• Sonuç bulunamadı

O s m a n l ı p a d i ş a h l a r ı O s m a n l ı imparatorluğunun her dönemindeki şairleri ve sanatkarları her yönden desteklemişlerdir.

Padişahlar saraylarını, yaşam alanlarını ilim ve sanat merkezi haline getirirken devrin ünlü şairleri ile yakın ilişkiler kurmayı, şiir sohbetlerinde bulunmayı ihmal etmemişlerdir. Hatta büyük zaferleriyle adını zikrettiğimiz çoğu Osmanlı sultanı şairlik vasıflarını ön plana çıkararak şiirler yazmıştır. Bu yönleriyle Türk dilinin gelişmesine katkı veren Osmanlı hükümdarları aynı zamanda farsça ve Arapçadan yapmış oldukları çeviri eserlerle edebiyat dünyamıza yeni eserler kazandırmışlardır.

Hükümdarların edebiyatla bu kadar içli dışlı olmalarının sebebi ise küçük yaşta, şehzadelik dönemlerinden itibaren özel bir eğitim ve bilinçle yetiştirilmeleridir. Osmanlı sultanlarının II.

Murat’tan başlayarak İslam kültür ve edebiyatını çok iyi bildiklerini; hüzünlerini, acılarını, inançlarını, sevdalarını dizelere nakşederek aktardıklarını görmekteyiz. Padişahlar tıpkı diğer şairler gibi mahlas kullanarak gönül kapılarını mısralarıyla ele vermişlerdir. Birkaç şiirle de yetinmeyip divanlar oluşturmuşlardır.

Otuz üç tane Osmanlı hükümdarından yirmi yedisi şairdir. Sultanlardan II. Murat-Muradi, Fatih Sultan Mehmet-Avni, II. Beyazıt-Adli, Kanuni Sultan Süleyman-Muhibbi, II. Selim-Selimi,

II. İkbali, II. Ahmet-Necip, II. Mustafa-Cihangir, V. Mehmet-Reşat mahlaslarını kullanarak sultan olmanın ötesine geçerek arkalarında ölümsüz eserler bırakmışlardır.

Osmanlı kuruluş dönemi sultanlarından Osman Gazi, Orhan Gazi, I. Murat, II. Beyazıt ve I.

Mehmet şiirle yalnız hobi olarak uğraşmışlardır.

Elimizde şiirleri olan ilk sultan şair ise naifliği ve edebiyata ilgisi ile tanınan Fatih Sultan Mehmet Han’ın babası II. Murat’tır.

Bilgelik ve sanatkarlık yönü ağır basan II.

Murat ne I. Murat n de Yıldırım Beyazıt gibi savaşçı bir ruha sahip değildi. Edebiyata olan derin ilgisi sebebiyle sarayında sık sık ile ve şiir sohbetleri düzenleyerek sarayı bir gönül dergahı haline getirmişti.

II. Murat şiirlerini Murad ya da Muradi mahlaslarını kullanarak yazmıştır. Onu şiir yazmaya iten en önemli Mara Hatun’a olan tutkusudur. Aşkını da mısralarıyla dillendirme yoluna gitmiştir.

Uyhuda dün gice ânum gibi canan gördüm Ten-i efsürde de kakup eser-i can gördüm Edirne gerçi güzeller yiridir ey hem dem Bursa’da dahi nice dilber-i fettan gördüm”

Dün geçe uykumda canım gibi sevgiliyi gördüm Hissiz tenden (ölü gibi) kalkıp canın eserini gördüm.

Edirne güzeller şehridir her zaman ama Bursa’da da nice gönül alan sevgililer gördüm.

Bir milletin bilim ve sanatla yoğrulmadıkça cihan hakimiyeti kuramayacağına inanan Fatih Sultan Mehmet de resim, şiir ve müziğe önem veren Osmanlı padişahlarından biridir. Kaynaklar onu fetihlerin babası (Ebu’l feth) tanımlasa da hadislerle kutlanan o yüce padişah Osmanlı hanedanlığında divanı bulunan ilk padişah Osmanlı hanedanlığında divanı bulunan ilk şutlan şairdir.

Fatih şiirlerini yardım eden, arka çıkan manasındaki Avni mahlası ile dillendirmiştir. Birçok fethe imza atan Konstantinopolis’i İslambol yapan Fatih şiirlerinde kimliği ve duygularını söylemekte bir sakınca görmemiş; sevdiği kadına kul olduğunu “Bir şaha görmemiş; sevdiği kadına kul olduğunu” bir şaha kulam ki kuli sultan-ı cihandır” diyecek ince ruhlu bir şahsiyettir.

25

ağlasa derd-i derûnum çeşm-i girânım sana Âşikar olurdu gâlib râz-ı pinhânım sana”

Eyleme gönlün gözün cevr ile Avni’nin hârab Dürr ü gevherler verir bu bahr ile kânım sana”

[(sevgili!) İçimdeki dersler ile yaş dolu gözlerim senin için ağlayacak olsa (gönlümdeki) gizli sırlarım (gözyaşlarım) galip gelir ve (sırlar) aşikar olur.

(Sevgilim:) Eziyetinle Avni’nin gözlerini ve gönlünü harap etme! Zira bu deniz (gibi çoşkun gözlerim) sana inciler; bu maden ocağı (gibi gönlüm) de mücevherler sunar.

Fatih Sultan Mehmet sadece yukarıdaki beyitleri yazmakla divan şiirine katkı yapmamış, ayrıca 15. yy’ın en ünlü divan şairlerinden olan Ahmet Paşa’nın güneş redif: kasidesinin doğmasına vesile olmuştur. Bu kaside de Ahmet Paşa Fatih’i güneşle bir tutmuş ona en güzel methiyeler düzmüştür.

Fatih Sultan Mehmet Han ile taht kavgaları dolayısıyla adını duyuran Cem Sultan da tıpkı babası ve abisi gibi şiirlere merak salan Cem oğul, Osmanlı hanedan üyelerinden bir tanesidir. Batı’nın “Zizimi”

olarak bildiği Cem Sultan sadece Türkçe şiirler yazmamış, Farsça bir divan meydana getirmiştir.

Cemsid u-Hursid adlı eserini de babası Fatih adına yazmıştır.

Osmanlının önemli sultanlarından olan Yavuz Sultan Selim de edebiyat

alanında çok yetkin eserler vermiştir. Selim ve Selim’i mahlaslarını kullanarak şiirlerini yazmıştır. Yavuz Sultan Selim de Türkçe’nin yanında Farsça şiirler de vücuda getirmiştir.

Osmanlının her anlamda en parlak döneminin yaşandığı Kanuni Sultan Süleyman döneminde edebi alan da çok ö n e m l i g e l i ş m e l e r yaşanmıştır. 16. yy’a takabül eden bu dönemde Baki, Fuzuli, Hayali, Taşlıcalı

Yahya gibi divan şiirini zirveye taşıyan isimler yetiştirmiştir.

Kırkaltı yıl saltanat süren kanuni ise zaferlerle dolu hayatının içerisinde şiire, edebiyata ayrı yer ayırmış; “Muhibbi” mahlâsı ile birbirinden güzel şiirler yazmıştır. Kanuni’nin en çok bilinen ve devletin ne denli önemli bir kurum olduğunu ifade

eden

Hürrem Sultan akıllı, hırslı ve güzel haliyle her daim Kanuni’nin gözdesi olmayı başarmıştır. Kanuni de ona olan sevgisini gazellerinde dile getirmeyi tercih etmiştir.

“Celis-i halvetüm, varum, habibum mah-ı tabunum Enisum, mahremum, varum, güzeller içinde sultanum Hayatım, hasılım, ömrüm, şarab-ı kevserum, adnum Baharum, behcetum, râzum, gülüm, ey verd-i handanum

[Halvet arkadaşım, her şeyim, sevgilim, benim ay gibi parıl parıl parlayan güzelim, arkadaşım, güzeller içinde sultanum, hayatım, elde ettiğim her şey, ömrüm, kevser şarabım, cennetim, baharım, sevincim, günüm, ey açılmış gülüm]

Şiirlerine yer verdiğimiz Osmanlı sultanlarının yanında şairlik yönü olan III.

Murat, I. Ahmet, II. Osman, IV. Murat lale devri padişahı II. Ahmet ve II. Mustafa isimleri de bulunmaktadır.

Görüldüğü gibi zaferlerden zafere koşan Osmanlı padişahları edebi yönlerini de ihmâl etmemişlerdir. Şiirleriyle edebî zevklerini yansıtmışlardır. Bu durum da Osmanlı devletinin o dönemde hiç de küçümsenmeyecek bir sanat ve kültür anlayışı olduğunu gösterir.

Kaynakça: Günay KURT , Payitaht İstanbul’un Sultan Şairleri (Seyf Ve’l Kalem Sahipleri), İlmi Araştırmalar Dil, Edebiyat, Tarih İncelemeleri 9. (2000): 161-178

26

Burcu BORA

Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

“BİNBİR GECE”NİN KERAMETİ

Eski zamanlarda Hint ve Çin diyarlarında hüküm süren Şehriyar ve Şahzaman adlı iki kardeş hükümdar, eşleri tarafından aldatılmak felaketine uğramışlar. Bu olayın etkisiyle Şehriyar, kendi ülkesinde, her gün başka bir kızla evlenip ertesi gün onu idam ettirir olmuş. Bu yüzden vezirin güzel, bilgili ve akıllı kızı Şehrazad, hükümdarla evlenip ya bu uğurda yaşamını yitirmeye ya da kurtulup ülkenin tüm kadınlarını da bu beladan kurtarmaya karar vermiş. Bin güçlükle babasını da ikna etmiş. Evlendikleri gece gerdeğe girmeden önce,

hükümdardan son dilek olarak kız kardeşi Dünyazad’ı görmek istediğini söylemiş; Dünyazad da ondan son bir dilekte bulunmuş,

“Ne olursun ablacığım, o güzel masallarından birini son defa b a n a a n l a t . ” d i y e r e k ! Hükümdardan izin aldıktan sonra, ilginç ve merak uyandıran bir masal anlatmaya başlamış Şehrazad ve şafak sökerken en heyecanlı yerinde kesmiş masalı,

gündüz masal anlatılmaz diye. Ne var ki Dünyazad kadar hükümdar da meraklanmış ve masalın sonunu getirmek üzere Şehrazad’ın canını bağışlamış. Böylece büyü bozulunca, her gece birbirinden güzel masalları birbirine ekleyerek binbir gece masal anlatmış Şehrazad. Bu arada hükümdarla muhabbetini de sürdürerek üç çocuk sahibi olmuş. Sonunda masallar bitmiş. Ancak Şehriyar, bu kadar güzel ve akıllı bir eşe kavuşup ondan üç çocuğu da olunca Şehrazad’ın canını bağışlamış.

Arap masal kitaplarının en büyüğü, en güzeli ve en meşhuru olan Binbir Gece Masalları böyle başlar.

Bugün, Binbir Gece Masalları hemen bütün dünya dillerine çevrilmiş, bu masallardan bazıları filme de alınmıştır.

Binbir Gece Masallarının belli bir yazarı yoktur. Ne zaman yazıldıkları hakkında da kesin bir bilgi yoktur. Bu masallar bir memleketin malı da değildir. Binbir Gece Masalları 18. yüzyılda ilkin Antonie Galland tarafından İstanbul’da ve Kahire’de yapılan araştırmalar sonunda, Fransa yoluyla tüm Avrupa’ya tanıtıldı. Ancak bu masalların gerçek değeri, 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında masalları Arapça’dan olduğu gibi aktaran Dr. Joseph Charles Mardrüs’ün çabaları sonucu ortaya çıktı. Daha 19.

yüzyılda Rusça dâhil hemen hemen tüm dünya dillerine

çevrildi Binbir Gece Masalları. Ayrıca çocuklar için özet ya da seçme öyküler halinde de yayımlandı.

Binbir Gece Masallarının ana temasının kadının sadakatsizliği olduğu söylenebilir. Ana masallar Şehrazad’ın yaşamını korumak için bir öykücü olarak çerçe ve oluşturacak b içimde kurn azca düzenlemeleriyle oluşur. Böylece doğaüstü güçlerin masallarıyla, Alaeddin, Ali Baba ve Sinbad gibi iyi yürekli kişilerin masalları, toplumsal ve ahlaksal anlamlı diğer küçük masallar, aşk masalları ve Farsların araya sokulduğu, İskender’in, Hz. Süleyman’ın, şah ve halifelerin mitlerinden kaynaklanan anekdotların zengin akışı, ana masalın sınırlarını çabucak unutturur.

Dünya edebiyatlarında Binbir Gece Masallarının üzerine çıkacak bir esere rastlamayız. Binbir Gece Masalları fikir ve edebiyat alanlarını etkilediği gibi, opera, bale, tiyatro ve sinema gibi diğer sanat dallarınca da ele alınmıştır. Ayrıca TV dizilerine, eğlence mekânlarına ve sanayi ürünlerine bile bu masalların ve kahramanlarının adları veriliyor.

Kültür ve edebiyatımızın Osmanlı Dönemi itibariyle benzerliği, aynı inanca sahip oluşumuz, masal kahramanlarının isimlerinin aşinalığı ve bu kitabın garip büyüsü beni içine çekti. Binbir Gece Masalları bizim olmadığı halde bir hayli bize yakın. Bu eseri okurken garip bir samimiyet hissettim. Eserin ortalarına geldiğimde kendimi tuhaf bir labirentin içinde kaybolmuş, hikâyelerin huzursuzluğu içinde boğuluyor hissettim. Masalların hepsi birbirine benzer ama tuhaf bir biçimde birbirlerinden bir o kadar da ayrı.

Kendimi kaptırarak, sorgulamadan ve düşünmeden okuduğum bu masallar hakkında söylenen iki söz var. Birincisi bu kitabı baştan sona kadar hiç kimsenin okuyamadığı üzerinedir. İkincisi, Binbir Gece Masallarını baştan sona okuyan kişinin öleceği üzerinedir. Zoru seviyorsanız ve cesaretiniz de varsa bu masalları okuyun, hatta okumakla kalmayın bir ömür boyu başucu kitabınız yapın derim.

Binbir Gece Masalları der ki: “Sadece efendi adam sır saklamayı bilir. Sadece, insanoğlunun mükemmeli bir vaadi tutar. Sır benim içimde, iyice kilitlenmiş, anahtarı yitmiş ve kapısı mühürlenmiş bir evde hapsedilmiş gibidir.” Gelin, Binbir Gece’nin kilitlenmiş evinin anahtar deliğine bir anahtar da siz sokup açmayı deneyin…

27