• Sonuç bulunamadı

B. Türk Silahlı Kuvvetlerin Siyasete Müdahale Yöntemleri

2. OSMANLI’DAN CUMHURİYET’E SİLAHLI KUVVETLER-SİYASET

A. Cumhuriyet’ten Önce Silahlı Kuvvetler- Siyaset İlişkisine Genel Bir Bakış

Cumhuriyet öncesi Osmanlı devletinde girişilen ıslahatların ağırlık noktası askerî alanda görüldü53. Osmanlı Ordusunun temelini oluşturan kuvvetler, merkez ordusu olan Kapıkulu teşkilatı (maaşlı) ile eyaletlerde bulunan toprak geliri ile geçinen Tımarlı sipahilerdi. Merkez ordusu, yeni modern orduların kuruluşuna kadar varlığını sürdürdü54. Islahat tarihimizde önemli bir yeri olan Lâle devrinin Patrona Halil isyanıyla sona erdirilmesi; bu olayı izleyen elli yılı aşkın bir zaman diliminde, III. Selim’e kadar devam edecek süreçte, yenileşme hareketlerinde bir duraklama yaşanmasına ve geleneksel düzenin savunucularını ürkütecek yeniliklerden uzak durulmasına neden oldu. I. Mahmut’la başlayan (1730- 1754), III.

Osman (1754- 1757), III. Mustafa (1757- 1774) ve I. Abdülhamit’le (1774- 1789) devam eden dönemde görülen yenileşme hareketleri Lale devrindeki kadar çarpıcı olmamakla beraber Lâle devrinde atılan tohumlar yeşermeye devam etti. Osmanlı Islahat hareketleri içinde 1730- 1789 dönemi genellikle askeri alanda yapılan yenilikler iyice belirginleşti. Ancak bu dönemde de yapılmaya çalışılan yenileşme hareketlerinin düşünsel yapısı üzerinde tartışmalar devam ediyordu. Kimi Avrupalı uzmanlar bu ıslahat hareketlerinde önemli rol alırken, kimi Avrupalı siyaset adamları bunları engelleme veya destekleme yoluna gidiyor, Osmanlı sivil ve asker devlet adamları da kendi içlerinde farklı tutum ve davranışlar sergiler durumda bulunuyorlardı55.

53 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, Nizam-ı Cedit ve Tanzimat Devirleri, (1789-1856),V. Cilt, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi ( 3. Baskı), 1970, s. 203

54 XVIII. yüzyılın ikinci yarısına kadar da Tımarlı sipahiler Anadolu’da temel askeri birim olarak varlıklarını korudu. 1831 yılında ise jandarma kuvveti olarak orduda görev alan maaşlı asker konuma geldi. Halil İnalcık ,“Tanzimat Nedir?”, Tarih Araştırmaları, Ankara, 1941, s. 244

55 Tüccarzade İbrahim Hilmi , Avrupalılaşmak, Ankara, 1997, s.47; Niyazi Berkes bu dönemdeki Islahat hareketlerinin başarısızlık sebeplerini farklı şekilde yorumlamaktadır. “Lale devrinde, Mustafa III. zamanında, Selim II zamanında, II. Mahmut devrinde, Tanzimat’ta, Abdülhamit zamanında, Meşrutiyette girişilmek istenen bütün Islahat hareketleri çeşitli harplerle ve uluslar arası çatışmalara bulaşmalarla yarıda kalmış ve bozulmuştur”. Niyazi Berkes, İki Yüz Yıldır Neden Bocalıyoruz, İstanbul, t.y., s.18.; Bir başka değerlendirmede, Osmanlı batılılaşmasının pragmatik bir yaklaşımla yapıldığı ve gelişmelerin onu bu sürece kadar getirdiği de belirtilmiştir. Hatta Osmanlı batılılaşma hareketlerini yaparken teorik planda hazırlanmamıştır. Bu iddianın en önemli kanıtı da tarih, felsefe ve

Lale devrinde başlayan çağdaşlaşma hamleleri Nizam-ı Cedid döneminde ilk ürünlerini vermeye başladı. Niyazi Berkes bu gelişimi “ilk defa devlet yönetiminde ve padişahın etrafında daha önce bulunmayan bir tip, eskinin ulema ocağının yerini almak üzere olan aydın tipi, daha sonra değişecek olan modern intelligentsia’nın öncüleri doğmak üzeredir; bilgisizlik ve taassup karşıtı olarak bilim ve aydınlanma ayrımı yapılmaktadır”56 sözleriyle yorumlamaktadır. Yeni gelişmeler yanında hala geleneksel gücünü muhafaza eden Ulema ve Yeniçeri Ocağı ise yeniliklere karşı tutumunu sürdürmüştür.

28 Mayıs 1826’da çıkarılan bir Hatt-ı Şerif ile yeni askeri birlikler kurulacağı bildirildi. Bu birliğin Kanuni Sultan Süleyman dönemindeki askeri düzene dönmek amacıyla oluşturulduğu da önemle belirtildi. Hatta bu birlik Hıristiyanlar veya yabancılar tarafından değil modern askeri yöntemlerini bilen Müslüman subaylarca yapılacaktı. Ancak Yeniçeriler 15 Haziran’da son defa kazan kaldırdı. Gerek halkın Yeniçeriler’e olan tepkisi gerek II. Mahmut’un hazırlıklı olması sebebiyle Yeniçeriler bu defa kesinlikle yenildi. Ağa Hüseyin Paşa’nın yarım saatlik top atışı bu kurumu yıkmaya yetmişti. 17 Haziran’da yayınlanan bir Hatt-ı hümayun ile Yeniçeri Ocağı kaldırıldı, onların yerine Asakir-i Mansure-i Muhammediye olarak bilinen yeni ordu kuruldu.

1826’da Yeniçeriliğin kaldırılması ile birlikte II. Mahmut etkileri günümüze kadar devam eden bir reform programına girişti57. Kendisine “Gâvur Padişah”

dedirtecek kadar sistemin temel değerleriyle oynadı. Kimi zaman dini taassupla da çatışmaktan çekinmedi. Şeyhülislam’a dinin hoş görmediği portresini göndermesi bunun örneklerinden birisidir58.

II. Mahmut’un yenilikçiliğinin Anayasa Hukuku açısından bir üçlü güçlendirme programı olduğunu söyleyebiliriz. Bunlar, devlet-toplum ilişkilerinde devleti güçlendirme, devlet aygıtı içindeki merkezi otorite-yerel otorite çelişkisinde merkezi güçlendirme, merkez güçleri arasındaki sürtüşmede de sarayı güçlendirme

edebiyat alanındaki yavaş gelişmeler olarak gösterilmiştir. İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, Hil Yayınları, İstanbul, 1987, s. 19.

56 Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul, 1978, s.98.

57 Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Ankara, 1993, s. 81.

58 Abdülkadir Özcan, “II. Mahmud ve Reformları Hakkında Bazı İncelemeler”, Tarih İncelemeleri Dergisi, Sayı X, 1995, s. 24.

şeklinde sıralanabilir. II. Mahmut döneminde sürekli danışma ve karar organları da kuruldu. Askeri konularda Dar-ı Şura-yı, Askeri adli alanda Meclis-i Vala-yı Ahkâm-ı Adliye, idari konularla ilgili olarak da Dar-Ahkâm-ı Şura-yAhkâm-ı Bab-Ahkâm-ı Ali bunlarAhkâm-ın en önemlileri oldu. Bu meclislerin yaratılmasıyla hukuk devleti mekanizmasının kurulmasına doğru bir adım atıldı.11

Dâr-ı Şûrâ-yı Bâb’ı Âli sadrazama danışmanlık yapmak üzere bir “Ministro Meclisi” olarak 24 Mart 1838’de kurulmuştu. Yine bu cümleden olmak üzere 1826 yılından bu yana başlatılmış bulunan askeri reformları yürütmek üzere 1836 yılında Dâr-ı Şûrâ-yı Askerî teşkil edilen diğer bir uzman danışma meclisi olarak devlet teşkilatı içerisindeki yerini aldı.59 II. Mahmud, yeni düzen hakkında tedbirler düşünmek ve hükümete tekliflerde bulunmak üzere, meclislerce komisyonlar kurulmasına da çalıştı. Bu suretle, eskiden Divan-ı Hümayun’da görülmesi gelenek halini almış olan devlet işleri, özelliklerine göre, bu meclislerde görüşülmeye başladı.

Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması üzerine kurulan ilk meclis olan “Dâr-ı Şûray-ı Askerî”, kişilerin askerlik ödevleriyle ilgili kuralları saptamak, Batı devletlerinde yürütülen askerlik usullerini incelemek ve Türk ordusunun ilerlemesi yolunda gereken tedbirleri bulup ortaya koymakla ödevlendirildi. 60

III. Selim döneminde Fransız modeline uygun olarak Nizam-ı Cedid adı verilen bir ordu teşkilatı kurulsa da Yeniçeri Ocağının 1826 yılında kaldırılmasına kadar orduda ikilik –eski ve yeni- şeklinde belirgin ölçüde devam etti. Silah, cephane ve eğitim bakımından Avrupa orduları örnek alınarak kurulan bu ordunun eğitimi için zaman zaman Alman, İ ngiliz, Fransız asılla subaylar getirildi ve sonraları nizamiye ordusu alan bu ordu komutanına Serasker unvanı verildi. Bugünkü Genelkurmay başkanı konumundaki Serasker’in yönetimde ağırlığı da fazlaydı. Bu durum askerin sivil yönetimle olan bağını devamlı sürekli kılma imkânı sağladı.

Tanzimat’tan sonra askere alma ve askerlik süresi konusunda bazı düzenlemeler yapılmaya devam ederken, askerin sivil otorite karşısında daha da güçlenmesine imkan verdi.

11 Niyazi Berkes, a.g.e., s. 153

59 Mehmet Seyitdanlıoğlu, ‘‘Yenileşme Dönemi Osmanlı Devlet Teşkilatı’’, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 13, 2002, s. 566, s. 568

60 Ali Akyıldız, Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilatında Reform (1836-1856), İstanbul, Eren Yayıncılık, 1993, s.180; Abdülmecit Mutaf, “Şura-yı Devlet (1868-1922)” Türkler Ansiklopedisi, Cilt 13, 2002, s. 599

II. Mahmut döneminde Fransız usulü örnek alınarak kurulan ilk modern ordu olarak kabul edilen Asakir-i Mansure-i Muhammediye birlikleri bu gücün önemli bir parçasını oluşturdu.

Yeniçerilerin başarısızlığı umulanın aksine yeni ordu ile giderilemedi. Yeni ordunun bu durumu, gücü kadar saygınlığı konusunda da beklenen yükselmeyi sağlayamadı. Bu durumda devletin dış desteğe ihtiyacı doğdu; görev diplomatlara düştü. Hariciye mesleği yanında subaylık ikinci sırada yer alıyordu61. 1834’te Mekteb-i Ulum-u Harbiye’nin kurulmuş olmasına rağmen subaylar sayıca egemenlikten uzaktı. Subayların, Paşaların büyük bir bölümünün alaylı (erlikten yetişmiş) olmaları, çok sadık davranmalarına ancak “keyfiliğe daha kolay alet olmalarına neden oluyordu.” 62

1846’da kura ile askere alınma uygulamasına geçildi ancak gerçekçi bir nüfus sayımının yapılmamış olması, adam kayırma ve rüşvet nedeniyle karışıklıklar çıkmasına yol açtı. Müslüman olmayanların askere nasıl alınacağı, hangi görevlerde kullanılacağı belirlenmediği için uygulamalar yetersiz kaldı63.

Abdülhamit yenileşme hareketleriyle Silahlı Kuvvetler’in sivil otorite karşısında hızla güçlenmesi karşısında alaylı subayları daha çok tercih etti. Devrimci subaylar harbiye sıralarından çıkıyordu. Abdülhamit güçlü bir orduya ihtiyaç duyduğundan okulların gelişmesini engelleyemiyor, okullu subayları İstanbul dışına yollayarak tehlikeyi uzaklaştırmak düşüncesini güdüyordu64.

II. Abdülhamit’in 1876 Anayasasından aldığı yetkiyle parlamentoyu kapatıp, devletin reformist hareketlerini kesintiye uğratması, devletin dönüşüm çabalarını zor gerçekleştirebileceğinin de işaretlerini veriyordu. Toplumsal ve ekonomik dönüşümlerin siviller tarafından başarılamayacağına inanan askeri okul öğrencileri ve mezunları arasında II. Abdülhamit’e karşı muhalefet ve örgütleşme ortaya çıktı.

61 Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, 3. Baskı, 2001, s. 17.

62 Sina Akşin, a.g.e, s. 17.

63 Musa Çadırcı, “Tanzimat’ın Uygulanmasında Karşılaşılan Bazı Güçlükler”, Tanzimat’ın 150.Yılı Uluslar arası Sempozyumu (Ankara-31 Ekim-3 Kasım 1989) T.T.K., Ankara, 1994, s.297.

64 Fakat Abdülhamit’in hesaba katmadığı onların bir araya gelme fırsatlarının daha ok olmasıdır. Bu subaylar alaylılar kadar terfi edemiyor, yılda 6 ay maaş alabiliyordu Sina Akşin, a.g.e, 18. Ali Sönmez, “Polis Meclisinin Kuruluşu ve Kaldırılışı (1845-1850) The Foundation of Police Council and It’s Abolition (1845-1850)”, Tarih Araştırmaları, Cilt XXIV, Sayı:37 Ankara, Mart, /2005, 258-261.

İttihat ve Terakki olarak anılan subay kökenli komitenin öncelikli hedefi Abdülhamit’in yerine kardeşlerinden birini tahta geçirmekti. Bir diğer hedefi ise devlet ve toplumda kalıcı dönüşümler sağlayarak reform planlarını uygulamaya koymaktı65. Yaşanan deneyimlere göre 1876 yılında olduğu gibi Osmanlı aydınları yeni bir anayasanın yürürlüğe girmesini istiyorlarsa muvazzaf ordu subaylarının desteğini almaları gerektiğini çok iyi biliyorlardı. Askerin politikaya müdahale etmesi, devletin varlığını sürdürmesi konusunda gerekli görüldü66.

İttihatçı subaylar, meşrutiyet ile padişahın israfının meclis tarafından kısıtlanacağını ve azınlıklara tanınan haklar sayesinde büyük devletlerin müdahalelerine fırsat yaratılmayacağını düşünüyorlar; bu yüzden de devletin çöküşten kurtuluşunu meşrutiyette görüyorlardı67. İ stibdada karşı hürriyeti savunan ve Babıâli’ye karşı adeta bir muhalefet partisi niteliğinde olan Cemiyet’in68 görüşlerinin halk tarafından desteklenmesi ve halkta heyecan uyandırması, özellikle N. Kemal’in eserleri ile oldu69:

“ Memleket bitti yine bitmedi hala sen ben Bize bu hal ile bizden büyük olmaz düşmen Dest-i a’dayız Allah için ey ehl-i vatan

Yetişir terk edelim gayrı heva vü hevesi ” Namık Kemal

Genel dünya görüşlerindeki dağınıklığa rağmen İ ttihatçı subayların siyasal düşüncelerinin yine de bir takım ortak yönleri vardı: Mutlakiyet ve baskı rejimine karşı çıkmak, kanunî esasînin yürürlüğe konmasını, imparatorluğun tüm halkları için adalet istemek. Amaç Tanzimat ve I. Meşrutiyette olduğu gibi imparatorluğu iç bölünme ve dış müdahalelerden korumak, devleti kurtarmaktı. Asıl hedef özgürlük değildi. İ mparatorluğun kurtarılmasıydı. Abdülhamit mutlakiyetine son verip daha çağdaş bir yönetim kurmak, Müslüman olan-olmayan herkese siyasal haklar ve

65 Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, a.g.e., s. 212

66 İlhan Bardakçı, Tarih ve Medeniyet, İstanbul, 1997, s. 35

67 Mesut Çapa- Rahmi Çiçek, Atatürk İlkeleri İnkılap Tarihi ve Milli Mücadele, Trabzon 1995, s.73.

68 Karal, a.g.e., s. 311.

69 Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, a.g.e., s.172.

adalet tanımak, asıl amaç olan devletin bekâsını sağlamanın da tek yolu sayılıyordu.70

Bu dönemde Avrupa ve Asya’da demokrasiye doğru gidiş eğilimin güçlenmesi, ülke içindeki özgürlük ve meşrutiyet mücadelesine de olumlu ortam hazırlıyordu. Özgürlük meşrutiyet fikirleri askerleri de etkilemeye başlamıştı. XX.

yüzyılın hemen başlarında demokrasi yanlısı düşünsel mücadele yeni bir yükselme dönemine girdi. 1905 sonrası mücadelenin yeni bir yükselme dönemidir. Bir yandan Osmanlı Terakki ve İ ttihat Cemiyeti 1906 nizamnamesiyle ilk defa olarak Abdülhamit’i hedef alıp meşrutiyet mücadelesini iyice sertleştirirken diğer yandan Selanik ve Şam’da yeni ve gizli askeri örgütlenmeler oluştu. Özellikle Şam’daki örgütlenmede M. Kemal’in de büyük rolü vardı.71

Abdülhamit döneminde, sıkı bir jurnal düzenin bulunduğu ortam da göz önüne alınarak değerlendirildiğinde, Osmanlı askerlerinin bu gizli örgütlenmelerinin ordu saflarında hızla yayılmış olması hayli dikkat çekicidir. 1905 sonrasının en esaslı dönüşümü, meşrutiyet ve özgürlük düşüncesinin asker çevreleri sarması ve buralardaki gizli örgütlenmelerdi. En yoğun bulundukları bölge ise paylaşma hesaplarının da konusu olan yer, Makedonya idi. 72

1906’da Selanik’te asker ve sivil aydınların kurduğu gizli Osmanlı Hürriyet Cemiyeti tüm Rumeli asker ve sivil kesimlerde hızla yayıldı. Özgürlükçü hareketin tipik temsilcisi ve 1908 devriminin asıl gerçekleştiricisi bu cemiyetin kadroları oldu.

Bunların genel ve ortak özelliği çoğunlukla Türk, genç, asker ya da mülkî memur ve mektepli olmalarıdır. İ deolojileri ise liberal, reformist ve ulusçu yönleriyle klasik burjuva nitelikler gösteriyordu. Osmanlı Hürriyet Cemiyeti 1907’de Osmanlı Terakki ve İ ttihat Cemiyeti ile birleşti. Cemiyet bundan sonra Terakki ve İ ttihat adını aldı.

Asıl örgütleyici ve vurucu gücü sonuna kadar Osmanlı Hürriyet Cemiyeti kadroları üstlendi.73

Jön Türk hareketinin 2. kongresi 29 Aralık 1907’de Paris’te toplandı. Kongre birlik havası yarattı. Kongrede tüm siyasal eğilimlere sahip ve çeşitli milliyetlerden

70 Şerif Mardin, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri 1895-1908, İstanbul, 1983, s. 114.

71 Faik Reşit Unat, Atatürk’ün II. Meşrutiyet İnkılabının Hazırlanmasındaki Rolüne Ait Bir Belge, Belleten C. XXVI, Nisan, 1962, s. 339

72 Zafer Kars, Belgelerle 1908 Devrimi Öncesinde Anadolu, İstanbul, 1984, s. 104

73 Sina Akşin, a.g.e., s. 57, 60

temsilciler vardı. Kongrede âdem-i merkeziyet tartışıldı. Buna karşılık Abdülhamit’in tahttan indirilmesi, yönetim düzeninin değiştirilmesi parlamentolu bir rejimin kurulması gibi önemli kararlar alındı.74 1906–08 yılları kitle mücadelelerinin de yükselişine sahne oldu. Asıl kaynaşma ise yine Makedonya’daydı. Burada istibdat rejiminin baskısı bölgesel yöneticilerin keyfiliği, sultanın ulusal ve dinsel çelişkileri körükleme politikası, topraksızlık ve ezici vergiler, kitle eylemlerini daha da körükledi. Sosyal ve siyasal muhalefet özellikle kara ve deniz subaylarını orta ve küçük memurları, serbest meslek sahiplerini kucaklıyordu. Ulemanın bile bir bölümü kazanılmıştı. İttihat ve Terakki çoğunluğa sırtını dayamıştı. O kadar ki Rumeli genel müfettişi Hilmi Paşa meşrutiyetin ilanından 10 gün önce Abdülhamit’e çektiği telgrafta “bu taraflarda benden başka herkes ittihatçıdır” demişti.75

Bunca birikimin patlak vermesi için gereken tek bir kıvılcım, İ ngiltere’nin Makedonya sorununu kurcalaması oldu. Bu ittihatçı subaylar tarafından, imparatorluğun yeniden paylaşılmasına yönelik komplonun başlangıcı sayıldı.76

Abdülhamit’in Balkan politikasına eleştiriler getiren grup ilk kez, 3 Temmuz 1908’de Resne’de Kolağası Niyazi Bey’in 200’ü asker 400 kadar kişiyle dağa çıkması ile eyleme geçti. Padişahın hareketi bastırmak üzere gönderdiği Şemsi Paşa öldürüldü. Bu arada Avusturya - Alman Demiryolları Okulu’nun Firzovik’te (Kosova) kır gezintisini protesto eden işçilerin gösterileri, çevredeki Osmanlı idarelerine karşı bir harekete dönüştü ve göstericilerin arasındaki birkaç İ ttihat ve Terakki’ye mensup subay olayı “meşrutiyetin yeniden getirilmesi” havasına soktu.

Saraya yakın komutanların vurulduğu, dağa kaldırıldığı bir ortamda Makedonya’dan gelen bu haberlerin de etkisiyle Abdülhamit, sadrazam ve seraskeri (Harbiye Nazırı olarak) azlederek, kabinde bir değişiklik yaptı ve meşrutiyeti 23 Temmuz 1908 yeniden ilan etti77. II. Meşrutiyet, dönemin önemli aydınlarından biri olan Tevfik

74 Sina Akşin, a.g.e., s. 65

75 Hüsamettin Ertürk, İki Devrin Perde Arkası, İstanbul, 1957, s. 63

76 Tarık Zafer Tunaya, Hürriyetin İlanı, İstanbul, 1957, s. 7

77 Mesut Çapa- Rahmi Çiçek, a.g.e., s. 91; Sina Akşin, a.g.e, s. 75; Feroz Ahmad, İttihat ve Terakki, Çev: Nuran Yavuz, İstanbul, 1995, s. 20; Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, a.g.e., 213;

Padişaha çekilen telgraflarda “Kanunî esasînin ilanı ve millet meclisinin toplanması isteniyordu. 23 Temmuz 1908’de İT Cemiyeti Manastır’da hürriyeti ilan etti. Abdülhamit de Kanunî Esasînin yürürlüğe konduğu anlamına gelen meclis-i vükela mazbatasını onaylayıp meşrutiyeti resmen ilan etti”. Sina Akşin, a.g.e., s. 75; 1908 yılının Haziran ayında, Selanik’teki devrimci subaylar, hükümet ajanlarının örgütü açığa çıkarmasının verdiği korkuyla, devrimin zamanını belirlediler ve Balkanlar’da çıkan ayaklanma-devrim bastırılamayınca 23 Temmuz akşamı II. Abdülhamit parlamentoyu yeniden

Fikret’in mısralarına taşıdığı gibi aydınlık bir gün ve sürecinde başlangıcını ifade ediyordu.

“O mel’anet gecesinden uzaktayız şimdi Karıştı leyl-i musibet leyal-ı nisyana Açıldı gözlerimiz bir sabah-ı rahşana”

Tevfik Fikret

İkinci meşrutiyet saray darbesi değil, aydın nitelikli bir büyük subay grubunun liderliğinde gelişen, genişçe bir toplumsal tabana oturan hareket hatta bir ulusal ayaklanmaydı. Uzun yılların sivil hareketlilik ve örgütlenme birikimine dayanıyordu. Kansız ve barışçı bir hareketti. Yalnız genişçe bir temele dayanmayıp, kadro ve kitle dayanaklarını orta sınıflarda bulmaktaydı. II. meşrutiyetin dinamiği esas olarak içseldi, içerdeydi. Dış zorlama eseri değildi.78

İktidara gelirlerse imparatorluğu kurtaracaklarına olan sonsuz inançlarına rağmen İ ttihat ve Terakki Cemiyeti, kendilerinde ülkeyi doğrudan yönetmek için sosyal güven bulamadılar. Feroz Ahmad bunun nedeni olarak Osmanlı toplumunun çok tutucu olmasına ve bu yüzden İ ttihatçıları hemen kabul etmelerinin mümkün olmadığına işaret etmektedir79.

Kanun-u Esasi’nin ordu- siyaset ilişkisini belirleyen en önemli maddesi, 1909 yılında yapılan Anayasa değişikliğinden sonra kesin şeklini aldı. Buna göre 7.

maddede “… kuvve-i berriye ve bahriyenin kumandası (…) hukuk-u mukaddesei Padişahidendir…” Ordu yönetiminin tek elde toplanarak, sivil iradenin otoritesi altında yer alması konusunda II. Abdülhamit’in çabaları sonuç vermiştir. Yeni bir gelişme olarak, I. Dünya Savaşı seferberliğinin uygulamaya sokulduğu 3 Ağustos 1914 yılında bir irade ile Başkomutanlık vekaleti kurulmuş ve savaş koşullarının gereksinmesine uygun bir Genelkurmay teşkilatı meydana getirmek üzere Karargah-ı Umumi oluşturulmuştu. 7 Ekim 1918 tarihinde savaşın sona ermesiyle Sultan

toplama vaadiyle askeri müdahale karşısında çok fazla direnemedi. William Hale, Türkiye’de Ordu ve Siyaset, Hil Yayınları, İstanbul, 1956, s. 42

78 Feroz Ahmet, İttihatçılıktan Kemalizm’e, İstanbul, 1999, s. 179

79 Feroz Ahmad, Modern Türkiye’nin Oluşumu, İstanbul, 1993, s. 35

Vahdettin, Başkomutanlık vekâletini kaldırmış ve Başkomutan vekili olarak atadığı Enver Paşa’yı Genelkurmay başkanı yaparak Başkomutanlığı tekrar eline almıştır80.

B. Cumhuriyet’in İlanından Demokrat Parti İktidarına Kadar Silahlı