülen olarak karakterize eden psiko-sosyal özellikleri tanımlamaktadır.

Toplumsal cinsiyet Eckert ve McConnell-Ginet (2003) tarafından; biyolojik cinsiyet ifadesinden bağımsız bir şekilde, bireylerin ait oldukları kültür yapısında ve toplum içerisinde cinsiyet farklılıkları doğrultusunda konum almaları/aldırılmaları, üstlenmesi beklenen roller ve kendisinden beklenenler ile ilişkilendirilmesi olarak tanımlanmıştır. Ortaya çıkan beklentiler, biyolojik cinsiyetin iki ayrımı olarak ifade edilmekte olan kadın ve erkeğe yönelik beklentiler olarak yansıtılmakta ve söz

(16)

konusu kavramlar arasında bir kaynaşma hali görülmektedir. Ancak ikinci dalga feminizm ile birlikte, cinsiyetler arasında rol ayrımının bulunmasına yönelik belirgin tavırların sergilenmesi ve iki cinsiyetin aynı zamanda farklı iki kutbu temsil ettiğinin fark edilmesi ile değişimler yaşanmaya başlanmıştır (Bem, 1974: 155-162). Bu değişimlerle birlikte sınırları oldukça katı olan toplumsal cinsiyet kökenli rollerde sınırlar daha az görünür hale gelmiş, cinsiyetlere yüklenmekte olan roller arasında kaynaşmalar ortaya çıkmıştır. Bu durum, bireylerin üzerindeki rollere uyum gösterme baskısının zaman içerisinde azalmasını sağlamıştır. Toplumsal cinsiyet Connell’a göre (2005); uzunca bir zamandır etkisini göstermekte olan, kadınsı olmak ya da erkeksi olmak arasında görülen mücadele veya söz konusu mücadeleye yönelik öne sürülen betimlemelerdir. Connell’ın deyişiyle süreç içerisinde yaşanan değişimler ile birlikte heteronormativiteye karşı bir duruşu olan ve heteroseksüellik dışında kalan tüm eğilimleri ifade etmekte olan queer hareketinin hızlı bir şekilde güçlenmesinin bir sonucu olarak, cinsiyet kavramı üzerinden ikili bir sınıflandırmanın yeterli görülmediği bir yaklaşım düşüncesi etkisini gittikçe arttırmaktadır (2005: 68- 71).

Toplum içerisinde kadınların ve erkeklerin cinsiyet kimliklerini yaşamlarına ne şekilde yansıtacakları, kültür unsurları ile bütünsel bir değer üzerinden belirlenmektedir. Böylesine bir gerçekliğin varlığı ışığında kültürel bir unsur olarak toplumsal cinsiyetin ifadesi mümkün görülmektedir. Kültürel değerlerde meydana gelen farklılıklara paralel olarak toplum içerisinde kadın ve erkek için farklı cinsiyet kalıpları ortaya çıkmaktadır. Toplumsal cinsiyet bu doğrultuda Michael Kimmel tarafından; kültürel değerlerin, bireylerin biyolojik cinsiyetlerine kattıkları anlam ve direktiflerin bütünsel bir ifadesi olarak tanımlanmıştır (Kimmel’den akt. Garlick, 2003: 158). Ortaya çıkan toplumsal cinsiyet farklılıklarının temelinde kültür özelliklerinin toplumlar arasında farklı anlamlar taşıması yer almaktadır. Bu süreç içerisinde kültürel değerlerde meydana gelebilecek değişimlerin de göz ardı edilmemesi gerekmektedir.

(17)

Toplumsal cinsiyet kavramının ortaya çıkışına ilişkin dört temel yaklaşım bulunmaktadır. Bu yaklaşımların; toplumsallaşma teorisi, Marksist teori, psikanalitik teori ve post-yapısalcı teori olarak sıralanması mümkündür. Söz konusu kuramların temelinde, Lacan, Connell, Althusser ve Foucault gibi düşünürlere ait görüşler yer almakta ve bu kuramlar doğrultusunda toplumsal cinsiyet ve cinsiyete dair rollerin görünür oluşuyla ile ilgili birbirinden farklı bakış açıları öne sürülmektedir.

Toplumsal cinsiyet kazanımının ortaya çıkışı Connell tarafından, toplumsallaşma teorisi üzerinden toplumsal normların elde edilmesine, daha farklı bir ifade ile bireylerin sosyalizasyon süreçlerine bağlanmaktadır. Toplumsal yapıyla bireyler arasında var olan sürekli iletişim ile bireylerin toplumsal cinsiyetlerini edinmeleri gerçekleşmektedir. Söz konusu teori kapsamında, kişilik kavramının homojenleştirilmesine yönelik bakış açısı takip edilmektedir. Biyolojik bir cinsiyete sahip olarak dünyaya gelen insanların, yaşam süreci içerisinde toplumda hakim olan kültür özelliklerini içselleştirmeleri ile birlikte toplumsal cinsiyet kazanımı sağlanmış olmaktadır. İfade edilen gelişim sürecinin ortaya çıkmasında etkili olan temel kavram öğrenmedir. Aile, okul, medya vb. unsurlar üzerinden toplumsal düzen içerisinde ortaya çıkan beklentilerin somutlaştırılması ile birlikte, bireyler tarafından beklentilerin kabullenilmesine yönelik uygun bir ortam hazırlanmış olmaktadır. Böylece beklentilerden hareketle toplumsal bir cinsiyet ortaya çıkmış kabul edilir (Connell, 1993: 255).

Toplum içerisinde kadınların ikinci planda kalması, kimi zaman ise ezilmesi Marksist teori üzerinden; üretim sistemleri, kapitalist sistemler ve sınıf ilişkileri sebep gösterilerek açıklanmaktadır. Analiz kapsamında kadın ve erkek arasında ortaya çıkan ilişki, işçi ve sermaye ilişkisi doğrultusunda sınıflandırılmıştır. Bu doğrultuda toplumun bir parçası olan kadınlar emeğin bir unsuru olarak değerlendirilmektedir (Hartmann, 2006:5). Marksist teoride toplumsal cinsiyet kavramı, Hartmann’ın da ifade ettiği üzere üç farklı analiz üzerinden değerlendirilmektedir. İlk olarak, Marx, Engels, Kautsky ve Lenin gibi ilk Marksistler, kapitalizmin tüm kadınları ücretli işgücü içine çektiğini ve bu sürecin,

(18)

cinsiyete dayalı iş bölümünü yıktığını öne sürmüştür. İlerleyen yıllarda çağdaş Marksistler, kadınları kapitalizmdeki günlük yaşamın analizi içine almıştır. Bu görüş, yaşamın tüm unsurlarını kapitalist sistemi yeniden üretir şekilde görmüştür ve bu sistemin içinde –cinsiyeti fark etmeksizin- herkesin işçi olduğu savunulmuştur. Son olarak, Marksist feministler ise ev işi ve onun sermayeyle olan ilişkisi üzerine odaklanmıştır. Bu görüşün savunucularından bazıları, ev işinin artı değer yarattığını ve ev kadınlarının doğrudan kapitalistler için çalıştıklarını kabul etmiştir (Hartmann, 2006: 2-3).

Ortaya çıkan teorilerin ilk basamağında toplumsal yapı içerisinde kadınların ezilmesi, üretim ilişkileri ya da üretim ile bir ilişkinin var olmaması durumu üzerinden analiz edilmektedir. Öyle ki, emeğin önemli bir unsuru olarak kadın; erkek ile olan ilişkisi ve işçi ile sermaye arasındaki ilişki üzerinden incelenmektedir.

Psikanalitik kuram da, toplumsal cinsiyetin oluşum süreci ile ilgili olarak öne sürülen yaklaşımlar içerisinde değerlendirilmektedir. Schroeder’e göre, feminist analistler tarafından cinsellik kavramından doğan sorunları belirginleştiren ve bireylerin genetik unsurlar haricinde sosyal yapı tarafından cinsel kimliklerinin belirlendiğini öne süren ilk kişi Freud olmuştur (2007: 67-68). Ataerkil sitemin var olması gerektiği inancına sahip olan bir isim olarak Freud ve öne sürmüş olduğu teorisi, farklı bakış açıları üzerinden süreç içerisinde eleştirilerle karşılaşmıştır. Bu eleştirilerden bağımsız olarak Freud tarafından öne sürülen “Psikanalitik Kuram” kapsamında önemli ifadelerin yer aldığı belirtilmelidir. Bu kuram doğrultusunda toplumsal cinsiyetlerin, normatif olarak beliren normlardan ziyade gereksinimler, iktidar ve güç ile karşılaşmanın akabinde geliştiği savlanmaktadır. Burada Freud’un üzerinde durduğu esas ifade kişilik ve toplumsal bağlam arasında ortaya çıkan süreksiz olma halidir. Bunlara ek olarak kuram kapsamında kişiliğin içeriğinde yer alan köklü bölünmeler üzerinde durulmaktadır (Connell, 2016: 254).

Derrida, Foucault, Irigaray, Kristeva, Lacan ve Deleuze tarafından yürütülmekte olan çalışmalar kapsamında ise “post yapısalcı teori” öne sürülmüştür.

(19)

Teori ile birlikte, öznel olmak ve kimlikle ilgili konulara dair geleneksel ifadelere, feminizm kökenli bir karşı duruşun ortaya çıktığı söylenebilir (Schroeder, 2007: 21). Bunlar içerisinde öne çıkan ifadeler arasında “söylem” ve “farklılık” yer almakta ve toplumsal cinsiyet kavramının yorumlanması, iletilmesi ve temsil edilmesi süreçlerinde dil faktörünün etkisinin altı çizilmektedir. Burada “dil” ile anlatılmak istenen kelimelerin ötesinde bir değerdir. Teorinin içeriğinde okumanın, yazmanın ve konuşmanın mevcut hakimiyetini öncelemekte olan sistemler ve simgelerden oluşan dizilimler öne çıkarılmaktadır. Teorinin savunmakta olduğu temel düşünce ise; kadın ve erkek arasındaki kültür unsurları üzerinden meydana gelen farkın tarihsel süreç içerisinde geliştiğidir. Böylece kimlik kavramı bütünsel bir ifadeden ziyade toplumsal bir sistem içerisinde değerlendirilmek suretiyle kavramsal bir biçime dönüştürülmeye çalışılmaktadır (Alcoff, 1995: 438 – 439).

Toplumsal cinsiyet kavramı ile ilgili gerçekleştirilen analizlere dair bir diğer post-yapısalcı yaklaşım ise Foucault tarafından yürütülen öznellik, beden, güç ve söylem kavramlarına dönük çalışmalardır. Yürütülen çalışmalar doğrultusunda öznel olma durumu çoğul olmanın yanında, genel olarak birbiri ile uyum içerisinde olmayan öznellik türlerini ifade eden açıklamaların etkisi altında kalmıştır. Foucault’ya göre ilişki ağları ve güç odakları üzerinden biyoloji, tıp, pedagoji ve psikoloji gibi söylemler gelişmekte ve bunların bütünsel bir ifadesiyle genel bir strateji ortaya çıkmaktadır (Schroeder, 2007: 72). Bu süreç içerisinde Foucault tarafından öne sürülen görüşler, erkeğin mutlak hakim görüldüğü sistem içerisinde toplumsal cinsiyet temelli ve feminist bir bakışla yürütülen çalışmaların çıkış noktası olarak değerlendirilmiştir.

Yapılan birçok inceleme neticesinde toplum içerisinde kız ve erkek çocuklarına geleneksel bir anlayış içerisinde eşit anlamlar taşımakta olan rollerin tanımlanmadığı görülmektedir. Bu durum süreç içerisinde toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Söz konusu eşitsizlikler bir zaman sonra sosyo-ekonomik ve politik alt başlıklar üzerinden gelişen cinsiyet kökenli eşitsizlikleri barındırmaktadır. Aksoy bu bağlamda kadın ve erkek arasında

(20)

ortaya çıkan ayrımcılığın önüne geçmek için, bu sorunun yalnızca doğrudan bir kadın sorunu olarak görülmesinin tam aksine, demokrasinin bir unsuru olarak değerlendirilmesi gerektiğine ve bu anlayış içerisinde çözüm arayışlarının yürütülmesi zorunluluğuna vurgu yapmaktadır (2006: 6).

Toplum içerisinde cinsiyet temelli olarak geliştirilen politikaların yasama ve yürütme aşamalarında erkeklerin çok daha hakim bir konumda olduğunu da göz önünde bulundurduğumuzda çalışmaların daha etkili olabilesi için erkeklerin rollerinin gözden geçirilmesi ve farkındalıklarının arttırılmasının önemi çok daha iyi anlaşılmaktadır.

Bu anlamda yürütülen çalışmaların merkezine erkeklik çalışmaları yerleştirilmiş ve erkeklik çalışmaları kapsamında da erkeklik krizi temalı çalışmalar küresel ölçekte çok daha yoğun bir şekilde işlenmeye başlamıştır (Ghoussoub ve Sinclair-Webb, 2000: 7).

Kadın çalışmaları olarak adlandırılmakta olan çalışmaların ekseninin süreç içerisinde cinsiyet çalışmalarına dönüşmesine paralel olarak erkeklik çalışmaları başlığı altında çalışmaların ortaya koyulması oldukça yeni bir gelişme olarak değerlendirilmektedir. Erkeklik çalışmalarının yaygın hale gelmesinin ardında yatan temel neden ise; toplumsal olanın anlaşılması noktasında toplumsal cinsiyet kavramının önemli bir düşünce alanı konumuna gelmesidir (Sancar, 2006: 166-167).

1970’lerde yürütülmekte olan tarihsel analiz süreçleri içerisinde erkekliğe dair öne sürülen ifadeler doğrultusunda erkeklik çalışmaları gündeme gelmiş ve erkeklik olgusu süreç içerisinde toplumsal cinsiyet kavramı üzerinden değerlendirilmeye başlanmıştır. Bu doğrultuda ele alınan konulardan öne çıkanları ise; eğitim kurumlarında giyim kuralları, disiplin esasları, akademik süreçlerin de içinde var olan hiyerarşi ve takım oyunu kavramının erkeklik üzerindeki etkileri, kanunların hayata geçmesi aşamasında erkeklik kavramından doğan etkiler, bilimsel süreçlerin kurgulanması ve kullanılması aşamasında erkeklik olarak sıralanabilir

(21)

(Connell, 1993: 37-39). Bu noktada erkeklik çalışmalarının ortaya çıkışına ve tarihsel süreç içindeki gelişimine daha yakından bakmak yararlı olacaktır.

1.2. Erkeklik Çalışmalarının Tarihsel Gelişimi

Toplumsal bir cinsiyet kategorisini ifade etmekte olan erkeklik ve kavramın yalnızca toplumsal cinsiyet kategorisi olarak ele alınması, öne çıkan ataerkil yaklaşımlara bir eleştiri niteliği taşımaktadır. Ataerkil söylemin odak noktasında erkekliğin, mert ve dürüst olması, ailenin lideri olması, aile içerisinde kadınları koruması gibi değerler ve özelliklerle tanımlanması bulunmaktadır. Bu özellikler, ortaya çıkan söylemler doğrultusunda erkek olmaktan kaynaklanan biyolojik gerçeklik ile izah edilmektedir. Toplumsal cinsiyet kavramı üzerinden yürütülmekte olan çalışmalarda ise, erkekliğin de kadınlığa benzer bir şekilde kültürel, tarihsel ve toplumsal şartlara bağlı olarak gelişen toplumsal bir cinsiyet kategorisi olma özelliğinden hareket edilmektedir. Doğumdan itibaren biyolojik bağlamda bir erkek olarak yaşamını sürdüren bireyler, doğum anından itibaren erkek olmaya dair öğretilere ve toplumsal cinsiyet kalıplarına maruz bırakılmaktadır. Söz konusu süreç içerisinde varlıklarının toplum tarafından benimsenmesi için davranışlarını ne şekilde yönlendirmeleri gerektiği, hoşlanabilecekleri şeylerin sınırları, cinsel hayatlarını ne şekilde sürdürmelerinin doğru olacağı, biyolojik bir gerçeklik algısının oluşturulması yoluyla aktarılmakta ve bireyler tarafından sistematik ve kararlı bir biçimde yinelenen bu öğretiler, erkek tarafından zaman içerisinde içselleştirilmektedir (Bozok, 2011: 15 – 17).

Alanın önemli isimlerinden Serpil Sancar’ın (2009), kaleme almış olduğu

Erkeklik: İmkansız İktidar isimli çalışmasında, günümüzde geride bıraktığımız 30

yıla nazaran erkek egemen toplum kavramının çok daha kararlı ve yoğun bir şekilde kullanıldığı öne sürülmektedir. Söz konusu ifade, bağlamının ne olduğundan bağımsız olarak, erkekler tarafından farklı hallerde de olsa faydalanılmakta olan

(22)

toplumsal bir düzen durumu olarak tanımlanmalıdır. Kavram, odak noktasında erkeğin bulunduğu bir iktidar düzeninin varlığına işaret eder. Egemen erkek kimliği, farklı bir konumda yer almasında etkili olan kurumsal destekler ve kültür unsurları üzerinden gerçekleşen erilleşme pratiklerine, farklı mesafelerde bulunan farklı özelliklere sahip erkekliklere ve kadınlara, karşılıklı bir onaylanma halinde yürütülmekte olan ilişkiler ağı üzerinden bakmaktadır. Bu ilişkiler ağı, coğrafyadan ve zamandan bağımsız olarak işlediği varsayılan “küresel eril ittifak düzeni” olarak adlandırılmaktadır. Günümüzde eril iktidar üzerine inşa edilmiş olan toplumsal yapıyı görülebilir bir gerçek olarak değerlendirmekte olan Sancar bu durumu, iç dinamiklerinde yoğun çatışmaların yaşandığı, içeriğinde farklı iktidar ilişkileri bulunan ve çok sayıda katmandan meydana gelen bir yapı olarak tanımlamıştır. Yani kadınlara yönelik baskıların ve onları denetleme arzusunun varlığı gibi ortak paydalarda buluşmakta olan mutlak eril tahakkümün yanı sıra, birbiri ile ilişki içerisinde bulunmayan –ya da çatışma halinde olan- erkeklik tecrübelerinin de ön plana çıktığı erkek egemenliği ilişkilerinden söz edilebilmektedir (Sancar, 2009: 17 – 18).

Erkeklik kavramı, Michael S. Kimmel’e göre ise; cinsiyetten ziyade toplumsal cinsiyet üzerinden kurulmakta olan bir kavram olarak ifade edilmektedir. Erkeklik kavramı ile ilgili bir tanımlama gerçekleştiren Kimmel’in, Sosyal Bilimler Ansiklopedisi’nin “Masculinity” kısmında yer verilen ifadeleri şu şekildedir:

Erkeklik, belirli bir toplum içerisinde belirli bir zaman diliminde, erkekler tarafından içselleştirilmesi arzulanan sosyal rollere, eylemlere, tutumlara ve temel anlayışlara karşılık gelmektedir. Bu durumda erkeklik, farklı erkek grupları arasında görülen çeşitlilik ve biyolojik cinsiyetten ziyade toplumsal cinsiyet kavramının içini doldurmaktadır. Bireyler tarafından, kimliğin içsel bir unsuru olarak toplumsal cinsiyetin görülmesine karşılık, günümüzde ortaya çıkan temel yaklaşımlara göre toplumsal dinamiklerden doğan kurumların ortaya çıkardığı bir olgudur (Kimmel, 2007: 391).

Bu doğrultuda Kimmel, erkekliği doğum anında edinilmekte olan bir nitelikten ziyade, toplumsal yapı içerisinde kazanılmakta olan ve zaman değişkenine bağlı olarak farklılaşabilen bir olgu olarak değerlendirmiştir.

(23)

Erkeklik çalışmalarının ilk kuşağında, geleneksel yaklaşımlar içerisinde kabul edilmekte olan cinsiyetler arası farklılıkların doğal olduğu iddiasına karşı çıkmak sureti ile, erkekler arasında da mutlak hakim olma anlayışından doğan birtakım rollerin rahatsızlığa neden olabileceği görüşü dile getirilmiştir. Bu doğrultuda yapılan incelemeler neticesinde egemen erkek rollerinden duyulan rahatsızlıkları konu edinen çalışmalar yürütülmeye başlanmıştır. İktidar eleştirisi ile erkeklik çalışmaları arasında bir bağ oluşturmaya çabalayan çalışmaların başında Jack Sawyer ve Joseph Pleck’e ait Men and Masculinity (Erkekler ve Erkeklik, 1974) ve ilk ciddi erkeklik eleştirisi olarak değerlendirilen Joseph Pleck’in The Myth of Masculinity (Erkeklik

Mitosu, 1981) isimli çalışması bulunmaktadır (Sancar, 2009: 26).

1980’lere gelindiğinde feminizm hareketine dahil olan araştırmacılar, kadınlık kavramının tek bir biçimde ortaya çıkmadığını, aktif olmayan bir biçimde bağımlılık şeklinde ifade edilemeyeceğini öne sürerek belirli değişkenler üzerinden farklılaşan kadınlık tanımlarının önemi üzerinde durmaya başlamıştır. Bu davranış erkeklik kavramına yönelik çalışmaların yapılmasının da önünü açmıştır. Ortaya çıkan bu yeni eğilim ile birlikte birçok çalışma, içeriğinde erkeklikler arasında gelişen farkların belirlenmesine yönelik incelemeler barındırmaya başlamıştır. Böylece zaman içerisinde hegemonik erkeklik tanımında yer verilen, tam gün çalışmakta olan, heteroseksüel, orta yaşlı, beyaz erkeğin dışında kalan erkeklerin özelliklerine dair tartışmalar da görünür olmaya başlamıştır. Bu doğrultuda ana tanımın sınırları içerisinde yer almayan erkeklere yönelik geliştirilen toplumsal denetim mekanizmaları ve bu kimselerin ne şekilde yönetildiklerinin anlaşılması amacı ile detaylandırılmış çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmaların temel dayanağı ise farklı erkeklere yönelik yapılan doğrudan çalışmalar olmuştur. Bu doğrultuda önemli tezlerin sahibi olan R. W. Connell, Toplumsal Cinsiyet ve İktidar (1987) ve

Erkeklikler (1995) isimli çalışmalarında farklı özellikler taşımakta olan erkeklik

tanımlarının ortak bir payda üzerinde buluşmasına imkan tanıyan durumun, kadınlar üzerinde oluşturulan iktidar yapısının varlığını da açıklayan hegemonik erkeklik kavramıyla açıklanabileceğini ileri sürmüştür (Sancar, 2009: 27 – 28).

(24)

Erkeklik tartışmalarının ve özellikle hegemonik erkekliğin, hemcinsleri üzerinde de bir tahakküm iddiasına girmesi ve bu durumun toplumsal cinsiyet alanının tümünde olduğu gibi erkeklik çalışmalarının içeriğinde de tartışılmaya başlanması yeni bir alan doğmasına yol açmıştır: erkekliğe karşı erkeklikler. Tek bir hegemonik erkeklik görüşüne karşı olan bu yeni çalışma alanı doğal olarak cinsiyet eşitliğini ve toplumsal cinsiyet rollerinin yıkılmasını savunan bir görüşü desteklemektedir. Profeminist ve proqueer olarak adlandırılan bu yeni hareket, queer ve feminizm hareketlerini savunan, erkekliğin eleştirilmesi ve değişmesi gerektiğini savunan bir alan olarak tanımlanabilir (Bozok, 2011: 7 – 8).

Alan olarak profeminist erkeklik ile ilgili çalışmaların gelişmesinde özellikle feminizm hareketini desteklemekte olan, birçoğu erkek sosyal bilimci etkili olmuştur. Odak noktasında kadın düşmanlığına, homofobiye ve transfobiye karşıtlık olan erkeklik çalışmaları doğrultusunda özellikle 1980 sonrasında yaşanan ivmelenme ile birlikte ataerkil erkeklere yönelik feminizm kökenli eleştiriler geliştirilmeye başlanmıştır. Bu hareketin paralel bir düşüncesi olarak ortaya çıkan profeminist erkekler tarafından yürütülen çalışmalarda, feminist çalışmaları bünyesine katmak ya da söz konusu feminist çalışmalar ile rekabet etmek amaçlanmamaktadır. Profeminist ve proqueer çalışmalar erkeklik kavramına yönelik değerlendirmeler içeren, feminist çalışmaları destekleyen ve feminizm kökenli incelemeleri geliştirme amacı taşımakta olan bir alandır (Sancar, 2009: 27 ve Bozok, 2009: 271 – 272).

Erkeklikle ilgili tartışmalar bağlamında tarihsel süreçte ortaya çıkan bir başka yönelim de erkek kurtuluşunu hedefleyen toplumsal hareketlerdir. Erkek kurtuluşçu yaklaşımın çıkış noktasında; ataerkillik kavramının kadınlar kadar erkekler için de olumsuz sonuçlar doğurabileceği düşüncesi yer almaktadır. Zira toplum içerisinde varlıklarını ve erkek olduklarını kanıtlama arayışı içerisinde olan erkekler, bir zaman sonra duygularını kaybetmiş bir şekilde yaşamlarına devam etmek zorunda kalmaktadır. Yaklaşımın önemli temsilcileri içerisinde yer alan, Herb Goldberg ve Warren Farrel, ortaya çıkan erkek iktidarını yine erkekler tarafından ortaya çıkarılmış olan öz yıkıcı bir yanılsama hali olarak ifade etmektedir. Yaklaşımın genelinde

(25)

ataerkil düzene karşı bir duruş sergilenmesine karşılık, feminizme karşı temkinli yaklaşımlar sergilenmekte ve süreç içerisinde kadınlardan ziyade erkekler tarafından karşılaşılmakta olan sorunların üzerinde durulmaktadır (Bozok, 2009: 271 – 272).

Rollerini toplumsal cinsiyet kavramı üzerinden şekillendirme arayışı içerisinde olan erkekler, bu süreç içerisinde duygularını erkekliklerini kanıtlamak adına bastırma eğilimindedir. Duyguların bastırılması ve gizlenmeye çalışılması ise, kurtuluşçu yaklaşımcıların odak noktasında yer almakta ve bu süreç içerisinde dikkat çeken temel konu LGBTİ bireylere ve kadınlara değinmemeleri olmaktadır.

Erkek egemenliğini meşrulaştırma çabası olarak erkeklikçilik, doğrudan kökeninde anti-feminizmin yer adlığı bir yaklaşım olarak değerlendirilmektedir. Erkekçi yaklaşımlar üzerinden doğan tüm bakış açılarının ortak paydasında kadınlar ve erkekler arasında bariz farkların var olduğu ve ortaya çıkan toplumsal cinsiyetlerin sorgulanamaz olduğu düşüncesi yer almaktadır. İlk olarak “mitos-inşacı” ve “erkek hakları” üzerinden geliştirilmekte olan yaklaşımlardan yola çıkarak, erkeklik kavramı üzerinde gerçekleştirilmekte olan değerlendirmelerin anti-feminist ve koruyucu tarafı öne çıkmaktadır. Öne sürülmekte olan erkeklikçilik ve erkek kurtuluşçu düşünceler tarafından transgenderların ve kadınların toplum içerisinde ezilmeleri ve ikinci planda yer almaları önemsenmemekte ve kimi zaman bu duruma karşı çıkılmaktadır. Bununla birlikte söz konusu yaklaşımların içeriğinde ortaya çıkan fikirler çoğu zaman feminizme karşı mesafeli ya da tamamen karşıt anlamlar içermektedir. Daha belirgin bir ifade ile yaklaşımın temel özelliklerinin cinsiyet körü ya da kadın karşıtı olma ifadeleri ile tanımlanması mümkündür (Bozok, 2009: 271).

Görüldüğü üzere 1970’li yıllar itibariyle ortaya çıkan ve özellikle 1990’lı yıllar sonrasında daha da yoğun bir şekilde devam eden erkeklik çalışmaları, yakın zaman içinde, üzerinde incelemelerin gerçekleştirildiği ve akademik olarak değerlendirildiğinde ise çalışmaların sayısının giderek arttığı bir alan olmuştur. Son

(26)

dönemde yürütülmekte olan çalışmalar göstermektedir ki erkeklik kavramı, kadın ve LGBTİ bireylere benzer bir şekilde erkeklere de zarar vermektedir.

Tarih boyunca önemli eşikleri çok az hasar görerek atlatmış erkeklik olgusunu ve muktedir kalabilme yetisini kavrayabilmek için bu noktada erkeklik ile iktidar mekanizmaları arasında nasıl bir ilişkiler ağı olduğuna yakından bakmak faydalı olacaktır. “Erkeklik tek başına iktidar olmayı nasıl başarıyor ya da bu konumda kalması hangi yöntemlerle sağlanıyor” sorularının olası cevapları bu açıdan daha net anlaşılacaktır.

1.3. İktidar ve Erkeklik

Toplum içerisinde ideal rol haline getirilmiş, tüm kesimler tarafından benimsenmekte olan kimlik öğeleri bulunmaktadır. Böyle bir durumun ortaya çıkmasının temel nedeni, erkek adına saygınlık düzeyi en yüksek ve kimi zaman kutsal ifadelerle betimlenen kimlik parçalarının ortaya çıkarılmış olmasıdır. Öne çıkan kimlik öğeleri, birçok toplumsal yapı içinde empoze edilerek kazandırılmakta veya edinimi daha önce gerçekleşen kimlik unsurları belirli bir sisteme dahil edilmeye çalışılmaktadır.

Nancy Chodorow, çocukların doğum ile birlikte annelerine bağımlı bir hale geldikleri ve kendilerine yönelik tanımlamaların odak noktasında annelerinin yer aldığını ifade eder. Zira doğum ile birlikte anneler ve çocuklar özellikle bir dönem hayatlarını ortak bir şekilde sürdürmek durumunda kalmaktadır. Bu durumun ortaya çıkmasının temel nedeni, farklı birçok toplumsal yapıda doğum sonrası çocuğun bakım gereksinimlerinin anne tarafından karşılanması gerektiği fikrinin yaygın olmasıdır. Bu durumda kız çocukları annelerini taklit ederek birçok davranışı içselleştirmektedir. Erkek çocukları ise yaşları ile uyumlu bir şekilde, doğrudan anneden ayrılması ve erkeğe uygun davranışlar sergilemesi noktasında baskılanmaktadır. Örneğin kuvvetli olmak, sert davranışlar sergilemek, mücadele gücünün yüksek olması, vatanseverlik ve duyguların bastırılabilmesi gibi kimlik

(27)

öğeleri, tüm erkekler tarafından benimsenmeyebilir. Ancak bu özellikler toplum içerisinde birçok erkek tarafından az ya da çok paylaşılmakta olan ortak özellikler olarak öne çıkmaktadır. Toplumsal bir kurum olan aileler, askerlik döneminde bireylerin amirleri ve ideolojik temelleri olan örgütler, söz konusu özellikleri belirli bir sistem içerisinde erkeklerin içselleştirmesini beklemektedir. Hiyerarşik unsurları içeriğinde barındırmakta olan ilişkiler doğrultusunda sahip olunması gereken özellikler arasında sertlik, soğukkanlılık ve mücadeleci olmak gibi durumlar bulunmaktadır. Özellikle askerlik döneminde gereksinim duyulacağı düşünülmekte olan bu özellikler, erkek çocuklarına ivedilikle kazandırılmaya çalışılmaktadır (Demren, 2003: 36 – 37).

Connell, içeriğinde iktidar kavramının yer aldığı eğilimlerin değerlendirilmesinin rahatlıkla sağlanabileceğini öne sürmektedir. Örnekler üzerinden açıklamak gerekirse; parlamentolar tarafından eşcinsel ilişkilerin suç kapsamına dahil edilmesi, bir babanın kızının evlenmesini engelleyebilmesi, bekar bir kadının finansal kuruluşlardan kredi kullanmakta zorluk çekmesi, kadınların tecavüze uğraması ve bu gibi durumlar herhangi bir yapıdan bağımsız olarak anlaşılamaz. Benzer bir şekilde medya platformlarında sapkınca bir davranış olarak ifade edilmekte olan tecavüz, iktidarın kullanımı ile doğan eşitlikten uzak süreç içerisinde erkeklerin hakim olduğu ideolojilere sağlam bir şekilde entegre olarak kişiden kişiye şiddet biçimi olarak ifade edilmektedir (Connell, 2016: 164).

Erkeğin mutlak hakim olduğu bir toplumsal yapının anlaşılır hale gelmesi için devam eden çalışmalar çerçevesinde üzerinde durulması gereken iki farklı boyut bulunmaktadır. Bunların ilkinde, kadın ve erkek arasında, temelinde tahakküm bulunan eşitlikten uzak etkileşimler varlığının ortaya çıkışının kavranması yer almaktadır. İlk boyut çerçevesinde ortaya çıkan sorun, benzer işleri yapmalarına karşılık kadınların daha az ücret almalarıdır. İkinci boyut çerçevesinde ise iki farklı alt başlık ortaya çıkmaktadır. Bunlar herhangi bir araç ya da makine kullanımının eril olarak kabul edilmesi, ev işlerinin ise dişil olarak kabul edilmesi ve nihayetinde birinci eylemin daha değerli kabul edilmesidir. Cinsiyetler arasında eşitsizliklerin

(28)

ortaya çıkmasında, iktidarla eşzamanlı yürütülerek somutlaşan ilişkiler kadar toplum içerisindeki ilişkileri cinsiyetlere indirgeyen ve toplumda doğan eşitsizlikler ile cinsiyet rollerini ilişkilendirmekte olan cinsiyetçi düşünce yapısı da etkilidir. Burada problem, araç ya da makine kullanımının eril bir niteliğe sahip olması ve işgücü kavramının içeriğinde erkek iktidarını gözler önüne sererek, endüstriyel kapitalizm süreçleri içerisinde oraya çıkan sınıflar arası eşitsizliklerle toplumsal cinsiyet temelli eşitsizliklerin bir araya getirilmesidir. Toplumsal ilişkileri de cinsiyetlendiren bir cinsiyet rejiminin üretilmesidir (Sancar, 2009: 175).

Daha önce de belirtildiği gibi, toplumsal cinsiyet kavramının ortaya çıkışında, kadınlar ve erkekler arasındaki temel değişkenler ve biyolojik unsurlar bulunmamaktadır. Toplumsal düzen içerisinde var olan bir eşitsizlik durumunda eşitsizliği kavramak için söz konusu durumların erkek ve kadın arasındaki biyolojik farklılıklardan kaynaklandığını düşünmek yerine, toplumsal düzen içinde kadına ve erkeğe, hangi boyutlardan ve nasıl bakıldığını irdelemek daha etkilidir.

Sistem içerisinde iktidar sahibi olarak nitelendirilmekte olan bireylerin pratiklerinin sınırlandırılması, çok daha az açık olmakla birlikte benzer öneme sahip bir durum olarak ifade edilmektedir. Toplum düzeni içerisinde yayılan cinsiyet ilişkilerinden hareketle erkeklere, mevcut sınırlarını belirleyebilme yetisi sunulmaktadır. Öyle ki, tek eşli olmanın üzerinde durulan ataerkil sistem içerisinde, temelinde hegemonik erkeklik kavramının yer aldığı tanımların mevcudiyetinin korunması üzerinde itinayla durulmaktadır. Yine aynı toplumsal yapı içerisinde eşcinsel erkeklere yönelik nefretin merkezinde ise bu bireylerin söz konusu tanımlara zarar vermesi yer almaktadır (Connell, 2016: 267 – 268).

Sürekli bir sınav içerisinde geçen erkeklik hali, iktidarsızlık ve iktidar olma vaadinin eş zamanlı olarak tecrübe edildiği bir süreç olarak görülmektedir. Elinde bulundurduğu gücün etkisiyle konumunu koruyan erkek, söz konusu durumdan kaynaklanan belli başlı sorunlarla da karşı karşıya kalmaktadır. Öyle ki, güçten kaynaklanan iktidarın erkekler için bir de zorlu bir karşılığı ortaya çıkmaktadır.

(29)

İçselleştirme beklentisi ile belirli vaatler üzerinden yönlendirilmekte olan erkekler, içerisinde kapalı kaldıkları iktidar sınırları içerisinde baskılanmaktadır. İktidarın altında ezilme durumunun ortaya çıkmasının temel nedeni ise güç ve beraberinde ortaya çıkan iktidar kavramının, aslında erkeklere gerçeklik ifade etmeyen bir takım imkanlar sunuyor olmasıdır. Diğer baskı nedeni ise, erkeklik halinin kanıtlanması gerekliliği algısının güçlü bir şekilde varlığını sürdürmesidir. Egemenlik mitleri üzerinden egolarına seslenilen ve egemenliği elde etme noktasında önemli adımlar attığı için takdir edilmekte olan erkekler, yaşam döngüsü içerisinde kimi zaman iktidar arayışında kaybolma tehlikesi ile karşılaşmaktadır (Selek, 2012: 18). İktidar ilişkilerinden hareketle ortaya çıkan beklentilerin odak noktasında, gerçek bir erkek gibi davranılması ve toplumsal beklentilere karşılık verecek şekilde bir takım rollerin üstlenilmesi yatmaktadır. Öyle ki, kendisi adına belirlenen sınırların dışına çıkan erkekler zaman içerisinde hiyerarşik düzenin dışında kalmaktadır.

Otoritenin meşru bir iktidar olma hali olarak ifade edilmesi neticesinde, içeriğinde toplumsal cinsiyeti barındırmakta olan iktidar modelinde, erkek ve otorite arasındaki temel etkileşimin ana eksen olduğu öne sürülebilmektedir. Fakat bu durum zaman içerisinde ikinci bir eksenle kısmi ilişkilerin var olduğu bir tabloya yönelmektedir. Erkek gruplarının bazılarının sahip olduğu otoritenin yadsınması veya daha geniş bir kapsam dahilinde, standart hale gelen toplumsal cinsiyet kategorileri kapsamında değerlendirilmesi otorite ve merkezden olma hiyerarşisinin kurulması üzerinden açıklanmaktadır. Ortaya çıkan bazı hallerde otorite olarak kadınların var olduğu görülmektedir. Bazı hallerde ise, erkeklerin elinde bulunmakta olan iktidar olma durumu dağılım göstermiş, belirli çekişmeler ortaya çıkmıştır. Kurumsal düzende; erkeklik otoritesi değişkenlerin varlığı üzerinden dağılmış ve çekişmelerin yer aldığı, toplumsal cinsiyeti ifade etmekte olan iktidar yapısı kapsamında “nüve” yer almaktadır (Connell, 2016: 167).

Erkek olma ve iktidar olma ifadeleri arasında ortaya çıkan etkileşim, erkek adına natürel bir anlam ifade eden bir sürecin geçilmesiyle ikna olma ve içselleştirme aracılığıyla varlığını muhafaza etmektedir. Söz konusu iktidarlar arasında meydana

(30)

gelen etkileşim, sabit bir değer olmaktan ziyade yenilenmesine paralel olarak üretim süreçlerinin devam etmesine katkı sağlamaktadır. Ortaya çıkan düzende sistematik değişimler meydana gelerek nedenleri ve sonuçları birbirinden farklı birden çok sürecin yaşanmasına neden olmaktadır.

Eril Tahakküm ve Üstün Erillik

Daha önce vurgulandığı gibi, toplumsal cinsiyet eşitsizliği durumu ve erkeklik-iktidar ilişkisi kamusal alanda erkeğin egemen olduğu bir düzeni beraberinde getirmektedir. Bu durumda özel alanlar ise kadınlara tahsis edilmiş olmaktadır. Erkeklerin sosyal ve kamusal alanlarda belirgin bir şekilde üstün olmasının bir sonucu olarak bu alanlar erkeklerin temel gereksinimleri doğrultusunda şekillenmektedir. Erkeklerin iktidarları ve iktidarlarının hüküm sürdükleri alanlarda gözlemlenmekte olan güç ilişkilerini belirli bir kavram dahilinde açıklamakta olan eril tahakküm ve üstün erillik kavramları, birçok alanda etkisini göstermektedir (Sankır, 2010: 2).

Bu alanda bir eylem planı ortaya koyma niyeti ile yola çıkan Pierre Bourdieu,

Masculine Domination (Eril Tahakküm, 1988) isimli eseri kaleme alarak, direnişe

son vermenin tipik hale gelen bir örneği olarak eril tahakkümü değerlendirme altına almaktadır. Eril tahakkümün en temel sebeplerinden birinin de biyolojik doğaya indirgenmesi olduğunu savunan Bourdieu “doğallaştırılmış toplumsal inşa”dan bahseder:

Bourdieu’ya göre eril tahakkümü meşrulaştırılması onun biyolojik doğaya indirgenmesi ile olur. Aslında bu doğanın kendisi bizzat “doğallaştırılmış toplumsal inşa”dır. İnsan bedeninin cinsiyetlendirilmesi aslında toplumsal dokunun ve ilişkilerin cinsiyetlendirilmesidir. Bu, bedenin sembolik cinsiyetlendirilmesinin işleyişi ile olur. Bedenin eylemi sembolik cinsel anlamlar aracılığı ile toplumsal temsillerle bağlantılanır ve ilişkilenir. Bedenin temsilleri ile toplumsal temsiller birbirine bağlanır; hep birlikte ilişkilenerek cinsiyetlenmiş anlamları ortaya çıkartırlar. Bütün toplumsal

(31)

ayrımlar da bu eylemlerin icrası ile dişil – eril karşıtlığına indirgenebilir ve onun sayesinde anlam kazanır hale gelir (aktaran Sancar, 2009: 191 – 192 ).

Bourdieu tarafından öne sürülen yaklaşımların çıkış noktasında eril tahakkümün anlaşılması durumunda farklı tahakküm hallerinin de anlaşılabilir olacağı düşüncesi bulunmaktadır. Kavramın tarihsel süreç içerisinde gelişimine ve varoluşuna bakmak suretiyle oluşan durumun bir cinsiyet düzeni meydana getirdiğini, cinsel kökenli eylemleri ortaya koyan bir karşıtlık dizisi ile toplumdan meydana gelen evreni, bilincin dışında gelişen kabulleniş ve arzular şeması olarak tanımladığını ifade etmektedir (Sancar, 2009: 108).

Ortaya çıkışı aile içerisinde gerçekleşen ve ilk olarak erkeklerin aile üzerinde kurmuş olduğu iktidarı sembolize eden eril tahakküm kavramı, sosyal dayanakları hem kamusal alanda hem de özel alanda görünür olan bir sistem olarak kabul edilmektedir. Netice itibari ile eşitsizlik halinin hakim olduğu bir sistem olarak eril tahakkümün içeriğinde cinsiyet ayrımlarından doğan pratikler yer almaktadır (Sankır, 2010: 3). Sosyal bir bölgede; erkekler tarafından kadınlar adına tanımlanmış olan toplumsal cinsiyet sistemi içerisinde kurgulanan eril tahakküm, iktidar noktasında kadın ve erkek arasındaki ilişkiyi sürdürmekte olan bir yapı olma özelliğine sahiptir (Atay, 2004: 13).

Dolayısıyla kadın ve erkek arasında ortaya çıkan etkileşimlerin varlığını, kadının edilgenliği kabulü üzerinden açıklamakta olan üstün erillik, kadınların erkeklere göre geri planda kalması neticesinde gelişen egemenlik ilişkilerini ve kadınların üzerinde oluşan erkek tahakkümünü kavramsal bir çerçeveye sokan bir yaklaşım olarak değerlendirilmektedir. Bununla birlikte kadınlara ve eril iktidar elde edemeyen erkeklere dair kurgulanmakta olan iktidar ilişkileri de söz konusu yaklaşım üzerinden aktarılabilmektedir. Üstün eril olarak nitelendirilmekte olan bireyler, varlıklarını sürdükleri sistem içerisinde tahakküm sahibi olan ve gerek duyulması durumda tahakkümün elde edilmesi için rekabetten kaçınmayan kimselerdir. Bir diğer ifade ile ideolojik ve yönetimsel bir konum olarak öne çıkarılan üstün erillik, çıkış noktasında iktidar ilişkilerinin yer aldığı ve sosyal çevre

(32)

içerisinde tahakkümü ele geçiren erkek tarafından öne sürülmekte olan toplumsal cinsiyet pratikleri olarak ifade edilmektedir. Eril tahakküm süreci içerisinde sosyal alanlarda ortaya çıkan etkileşimler güç ilişkileri üzerinden tasniflenmektedir. Böyle bir sistem içerisinde bir grup iktidar olma özelliğini elinde bulundurmakta iken, bu grup içerisinde yer almayanlar, çeşitli mağduriyetler ile karşılaşabilmektedir. Yine iktidarı elinde bulunduran grup içerisinde yer almayanlar, yaşamlarını üstün erillerin konumlarına göre şekillendirmek zorunda kalmaktadır. Bu sistem içerisinde üstün eril olarak gösterilmekte olan kimse, “yaşlı” sıfatını alıncaya dek erkekliğini toplumsal yapı içerisinde kanıtlamak durumunda kalmaktadır (Sankır, 2010: 7).

Erkeklikler

Tek bir erkeklik tipinden ziyade birbirinden farklı birçok erkeklik tipinin var olduğunun vurgulanması “erkeklikler” kavramı ile sağlanmaktadır. Daha önce belirtildiği gibi Connell tarafından öne sürülmüş olan bu kavramın odak noktasında erkeklik durumunun ebedi ve ezeli bir niteliğe sahip olmadığı ve bununla birlikte evrensel bir anlam ifade etmediği fikri yer almaktadır. Toplumsal yapıların değişkenlik arz eden kültürel özellikler ve şartları doğrultusunda birbirinden farklılaşan erkeklik tipleri ortaya çıkmaktadır (Bozok, 2011: 22). Bireylerin içerisinde yer aldığı kültürün özellikleri ve karşılaştıkları koşullar ile birlikte elde edilen tecrübeler, erkeklik tiplerinin şekillenmesinde etkili olmaktadır. Tüm bu unsurlar, “erkeklikler” kavramının ortaya çıkmasının dayanağı olarak kabul edilebilir.

Connell “erkeklikler” ifadesi üzerinden dört temel duruma işaret etmektedir: hegemonik erkeklik, suç ortağı erkeklik, madun erkeklik ve marjinal erkeklik. Bunların ilki; farklı stratejiler geliştiren erkeklerin bu yolla hegemonya oluşturma alternatiflerinin bulunmasıdır. Ataerkil yapıyı birbirinden farklı düzenler üzerinden tecrübe etmektedirler. Farklılaşan deneyimler üzerinden şekillenmekte olan erkeklik, queer bireyler ve kadınlara yönelik farklılaşan hegemonya kurma stratejilerini ortaya çıkarmaktadır. Öyle ki, ortaya çıkan her bir erkek egemenliği durumunun arka

(33)

planında yine erkekler tarafından geliştirilmekte olan farklı stratejiler bulunmaktadır. Bu durumda ise erkekliklerin toplumsal, sosyolojik, kültürel ve tarihsel birçok unsurun bir araya gelmesi neticesinde kurgulandığını ifade etmek mümkündür (Connell, 2016: 245 – 249).

Sancar’a göre ise (2009: 30), hegemonik erkekliğe ilişkin genel özellikler şunlardır genç, kentli, beyaz, heteroseksüel, tam zamanlı bir iş sahibi olan, makul ölçülerde dindar, spor dallarının en az birini başarılı olarak yapabilecek düzeyde aktif bedensel performansa sahip olmak.

Suç ortağı erkeklikler ise, ataerkilliğe onay vererek kadınların ezilme ve ikincilleştirilmelerinden faydalanırlar. Connell’a göre, erkeklerin büyük çoğunluğu bu kategoriye girer ve taraf değiştirip feminist erkekler haline gelerek, kadın ezilmişliği ve ikincilleştirilmesine karşı mücadele vermeyi tercih edebilecek erkeklerdir. Bir anlamda muhalif erkekler haline gelebilecek erkeklerdir (Bozok, 2011: 47).

Irk, etnik köken, dini inanç ya da toplumsal/ekonomik sınıf nedeniyle hegemonik erkeklik karşısında dezavantajlı duruma düşen erkeklikler ise marjinal erkeklik olarak tanımlanır. Toplumsal yaşam içinde azınlığa mensup veya iktisadi dünyadaki konumu gereği ataerkil düzenin karşısında ikincil konuma düşen erkekleri kapsar (Bozok, 2009: 439).

Connell’ın sınıflandırmasında daha ağır şiddet deneyimine sahip olabilecek grup ise madun erkekliklerdir. Heteroseksüellik dışındaki cinsel yönelimleri nedeniyle erkek egemenliğinin toplumsal ayrıcalıklarından en az yararlanan grup olan madun erkeklikler, hegemonik erkekliğin en sert reaksiyon verdiği ve asla uzlaşmayı düşünmeyeceği bir erkeklik kimliği olarak öne çıkar (Connell, 2016: 249).

Erkeklik kavramı üzerinden toplumsal cinsiyet düzeni içerisinde var olan eşitlik düzeyinin değişime açık olduğu öne sürülebilir. Öyle ki, bireylerin sabit bir

(34)

düşünce sistemi içerisinde yaşamlarını sürdürmelerini mümkün değildir ve buna bağlı olarak tecrübeler ve kazanımlar üzerinden bireylerin bir kalıp içerisinde yer aldıkları ifade edilemez. Yaşanılan bölgenin kültürel özelliklerinin farklı olması, erkeklik kavramının tanımlanmasında ortaya çıkan farklılıklara ve süreç içerisinde eğilimlerin de farklı olmasına yol açmaktadır (Bozok, 2011: 17). Dolayısıyla erkeklikler nitelendirmesi, erkeklerin homojen bir grup olmadığına dikkat çekmektedir. Erkek dünyası sadece kadınların dışlanmasıyla değil, aynı zamanda erkekler arasındaki ayrıştırıcı pratikler ve hiyerarşik yapılanmalar aracılığıyla inşa edilmektedir (Onur ve Koyuncu, 2004: 34 – 35)

Farklılaşan erkeklik kavramı çerçevesinde oluşan hiyerarşik yapı, içselleştirme ve dışsallaştırmaya dönük pratikler, hegemonik erkeklik ile işbirliği ya da onunla girilen rekabet kavramlarının dinamiklerinin değerlendirilmesi, direkt olarak cinsiyet rejiminin oluşumundan doğan bir cinsiyet edindirme süreci olarak kurgulanması anlamına gelmektedir. Cinsiyetler arasında doğan farklılıkların anlaşılabilmesi ve değişkenlik gösteren erkeklik halinin meydana gelişini kavramak, toplumsal iktidar ilişkilerinin oluşturduğu yapısal durumu ifade etmesi açısından önem arz etmektedir.

Toplum içerisinde doğan pratikler, değişkenlik gösteren erkeklikler arasındaki iktidar ilişkilerinin ortaya çıkışının temelinde yer almaktadır. Farklı özelliklere sahip her bir erkeklik anlayışı, çevresinde yer alan erkeklik çatışmaları kapsamında cinsiyet farklarının ortaya çıkmasına neden olurken, süreç içerisinde cinsiyet rejimlerinin oluşumunu da sağlamaktadır. Örneğin eşcinsel erkeklik ve hegemonik erkeklik arasındaki ilişkinin anlaşılması için, iki erkek arasında gelişen cinsel ilişkinin kanunlar kapsamında suç olarak kabul edilmesinin nedenlerine bakılmalıdır. Eşcinsel bireylerin kolluk kuvvetleri tarafından eylemlerle baskılanmaya çalışıldığında ve bu bireylerin karşılaşmış oldukları yaptırımlara bakıldığında ortaya çıkan hegemonyanın kökeninde patriarkal kurumların aracılık ettiğine rastlanmaktadır (Sancar, 2009: 266).

(35)

Toplumsal yapı içerisinde gerçeklik arz eden erkeklik ancak davranışların hegemonik erkeklik sınırları içerisinde kalması neticesinde var olabilir olarak değerlendirilmektedir. Hegemonik kalıplar doğrultusunda ortaya çıkan iktidar sahipliği üzerinden, azınlıkta kalan diğer erkekler, queer bireyler ve kadınlar toplum içerisinde baskı altında yaşamlarına devam etmek zorunda kalmaktadır. Bu bağlamda daha önce kısaca söz edilen hegemonik erkeklik kavramına daha yakından bakmak yararlı olacaktır.

Hegemonik Erkeklik

Antonio Gramsci tarafından öne sürülen hegemonya kavramına dair düşüncelerden doğan hegemonik erkeklik kavramı ilk kez 1985 senesinde yayımlanmış olan Tim Carrigan, Raewyn Connell ve John Lee tarafından kaleme alınan “Toward a New Sociology of Masculinity” (Yeni Bir Erkeklik Sosyolojisine Doğru) isimli makalede kullanılmıştır. Bir erkeklik niteliği içeren bu terim Gramsci’nin İtalya’daki sınıf ilişkilerine dair analizlerinden ödünç alınarak erkeklik kavramına uyarlanmıştır (Connell, 2002: 246 – 247).

Kendilerinden önceki anti-feminist kuramlara ve eylemlere yönelik eleştiriler öne süren Carrigan, Connell ve Lee, erkekliğe ilişkin sorunların kavramsallaştırılması adına queer ve feminizm çerçevesinde yürütülen çalışmaların izinden ısrarla ilerlenmesi gerektiği fikrinden hareket etmişlerdir. Söz konusu fikirlerin detaylandırılması ve sınırlarının belirgin bir hale getirilmesi aşamasındaki formülasyon ise Connell tarafından 1987 senesinde yayımı gerçekleştirilen

Toplumsal Cinsiyet ve İktidar isimli eserde yer almaktadır. Connell tarafından

toplumsal cinsiyet ilişkileri üç temel yapı üzerinden açıklanmaktadır. Bunlar; iktidar, emek ve kateksis1 olarak ifade edilmektedir. Bu yapılar üzerinden belirli bir

1 Kateksis: Connell’a göre cinsellik oynanabilir ya da idare edilir ancak ifade edilemez. Buna bağlı

(36)

toplumda, kültür özellikleri içerisinde ve tarihsel dönemlerde, toplumsal cinsiyet rejimleri üretilmektedir. Bu toplumsal cinsiyet rejimlerinin tümünde, ortaya çıkan mutlak hakimin erkek olduğu yapıların dayanağı olarak farklı stratejiler gösterilmektedir. İnşa edilen toplumsal cinsiyet rejimleri içerisinde bazı erkeklerin kadınlar ve diğer erkekler üzerinde iktidar sahibi olduklarının altını çizmekte olan Connell, bu durum üzerinden hareket ederek “hegemonik erkeklik” kavramını kurgulamaktadır (Bozok, 2009: 438).

Hegemonik erkeklik kavramının çıkış noktasını oluşturan hegemonya kavramı ise Marxist teoriye dayanmaktadır. Engels ve Marx (1970); toplum içerisinde hakim olan temel fikirlerin yine toplum içerisinde hakim olan sınıfların fikirlerinden doğduğunu ifade etmektedir. Sistem içerisinde maddi gücün mutlak hakimi olan sınıf, mevcut gücüne paralel olarak entelektüel gücü de elinde bulundurmaktadır. Sistem içerisinde ortaya gücü üretim araçlarına sahip olmalarından elde eden sınıf, tüm koşullar bir araya geldiğinde fikirsel olarak da ağır basmakta ve toplumda yer alan diğer sınıflar tarafından takip edilmek zorunda kalmaktadır. Böylece toplum içerisinde ortaya çıkan egemen fikirlerin, hüküm süren maddi ilişkiler ve buna bağlı olarak egemen hale gelen ilişkiler üzerinden ortaya çıkan dışavurumlar olarak adlandırılması mümkündür (Hebdige, 2004: 11 – 12). Marx ve Engels tarafından dile getirilen bu düşünceler, süreç içerisinde Marksist düşünürler arasında yer alan Gramsci tarafından ortaya atılan hegemonya kuramının da dayanağını oluşturmuştur. Hegemonya kavramının belirli toplumsal grupların, yalnızca baskıları ya da ortaya çıkan egemen fikirleri dayatması ile değil, baskılardan arındırılmış ilişkiler üzerinde bireylerin rızalarının alınması ile kazanımı sağlanan ve süreç içerisinde toplumsal otoritenin tüm gruplar üzerinde etkinlik sağladığı bir durum olarak tanımlanması mümkündür. Toplum içerisinde mevcut bulunan sınıfların muhtemel tanımlarının bir alan etrafında şekillenmesi durumunda hegemonyanın varlığının devam etmesinden söz etmek mümkün olmaktadır. Bu durumda doğrudan bir kontrol mekanizmasının varlığına gereksinim duymadan,

bir kişinin başka bir kişiyle duygusal bağlanımı etrafında örgütlenen bu “cinsel toplumsal ilişkiler” örüntüsüne kateksis yapısı adını verir.

(37)

ideolojik gruplar fikirsel bir sınırlandırma içerisinde tutularak çeşitli çıkar ilişkileri çerçevesinde hareket edilebilmektedir (Hail’den akt. Hebdige, 2004: 13).

Görüldüğü üzere hegemonya kavramından hareket eden Connell erkeklik ve kadınlık kavramları arasında var olan ilişkiyi gerçek bir yapı üzerinde tanımlamakta ve bu tanımlamasını erkeklerin kadınlar üzerinde küresel bir egemenlik oluşturduğu fikri üzerine inşa etmektedir. Bu yapısal durum, bütünsel bir ifade ile toplum içerisinde hegemonik bir erkeklik halini tanımlamakta olan erkekler arasında ortaya çıkan ilişkinin merkezinde yer almaktadır. Bu kavram doğrudan ve sürekli olarak kadınlarla ilintilidir. Ancak erkekliğin inşası ve yeniden inşası süreçlerinde de hegemonya kavramı önemli bir konumdadır.

1.4. Erkeklik Krizi

Erkeklik çalışmaları kapsamında değerlendirilmesi gereken diğer bir ayrım noktası ise modernleşme eğilimleri dahilinde hegemonik erkeklik halinin tıkandığı varsayımının gündeme gelmesidir. Öne sürülen farklı kuramsal bakış açıları doğrultusunda erkeklik krizi ile ilgili çalışmalar yapmakta olan araştırmacılar, erkeklik krizinin varlığı, krizin hangi göstergeler üzerinden aktarıldığı ve anlamlandırılması sürecinin ne şekilde işleyeceği ile ilgili olarak birbirinden farklı yaklaşımlara sahip olabilmektedir. Bu alanda çalışmalar yapmakta olan isimler arasında yer alan Segal, Hollstein ve MacInnes, erkeklik krizini hegemonik erkekliğin, feminist hareketlerin küreselleşmesi sonucunda ortaya çıkan teknolojik, toplumsal ve ekonomik değişimlerle birlikte belirsizliğin ve güvensizliğin hakim olduğu bir buhran olarak tanımlamıştır (Onur ve Koyuncu, 2004: 155 – 156).

Örneğin MacInnes (1998), erkeklik krizinin temel nedeni olarak modernleşme süreci içerisinde cinsel farklılık kavramını geçersizleştiren bir yapının doğuşunu göstermektedir. Süreç içerisinde özellikle iş yaşamının kadınlara daha açık hale gelişi ile birlikte, kökeninde liberal politik düşüncelerin yer aldığı cinsiyet eşitliği yasaları ve para kazanma ideolojisinin son bulması ile birlikte modernleşen toplumsal yapı

Şekil

Tablo 2 – Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi Filmi Künyesi
Tablo 3 – Sen Aydınlatırsın Geceyi Filmi Künyesi

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu anket çalışmasında sorulan 26 soru ile arıcıların yaşı, kaç yıldır arıcılık yaptıkları, hane halkının kaç kişiden oluştuğu, koloni sayısı, ortalama bir

Айрыкча Жөөттөрдүн Кудай түшүнүгү, Кудайга уул таңуулашы, музоого сыйынуулары жана Жөөт дин аалымдарына карата

Миграция моделдерин баалоонун жыйынтыктары Миграциянын макро моделдеринин жыйынтыктары Эң кичине квадраттар методунун жардамы менен

İstanbul ilinde bulunan turizm belgeli yiyecek-içecek işletmeleri çalışanları örnekleminde toplanan verilerle yapılan analizler sonucunda, örgütsel

Manas üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık bölümü dersleri eğitim kaynakları (yayınlar, kitaplar, tezler, dergiler) üniversitenin

In Figure 10, for the algorithms other than BUCA-N and BUCA-D, networks with more than or exactly 841 nodes reach an 8.6 interference value, which is the maximum interference that

Bu çalışmada literatürde belirtilen giriş ağırlıkları ve gizli eşik değerlerinin rastgele seçilmesiyle oluşan sınıflandırma performansındaki olumsuz etkisini gidermek

Şekil 3.ve Şekil 4’de verilen Cam / Epoksi kompozitlerin çekme dayanımı sonuçları incelendiğinde ağırlıkça % 4 oranında nanosilika katkılı Cam/Epoksi