• Sonuç bulunamadı

Plebler ve patriciler arasındaki mücadelenin sonuçlanması: Koşulların eşitlenmesi, tek bir köle sahibi

KLANIN KALINTILARININ ORTADAN KALDIRILMASI VE ROMA’DA SINIFLI

I. Pleb ayaklanması ve pleb örgütlenmesinin başlangıcı

4. Plebler ve patriciler arasındaki mücadelenin sonuçlanması: Koşulların eşitlenmesi, tek bir köle sahibi

sınıfının oluşumu, devlet aygıtının örgütlenmesi.

Decemviri Legibus Scribundis’ten (yasaları yazı ile saptamak için kurulan on kişilik komisyon) sonra, belki de klientlerin de saflarına katıldığı plebler, sınıflarının zaferiyle sonuçlanan mücadelelerini sürdürdüler.

İlkin pleb sınıfının üst katmanının lehine olan yasalar kabul edildi. 445 yılında, tribunus Canuleius’un girişimiyle oylanan yasa patriciler ve plebler arasındaki evliliğe izin verdi. 444 yılından itibaren, plebler consulatus’a (consul’lük) göz dikince, consullerin bütün yetkilerine sahip olan ama senatusa girmeyen, consul yetkileriyle donanmış (genellikle altı kişi) asker trubunuslar seçilmeye başlandı. 390 yılından itibaren ve 367 yılına kadar, askerî tribunusluk, consullüğün hemen hemen tamamen yerini aldı. Bu yüksek memurlar arasında zorunlu olarak birçok pleb vardı.

Bununla birlikte, patriciler siyasal ayrıcalıklarını inatla savunuyorlardı. Böylece, 443 yılından itibaren, beş yılda bir

on sekiz ay içinde iki censor (sensor) seçilmeye başlandı;

konsüllük görevinde bulunanların en seçkinleri arasından seçilen censorlar, sınıf ayrımlarını yapabilmek için, yurttaşları ve mallarının sayımı işiyle görevliydiler. Sayım Mars Alanı’nda (Campus Martius) toplanan halkın önünde yapılıyordu. Bütün mal bildirimleri titizlikle denetleniyor ve yurttaşların hal ve gidişine özel bir önem veriliyordu.

Kınanacak bir davranış (özentili ve sefih bir yaşantı, vb.) bir sınıf gerilemesine yol açabilirdi. Gencorlar, senatus listesini yapıyor ve “yaraşmaz”ları listeden çıkartabiliyorlardı.

Gencorların törelerin denetimini ilişkin bu çok geniş yetkileri, patrici sınıfının elinde, toplumsal ilerlemeyi engelleyecek güçlü bir araç durumuna geldi. Ayrıca, kamu toprakları ve madenleri, yol, su kemeri, kamu binası, vb. yapımıyla ilgili bütün sorunlarla yargı yürütme yetkisi de kısa bir süre sonra censorlara verildi. Bunun sonucu olarak, işadamlarının önemli bir bölümü censorlara bağlanmış oldu ve bu da censorlara, patrici sınıfının en tehlikeli siyasal rakibi olan pleb sınıfının girişimci üyelerinin siyasal etkinlik ve davranışları üzerinde etki yapmak olanağı verdi.

Pleb sınıfının aşağı katmanlarına gelince, onlar da toplumsal ve ekonomik bağlamda bazı başarılar kazanmışlardı. Yeni ele geçirilen toprakların dağılımı daha sık yapılıyordu. Örneğin, 393 yılında Veii kentinin alınmasından sonra senatus, bu kentin topraklarının plebler arasında adam başına yedi jugerum olmak üzere dağıtılmasına karar verdi.

Galler’in yıkıcı istilasını (387) izleyen yıllarda mücadele en şiddetli noktasına ulaştı. Kaynaklarımız bu dönemle ilgili olarak “anarşi” deyimini kullanmaktadırlar. Patriciler, halk hareketini, uzun süre diktatörlük olanağını kullanarak boş yere kırmaya çalıştılar ve 367 yılında, dictator ve senatus, iki

tribunusun –C. Licinus Stolon ve L. Sextius Lateranus–

hazırladıkları ve iki sınıfın, lehinde ve aleyhinde, uğruna on yıldır kıyasıya mücadele ettikleri yasa tasarısını onaylamak zorunda kaldılar. Licinia ve Sextia yasası pleblerin programının üç temel noktasına dayanıyordu: Tarım sorunu, borçlar sorunu ve siyasal sorun. İlk önce, bu yasa uyarınca, bütün Roma yurttaşları kamu topraklarından yararlanma hakkına kavuştu, bu alandaki patrici tekeli kaldırıldı ve sınırlandırmalar getirildi. Geleneğin belirttiğine göre, 500 juerum’dan fazla toprak işgal edilmiyor ya da 500 baştan fazla hayvana sahip olunamıyordu, ama çok yüksek olan bu sayılar gerçekle bağdaşmıyor. İkincisi: Borçlunun ödediği faizler borç ödemesine sayılıyordu. Nihayet, consul yetkisine sahip askerî tribunusluk kaldırıldı ve biri zorunlu olarak pleb sınıfından olmak üzere bir yıllığına iki consul seçilmeye başlandı.

Aynı zamanda, patrici sınıfına bir ödül olmak üzere, patricilere ayrılmış ayrı bir adli görev kurmak için praetorluk (yüksek Roma memuriyetlerinden ikincisi) consulluktan ayrıldı. Başlangıçta sayıları iki olan praetorlar, consullardan sonra geliyorlardı. Patriciler için yeni bir yüksek memurluk, aedilis curulis (“curul aedilleri” yani senatoda fildişi –curul–

sandalye hakkı olan) kuruldu: Bunlar dinsel bayram ve halk oyunlarının düzenlenmesi ve kentte düzeni sağlamakla görevliydiler. İki yıl sonra, 365 yılında, curul aedilliği yolu pleblere de açıldı; plebler daha sonra praetorluk ve aralarında dıctatorluk da olmak üzere bütün görevlere gelmeyi başardılar.

Yoksul plebler, 357 yılında, en yüksek faiz oranını %10 olarak saptattılar ve nihayet 326 tarihli ve borç için kölelikle

ilgili poetelia yasası iptal edildi ve daha önce bu nedenle köleliğe indirgenmiş Roma yurttaşları özgürleştiler.

Böylece, bu mücadelenin sonucu olarak, eski Roma toplumunun kalıntılarının çoğu ortadan kaldırıldı; patriciler ve plebler artık bir tek egemen sınıfı, özgür Roma yurttaşları sınıfını (cives Romani) oluşturdular. Yurttaşlar artık aile kökenleri nedeniyle değil, ama servetleri ve görevleri dolayısıyla ayırtediliyorlardı. Bundan sonra artık “pleb”

kavramı, kentin yoksul nüfusunu ve özellikle de yerli kentlileri (plebs urbana) tanımlamaya başladı. Patrici ve pleb sınıflarının üst katmanlarından gelen yeni aristokrasi sınıfı kendisini soylu sınıf (nobilitas) ya da soylular (nobiles) olarak tanımlamaya başladı, yani “tanınmaya layık”, “ünlü”

(nobiles), daha sonra da “en iyiler” (optimati) sıfatlarını kullanmaya başladılar. Her Roma yurttaşı, yüksek memurluğa ulaşmayı başarırsa, kökeni ne olursa olsun soylu olabiliyordu.

Ayrıca köle (servus) sınıfı oluşuyordu: Ekonomik nedenlere dayanmayan, doğrudan tutuklulukla (savaş tutsakları, haydut ve korsan tutsakları, vb.) ilgili kölelerin oluşturduğu sınıf. On İki Levha Yasası’nda köleler ve azatlılar birçok kez anılırlar.

Bu tür yabancı tutsak tam anlamıyla bir mülk idi; savaş ya da eşkıyalık yoluyla elde edilen her ganimet gibi ele geçiren kişinin malıydı; mübadele edilebilecek, satılabilecek, yok edilebilecek bir nesneydi. Daha sonraki dönemlerin Roma hukukunda bile “Köle ya da hayvan” koşutluğuna rastlanmaktadır. M.Ö. V. ve IV. yüzyıllarda, doğal ekonomi henüz geniş ölçüde devam ettiği için, Roma’da ev köleliğinin egemen olduğunu varsaymamız gerekmektedir.

Roma’da sınıflı toplumun kurulmasıyla, yönetim aygıtı biçimini aldı. Askerî yapısı ve saymaca demokrasisi bu köleci devletin en önemli özellikleriydi.

Bu devlette, iktidarın “Roma halkı”ndan, özgür Roma yurttaşlarının tümünün oluşturduğu topluluktan kaynaklandığı kabul ediliyordu. Bütün önemli sorunlarda, “halkın onayına başvurmak” gerekiyordu. Ama gerçekte, Roma’da yönetim halk yönetimi olmaktan uzaktı. İlkin, halk meclisinin kararları ancak genel yönerge (talimat) niteliğindeydi ve ayrıca, ancak magistratusların (yüksek memurların) önerisi üzerine alınıyordu bu kararlar. Halk meclisi hiçbir şekilde yönetim işlerine ve güncel politikaya müdahalede bulunamıyordu.

Sonra, üç halk meclisi biçiminin en demokratik olanı comitia tributa’lar bile, gerçekte, orta ve büyük toprak sahiplerinin çıkarlarını temsil ediyordu, çünkü IV. yüzyılda bunlar 17 kırsal ve 4 kentsel tribuslardan oluşuyorlardı ve zaten küçük çiftçiler, başka bir deyişle köylüler, seçimlere katılıp oy vermek için Roma’ya pek ender geliyorlardı. Comitia centuriata’lar vergi ilkesine dayanıyorlardı ve çoğunluğu orta ve yüksek sınıfların 98 centuriası sağlıyordu. Nihayet, comitia curiata’lar, centuria meclislerinin aldığı kararları onaylamaktan başka bir şey yapmıyordu. Halkın iradesini çarpıtmak için bir yığın olanak vardı. Üstelik, kuş falcılığı yapan yüksek memurlar, bütün kararları askıya almak ya da iptal etmek ve hatta meclisi dağıtmak için her zaman bir dinsel dayanak (uygunsuz bir kehânet, vb.) bulabiliyorlardı.

Yüksek memurlar (magistratus’lar) Roma devlet yaşamında daha önemli yer tutuyorlardı: 2 consul, 2 (daha sonra 4) praetor, 2 censor, 2 aediles curulis (curul aedilis’leri), 4 questor, 10 halk tribunusu, 2 pleb aedilis’i, birçok komisyonun ve özel kurulun (para basmak, geceleyin kentin korunması, vb.) üyeleri.

Yönetimin gücünü oluşturan yüksek memurluk görevi, içine

“yeni insan” girmesine karşı koyan yeni “mevki”

aristokrasisinin, nobilitas’ın dışarıya kapalı küçük bir grubunun tekelinde bulunuyordu. Devlet hizmetleri

“bedavalık” ilkesine dayanıyordu, yani görevliler hizmetleri karşılığı olarak ücret almıyordu; ikinci bir ilke olarak, bir üst göreve geçebilmek için bir altındaki görevi yapmak gerekiyordu. Ayrıca, bir görevden başka bir göreve yükselmek için gereken süreye ve yaş durumuna çok dikkat ediliyordu. Örneğin, daha önceki bütün aşamaları geçtikten sonra, ancak 43 yaşından itibaren consul seçilebiliniyordu.

Böylece, Roma soylu sınıfı, üyeleri bütün görevleri kendi aralarında paylaşan kapalı bir oligarşiye dönüştü ve “yeni bir insan”ın aralarına girmesi çok zordu.

Ayrıca, Roma devletinin gerçek efendisi artık ve hiç kuşkusuz senatus (senato) idi. Hazine, senatonun elindeydi ve bunun sonucu olarak da generaller senatoya bağımlıydılar, çünkü onun buyruğu olmadan erzak sağlanması, lejyon askerlerinin ücretlerinin ödenmesi olanaksızdı. Ekonomiyle ilgili bütün önlemler de senatoya bağlıydı. Ayrıca, yüksek memurlara görev ve yüksek görevlerini senato veriyordu;

“proconsul”, “propraetor” sıfatları vererek yıllık görevlerini uzatabilirdi; bunların raporlarını senato inceleyip onaylıyordu, başarı ya da başarısızlıklarına karar veren de senatoydu.

Senatörler praetor mahkemeleri ve öteki mahkemelerde savcı ya da yargıç yardımcısı olarak bulunabilirlerdi. Senato, elçilik kurulları gönderip elçilik kurullarını kabul ediyor, antlaşmaları onaylıyor ya da bozuyordu. Hiçbir yüksek memur, senatonun ön onayını almadan, Halk Meclisi’ne yeni bir yasa tasarısı ya da önlem önermeye cesaret edemezdi.

Senato, halk tribunuslarının kendisi için tehlikeli olan yetkilerini, bunları kendi içine alıp, kendi üyesi yaparak yol etmeyi başardı.

Çok belirgin askerî nitelik, savaşçılığı çiftçiliğinden geri kalmayan savaşçı köylülerin siyasal örgütü olan Roma devletinin bir başka özelliğiydi. Roma ordusu temelde köylü ordusuydu, çünkü census’un (vergi takdirinin) dayanağı toprak mülkiyetiydi ve lejyonu asker census’la orantılı olarak alınıyordu. Hali vakti yerinde bir kentli, toprağı yoksa savaşçı olmayan kesimlerde hizmet görebilirdi. Atlılar sınıfı, basit köylülerden çok daha zengin olan ve onurlu “süvari” unvanını taşıyan toprak sahiplerine ayrılmıştı. IV. yüzyıl savaşları, kesin bir biçimde, komşulara sürekli saldırarak mal ve maddi servet elde etmeyi amaçlayan bir zanaat niteliği kazandı.

Bunun sonucu olarak bütün önemli magistratuslar (censorların ve tribunusların dışında) her şeyden önce, komutanlık yapan ve silah bırakışımı ve savaşlar arasında kalan boşluklarda, sivil görevleri ancak ek iş olarak üstlenen askerî şefler olarak kaldılar. Bizzat senato, sanki askerleşmiş Roma devletinin Genel Kurmay görevini yürütüyordu; halkın bütün öteki işleri ve gereksinimleri, sistemli bir şekilde, savaşın gündelik gereksinimlerine bağlanmıştı. Bütün bu koşullar Roma halkının geleceği üzerinde büyük bir etki yaptılar ve tarihinin daha sonraki dönemini, İtalya savaşları, sonra yarımada dışı fetihler ve Roma Akdeniz İmparatorluğu dönemlerini belirlediler.

16 F. Engels, I’Origine de la famille, de la propriété privée et de l’Etat, p.119.

KIRK ALTINCI BÖLÜM

İTALYA’NIN FETHİ VE ROMA İTALYA