• Sonuç bulunamadı

Nef'î ve Sebk-i Hindî

NEF'Î'NĠN YARATICILIĞ

2. Nef'î ve Sebk-i Hindî

Sebk-i Hindî, 17. yüzyılda divan şiirinde özellikle gazelde kendini gösteren akımdır. Şiire hayal gücü zenginliği ve derinlik kazandıran bu üslûp, 16. yüzyılda İran'da doğmuş, Hindistan, Afganistan ve Türk edebiyatlarında da etkili olmuştur.

“İran'da Safeviler devrindeki dini baskılarda bunalan ve daha serbest yazabilmek için Hindistan'a giden şairlerce ortaya çıkarılmıştır”.139

Sebk-i Hindî üslûbu Urfi-i Şirazî, Nazirî, Talib-i Amulî, Şevket-i Buharî'nin elinde şekillenmiştir. Bu üslûpta

138 Fatma Tulga Ocak, ''Nef'î ve Türk Edebiyatındaki Yeri'', s. 1-44.

anlam derinliği ve söz güzelliği büyük önem taşır. Tasavvufun da etkisiyle söz güzelliği, ince hayaller ile bütünleşerek anlaşılması güç fakat zarif şiirler vücuda getirilmiştir: “Şiirde yeni mazmunlar, zevkli istiareler, alegorik ifadeler ve

hayallerle zengin bu tarzın bazı akisleri, Türk edebiyatında daha 17. asır sonlarında görülmeye başlamıştı”.140

Söz sanatı yerine, anlam ve hayal derinliğine ağırlık verilmeye başlanmış, bu çerçevede şairler daha çok anlamı ön plâna çıkartacak bir üslûba yönelmişlerdir. Bu yoğun ilgi sonunda, anlam derinleşmiş, karmaşık hale gelmiş ve zarif bir nitelik kazanmıştır. 17. yüzyılda anlam, sözden üstün tutulmuş, böylece anlam derinliği beraberinde karmaşıklığı, anlaşılma güçlüğünü de getirmiştir. Gerçeğin daha geniş anlatılabilmesi için soyut ve ince hayallere başvurulmuştur. Bu da şiirlerin anlaşılır olmasını güçleştirmiştir. İnsanın iç dünyasını yansıtan mazmun ve hayaller derinleştikçe ıstırap, şiirin en önemli odak noktalarından olmuştur. Mübalâğa sıkça kullanılmıştır. Hint üslûbunda, yeni mazmunlara ve kahramanlara yer verilmesi, konunun işleniş farklılığıyla yakından alakalıdır. Şairlerin yaşadıkları baskı ve karmaşık ortam da onları mecazlara ve sembollere yönlendirmiştir. Hint üslûbunun temsilcileri, ince hayallerini az sözle anlatma yoluna gitmişlerdir. Bu da şiire anlam değeri kazandırmıştır. Özgün fikirlerini anlatabilecek yetkinlikte olduklarını düşündükleri için günlük hayatta pek rastlanmayan lûgatlardaki sözcükleri bulup çıkarmışlar, onlarla soyut tamlamalar oluşturmuşlardır. Özellikle Farsça uzun tamlamalar bu amaçla kullanılmıstır.141 İnsan ruhunun derinlikleri, çalkantıları işlendikçe şiirde ıstırap geniş yer tutmaya başlar. İnsan ruhunun ikilemleri, çırpınışları ve bunların doğurduğu acılar geniş bir hayal gücüyle işlenmiştir. Bu, Sebk-i Hindî'nin mübalâğa sanatına çok yer verilmesinin sebeplerindendir. Istırap ve hayalî unsurlar abartıyla anlatıldıkça, şiirin anlaşılması daha sekteye uğramıştır.142

Hint üslûbunun dil özelliklerinden en önemlisi dilin ince ve zarif olmasıdır:

“Hint üslubunda dil de ince ve naziktir, süslüdür, ince anlamları, geniş hayalleri anlatacak olan dilin de ince olması gerekmektedir”.143

Bu akımda yeni hayal ve

140 Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, Millî Eğitim Basımevi, c.II, İstanbul 1988. s. 772.

141

Cem Dilçin, ''Divan Şiirinde Gazel''. Türk Dili (Şiir Özel Sayısı), Ankara 1986, s. 177-178. 142 Halûk İpekten - ''Atai Nevizâde'', İslâm Ansklopedisi, TDV. Yayınları, C.4, Istanbul, 1991, s. 62. 143 Halûk İpekten, ''Atai Nevizâde'', s. 65.

manalar için farklı sözcüklere ihtiyaç duyulmuştur. Bunun için iki yol seçilmiştir: Biri halkın günlük konuşmalarında kullandığı dile yönelmedir. Halk edebiyatı veya divan edebiyatı ayırımı cumhuriyet dönemi araştırmacıları tarafından yapılan bir tasniftir. ''Halk kültürüne yönelme'' ifadesi de bu tasnif anlayışına göre değerlendirilmelidir. Sebk-i Hindî'nin 18. yüzyılda en güçlü temsilcisi olan Seyh Galip'in sade Türkçe ile söyledigi “Döktü omuzdan puşu saçağını; Açtı gönüller deli

bayrağını” matla'lı gazeli bunun en güzel örneklerindendir.144

Özellikle deyimlerin kullanılması buna örneklik teşkil eder. Hayal ve imajlarını anlatabilmesi için eski sözcüklerden oluşan Farsça ağırlıklı uzun tamlamalar kullanılmıştır. Şiirde ahenk unsurları biraz zayıf kaldığından ahengi sağlamak için şairler “seçtikleri kelimelerin ince ahengi ve musikisiyle, özellikle zengin kafiyeler ve rediflerle gidermeye” çalışmışlardır.145

Sebk-i Hindî akımı, anlam derinliği, yoğun imge ve hayal dünyası yönleriyle sembolizm ile paralellikler taşımaktadır. Sembolizmin önemli temsilcilerinden Mallarme “Açık bir mana, senin yaratma gücünü keser”146

der. Ahmet Kabaklı da sembolizmin bir benzerinin 17. ve 18. yüzyılda divan şiirini saran Sebk-i Hindî'de görüldüğünü söyler.147

17. yüzyılın hemen başlarında Nef‟î‟de daha sonra Nâilî, Neşâtî, Fehîm, Şehrî, Vecdî, Cevrî, Nâbî ve 18. yüzyılda da Nedim ve yüzyılın sonlarında Şeyh Gâlip tarafından başarılı bir şekilde şiire yansıtılmıştır. Yüzyıllar boyunca şiirin çeşitli değişme ve gelişmeleri sonucunda meydana gelmiştir. Sebk-i Hindî 17. ve 18. yüzyıllarda en parlak dönemini yaşamıştır. 17. yüzyıl şairleri bu üslûbun çeşitli özelliklerini şiirlerine yansıtmayı başlıca amaç edinmişlerdir. Bu üslûbun yaygın olduğu dönemde Anadolu başta olmak üzere, İran, Afganistan ve Hindistan‟da Türk asıllı sülâleler hüküm sürmektedir. Bu hükümdarlar ve emirleri altındaki çoğu Türk asıllı devlet adamları, bu üslûpla yazılmış eserleri beğeniyle karşılamış ve eser sahiplerini desteklemişlerdir.

Sebk-i Hindî şairlerine göre anlam öncelikle ince olmalıdır. Anlamın aşırı incelmesi beraberinde soyut anlatımı getirmiştir. Şairler soyut unsurları somut unsurlarla beraber işlemeye çalışmış, bu noktada akıl ve hayalin sınırları

144 Halûk İpekten, Nef‟î Hayatı Sanatı Eserleri, Akçağ Yayınları, Ankara 1996, s.121. 145

Halûk İpekten, Nef‟î Hayatı Sanatı Eserleri, s. 66. 146 Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatı, C. II, s. 369. 147 Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatı, C. II, s. 368.

zorlanmıştır. Bu durum bir yandan soyutlama olarak değerlendirilirken bir yandan da şiirin kapalılığını ifade etmiştir. Bu iki nokta, anlamın uzak ve kapalı olmasıdır. Yani, anlamın dikkat çekici olabilmesi için hemen anlaşılır olmaması gerekmektedir. Kelimelere yeni anlamlar yüklenilerek onların gizli anlamlar kazanması sağlanmıştır. Anlamın bir başka özelliği ise renk unsurunun yeniliği ve farklılığıdır:

Ben ölürsem yine aşufte olur halk-ı cihan Hüsn-i tabir-i zeban-ı çemen-i hakumden

(Dîvân, s.277)

''Ben ölsem de halk, mezarımdan çıkan çimenlerin güzelliğiyle kendinden geçer.''

“Uzunluğundan dolayı boyun serve, kavisli oluşundan dolayı kaşın hilâle ya da büklümünden dolayı saçın sünbüle benzetilmesi gibi. Âmiyâne teşbîhlerse, bu tip sade teşbîhlerin muhtelif kimseler tarafından çok kullanılmış olmalarından dolayı dinleyici ve okuyucu üzerinde hoş bir tesir bırakabilme özelliğini kaybetmiş olanlarıdır. Eskiler buna mübtezel teşbîh demişlerdir. Bunlar ancak yeni tasarruflarla âmiyânelik vasfından kurtulabilmiştir”.148

İşte Sebk-i Hindî şairlerinin vech-i şebehin husûsiyeti bakımından bu tür teşbîhler yerine tahayyülî ve temsîlî teşbîhlere yönelmeleri de aynı nedenlere bağlı olarak ortaya çıkmıştır. Tahayyülî teşbîhlerde benzetme yönü belirleyici unsurdur. Yani “benzetme yönü tarafların

nefsinde yer almayıp hayâlî bir ilgiye dayanır. Temsîlî teşbîhlerdeyse temsilin taraflarını teşkil eden unsurlardan biri diğerini kuvvetlendirip desteklemek için getirilir”.149

Temsilî teşbîhlerde ise somutlayıcı bir anlatıma ihtiyaç vardır. Bu durumda tabii olarak, irsâl-i mesel ya da îrâd-ı mesel denen sanat ortaya çıkar ki buna üslûb-ı muâdile adı verilmiş ve Hint üslubu şairlerinin çoğunda karakteristik beyit özelliği olmuştur.

148 Mehmet Kaya Bilgegil, Edebiyat Bilgi ve Teorileri I : Beiâgat, İstanbul 1989, s. 149. 149 Mehmet Kaya Bilgegil, age., s. 148.

Bir başka konu ise sözün azlığı, buna karşılık anlamın fazlalığıdır. Söz sadece ince ve dar, gizli ve garip değil, aynı zamanda bir cümle içinde kullanılan sözler az olmalıdır.

Nef'î, İran şairi Örfî'nin etkisiyle Sebk-i Hindî denilen üslûbu edebiyatımıza ilk sokan kişidir. Nef'î, Sebk-i Hindi etkisiyle sanattan çok manaya ve fikre önem vermiştir. Bu anlayıştaki şairin şiirinde mana, ince ve zariftir.150 Nef'î‟in aşağıdaki sözleri bunu çok iyi açıklamaktadır. Sadece kelime ve onun inceliği ve darlığı, garip ve gizli olması söz konusu değildir. Aynı zamanda mazmunu yapan cümle de aynı vasıfları terkip halinde taşımalıdır. Nef'î hayal, duygu ve düşüncelerini az sözle dile getirebilmek için kelime çıkararak veya hikâyeyi tek bir kelime ile anlatarak, fazla söz kullanmaktan kaçınmıştır. Şair, IV. Murad'ın atını şöyle anlatır:

Ne tevsen âteş-i çâbuk-inân ki tek turmaz Direng itdügi dem jîve gibi endâmı

(Dîvân, s.115)

''O yalnız sert başlı değil, ateş gibi hızlı durduğu zaman bile gövdesi civa gibi hareketlı olan bir attır.''

Ordu hakkında ise şu benzetmeleri yapar:

Mevc-i pey-der-peydür ol bahre sipâh-ı sâf-be-sâf Bir neheng olsa nola her tûp-ı ejder-peykeri

(Dîvân, s.91)

''Saf saf askerler deniz gibi ordunun dalgalarıdır ejder, görünüşlü bir top da timsaha benzer.''

Özellikle yeni, özgün mazmunlar ortaya konulurken, okuyucuyu mazmuna götürecek ipuçları da verilmiştir. Her ne kadar şiirdeki anlamın kapalı veya derin

olması temel amaçlardan biri ise de, bu hiçbir zaman okuyucuyu çaresiz bırakacak nitelikte değildir. Bu, konunun daha iyi bir şekilde anlaşılması için Sebk-i Hindî şairleri lehine dikkat çekici bir titizliğin mevcudiyetini göstermektedir. Özellikle zincirleme tamlamalarda bu üstünlük, kendisini çok belirgin bir şekilde göstermektedir.