• Sonuç bulunamadı

11/F

MEVLÂ’YA ŞİKÂYET

Şikâyet ettim hep Mevla’ya

Sen beni anlamazsın, sabreyle dedi.

Kapıyı kapatan da benim, açan da Görmedin mi? Ümit et, dedi.

Beşeri aşk dersin, bense ilahiyim, Yoksa beni unuttun mu? Hatırla, dedi.

Gönül dersin, ateş düşürdün dersin,

Sevenin hakkını veren benim, aşkından yan, dedi.

Ney üflerler benim için, ruhları yanıma gelir Neyler ateş alsın kor olsun, dedi.

Şafak vakti doğdururum güneşi, geceleri gösteririm gökteki ateşi,

Her karanlık gecenin vardır bir sabahı, unuttun mu?

Dedi.

Kader dersin, bana isyan edersin,

Senin yanlış yazdığın yazıyı ben düzeltirim, korkma!

Dedi.

Azrail’i çağırırsın yanına, bana seslenirsin sonra, Son durak benim, geri dönüşün bana,

İstersem dönersin, daha isteme! Dedi.

M. Emre SARIYILDIZ 11/A MUTLULUK

Kanı dolaştığı sürece yaşar insan, kalbi durana dek. Geçmişinde bıraktığı ya mutluluktur ya da acı. Kaçsa da kurtulamaz ikisinden de. Zıt kavramlar olsa bile kaçınılmazdırlar. En ummadığı anda yakalar insanı, hem de sol yanından.

Mutluluğun türü, cinsiyeti yoktur; hayvanlar da mutlu olur, bitkiler de, insanlar da… Sevgiyle beslenen hayvan, yemekle beslenen hayvandan daha mutlu, daha merhametlidir. Gönül gözüyle bakılan bitki, su ve güneşle büyüyen bitkiden daha canlıdır. İnsan da öyledir; sevgiden, hoşgörüden beslenir.

Mutludur aslında her insan; yaşamın kıymetini bildiği kadar. Sevincini barındırdığı yeri keşfettiğinde dolar insan huzurla. Kurulan hayaller hayallerin kurulduğu kişiler gitmeden yaşanmalı, yaşandıkça dolmalı, doldukça mutlu olmalı insan. Mutluluk aslında elle gösterilebilir, gönülden hissedilebilir, paylaşılabilir, görülmese bile anlaşılabilir bir kavram.

Çünkü insanoğlu her şeyle mutlu olabilir. Yalanın olmadığı, aşkın bitmediği, canların yanmadığı, sevgiye muhtaç kalınmadığı, adaletin, kardeşliğin, hoş görünün gramla tartılmadığı yerdedir mutluluk. Karanlıkta ışıktır, denizde pusula, kalpte ise sevgidir. Mutluluğu her insan farklı anlar. Bazı insanlara göre mutluluk zenginliktir, lüks bir hayat geçirmektir. Bu da doğrudur belki. Çünkü herkes hayatını bolluk içinde geçirmek ister. Yalnız mutluluğu sadece maddiyata bağlamak tehlikelidir. Çünkü paranın bize mutluluğu mu mutsuzluğu mu getireceği belirsizdir.

İnsan, maddi tüm varlıklarından (güzelliğinden, evinden, parasından vs.) sıyrılarak yalnızca insan olduğunun farkında olarak yaşarsa mutluluk onu yakalayacaktır aslında. Yağmurda yakalar belki insanı mutluluk. Önünde ıslanan kadını yağmur damlalarından korumak için yardımına koşan adamda birikir mutluluk.

Küçük bir çocuğun başını okşamak ya da bir ihtiyarı yolun karşısına geçirmekte belki de. İşin özü evrende bir kişinin tebessümüne katkıda bulunmakta mutluluk.

Yıllara bakmaya gerek yok anlarda aranmalı kalbimizin sevgiyle çarpmasına neden olan duygular. Günlük hayatın koşuşturmacası içinde gülmemek için sebebimiz çok, ya gülmek için? Gülmeyi bilen insan, yanlıştan uzak, doğruya yakın, huzuru bulan, sevgiden dolup taşandır. Sözlerimi ünlü şairimiz Yunus Emre’nin dizeleriyle tamamlamak istiyorum:

Gelin tanış olalım, işin kolayın tutalım Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz!

28

Emre Sarıyıldız 11-A

ÇİMEN

Gözlerinde sağanak var rengi ise çimen, Hep semaya yakın kal ve ol aklımı çelen.

Rahatsızım başkası gözlerini görmesin gülerken, Bir kere verilirse dönüş olmaz artık sözden Meraklanmayı bıraktım en başta geldi ağır, Sağır olmayı diledim, denedim geçmişim çok ağır, Sanar beni dönmeyi bilen biri, durmadan bağır, Çekilecek daha çok şey var, en kötüsü kahır.

Kesildi koşmaya çalıştığım bütün yollar, Boğuluyorum yapıştı boğazıma yılanlar, Haber versin bir an evvel istediğimi bulanlar, Olmuyor, yalnız kalınca hatrımı soranlar.

Karanlık, karardı, karamsar kaldı bir yanım, Benim en büyük korkum yansımasıdır aynanın.

Sordukça, sorularda kaybolanlar, korku var hesapta, Kanım aktıkça kâğıtları buluyorum odamda.

Sevindikçe kırılıyorum nedenini bulamıyorum, Yola devam dedikçe sokaklarda kayboluyorum, Kendimi satmadıkça hayallerime birer söz veriyorum, Anlamsız geçen vakitlere bir çentik daha atıyorum.

Sükûnet dilime yapıştı bu ara her lafta ağzımda, Kötülüğümü isteyenler şu aralar hep yasta.

Damlıyor kan, kalpten aktıkça, denizlere suya, Kurşun olsa sol yanımda acımaz bu denli asla.

Kendinden kopan adamdan satırlar dinledikçe anla, Lütfen anla, niyetim hiç kötü değil, kötü sanma, Uyarıyorum çevremi benim sükûnetim kalem tutana kadar ama

Ben kendimi bulamadıkça gömülüyorum karanlığa.

Kuraklığa alışkın bu beden su görmedi ki kimseden, Islansa kendine gelir, gör ki fayda yok kimseden, Ses etmeden sessizliğime gel, yorgunum evvelden, Çamura saplandıkça kılavuz aramaya geç kaldım sahiden.

Fütursuzca karşındayım sakin ve kararlıyım,

Bu sefer aynaya her zamankinden kızgın bakmaktayım, Yaşadıklarımdan büyük ders çıkardım farkındayım, Batan güneşe her gün kendimden fazla yakındayım.

Yalanlar birden bedenimi bürüdü, Neden herşey kısacık sürdü?

İçimi yakan o ateşi gördüm,

Kendimide yakmamak için ikiye böldüm.

Aslınur ACET 11/İ VATAN

Bir damla kan değil, Bin damla kan, bin candır!

Bir şehit anasının, gözünden düşen yaş, Vatandır!

Bir damla kan sorarsa vatanı bütün Bu ülke o zaman tamamdır.

Bizi bölmeye çalışanlar,

Yarın yeni bir gündür, Pes etmek için yok zaman.

Her şeyim sana fedadır, Ey kanlı toprak!

Üstündekiler kadar Altındakiler de var Gelecek nesil için Yok (!) duracak zaman.

Onur AKSU

ÖLÜM GELİP SENİ ALMADAN Sevdiklerine sahip çık

Kadere köle olmadan Onları mutlu et

Ölüm gelip seni almadan Hayatın tadına var Kederi unutmadan

Seviyorum de kalbindekilere Ölüm gelip seni almadan İsyan etme kadere Allah’ı düşünerek

Hayatla kucaklaş dolu dolu Ölüm gelip seni almadan Aşkı yaşamayı ihmal etme Kalbine kilit vurmadan Sen de sev bir kere Ölüm gelip seni almadan Son kez helallik iste Ana-baba ve akrabandan Helal et haklarını sen de Ölüm gelip seni almadan

29

Şöyle bir etrafımıza baktığımızda pek çok şeyden şikâyet ederiz. Bunların en başında dünyanın nesilden nesle kötüye doğru gittiğidir.

“Dünya” ne kadar güzel bir kelimedir. Geniş bir anlam taşır. Dünya yalnızca bizim yaşadığımız yer midir? Tabii ki gezegenimiz büyük bir dünyadır(!) ve başka dünyalar da vardır.

İnsan, bitki, hayvanların farklı farklı dünyaları vardır. Yıllar geçtikçe dünyaları kaybediyoruz. Denizler çöplerle doluyor, hayvan nesilleri tükeniyor. Biz, her şeyi doğadan, topraktan alıyoruz. Peki, doğaya hak ettiği karşılığı veriyor muyuz? Hayır, aksine doğaya daha fazla zarar veriyoruz. Fabrika bacalarından, araba egzozlarından çıkan dumanlar havayı, zehirli atıklar suyu, toprağı kirletiyor. İnsanlar parfüm şişeleriyle ozon tabakasına verdiği zararı düşünecek durumda değil zira, parfüm kokusundan tenlerinin kokusunu unutmuşlar. Büyükler küçüklere örnek olmuyor. Büyüğe saygı, küçüğe sevgi kalmamış. Peki, neden böyle yapıyoruz? Zaman ilerledikçe insanların iyi yönde gelişmesi beklenirken tam tersi oluyor, kötü yönde gelişiyoruz. Çocuk denilecek yaşlarda sigara, alkol, uyuşturucu gibi zararlı maddeler kullanılıyor. İnsanlar bu zararlı ürünleri birkaç dakikalık mutluluk için kullanırken kendilerini acı dolu bir ölüme terk ediyorlar.

Çünkü bu maddeler pek çok hastalığa davetiye çıkarıyor. Yaşam süresi kısalıyor. Savaş, kan, vahşetin yerine barış ve huzurun bulunduğu, suratı asık, sinirli, yalan dolu insanların olmadığı dünyamızı özler olduk. Eminim, herkes barış içinde yaşamak istiyor. Bu noktada; “Benim çabamla bir şey değişmez.”

denilebilir. Tabii ki bir kişinin çabasıyla bir şey değişmez fakat herkes; “Benim çabamla bir şey değişmez.” deyip yerinde oturur ve olanlara seyirci kalırsa zaten bir şey değişmez. Şimdi de tam dersini düşünelim. Herkes bir şeyleri değiştirmek için çaba gösterirse tüm insanlık çaba göstermiş olur. İşte tam da burada devreye sorumluluk giriyor. İnsan; toplum içinde, belirli kurallar dâhilinde yaşamaktadır. Kişi, ailesi, akrabası, komşusu ve çevresindeki birçok kişiyle etkileşim halindedir. Toplumdaki bütün bireylerin sağlıklı etkileşim kurabilmesi için birbirlerine karşı yerine getirmeleri gereken birtakım sorumluluklar vardır.

‘Sorumluluk’ kavramını tanımlarsak eğer; bireyin üzerine düşen görevi, toplumdaki rolünü yerine getirme çabasıdır.

Çocukluğumuzdan bu yana yaşantımızda sürekli yerine getirmemiz gereken görevler vardır. Yıllar geçtikçe yaşa ve yeteneklere göre değişen bu görevlere örnek verecek olursak;

çocukken oyun oynadıktan sonra oyuncakları toplamaktan başlayıp, okulda ders çalışmaya, evlenip yuva kurunca da aile geçindirmeye kadar gidebiliriz. Bu görevleri yerine getirmek sorumluluğumuzdur. Ödevini yapmayan bir öğrenci, evini geçindiremeyen bir baba ne kadar mutlu ve başarılı olabilir ki?

Sorumluluklar yerine getirilmeyince hayatımız zorlaşır. Etkileşim içinde olduğumuz yeni nesle parlak bir gelecek sağlayamayız.

“Temiz bir çevre istiyorsan, önce kendi kapının önünü süpür.”

demiş atalarımız. Gerçekten de öyledir. Başkalarını beklemeden kendi sorumluluklarımızı yerine getirirsek kısa süre sonra

‘sorumluluk bilinci’ yayılacaktır. Örneğin; yediğimiz meyvelerin çekirdeklerini tekrar doğayla buluşturmalıyız. Organik meyve yetiştirmeliyiz. Hayat kaynağımız olan suyu, ihtiyacımız olan elektriği tasarruf ederek en iyi şekilde kullanmalıyız. İnsanın kendini geliştirmesinde ve kişilik özelliklerini kazanmasında çevre çok önemli bir faktördür. Alexander Pope’nin bu konu hakkında çok sevdiğim bir sözü vardır: “Bir ağaç, herhangi bir prensten daha soyludur.” Bu söz üzerine düşünüldüğünde eminim, pek çoğunuz hak vereceksiniz.

İçinde yaşadığımız doğaya karşı sorumluluğumuz olduğu kadar topluma karşı da sorumluluklarımız vardır. Vatandaş olarak toplum içinde, toplumun diğer üyeleriyle bir arada ve uyum içinde yaşamamız gerekir. Sosyal ilişkilerimizde adil davranabilmeli, ahlak kurallarına uygun davranışlar sergileyebilmeli ve dürüst olabilmeliyiz. Sevgi, saygı ve anlayış duyguları ile diğer kişilerle dayanışma içinde olmalıyız.

Son birkaç yıldır ülkemizde gündemden düşmeyen bir konu hakkında düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Bu konu

‘işsizlik’. Çalışmak, üretmek, kazanmak bireysel bir haktır. Aynı zamanda kendimize, ailemize ve topluma karşı vazifemizdir.

Kendimizin ve bakmakla yükümlü olduğumuz aile fertlerinin ihtiyaçlarını karşılamak, yakınlarımıza ve topluma yük olmamak için çalışmak sosyal görevimizdir. Peki, bu göreve gereken önemi kim veriyor? Çok sık rastlıyoruz ailemizde, komşularımızda, yakın çevremizde üniversite bitirmiş işsizlere. Yapılmaya kaldıktan sonra ülkede iş bitmez. Ancak insanlarımız iş beğenmiyor. Oysa gelişmekte olan ülkemizde her meslekten insana ihtiyacımız var.

Herkes doktor, hâkim, mühendis vb. olacak diye bir kural yok. Bu ülkenin terziye, manava, çöp toplama görevlisine ve daha pek çok sayısız meslek grubundan insana ihtiyacı var. Yeter ki insanlarımız bunun farkına varsın. Çok küçük yaşlarda gelişmeye başlayan sorumluluk bilicini, geliştirmemiz gerekir. Öncelikle kendimizden başlayarak, sorumluluk bilincini aile, çevre, toplum ve dünyaya halka halka yaymalıyız. Ardımızdan gelen nesillere bu bilinci kazandırmalıyız. Çünkü çocuklar büyüyüp gelişimlerini tamamladıktan sonra toplumda birey olarak yerini aldığında kendisinden beklenen davranışları en iyi şekilde sergilemelidir.

Bilinçli büyüyen çocuklar, gelecek neslin doğru oluşmasına ve toplumlar arası iletişimin daha sağlıklı olmasına etki edecektir.

Yaşadığımız dünyayı düzeltmek, yeni nesillere daha temiz, daha dürüst bir dünya bırakmak istiyorsak yarını beklememeliyiz.

İnsanlar bir şeyleri başarmak için hep bir başkasından destek bekliyor. Hâlbuki başkasına gerek yok. Kendi sorumlulukları dâhilinde bir işe başladıktan sonra o işte başarılı olabilirler.

Böyle insanlar dünyada arttıkça her şey değişecek. Her bireye sorumluluk bilinci yerleşecek. Başarılı insanlar örnek alınacak ve başarı artacak.

Şikâyet ettiğimiz dünyayı tek başımıza düzeltemeyiz.

Ancak herkes sorumluluklarının bilincinde olursa ve kendi sorumluluklarını üstlenirse ortada şikâyet edilecek bir durum da kalmaz. İnsanlar birbirlerini örnek alarak yanlış yapmaktan kaçınır. Bu sayede bugünün çocukları, yarının yetişkin bireyleri ve gelecek kuşaklar toplumda zorluk çekmeden yaşayarak, hayatlarını daha iyi şartlarda devam ettirirler.

30