• Sonuç bulunamadı

Poetika üzerine bu zamana kadar birçok tanım yapılmıştır. Bu tanımların genel çerçevesi, “şiir sanatı üzerine yazılan yazılar” şeklinde özetlenebilir. Fakat poetika kavramı, bazen şiir hakkında öne sürülen bütün teoriler olarak anlaşılırken bazen de sadece estetik kavramına karşılık gelen felsefi bir terim olarak değerlendirilmiştir.

Poetika kelimesinin kökeni Yunanca “poietike” kelimesinden gelmektedir. Poetika, “yapmak, üretmek, yaratmak” manalarını veren “poiein” kökünden türemiştir (Sümer, 1996: 36). Şemseddin Sâmi ise Kâmûs-ı Fransevî isimli sözlüğünde poétique kelimesine “fenn-i şiir, ilm-i aruz” (Şemseddin Sâmi 1905: 1718) karşılığını vermiştir. Poetika terimi genel anlamda şiir türü için kullanılsa da zamanla bu kısıtlı alan genişlemiş ve poetika kavramı diğer edebî türler için kullandığı gibi, 20. yüzyılda bir araştırma yöntemi olarak da kendini göstermeye başlamıştır.

Poetika kavramı ilk olarak Aristo’nun Poetika adlı eseri ile ortaya çıkmıştır. Aristo’nun Poetika’sının en önemli özelliği, edebiyata ve sanata dair belli teorilerden bahsetmesidir. Aristo’dan önce hocası Platon’un Symposion, Büyük Hippias, Phaidros ve Politeia adlı diyaloglarında ilk sanatsal tartışmaları yaptığı görülür. Fakat bu tartışmalar Aristo’da olduğu gibi sanat üzerine değil daha çok Platon’un “idealist felsefesinin kılavuzluğu altında gelişip, bir güzellik ideasının metafizik karakterini taşır” (Sarı, 2006: 3). Platon’un ortaya koyduğu düşüncelerle Aristo’nun düşünceleri arasında bazı farklılıklar vardır. Platon, güzel ideası var olduğu için, bu ideadan pay alan (methexis) nesnelerin, sanat eserlerinin güzelliğini konuşabildiğimizi söyler. Aristo’da ise bunun tam tersi bir durum söz konusudur; O, sanat eserlerinin varlığının bizim güzellik kavramından söz etmemize sebep olduğunu savunur. Aristo’nun görüşü Platon’da olduğu gibi “aşkın, metafizik bir karakter taşımaz” (Sarı, 2006: 11). Aristo’nun eseri İsmail Tunalı’nın tabiri ile bir sanat ontolojisidir (Aristo, 2010: 2). Platon’un, sanat üzerine söyledikleri Aristo’dan daha erken döneme rastlamasına rağmen, Aristo’nun Poetikası “sanatsal söylem üzerine yazılmış temel bir kaynak” (Karaca, 2005: 16) olmasından dolayı bu alanın ilk örneği olarak kabul edilmiştir.

Aristo’nun Poetikası her ne kadar ‘Şiir Sanatı’ adı ile çevrilmiş olsa da bilim adamlarının ortak düşüncesi, zikredilen eserin genel anlamda sanatsal yaratıma dair bilgiler içeren bir eser olduğudur: “Bu eser aslında şiir sanatı üzerine değil, taklide dayanan sanat türlerinin kuramsal yönleri üzerine yazılmıştır” (Çıkla, 2010: 19).

Aristo, şiir sanatını insan doğasındaki iki temel nedenle ilişkilendirir. Bunlardan biri “taklit içtepisi”dir ki; her insanda doğuştan vardır. İnsanların diğer varlıklardan ayrılan en önemli özelliği taklit etme konusundaki olağanüstü yetenekleridir. Ayrıca insanlar ilk bilgilerini taklit ederek öğrenirler. İkinci neden ise “hoşlanma”dır. İnsanın sanat eseri karşısında yaşadığı geçici hoşlanma bunun kanıtıdır. Normal hayatta hoşumuza gitmeyecek bazı durumların sanat eserinde yer almasıyla birlikte bizde yarattığı hoşlanma bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Aristo, şiiri, “insan eylemlerinin öyküsü olarak tanımlar” (Sarı, 2003: 4).

Poetikası’nda Aristo, tragedyanın özelliklerine değinir. Todorov, Aristo’nun eserinde genel anlamda bir şiir kuramından bahsetmediğini, sadece dram ve tragedyanın özelliklerini anlattığını vurgular (Todorov, 2008: 18-19). Bu anlamda Aristo’nun Poetikası’nı bir şiir teorisi olarak görmez. Orhan Okay ise Aristo’nun eserinin “eni boyu belli şiir teorisi” (Okay, 2011: 17) olduğunu söyler. Aristo’dan sonra şiir, üzerine söylenen şu iki görüş ile açıklanır; sanat ya idealdir ya da taklittir. İdeal olan ile tecride (soyut olana), taklit olanla ise teşhise (somut olana) ulaşılır.

Ayşe Demirkaynak, İbni Sina’nın Poetikası üzerine yaptığı çalışmasında Aristo’nun Poetikası’nın sadece şiir sanatını anlatmadığını belirtir. Ona göre Aristo’nun Poetika adlı eseri; “sanatsal yaratma etkinliğinin (tekhne poietike) tüm türleri ile bağıntılı olan, taklit sanatının var olma koşulları ve olanakları üzerine çözümlemeler içeren, genelde tüm sanatları kapsayan bir ‘mimesis kuramı’ ortaya koymuştur” (Demirkaynak, 2001: 9).

Aristo’nun Poetikası’nın sadece şiir sanatı üzerine bir kuramsal çerçeve sunmadığını düşünen Necdet Sümer; “Aristoteles’in mimesis kuramı, yalnızca şiir sanatına değil, sanatsal yaratma etkinliğinin, yani tekhne poietikenin bütün türlerine ilişkin olarak karşımıza çıkmaktadır” (Sümer, 1996: 15) ifadesiyle eserin salt şiirden bahsetmediği görüşünü savunur.

Yeni Eleştiri akımının en önemli temsilcilerinden olan Fransız kuramcı Gerhard Genette, poetikayı sadece reel olanın tespiti veya izahı olarak görmez, aynı zamanda ortaya çıkması mümkün olan eserlerin teorisi olarak da değerlendirir (Sarı, 2006: 15).

Todorov da Poetika’ya Giriş adlı eserinde buna benzer bir yaklaşım göstermektedir. Todorov’a göre; “Poetikanın nesnesi, edebî yapıtın kendisi değildir: Poetikanın sorgulamaya tabi tuttuğu şey, edebiyat söylemi denen o özgül söylemin özellikleridir. Dolayısıyla, her bir yapıt soyut ve genel bir yapının dışavurumu olarak kabul edilir; yapıt, bu yapının mümkün olan gerçekleşimlerinden biridir yalnızca. Bu itibarla, poetika gerçek edebiyatla değil mümkün olan edebiyatla uğraşır; başka bir deyişle, edebiyat olgusunun tekilliğini oluşturan soyut bir özellikle, edebîlik ile ilgilenir” (Todorov, 2008: 37). Genette‘nin, poetikayı ortaya çıkması mümkün olan eserlerin teorisi olarak görmesini, Todorov, edebîlik terimi ile açıklar. Ona göre, poetika, edebî yapıtların soyut yapısını saptamaya çalışan bilimsel bir yöntemdir. Todorov, bir anlamda tecride ya da bir başka ifadeyle ideale ulaşmada poetikanın bir yöntem olduğunu vurgulamaktadır.

Fransız şair Paul Valery, poetikanın müphem durumunu sadece şiirin dar alanına hapsetmenin doğru olmadığını söyler. Ona göre, poetika geniş anlamıyla; “dilin hem töz hem de araç olduğu yapıtların yaratılması ya da kurulmasıyla ilgili olan her şeye verilen ad” (Todorov, 2008: 38) diye tanımlar. Valery, poetika kavramının bütün edebî alanlar için kullanılabileceği görüşünü savunmaktadır.

Orhan Okay, poetika konusundaki kitabı Poetika Dersleri’nde Ahmet Haşim, Orhan Veli ve Necip Fazıl’ın poetikalarını incelemiştir. Okay’ın poetika anlayışı, “şiirin ne olduğu üzerine düşünme” temellerine dayanır. O, poetikayı bir bilim olarak görmez. Her ne kadar poetikayı tanımlarken bilim sözcüğünü kullansa da bu durumu bilim yerine kullanılacak doğru sözcüğü bulamaması olarak açıklar. Ona göre poetika, “şiire dair her meseleyle uğraşan bir bilim alanıdır” (Okay, 2010: 17). Okay, bu tanımdan hareketle aslında poetikanın bir bilim olmadığını ama bilim olma yolunda olduğunu belirtir. Poetikanın özellikle estetiğe yaklaşan taraflarıyla felsefenin alanına daha çok nüfuz ettiğini vurgular (Okay, 2010: 18).

Alaattin Karaca, İkinci Yeni Poetikası adlı kitabında poetika ile ilgili birçok tanıma yer verir; ancak Karaca, çalışmasında poetikayı “şiir sanatına ilişkin teorik yazı ve yapıtları kapsayacak biçimde” (Karaca, 2005: 36) ‘en dar biçimi’ ile kullanır.

Bu görüş genel itibariyle Hakan Sazyek ve İsmail Çetişli tarafından da kabul görmektedir. Hakan Sazyek, poetikaya Todorov’un özerk bir disiplin bakış açısıyla yaklaşmaz. Ona göre poetika; “şiire ilişkin her türlü meseleyi genel ölçekte ele alan, bir başka deyişle bu meseleleri belli bir örneğe bağlı kalmadan irdeleyen bir bilgi dalıdır”

(Sazyek; 2000: 10). Bu anlamda Sazyek, özerk bir disiplin olarak görmediği poetikayı şiirin sınırlarını çizme ve şiire dair kurallar koyma noktasında da yetersiz görür. Poetikanın verilerinin görece farklı özellikler taşıması ve farklı bakış açılarının ve farklı yargıların çokluğu da Sazyek’e göre onun bilim olma konusunda güvenilirliğini sarsmaktadır.

Sazyek’in önemle üzerinde durduğu bir başka nokta ise; poetikanın sadece şairin şiir hakkındaki görüşlerini ele alan metinlerden oluşmasıdır. Şiir hakkında söz söyleyen herkes poetikanın içerisinde yer almaz. Başta belirtildiği gibi fâilin gözünden fiile bakan metinler, poetikanın nesnesidir.

İsmail Çetişli, şairin şiir hakkındaki görüşlerini ihtiva eden yazılar olarak tanımladığı poetikanın, “sanatkâr-eser ilişkisinin çok daha sağlıklı bir biçimde kurulmasına zemin hazırlayacağını” (Çetişli, 2010: 79) dile getirmektedir. Çetişli, poetikanın Türk edebiyatında yeni bir disiplin olduğunu ifade eder. Klasik Türk edebiyatında divan dibacelerini poetika örneği olarak değerlendirilebileceğini düşünmesine rağmen, kendisinin poetika ile kastettiğinin “şiir sanatının birçok problemini belli bir sistem ve bütünlük içinde” (Çetişli, 2010: 80) ele alan eserler olduğunu belirtir.

Adem Can, Cumhuriyet Devri Şiir Poetikası adlı çalışmasında poetikayı bir bilim olarak değil felsefi bir alan olarak görür ve“şiirle ilgili meseleleri ele alan felsefi bilgi alanı” (Can, 2012: 3) şeklinde tanımlar. Adem Can da Hakan Sazyek gibi poetikanın bilimin yöntemlerinden uzak ve bilimsel sonuçlara varma gibi bir amacının olmadığından bahseder. Bu yönleriyle poetika, bir bilim değil, şiir üzerine bireysel ve felsefi fikirler sunan bir alandır (Can, 2012: 4).

Ahmet Sarı ise poetikayı “Yazarın sanat hakkında düşünceleri vardır. Bu düşünceleri kabul ettiği estetik prensipler bütününü eserinde kullanırken, sahip olduğu düşünce poetik kelimesiyle ifade edilmektedir” (Sarı, 2003: 10) diye tanımlar. Bir anlamda poetika, şairin diğer şairlerden ayırıcı özelliğidir. İlhan Berk, Güzel Irmak11 adlı kitabında poetikasını açıkladığı bölümün başlığını “Şairin Kanı” olarak belirlemiştir. Nasıl ki bir insanın kanı diğerlerinden farklı ise, şairin şiir görüşü de diğer şairlerin görüşlerinden mutlaka farklılıklar arz eder.

11 İlhan Berk, ‘Şairin Kanı’ başlıkla bölümde kendi şiir poetikasını açıklar. Ayrıntılı bilgi için bkz: İlhan Berk, Güzel Irmak, Adam Yay., İstanbul 1998.

Abdülkadir Erkal, Divan edebiyatında 17. yüzyılın poetikasını anlattığı tezinde Todorov’un savunduğu, eserin edebîliği meselesini temel alarak şöyle bir tanım yapar: “poetika iki alan etrafında gelişim göstermektedir. Bunlardan biri teknik sanat, diğeri ise edebî felsefedir. Poetika her şeyden önce şiirin yapısı ve işleniş tarzı ile ilgilenir. Bu açıdan poetika şiirin ne olduğu, ne olmadığı ile ilgilenir. Felsefi açıdan bakıldığında ise estetiğin ön plana çıktığını görmekteyiz” (Erkal, 2009: 5). Bu tanım, poetikayı felsefeye yaklaştırır.

Selçuk Çıkla ise manzum poetikaları ele aldığı eserinde poetik metinleri “şairin şiirlerinde yansımasını bulan, şiirlerinin temel özelliklerini ele alan poetik görüşlerini dile getirdiği metinler” (Çıkla, 2009: 23) olarak tanımlamaktadır.

Turan Karataş, poetikayı; “Şiir teorileri üzerine söylenmiş/yazılmış derli toplu görüşleri, teorileri içeren yazı” (Karataş, 2004: 375) olarak tanımlar. Bu tanımda Karataş, özellikle şairlerin kendi şiirleri üzerine yazdıkları teorik yazılar üzerinde durur.

Filolojinin Oluşumu kitabında Süheyla Bayrav, poetikayı; “edebiyat metnini edebiyat yapan yanların aranması” (Bayrav, 1998: 179) olarak tanımlar. Poetikayı kullanan araştırmacının amacının metinlerin tipolojisini ortaya koymak olduğunu dile getiren Bayrav, poetikayı felsefi bir alan olarak görmez. Ona göre poetika, yeni kurulan bir bilim dalıdır (Bayrav, 1998: 179)

Yukarıda bahsedilen poetikayla ilgili tanımlar, poetikanın gelişimi ve çerçevesi hakkında bilgiler vermektedir. Bu çalışmada, poetika tanımlarından mümkün olduğunca yararlanılmaya çalışılacaktır. Ancak söz konusu tezde özellikle Todorov’un poetika tanımı ve teorisi temel alınacaktır. Bunun nedeni, yazarın poetikayı bütün yönleri ile bir disiplin olarak ele almasıdır. Todorov, poetikanın “tek tek yapıtları yorumlamaya karşıt olarak, anlamı adlandırmayı değil her bir yapıtın ortaya çıkışını yöneten genel yasaların bilgisine ulaşmayı” (Todorov, 2008: 37) amaçladığını vurgular. Poetika, bu yasalara ulaşırken diğer bilim alanlarından yararlanmak yerine edebiyatın kendi içinden yasalarla bir teori kurmayı amaçlar. Todorov kurulacak bu teorinin soyut ve içsel bir yaklaşım olduğunu ifade eder (Todorov, 2008: 37).

Todorov ayrıca poetikanın nesnesi olarak edebî yapıtı görmez. Mehmet Yalçın’ın da belirttiği gibi “söylem üstüne söylem” (Yalçın, 2010: 26) olarak adlandırabileceğimiz edebiyatın özgül söylemine dair bir teori sunmayı amaçlar. Bu edebiyat söylemi üzerine kurulacak olan teorinin temel amacı poetikanın ana unsuru olan edebîliği elde etmektir. Edebî metin, poetika için elbette ki temel kaynaklardandır.

Fakat poetika “bir yapıtın şu ya da bu parçasıyla değil betimleme, eylem ve anlatım diye adlandırdığı soyut yapılarla ilgilenir” (Todorov, 2008: 41). Poetika edebîliği ortaya çıkarma hedefinde olduğundan edebîliğe götüren bütün metinler de aynı zamanda poetikanın alanına girer.

Orhan Okay da poetikayı, şiirin ne olduğunu aramanın bir ilmi olarak görmektedir. O, “şiirin ilmini yapmak yerine, ne olduğu üzerinde düşünmek, hakkında söylenenleri dinlemek; şiirin gerçeğini, güzelini, hasını ve ona bu özellikleri veren inceliklerini aramanın” (Okay; 2010: 14) önemine dikkat çeker. Okay’ın burada bahsettiği şey Todorov’un edebîlik olarak ortaya koyduğu terimle örtüşmektedir.

Poetikayı bir bilim olarak gören Bayrav ise poetika biliminin konusunu “yeni bir retorik kurmak” (Bayrav, 1998: 180) olarak açıklar. Todorov gibi Bayrav da poetikanın, metnin her yönüyle değil onu sanat yapan yönleriyle ilgilenmesi gerektiğine değinir. Sanat eserini somut bir yapı olarak değerlendirmez. Ona göre sanat eseri, soyut kategoriler üzerine kurulmuştur. Bu soyut kategoriler üzerine kurulan nesneyi, poetika, eserin ortaya çıkışında yararlanılan usuller, davranışlar ve ortaya çıkan metnin oluşturduğu anlamı çözmeyi kendisine konu olarak seçmiştir (Bayrav, 1998: 181).

Poetikayla ilgili yapılan tartışmalarda bazı araştırmacılar bu alanı bir bilim olarak görmemekte ve estetiğe yaklaşan yönleri ile felsefeye daha yakın olduğunu düşünmektedirler. Bu görüşlerindeki en önemli dayanakları da hem şiirin bireysel olması hem de poetikanın nesnel kriterlere dayanan ölçülerinin olmamasıdır. Todorov ve bazı araştırmacılar ise poetikayı yeni yeni gelişmeye başlayan bir bilim dalı olarak görmektedirler. Bu dal, edebiyat biliminin bir alt dalı olarak kabul edilmektedir. Özellikle poetikanın, metnin ortaya çıkışında var olan edebîlik denen soyut kavramı, edebiyatın sınırları içerisinde kalarak açıklamaya çalışmasının bu alanın kendine özgü yasalarının var olduğu düşüncesini beraberinde getirmiştir. Poetika bir bilim olarak edebiyat metnini şerh etmenin peşinde değildir, onun amacı; sanatı sanat yapan yasaları ortaya koymaktır. Bunun için edebî eser poetika için bir araçtır; ama asıl amaç edebîlik denen soyut kavrama ulaşmaktır.

Poetika kavramının sınırları genelde “bir şairin kendi şiir sanatı üzerine kaleme aldığı teorik yazı” (Çıkla, 2009: 22) olarak çizilmiştir. Şairin kendi şiirini anlattığı, bir anlamda şiirini şerh ettiği metinler bu kategoriye girer. Ama poetik metni bununla sınırlamak bir anlamda şairin şiir görüşünü sınırlamaktır. Çünkü hem şairin şiirleri hem de şiir hakkında yazdığı bütün yazılar fâilin fiilini her yönüyle açıkladığı kaynaklardır.

Todorov, poetik okumaya sistemli bir şekilde yaklaşır ve onu; “yapıtın çeşitli parçaları arasındaki ilişkileri saptamak ve tanımlamak” (Todorov, 2008: 9) şeklinde açıklar. Bu anlamda poetik okuma, sistematik bir yakın okumadır. Bu sistematik yakın okumanın temel hedefi, metnin edebîliğini ortaya çıkarmaktır. Böylece belli dönemlerde edebî metin olarak kabul edilen eserlerin “edebiyat” olma nedenlerini incelemektedir. Bu sebeplerden dolayı yazarın ya da şairin diğer şairler ve şiirler ile ilgili görüşleri de poetikanın malzemesidir.

Poetika, sadece şiir teorisi için kullanılan bir terim değildir. Özellikle 20. yüzyılın başlarından itibaren diğer sanatlar için de kullanılmaya başlanmıştır. Orhan Okay, poetikanın gerçek anlamında şiir için kullanıldığını, diğer sanatlar için kullanıldığında mecaz manasının kastedilmiş olduğunu vurgular (Okay, 2011: 15). Poetika üzerine yapılan çalışmaların büyük çoğunluğunun şiir üzerine olması da bu durumu kanıtlar niteliktedir.

Benzer Belgeler