• Sonuç bulunamadı

İkinci Makedonia Savaşı. Roma üstünlüğünü (sonra da egemenliğini) batının fethine oranla Doğu Akdeniz havzasına

ROMA’NIN DOĞU EGEMENLİĞİNİN BAŞLANGICI

I. İkinci Makedonia Savaşı. Roma üstünlüğünü (sonra da egemenliğini) batının fethine oranla Doğu Akdeniz havzasına

çok daha kolay kabul ettirdi: Kartaca’yı dize getirmek için 63 yıl harcamasına karşın, Roma’nın doğudaki üstünlüğü on yıl (200’den 190’a) içinde gerçekleşti. Bu hızlı başarı, o dönemin uluslararası ilişkilerinin sonucudur. III. yüzyılda, Kartaca tek başına batının egemeni durumundaydı; oysa, doğuda, bağımsız kent devletler ya da federasyonları (Boiotia, Akhaia –Akha–, Aitolia Birlikleri), birçok küçük devlet ve Hellenistik büyük devletler (Makedonia, Suriye, Mısır) arasında sürekli savaşlar vardı. Ayrıca, iç sınıf mücadeleleri, dışa karşı direnme güçlerini azaltıyordu. Bu elverişli koşullar Roma ordularının işlerini kolaylaştırdılar; ama Roma başarılı bir diplomasi uygulayarak bu devletleri birbirine düşürmeyi başardı.

Bu iki olanak sayesinde, Roma askerî ve köleci oligarşisi, İkinci Pön (Kartaca) Savaşı’ndan hemen sonra, dört yıl içinde Makedonia’yı dize getirdi. Kral V. Philippos’un Hanibal’e yadım etmiş olması İkinci Makedonia Savaşı’na (200-197) başlamak için yeterli ve geçerli neden sayıldı; ayrıca, Philippos, kral V. Ptolemaios Epiphanes’in küçüklüğü döneminde Mısır yönetiminde meydana gelen kargaşadan

yararlanarak gücünü arttırmış, Mısır’ın Asya’daki topraklarını (Karia, Lydia) fethe girişmiş ve Hellespontos’daki (Çanakkale) Grek kentleri Sestos ve Abydos’un yanı sıra Kiklades adalarını ele geçirmişti. Bu nedenle, bu devlete karşı birleşen Rodos, Pergamon (Bergama) ve Atina, Roma’dan yardım istedikleri zaman, bu kentin savaş yandaşları Doğu işlerine karışmak için uygun anın geldiğine karar verdiler.

Senato, halk meclisinden gelen bir muhalefetle karşılaştı;

Makedonya’ya savaş açma düşüncesi, savaş ganimeti isteyen komutanların kışkırttığı bir serüven olarak kabul edildiği için comitia centurialar’da ilkin geri çevrildi; öneri ancak ikinci okunuşunda geçti, bununla birlikte şiddetle eleştirildi.

Savaşın ilk iki yılında, Philippos Atina’yı kuşatmıştı ve çevreyi yakıp yıkarken, 25.000 kişilik küçük Roma ordusu İllyria’dan batı Hellas’a girmeye boş yere çalışıyordu.

Romalılar, 198 yılında, Grek kültürünün bir hayranı olan, genç ve kurnaz politikacı T. Quinctius Flamininus’u başkomutan olarak Hellas’a yolladılar. T. Quinctius Flamininus savaşın amacının “Hellenleri Makedonya boyunduruğundan kurtarmak” olduğuna Grekleri inandırmayı başardı. Flamininus’un yanına ilkin Epieros’lular geçtiler;

bütün orta Hellas ve Peloponnesos onu izledi. Epieros’lu rehberler Flamininus’a dağ geçitlerini gösterdiler, o da ordusunu buralardan geçirerek Thessalia’ya indirdi ve burada, Kynokephalos (Köpek başı) tepelerinde, Philippos’un ünlü Makedonia falanjları karşısında zafer kazandı. Philippos Roma senatosundan barış istedi ve bu barışın koşulları uyarınca birdenbire üçüncü sınıf bir devlet durumuna geldi Makedonia: Ele geçen bütün Grek kent ve toprakları özgür ve bağımsız ilan edildi, Makedonia kralına 5.000 kişiden fazla ordu ve beşten fazla savaş gemisi bulundurması yasaklandı;

nihayet 1.000 talantonluk bir vergi ödemekle yükümlendi.

Böylece Hellas’taki yüz elli yıllık Makedonia egemenliği sona ermiş oldu; aynı durum doğu Akdeniz için de söz konusuydu.

Flamininus, 196 yılı Kıstak (İsthmikos) Oyunları’nda, bir muştucu sesiyle, bütün Grek kentlerine “vergisiz, garnizonsuz yaşamak ve kendi yasalarına göre yönetilmek” (Polybios, XVIII, 29) hakkı tanındığını görkemli bir şekilde ilan etti.

Ama bu açıklamanın Grekler’de uyandırdığı coşkuyu kısa bir süre sonra düş kırıklığı izledi. Senato komisyonuyla işbirliği yapan Flamininus, demokratik partileri yönetimden uzaklaştırıp bunların yerine, kendi halklarından korktukları için Roma’nın desteğine sığınan oligarşi hükümetleri getirmeye başladı.

Romalıların müdahalesi Sparta’da özellikle sert oldu.

Flamininus, bu kentin, zenginleri kentten kovup mallarını köleler, yoksullar ve ücretli askerler arasında paylaştıran

“tyran”ı Nabis’e karşı bir cezalandırma seferi düzenledi.

Nabis barış istemek zorunda kaldı: Bu barışın koşullarına göre, sürgünlerin kente dönmesine izin verecek, azat edilmiş köleleri sahiplerine geri verecek, ordusunu dağıtacak, donanmasını yok edecek ve beş yüz talantonluk vergi ödeyecekti. Nabis bu antlaşmadan az sonra öldü; Sparta’ya geri dönen gerici sürgünler oligarşiyi tekrar kurdular ve demokrasi yandaşlarına acımasızca misillemede bulundular.

Böylece, 194 yılında Roma birliklerinin geri çekilmesinden sonra da, her yerde oligarşiyi destekleyerek ve bunun sonucu demokrat çevrelerinin kinini üzerine çekerek, Grek devletlerinin iç işlerine karışmayı sürdürdü.

2. Suriye kralı III. Antiokhos’a karşı savaş. Roma’nın Hellas’ta egemen duruma geçmesi, o sırada III. Antiokhos (Büyük Antiokhos) tarafından yönetilen en büyük Hellenistik devlet Suriye ile Roma’yı karşı karşıya getirdi. Kendi egemenliği altında İskender imparatorluğunu yeniden kurmayı düşleyen III. Antiokhos, Küçük Asya ve Hellespontos’ta daha önce Ptolemaios’lara ve Philippos’a ait bulunan kentleri ve toprakları ele geçirmek için Makedonia’nın zayıflamasından yararlanmıştı. Antiokhos, Hannibal’in Kartaca’dan kaçıp sarayına sığınmasından bu yana, Roma’ya karşı hızla savaş hazırlığına girişmişti.

Antiokhos da savaş amacının “Hellas’ın özgürlüğüne kavuşması” olduğunu ilan etti; bu nedenle, özellikle Romalıların Balkanlar’da uyguladığı politikadan hoşnut olmayanlar başta olmak üzere, Grek devletleri (Aitolia Birliği) bütün Hellas’ın kendisini destekleyeceğine ilişkin söz verdiler.

Bununla birlikte, 192 yılında, bu desteğe güvenen Antiokhos küçük orduyla orta Hellas’a çıktığı zaman, Romalılara karşı genel ayaklanma gerçekleşmedi. Bir Suriye saldırısından çekinen Akhaia (Akha) Birliği, Pergamon ve Rodos, kararlı bir biçimde Roma’nın yanında yer aldılar. Aynı nedenden dolayı Mısır kralı V. Ptolemaios da Roma yönetimine yüklü para yardımında bulundu. Böylece, oldukça güçlü bir koalisyona dayanan Roma daha önemli güçleri seferber etmekten kurtuldu. Yirmi beş bin kişilik bir Roma ordusu Thessalia’ya girdi ve burada Makedonia ordusuyla birleşti. Kesin savaş Thermopylae’de (191) yapıldı; Suriye ordusu bozguna uğradı ve Antiokhos Küçük Asya’ya geri çekilmek zorunda kaldı. Daha sonra Roma, Pergamon ve Rodos birleşik donanması, bir filosuna Hannibal’in komuta

ettiği Suriye donanmasını birkaç çarpışma sonunda Ege Denizi’nde yok etti; bu sonuç Romalıların savaşı Küçük Asya topraklarına aktarmasına olanak sağladı. Roma yönetimi, resmen kardeşi konsül (191) Lucius Cornelius Scipio’nun emrinde olmasına karşın, bu görevi ünlü Kartaca galibi Publius Cornelius Scipio Africanus’a vermişti. Epieros, Makedonia ve Trakya’yı aşan Roma ordusu, Hellespontos’u geçip Pergamon birlikleriyle daha da güçlendi ve Suriye kralının güçlerini topladığı Sardes (Sart) üzerine yürüdü.

Magnesia (Sardes ile İzmir arasında) yakınlarında, 190 yılı Aralık ayında yapılan tek bir büyük savaş Küçük Asya’nın kaderini belirledi. Romalılar kendilerinin üç katı bir orduyla savaşmalarına karşın, Antiokhos’un bütün imparatorluğunun değişik uluslarının bir harmanı olan büyük ordusunu paramparça ettiler; Antiokhos’un ordusunda, Grek falanjlarıyla birlikte deveye binmiş Araplar ve elli Hind fili yan yana bulunuyordu.

Magnesia’dan sonra bütün Küçük Asya Grek kentleri Romalıların eline geçti; Romalıların Sardes’i ele geçirmesi üzerine, Antiokhos’un elçileri barış istemeye geldiler. Bu barışın (188) koşulları Suriye için çok ağırdı; Toros dağlarına kadar bütün Küçük Asya topraklarından vazgeçmek, 15.000 talantonluk büyük bir vergi ödemek, bütün filleri bırakmak, 10 gemi dışında bütün donanmasını yok etmek ve Roma protektorasını resmen kabul etmek zorunda kaldı.

Antiokhos’tan alınan Küçük Asya toprakları, Romalılar tarafından müttefikleri Pergamon ve Rodos’a verildi.

Suriye Savaşı (192-188) Roma’ya bütün doğu Akdeniz egemenliğini sağladı; artık doğu devletlerinin elçileri Romalılarla görüşme yaparken, onlara “Dünyanın efendileri”

(Polybios, XXI, 16,8) diyorlardı. Bununla birlikte, Roma

doğudaki egemenliğini sağlamlaştırmak için, batıdan daha değişik yöntemler uyguluyordu: Boyun eğdirilen ülkeler henüz devlet eyaleti (provincia) durumuna indirgenmemişlerdi. Roma bunlara kendi eski yönetim biçimlerini bırakıyor, ama aralarında bir denge düzeni kuruyordu. Usta diplomasisi bu devletler arasında sürekli düşmanlığı canlı tutuyor ve bu şiddetli sürtüşmeler onun yönetimini kolaylaştırıyordu. Bunun sonucu olarak, her yerde Roma egemendi; doğu devletlerine uyguladığı karmaşık politikayı kendi amaçlarına ve çıkarlarına uygun biçimde yürütüyordu.

KIRK DOKUZUNCU BÖLÜM