• Sonuç bulunamadı

Daha önce de belirtildiği gibi Aristo’nun Poetika adlı eseri ilk poetika örneği olarak kabul edilmektedir. Aristo’dan önce hocası Platon’un sanata dair yazdığı ‘diyaloglar’ vardır. Fakat bu ‘diyaloglar’ bir kuram oluşturmaktan çok “sanatsal etkinliği bilginin, ahlakın ve eğitimin nesnesi olarak ele alıp, sanatın taklitsel (mimetik) bir etkinlik olduğunu göstermek ve insanı gerçek bilgiden uzaklaştırdığını ileri sürerek felsefe karşısındaki güçsüzlüğünü kanıtlamak; hatta devlet-sanat ilişkileri üzerinde durarak daha çok sanatın sosyo-politik işlevini” (Karaca, 2010: 16) ortaya çıkarmayı amaçlamaktadır. Platon’un görüşleri her ne kadar Aristo’nun eseri kadar poetik bir nitelik taşımasa da, iki eser de poetikanın temel kaynakları olarak kabul edilmektedir.

Aristo ve Platon’un eserlerinden sonra poetik nitelik taşıyan bir başka eser, Horatius’un Ars Poetica’sıdır. 476 dizeden müteşekkil, manzum bir mektup olan bu eserde Horatius, “hem zekâya hem de güzel ve gerçek aşkına dayalı, aynı zamanda akla ve ruha değer veren yüksek, geniş, âri zevki önerir” (Sarı, 2006: 12). Aristo’daki taklit (mimesis) ve arınma (katharsis), Horatius’da fayda, mutlu kılma ve eğlendirme olarak ortaya çıkar. Poetikasında ölçülük, uygunluk ve estetik kavramları üzerinde önemle duran Horatius’a göre, şiir hem didaktik hem de coşkulu olmalıdır.

Klasik Çağın önemli düşünürlerinden Longinus ise eserinde retorik terimi üzerinde durur. Peri Hypsous adlı eserinde, sanat doğuştan mı gelir, yoksa sonradan

eğitimle öğrenilebilir mi tartışması yer alır. Longinus, eserinde şiir sanatı üzerinde durmamakla beraber iyi bir anlatımın özellikleri üzerinde durmakta, anlatımdaki kusurları ve kuralları saptamaya çalışmaktadır (Karaca, 2010: 18).

Klasik Çağ’da Aristo’nun Poetika adlı eseri de dâhil olmak üzere özgün bir poetikaya rastlanmaz. Bu dönemde verilen eserlerle amaç bir kuram oluşturmak değil, daha çok “sanatsal ya da dile dayalı söylemin genelde felsefe kapsamında bir sorun olarak” (Karaca, 2010: 18) ele alınmasını sağlamaktır. Poetika terimi sözü edilen dönemde sadece şiir sanatını karşılamaz. Taklide dayalı bütün sanatların oluşumuyla ilgili bir terim olarak ele alınır.

Ortaçağ, siyasal ve sosyal anlamda Batı’da kilisenin egemenliğinin hissedildiği bir dönemdir. Siyasal ve sosyal anlamdaki bu nüfuz ediş edebiyatı da etkilemiştir. Şiir, bu dönemde ilahi bir kaynağa bağlanmıştır. Bu dönemde de Klasik Çağ’da olduğu gibi salt bir poetik metinden söz edilemez. Özellikle kilise etrafında sanatsal yaratıma dair metinlerin ortaya çıktığını söylenebilir.

Ortaçağ’da poetika retoriğin alanı içerisinde değerlendirilmiştir. Kilisenin her alandaki etkisinden dolayı poetika din eksenli bir bakış açısıyla ele alınmış ama müstakil bir alan olarak ortaya çıkmamıştır. Umberto Eco, Ortaçağ sanatı ile ilgi yaptığı değerlendirmede; “Ortaçağ, estetik sorunlarından birçoğunu Klasik Antikçağ’dan miras almış; ama bu konuları Hristiyan görüşünün tipik insan, dünya ve Tanrısallık anlayışı içine yerleştirerek onlara yeni bir anlam vermiştir” (Eco, 1999: 17) tespitiyle şiirin çerçevesinin kilisenin kurallarına göre belirlendiğini, bundan dolayı da dini bir yapıya sahip olduğunu ifade etmiştir.

Ortaçağ’da Aziz Thomas, Aziz Augustinus, Mussato gibi isimler poetik görüşleri ile ön plana çıkmaktadır. Bu yazarlar, müstakil poetikaları olmamasına rağmen yapıtlarında poetikanın alanına giren konulara değinmişlerdir. Augustinus’un Kitab-ı Mukaddes yorumu ile beraber literatüre giren yorumsama, “kutsal metinleri nesne alarak bu metinlerin çevresinde gelişmiştir” (Erkal: 2009: 6).

Ortaçağ’ın skolastik düşünce ile kuşattığı Batı toplumu, Rönesans ile aklın ve bilimin egemen olduğu yeni bir toplum yapısına kavuşmuştur. Dogmatik anlayışın ve kilise baskısının kırıldığı bu yeni dönem edebiyat ve sanatta da değişiklikleri beraberinde getirmiştir. Rönesans dönemi sanatının en önemli özelliği, eskiye dönüştür. Bu yüzyıllarda Avrupa’da eski Yunan ve Roma sanatına olan ilgi artmış ve “Antik Çağ

sanatını yeniden canlandırmayı amaçlayan bir ‘Neoklasik Edebiyat (Klasisizm) ortaya çıkmıştır” (Karaca, 2010: 23).

Rönesans döneminde İtalyan yazar Jules-Cesar Scaliger, Aristo etkilerinin görüldüğü Poetique adlı yapıtında trajedi konusunu işler ve aynı zamanda trajedilerin dil özelliklerinden bahseder. Bu eserin yanında Fransız yazar Ronsard’ın Abrege de l’Art Poetique (1565), Jean Vauqelin de La Fresnaye’nin Art Poetique (1574) adlı çalışmaları bahsi geçen dönemde poetik nitelik gösteren kaynaklar olarak değerlendirilebilir.

Eski Yunan ve Roma sanatının hâkim olduğu bu dönemde poetika alanındaki en önemli eser Fransız şair Boileau’nun Art Poetique’dir. Şiir şeklinde yazılan bu eser, “şiir sanatının ilkelerini verdikten sonra iyi bir şair olmak için tabiatı taklit etmenin, kendisinden önceki edebiyat ile şiir dünyasını iyi tanımanın, çok çalışmanın ve aklı kılavuz tutmanın gerekliliği üzerinde durur” (Gür, Koçakoğlu, 2009: 87). Bu eser sadece şiir sanatına ait özelliklere değinmez Aristo’nun Poetika’sı gibi sanatın tamamını kapsayan konuları da barındırmaktadır.

Almanya’da Rönesans dönemi şairlerinden Martin Opitz, poetika türünün temel kitaplarından olan Alman Şiirinin Kitabı’nı yazmıştır. Martin Opitz poetikasında, “poetikayı kurallı ve şekillerle, yer yer Helen-Roman ve Alman şiirlerinden örnekler vererek ve bir öğretici poetika yazarak Almanlara öğretmeye çalışmıştır” (Sarı, 2006: 13). Opitz, eserinde Horatius’un Ars Poetika’sını temel almıştır ve Antik Yunan sanatına dönmeyi önermiştir. Alman şiirinde poetik metinlerin Martin Opitz ile başladığı belirtilir.

Rönesans döneminde poetik tarza yaklaşan yapıtların sayısı çoğalmıştır. Fakat bu dönemde de poetika sadece şiir sanatını kapsamaz, özerk bir disiplin değildir. Bazen felsefenin bazen de estetiğin alanında ele alınmıştır. Yazar ve şairler Rönesans döneminde poetika ile daha çok ilgilenmiş ve bu konularda yazılar kaleme almışlardır.

19. yüzyıl, Rönesans ile birlikte hüküm sürmeye başlayan akıl ve bilimin yerine romantizm akımının hâkim olmaya başladığı bir dönemdir. Klasisizme tepki olarak doğan romantizm, bireysel duyguların ön plana çıkarıldığı bir anlayışı savmuştur. Bu dönemde şiir sanatı müstakil bir alan olarak kendini göstermeye başlamıştır.

Klasisizmin aklı önceleyen ve kuralcı bir yapıya sahip olan anlayışına tepki olarak doğan romantizm, aklın yerine coşkuyu, kuralcılığın yerine de özgür anlayışı benimser. Zikredilen anlayışı duyurabilmek için de poetik metinler kaleme alınır. Victor

Hugo ve Lamartine’nin romantizmin ilkelerini ortaya koymak için yazdıkları önemlidir. Victor Hugo’nun Odes et Ballades ve Crownell Ön Sözü, Lamartine’nin Destines de la Poesie adlı eseri bu dönemin önemli poetika metinleridir. Kaleme alınan bu metinler bilimsel bir amaç gütmekten çok, şair ve yazarların kendi düşüncelerini içeren sübjektif poetik metinlerdir (Gür, Koçakoğlu, 2009: 88).

19. yüzyıl, edebî akımların da etkisiyle poetikanın giderek özerkleştiği bir dönem olmuştur. Edebî akımların ilkelerini ortaya koymaya çalışan yazar ve şairler poetik metinler yazmışlardır. Özellikle romantizm etkisindeki yazar ve şairler eskiyi yıkıp yerine kendi anlayışlarını inşa etmek için poetik metinler kaleme almışlardır. Poetika metinleri bu yüzyılda “bilimsel söylemden çok serbest bir söyleme dayanan sübjektif poetikalar” (Karaca, 2010: 27) olarak kendisini göstermiştir.

20. yüzyıl, 19. yüzyıl ile birlikte ferdiyetçi bir tutum izleyen poetikanın özerk bir disiplin olarak görülmeye başladığı bir dönemdir. Yeni Eleştiri kuramı sayesinde poetika, edebiyat araştırma yöntemi olarak kabul edilmeye başlanmıştır (Todorov, 2008: 22).

20. yüzyılda özerk bir alan haline gelmeye başlayan poetikanın tanımı da değişmiştir. Her ne kadar edebiyat ve sanat türlerinin hepsi için kullanılan bir terim olarak kabul edilse de dar anlamıyla şiire ilişkin konuları ele alan yapıtlar için kullanılmaya başlanmış, aynı zamanda edebiyatı/edebîliği inceleyen bir bilim dalı olarak tanımlanmıştır (Karaca, 2010: 29). N. Veselovski’nin bu asırda ortaya attığı ‘Tarihsel Poetika’ kavramı dikkat çekicidir. Veselovski bu yöntem ile amacının edebî tür ve biçimlerin meydana gelmesinde tarihsel ve toplumsal yönlerin saptanması olarak açıklar. Böylece edebiyatın bilimsel tarihini oluşturmayı amaçlamaktadır. Veselovski edebî metinlerden yola çıkarak metin merkezli bir kuram oluşturma niyetindedir.

20. yüzyılda da poetik metinler bilimsel olma hüviyetinden uzaktır. Bu dönemde Sartre’nin Edebiyat Nedir?12 ve Maurice Blanchot’un Yazınsal Uzam13 ile Gelecek

Kitap adlı eserleri akademik olmayan ama poetik nitelik taşıyan eserlerdendir.

Poetika, bu yüzyılda özellikle Yapısalcılığın etkisiyle edebiyatı konu edinen bir bilim dalı haline gelmiştir. Bilhassa Todorov’un Poetikaya Giriş adlı eseri ‘Tarihsel Poetika’ ve ‘Biçimcilik’ olarak adlandırılan edebiyat araştırma yöntemlerini de

12 Jean Paul Satre, Edebiyat Nedir?, çev: Bertan Onaran, Can Yay., İstanbul 2005.

poetikanın alanına dâhil ederek bu alanın günümüzde geldiği noktayı en iyi açıklayan kitaptır.

Aristo’nun Poetikası’ndan itibaren, poetika terimi yüzyıllar boyunca çeşitli değişimler yaşamış ve en sonunda özerk bir disiplin haline gelmiştir. Poetikanın özerk bir disiplin haline gelmesinde hem sanatsal ve edebî tartışmaların hem de sadece şiir üzerine yapılan yorumların giderek derinlik kazanmasının bir etkisi görülmektedir. Nitekim Aristo’dan itibaren poetikanın sınırları ve kapsamıyla ilgili ortaya atılan görüşler, söz konusu disiplinin hâlesini genişletmektedir.

1.3. Doğu Edebiyatında Poetika

Benzer Belgeler