• Sonuç bulunamadı

Kölelerin sömürülmesinin biçim ve yönetimleri

GELİŞMESİ

3. Kölelerin sömürülmesinin biçim ve yönetimleri

Tecimsel ekonominin gelişmesi nedeniyle, köle işçiliğinin sömürüsü, Romalılarda gelişiminin doruk noktasına ulaştı.

Varro, “böğüren araçlar”dan ve “dilsiz araçlar”dan ayırt etmek için köleyi “konuşan araç” olarak tanımlıyordu. Ölüm, kaçma ya da yaralanma yüzünden bu “konuşan araç”ı yitirmekten korkan Romalı efendiler, bunlardan mümkün olan en yüksek kârı sağlamaya çalışmanın dışında, satın almak için ödedikleri parayı en kısa zamanda çıkarmanın çaresini arıyorlardı. Bu nedenle de köleleri güçlerinin son sınırına kadar zorluyorlardı.

Bu acımasız sömürü en başta, Roma kölelerinin çoğunluğunu meydana getiren tarım kölelerinin (familia rustica) sırtına biniyordu. Cato, 160 yılına doğru yazdığı tarım kitabında, kâhyaya, (villicus) tatil günü falan

dinlemeyip köleleri alabildiğine çalıştırmasını öğütler. Köleler yılda ancak iki kez, “Campitalia” (Ocak başı) ve “Saturnalia”

(Aralık sonu) bayramlarında çalışmıyorlardı. Küçük toprak parçalarının çok hesaplı yönetimi sayesinde, artı-değer’in dışında, yaşamaları için gerekli olan üretim payının bir bölümü de kölelerin elinden alınıyordu ki bu da ek bir sömürü biçimiydi. Köleler sürekli açlık çekiyorlardı. Bir kölenin ortalama aylık yiyecek tayını, kendilerinin dibekte dövüp ekmek yaptıkları ya da haşlayıp yedikleri 25-30 kilo (4-4,5 modius) sert buğday, yarım litre zeytinyağı ve yarım kilo tuzdu (Cato, Tarım üzerine, 56-59). İçecekleri, beş gün boyunca bir sopayla karıştırılarak kaynatılan, suyu bol ekşi üzüm şırasıydı (Agy. 104). Köleye giysi olarak yılda bir gömlek, iki yılda bir kısa palto veriliyordu. Eski paçavraları yorgan yapmak için ellerinden alınıyordu. Ayrıca iki yılda bir tahta sandal alıyorlardı. Sicilya’nın büyük malikânelerinde, bu düzen öylesine uygulanıyordu ki, Diodoros bu davranışı

“utanmazlık”, “sınırsız açgözlülük, kölelere karşı iblislik, iğrenç dalavere” olarak suçlamaktadır. İş öyle bir noktaya varmıştı ki, Sicilya kölelerinin büyük bir bölümü, yiyeceklerini ve giysilerini haydutluk yaparak sağlıyorlardı.

Madencilikte, dönüştürüm sanayiinde, madenlerde, taşocaklarında, tuğla harmanlarında, yağhanelerde, değirmenlerde, fırınlarda, seramik ve dokuma atölyelerinde köle sömürüsü daha da acımasızdı. Örneğin, değirmenlerde çalışan kölelerin avuçlayıp un yememeleri için boyunlarına ağaçtan yuvarlak lâle takılıyordu (Plautus, Köleler, 357).

Diodoros, Mısır madenlerinde çalışan işçilerle ilgili olarak şunları yazıyordu: “Ne hastalara, ne sakatlara, ne de cinsleri gereği zayıf olan kadınlara dinlenme veriliyordu. İstisnasız

hepsi yorgunluktan yere yıkılıncaya kadar kırbaç altında çalışmak zorundaydılar” (Diodoros, III. 12 ve 13).

Doğal olarak, köleler, bunca ağır koşullar altında, ancak en insanlık dışı baskı ve şiddete başvurarak çalıştırılabilirdi. Bir yumrukta diş dökmek ya da göz çıkarmak sık sık rastlanan bir davranıştı. Eski yazarlar, kölelere verilen cezalar arasında, sopa ve kırbaç cezalarını, hırsızların avucunun, gevezelerin dillerinin kızgın demirle dağlandığını sık sık aktarırlar;

kaçaklara kızgın demirle FCV (fugitivus- kaçak) harfleri dağlanıyordu. En dik kafalı, “kötü” köleler ya yeraltı hücrelerinde (ergastulum) zincire vuruluyor ya da değirmen taşı çevirmeye ve taşocaklarına gönderiliyordu; nihayet çarmıha geriliyorlardı.

Zengin Romalıların yanında bulunan kent ev kölelerinin (familia urbana) durumu, üretimde çalışanlarınkinden büyük oranda değişikti. Kapıcıların, oda uşaklarının, aşçıların, çalgıcıların, vb., arasında, evin hanımının hizmetçileri arasında, yaptıkları iş aylaklık sayılabilecek epeyce köle vardı. Bununla birlikte, gözdelerini hoşnut eden efendiler, çoğu zaman onlara karşı insanlık dışı davranırlardı.

4. Roma’da hukuka göre köle mevcut değildi. Bu keyfi, bu zorba düzeni onaylamak için, Romalı hukukçular çok anlamlı yöntemler buldular: Roma hukukçularının yazdıkları hukuk kitaplarında, Instituta (I, 14, 4), “Köle kişi değildir”

(servus nullum caput habet) gibi cümle okunabilir. Hukukçu Caius, “köleler, hayvanlar ve öteki şeyler” (Digesta, VII, I, 3, S 3.) derken bu söze bir açıklık getirmektedir. Ünlü Romalı hukukçu Domitius Ulpianus daha da kesin konuşmaktadır:

“köle yahut başka hayvan” (Digesta, VI, I, 15, S 3).

Bu temel öncüllerden hareket eden Roma hukuku, daha ilk adımda, bir nesneye, bir hayvana benzeyen köle üzerinde efendinin sınırsız yetkisi (iktidarı) bulunduğuna karar veriyordu. Efendi köle üzerinde ölüm ve hayat hakkına sahipti. Roma hukuku, böylece, köle sahiplerine, kölelerin emeğini son sınırına kadar üretimde kullanmak için, her türlü yolu denemek özgürlüğünü veriyordu.

İkinci olarak, köleye en temel yurttaşlık hakları tanınmamıştı. Eski adı özgürlüğüyle birlikte ortadan kalkıyordu; kendisine hayvana verilir gibi bir takma ad veriliyordu: geldiği ulusa uygun olarak, Syrus, Scythus, Lydia, vb., mitoloji kahramanlarından yola çıkarak, Hektor, Aias, Hyakinthos, Harkisscos, vb. Mezar yazıtlarından kaynaklanarak gerçek bir köle adı katalogu hazırlayabiliriz.

Ayrıca, Roma hukuku köleye evlenme ve aile sahibi olma hakkı tanımıyordu. Köleler arasında, efendinin isteğine hatta buyruğuna uygun olarak, ancak geçici birliktelik ilişkisi söz konusu olabilirdi; bu birliktelikten doğan çocuklar annenin efendisinin (sahibinin) malıydı; bu çocukların üzerinde ana-babalarının hiçbir hakkı yoktu.

Yasa köleye mülkiyet hakkı da tanımıyordu. Bütün biriktirdiği parayı efendi elinden alabilirdi. Bazen, efendi, kölenin bir atölye açması için küçük bir sermaye, meslek için gerekli alet veriyor ve gelirinin bir bölümünü kendisine bırakıyordu (peculim). Ama Romalı hukukçuların öğretisine göre, “peculim, efendinin iradesine bağlı olarak doğup öldüğü” için, kölenin kazanç payı, ayrıca bütün peculim her an elinden alınabilirdi.

Nihayet, köle, eylemlerinden dolayı mahkeme karşısında sorumlu değildi. Kölenin herhangi bir yurttaşa verdiği zararın tazminatını efendisi öderdi, efendi köleyi sakatlayarak da

tazminatı ödeyebilirdi. Tanık olarak mahkeme önüne çıkan köleye zorunlu olarak işkence uygulanıyordu; köle bu sorgulama sırasında sakatlanırsa ya da ölürse, sahibine para olarak tazminat ödeniyordu.

Böylece, Roma imparatorluğunda, M.Ö. II. yüzyıldan itibaren, köleliğin eski dünyada erişmediği boyutlara ulaşıp geliştiği, yaygınlaştığı bir toplum oluştu.

ELLİ BİRİNCİ BÖLÜM