• Sonuç bulunamadı

Peçevî Ġbrahim PaĢa (1574 1649)

3 17 Yüzyılda Osmanlı Ġmparatorluğu'nun Kültürel Durumu

3.2. Nesir Temsilciler

3.2.2. Orta Nesir

3.2.2.1. Peçevî Ġbrahim PaĢa (1574 1649)

Peçevî İbrahim Paşa Osmanlı târihçisi ve devlet adamıdır. Güney Macaristan'da Mohaç ile Zigetvar arasındaki Peç kasabasında 1574 yılında doğdu. Babası, Bosna'da Alaybeyoğulları diye tanınan bir âileye mensup olan Câfer Bey'dir.

82 M. Cavid Baysun, “Evliya Çelebi”, Milli Eğitim Bakanlığı İslam Ansiklopedisi (4), İstanbul 1977, s. 400-412.

83 Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Devirler/İsimler/Eserler/Terimler, C. 8, İstanbul 1998, s. 123- 124

Annesi ise Sokullu âilesindendir. Peçevî İbrâhim, ilk tahsiline babasının sancakbeyi bulunduğu Peç'te başlar. On dört yaşında babası ölünce, Budin Beylerbeyi olan Gâzi Ferhad Paşa'nın yanına giderek orada tahsiline devam eder. Bosna'ya gelerek öğrenimini tamamladı ve geleneklerine uygun olarak, serhad boyunda vazife aldı.84

Anadolu Beylerbeyi Lala Mehmed Paşa, 1593 yılındaki Osmanlı-Avusturya Seferi sebebiyle oraya gelince, emrine girer. Lala Mehmed Paşa'nın katıldığı bütün askerî hareketlerde bulundu ve on beş sene yanında kalır. 1593-1606 yılları arasında devam eden Nemçe seferindeki olayları bizzat gördüğü gibi, siyâsî müzâkerelerde de yazılı tercüman veya delege olarak bulunur. Estergon Kalesi ele geçirildiğinde, fetih müjdesini sultana götürünce huzûra kabul edilir ve Pâdişâh I. Ahmed (1603-1617) tarafından hil'at giydirilir. Sadrâzam Lala Mehmed Paşa, İstanbul'a dönünce onunla berâber gelir. Sadrâzamın 1606'da ölümünden sonra yeni sadrâzam Derviş Paşa tarafından İnebahtı, Eğriboz, Karlı ili sancaklarının tahriri ve yoklamasıyla vazifelendirilir. Kuyucu Murad Paşa zamanında, başka vazife verildiyse de kabul etmeyerek memleketi Peç'e döner. Bir müddet burada kaldıktan sonra, 1618'de Diyarbekir defterdarlığına tayin edilir. Tokat, Tuna ve Anadolu defterdarlıklarında bulunduktan sonra Kırka sancakbeyi olarak memleketine döner. Buradan bazı defterdarlık vazifelerine tayininden sonra 1641'de resmî vazifelerden tamamen ayrılır. Peç'te ve Budin'de sakin bir hayat yaşayarak, ölümüne kadar, meşhur iki ciltlik Peçevî Târihi'ni yazmakla vaktini geçirir.85 Macar dilini çok iyi bilmesi, yabancı tarih kitaplarını da tetkik etmesine yardımcı olur. Peçevî İbrahim'in ölüm tarihi, kesin belli değildir. 1649 veya 1651 olarak tahmin edilmektedir. Kabri memleketindedir. Peçevî İbrahim Efendi, meşhur tarih kitabını yazmaya 1640'ta başlar. Macaristan'ın Osmanlı yönetimindeki tarihini ve bunların geçirdiği değişiklikleri anlatan eserini, Budin Beylerbeyi Kara Mûsâ Paşa'ya sunar. Onun tavsiyesiyle barış zamanındaki olayları da içine alacak şekilde, eserini yeni baştan yazarak genişletir. Kânûnî Sultan Süleyman'ın 1520'de, tahta geçişinden 1648'e kadar geçen olayları anlattığı eserine, daha sonraki senelerde Tameşvar Defterdârı Belgradlı Mustafa ibni Ahmed Efendi, 1635-1648 yılları, Mehmed Paşa 1640-1648

84

Turan Serafettin, “Peçevi” maddesi, MEB İslam Ansiklopedisi, c. 9, s. 543-545.

85 Franz Babinger, Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri, Çeviren: Coskun Üçok, TC Kültür Bakanlıgı Yayını, Ankara 2000, s. 211-212.

yılları için ek yazar. 1520-1648 yılları arasındaki Osmanlı tarihini en iyi anlatan kaynak olan bu eser, yazılı kaynaklardan başka, yazarın kendi müşâhedelerini ve hatıralarını da içine toplamıştır. Eser, Târih-i Peçevî adıyla 1864-1866 yıllarında bastırılır.

3.2.2.2. Naîmâ ( 1649 - 1712 )

Türk tarihinin en büyük ustası Naîmâ, İbni Haldun'un bilimsel Batı tarihine temel olan fikirlerinden hareket ederek, saray vak'anüvisi olduğu halde, tarihçi olmasını bilmiş ilk fikir adamımızdır. Tarihin, olaylar dizisinden ibaret olmadığını, yaşanan hayata etkisi olan "Yaşanmış hayat parçası" olduğunu idrak eden ve belgelerin dışında sadece sosyolojik yorumlara yer veren bu tarihçi, günümüzün birçok tarihçilerine bile hocalık edecek düzeyde bir tarih bilgindir. 1649'te Halep'te doğmuş ve genç yaşta İstanbul'a gelmiştir.86

Asıl adı Mustafa Naîmâ'dir. Genç yaşta İstanbul'a gelmiş ve Baltacılar Ocağı'na kaydolmuştur. Bu ocağa kayıtlı olanlar, Beyazıt Camii'ndeki derslere de devam ederlerdi. Naima da öyle yaptı. Dersleri dikkatle izledi ve her öğrendiğini kendi içinde tartışarak bir kere daha değerlendirmeden kullanmadı. Bir süre sonra Baltacılar Ocağı'ndan çıkıp Divan-ı Hümayun kalemine girdi. Burada "Naîmâ" mahlasını almıştır. Karagöz Ahmet Paşa, kaptan-ı deryalığa getirilince, paşanın "divan efendisi" oldu. Bu dönemde kendisini, devrin önemli kişilerine tanıtmak fırsatını buldu. Şair, bilgin Rami Mehmet Efendi, Kazasker Yahya Efendi gibi kişilerle dost olur. İstanbul gümrüğünde 1000 kuruş aylıkla göreve gelmesi, Rami Mehmet Efendi'nin sayesindedir.

Asıl parlaması, Amcazade Hüseyin Paşa'nın sadareti zamanına rastlar. Amcazade şairleri, sanatkârları, fikir adamlarını çok yakından korumuş, kollamış bir devlet adamı idi. Naima'daki cevheri farkettikten sonra onu saraya, vak'anüvis olarak aldı. Kendi adını taşıyan tarihin önsözünü yazdığı zaman bunu Sadrazam Amcazade Hüseyin Paşa'ya sundu. Bu önsöz gerçekten önemlidir. Çünkü, o zamana kadar gelen bütün tarihçilerden farklı olarak bu önsözde Naîmâ, olaylara nasıl

baktığını, nasıl değerlendirdiğini anlatıyor, İbni Haldun'un sosyolojik tarih metodunu kullanacağını haber veriyordu. Bugün de değerini muhafaza eden bu önsözü okuyan sadrazam, Naîmâ'yı ödüllendirdi ve takdirlerini bildirdi. Naîmâ'nın, bilimsel bir tarihçi olması ne kadar önemli ise, çağında bir sadrazamı, bilimsel tarihten anlaması ve Naîmâ'yı arkalaması da o kadar önemli bir konudur. Nitekim Amcazade'nin ölümünden sonra Damat Hasan Paşa sadrazam olunca bu tarih seven devlet adamı Naîmâ'yı hem korumuş, hem eserinin zamanına kadar işlenmesini emretmiştir. Naîmâ'nın ocak arkadaşı Karagöz Ahmet Paşa, sadrazam olunca 28 Eylül 1704'de Naîmâ'nın da yıldızı parlar. Anadolu muhasebeciliğine tâyin edilir. Yıldızlar ilmi üzerinde de çalışır, bazı "zayice"ler yazar. 1706'da sadrazam olan Çorlulu Ali Paşa, Naîmâ'nın zayicelerinden kuşkulanır ve onu Hanya'ya sürgün eder. Hanya'dan Bursa'ya gelir. Bir yıl sonra da İstanbul'a dönmesine izin verilir. Bu dönemde Naîmâ, büyük eseri olan "Tarih"ini yazmaya devam emektedir. Fakat Silahtar Damat Ali Paşa'nın sadareti zamanında işleri yine bozulur. Ordu ile birlikte Mora seferine katılan Naîmâ, Mora'ya defter emini olarak tâyin edilir. İstanbul'a dönmek muradında idi. Fakat derdini kimselere anlatamadı. Üzüntüler, sıkıntılar içinde Paleo Patras kasabasında hayata gözlerini yumdu. Naîmâ, Amcazade Hüseyin Paşa'nın teşviki ile 1591 tarihinden 1660 tarihine kadar olan zamanı Menarzade Ahmet Efendi'nin Vakayiname müsveddelerinden de yararlanarak yazmış ve birinci cilt olarak yayınlamıştır. Birinci bölümün devamı olan 1660 - 1699 döneminin bütün belgelerini hazırlamış, notlarını almış, müsveddelerini geliştirmiş, fakat tamamlamaya fırsat bulamadan ölmüştür. Ölümünün üstünden bir hayli geçtikten sonra Naîmâ'nın müsveddeleri, notları, Şehrîzade Sait Efendi'ye geçmiş ve son bölüm onun kalemi ile tamamlanmıştır. 17. yüzyıl Osmanlı uygarlığının yetiştirdiği en büyük naşirlerinden biridir. Naîmâ, sadece yazdığı olayı düşünmez, olayın çevresindeki öteki olaylarla, yazdığı olayın arasındaki münasebetleri bulur, çağı bir "bütün" olarak çizgi çizgi ortaya çıkarır. Günümüzde elbette Naîmâ'dan daha iyi tarihçilerimiz vardır, fakat o veciz, beyan sadeliğine ulaşacak bir kalem zor gelir. Naîmâ'nın üslubu, çağına göre sade sayılabılecek bölümlerle doludur. Bazen en felaketli olaylara rind bir insan, bazen de bir mizahçı gözü ile bakmasını bilen bu tarihçinin eseri çoğu yerinde fıkra ve hikaye türü çeşniler de taşımaktadır. En çok

söyleşme yerlerinde, çağının konuşma dilinı bir Evliya Çelebç zenginliği ile bize kadar getirmiş olan Naîmâ Tarihi, Türkçemiz yönünden de, zangin bir kaynak sayılır. Tip ve karakter çizimlerinde bir romancı başarısı gösteren Naima, en büyük edebi tarihçilerimizden birisi olarak Türk ilim ve sanat aleminde üstün bir yer titmaktadır.87