• Sonuç bulunamadı

Ataerkil klana geçiş. Latium ve Roma’nın kökenleri

ESKİ İTALYA

2. Ataerkil klana geçiş. Latium ve Roma’nın kökenleri

Ekonomideki ilerlemeler, avcılık, balıkçılık ve kadınların yaptığı çapa tarımının, yavaş yavaş, erkeklerin yaptığı büyükbaş hayvancılığa ve sapan tarımına yol açtı. Bu olgu, eski avcı ve balıkçı topluluklardan daha az yaygın güç birliği gerektiren, daha dar sınırlı ekonomik birliklerin oluşumunu kolaylaştırdı. Bunun sonucu olarak, Bronz Çağı’nın doruk noktasında, Anaerkinin yerini ataerki aldı. İtalya’nın tarım ve hayvancılığa uygun koşulları nedeniyle, ataerki çok erken zamanda ortaya çıktı ve çok uzun süre var gücüyle devam etti. Latium’un, özellikle de Roma’nın ataerki toplumunun örgütlenmesine ilişkin bilgilerimiz var.

Bataklık ve engebeli bir ova olan Latium (2.000 kilometre kare dolaylarında) İtalya’nın batı kıyılarının ortasında bulunmaktadır. Buraya yerleşmeye gelen Latinlerin ataları, uygarlık düzeyi bakımından, buraya kendilerinden önce gelmiş olan Apenninler uygarlığının temsilcilerinden daha aşağıda bulunuyorlardı. Drenaj çalışmalarını bıraktılar ve bataklıklar genişledi; erken dönemlerin Latinleri tepeler üzerinde sefil kulübelerde yaşıyorlar ve en kurak vadilerde hayvancılık ve ilkel tarımla uğraşıyorlardı (geleneğin aktardığına göre, kendilerine bağlı bölgelerle birlikte otuz yerleşim yeri vardı). Bunların arasında en önemlisi, Jupiter Latiaris (Latin Jupiter) ortak bayramı için otuz kanton halkının toplandığı ve dinsel merkez olarak kabul edilen Albalonga’ydı.

M.Ö. 1000 yılına doğru kurulan, Etrüsk ve Sabin ülkesi sınırında bulunan, en kuzeydeki Latin kasabası daha sonra

Roma adını aldı. Tiber’in ağzına yirmi kilometre uzaklıkta, nehir boyunca uzanan bir tepe dizisinin üzerine kurulmuş, sık bir orman ve çamurlu bataklığın ortasına dağılmış yedi çoban köyüdür. Roma, Palatinus tepesi üzerinde ortak kale düzenleri olan bu “Yedi tepe”, çok erken dönemlerde bir konfederasyon oluşturdu. Velia adlı en yakın tepenin üzerinde ortak ataların (“penatlar”: Evlerin kilerinde yaşayan ev tanrıları) ve halk ocağının tapınağı, “Vesta” bakirelerinin sürekli ateş yaktıkları yuvarlak Vesta tapınağı yükseliyordu. Arkeoloji ve dilbilim, bize Roma’nın başlangıçlarını bu gösterişsiz görünümler altında sunmaktadırlar. Roma’nın kökenleri çağcıl bilimsel eleştirinin ışığında, Remus ve Romulus tarafından kurulmasıyla ilgili çok sayıda ilginç söylenceler, rahiplerin uydurmaları ve ilkçağ biliminin, özellikle de M.Ö. III. ve II.

yüzyıl Grek tarihçilerinin saf yürek varsayımları olarak görünmektedir. Roma’nın kuruluşunu 754 ve 753 tarihleri arasına yerleştiren, Caesar’ın çağdaşı, Romalı bilgin Varro’nun hesaplarına, daha sonra gelen tarihçiler uzun süre ve haksız yere saygı duydular.

Sonradan Roma’yı oluşturacak olan köyler, deniz gemilerinin Aventinus tepesine kadar gelebildiği, Latium’un tek büyük nehri olan Tiber kıyılarında bulunuyordu. Ayrıca, kıyının tuzlu bataklıklarına ulaşan eski Via Salaria (yolu) Palatinus’un eteklerinden geçiyordu ve çok eski zamanlarda, Tiber üzerine, kazıklar üzerine bir tahta köprü kurulmuş ve bu köprü, daha sonra Roma’nın en önemli papazlar birliği olacak olan “pontifex”ler (köprü kurucular) kurulunun koruma ve bakımına verilmişti. Sabin tüccarlar, komşu tepe Quirinalis’i kendilerine mekân seçmişler ve burada kıyıya egemen olan Kapitol (Capitolium) tepesinin üzerine kendi kalelerini dikmişlerdi. “Yedi Tepe”, bu uygun konum sayesinde, VIII.

ve VII. yüzyıllardan başlayarak, bölgenin en güçlü kasabaları, Latin halklarının askerî ve dinsel merkezi durumuna geldiler ve topraklarını genişlettiler; Quirinalis’teki Sabin yerleşim yeri güvenlik gerekçesiyle “Yedi Tepeler” kentine katılıp birleşti ve Aventinus’daki Ligur kasabasına güç kullanarak boyun eğdirildi; sonra, söylencenin aktardığına göre, Albalonga ele geçirilip yıkıldı ve Juppiter Latiaris bayramının başkanlığı, yükselmeye başlayan ve bazı tarihçilerin tahminine göre, o sıralar konfederasyon üyeleri arasında Velia adıyla anılan ilk Roma’ya geçti.

3. Roma klanı. Patriciler ve Klientler. Plebler. İlkel Latium’un toplumsal örgütlenmesi, belirgin bir ataerkil özellik göstermektedir. Roma halkı, çok eski zamanlardan beri, kapalı bir ekonomi, yani yalnızca hayvancılık yapan bir klanlar (gentes: gens’ler) ortaklığı yaşıyordu. Hayvan sürülerinin ve ortakların ortaklaşa kullanılması bu

“çobanlar”ın topluluklar halinde birleşmesine katkıda bulundu ve bu nedenle toprak da klanın ortak mülkü, ana-babadan kalan malı ya da vatanı (patria) kabul edildi. Özel mülkiyet, ataerkil dönemin başında, hayvan, silah, ziynet eşyası, ev aletleri fazlası ve 2 jugerum’luk (1/2 hektar kadar) küçük bahçe–bostanla sınırlıydı. Hiçbir Gens’in malı olmayan kullanılmayan topraklar bütün halkın malı (ager publicus:

Devlete ait arazi) sayılıyordu; herhangi bir Gens’in üyeleri bu toprağı tarıma açmak ve böylece kendi possessio’larına (zilyetlerine) almak için, occupatio (işgal) edebilirlerdi.

Ataerkil topluluğun bir başka birleştirici gücü de, Gens’in silah taşıyabilecek durumda olan bütün üyelerinin, o zamanlar özel bir ekonomik etkinlik biçimi olan savaşa (ganimet ve özellikle hayvan ele geçirmek için komşulara baskın yapmak,

düşman saldırısını püskürtmek için silaha sarılmak) katılma zorunluluğuydu. Öç almak da klan milislerinin görevleri arasında bulunuyordu.

Tıpkı anaerkil toplulukta olduğu gibi, ideolojik bir etken ataerkil klanın birleşmesine katkıda bulunuyordu: Mitossal mezarı, genel olarak, Gens’in bütün üyeleri için kutsal bir yer, klanın yeraltı mezarlığının ve atalar kültünün merkezi olan ortak atanın soyundan gelenlerin bozulmaz kardeşliği düşüncesiydi bu ideolojik etken. Gens’in bütün üyeleri, kökenlerini kanıtlamak için aynı ortak adı taşıyorlardı:

Jule’nin soyundan gelenler, Julii (ler); Clausus’un soyundan gelenler Claudii (ler) adını alıyordu.

Yaşlı’nın ya da Pater Familias’ın, bütün gens üyeleri üzerinde, hayat ve ölüm hakkı da aralarında olmak üzere, mutlak bir yetkisi vardır. En eski zamanlarda, yeni doğan çocukları gense kabul ediyor, kızları kocaya ve erkek çocukları köle olarak satılıyor, ataların geleneklerini çiğneyenleri sürüyor ya da cezalandırıyor, ortak mal ve emeği canının istediği gibi, denetimsiz kullanıyordu. O dönemde

“dıştan” olan evlenme (exogamique), nişanlının kaçırılması ya da satın alınması yoluyla oluyordu; klanın yabancısı olan evli kadınlar eski gens adlarını koruyorlar ve hiçbir haktan yararlanmıyorlardı.

Üretim güçlerinin gelişmesi ve savaş ganimetlerinin birikmesi sonucu özel mülkiyetin büyük ölçüde yaygınlaşması, gensler arasında bir servet farklılaşmasına ve ayrılıklara yol açtı; genslerin bir bölümü “büyük” (söylenceye göre 100 tane), bir bölümü ise “küçük” (V. yüzyılda 160 adet) olarak tanımlandılar. Gens içinde de temel ilke olan eşitlik bozuldu. Başkanları (patres), başkanların kardeşleri, oğulları ve soyundan gelenler, artık doğuştan soylu bir sınıf

oluşturdular ve patriciler (patricii; “babalar”ın –patres–

çocukları) adını aldılar. Gens içindeki ayrıcalıklı yerlerinden yararlanan patriciler, gensin tapınakları gibi o zamana kadar ortak mülk olan topraklara ve başka mülklere sahip çıkmaya başladılar. Gensin öteki üyelerin, kendi buyrukları altına girmiş “klientler” durumuna indirgediler; klientler, topraklarını patricilerden almak ve onları (babanın yerini tutan) “efendiler”i saymak, onlara hizmet etmek, buyruklarında savaşa gitmek, tutsak olurlarsa fidye ödemelerine, kızlarına çeyiz hazırlamalarına yardım etmek zorundaydılar. “Patronlar”a gelince, klientlere adil bir şekilde yardımda bulunmayı ve kısacası, her alanda koruyucuları gibi davranmayı üstleniyorlardı. Yabancılar ve azadlılar da aynı şekilde, gens içinde, klient sayılıyorlardı.

Bu farklılaşma, klan düzeninin yıkılmasının ilk belirtisi oldu.

Başlamış olan çöküş sürecinin daha belirgin işareti, klientlerden daha kalabalık olan ikinci bir alt katmanın, yani pleb sınıfının ortaya çıkmasıydı. Tarihçiler, ilkel Roma halkının bu kesiminin kökeni ve yaşam koşullarıyla ilgili olarak değişik düşüncelere sahipler. Boyundurluk altına girdikleri sırada galiplerden daha yüksek bir kültür düzeyinde bulunan, ama fetihten sonra büyük ölçüde sarsıntı geçiren eski Latium halkının, pleblerin çoğunluğunu oluşturduğu sanılıyor. Bu temel öğeye, İtalya’nın çeşitli yerlerinden kolonlar katıldılar. Klan düzenine sahip bulunmayan plebler, topluluk düzeninde değil, özel ekonomi, aile ekonomisi düzeninde yaşıyorlardı. Pleb ailelerinde kadınların çok daha bağımsız konumları vardı; patricilerle pleblerin evlenmelerinin yasaklanmasının nedeni, belki de, bu durumdu. Plebler, atalar kültünü bilemiyorlardı; en önemlisi

tanrıları, tapınağı surların dışında, Aventius tepesi üzerinde yükselen bolluk tanrıçası Ceres idi.

Plebler, ataerkine oranla çok daha ağır bağımlılık durumunda bulunuyorlardı. Plebler, genel olarak, küçük çiftçiydiler; aralarından bazıları, ayrıca, zanaat mesleklerinden birini ya da küçük ticaret yapıyordu.

Otlakları, işlenmeye elverişli toprakları bulunmadığı için, patricilerin kiraya verdikleri ager publicus (bu devlet topraklarını yalnızca patriciler edinebiliyorlardı) parçalarını onlardan kiralamak zorundaydılar; patriciler, bazen, tohum ve hayvan, vb., yardımında bulunuyorlardı. Her kötü hasat, her yakıp yıkan istila, ya da başka bir felaket, borcunu ödeyemeyen pleb çiftçinin alacaklısının kölesi durumuna gelmesine neden oluyordu. Ve eğer birden fazla alacaklı varsa, On iki Levha yasasına göre (III, 6), bu alacaklılar,

“borçlunun vücudunu paylaşabilirler”di, “şu ya da bu şekilde parçalara ayırmaları kendilerini suçlu durumuna sokmaz”dı.

Ayrıca, plebler, Engels’in belirttiğine göre, üzerinden bir

“vergi” alınan “kişiler” sayılıyorlardı. Genslerin milislerinde yer almadıkları için, savaş ganimeti paylaşımına katılamıyorlardı. Bu nedenle, eski yazarlar, patricilerin sultası altında pleblerin “köle durumu”na indirgenmiş olduklarını yazmaktadırlar.

Roma toplumunun ve büyük bir olasılıkla, M.Ö. I. binin başlarında, ilk Latin ve İtalik toplumunun ayırt edici özellikleri bunlardı; anaerkil klanın gelişmiş düzeni, ataerki, buna bağlı toplumsal katmanların ortaya çıkışı:

Mülksüzleşmiş ikinci sınıf akrabalar, klientler ve her zaman köleleşme tehditi altında bulunan “atasız” plebler.