• Sonuç bulunamadı

Osmanlı Devletinde Eski Eserlerin Korunması ve Eski Eserlerin Toplanması

3. OSMANLI ÜLKESİNDE ESKİ ESERLERE KARŞI İLGİNİN BAŞLAMASI VE

3.1. Osmanlı Devletinde Eski Eserlerin Korunması ve Eski Eserlerin Toplanması

XVII. yüzyılda Avrupa’da arkeolojiye duyulan merak aristokrasinin karşısında tutunma gayretinde burjuvazinin kendine bir tarih ve toplumsal saygınlık kazanma isteği şeklinde ortaya çıkarken bu ilgi XIX. yüzyılda, buluntuların kendi ülkelerindeki müzelerde saklanması konusunda çalışmalara dönüşmüştür.75 Avrupalıların arkeolojiye olan ilgisinin bu yönde gelişim göstermesiyle, zengin bir tarihsel ve kültürel mirasa sahip olan Akdeniz Dünyası ve özellikle Anadolu XVIII. ve XIX. yüzyılda Avrupalı gezginler, zenginler, diplomatlar, eski eser meraklıları, antikacılar veya kötü niyetli bilim adamları tarafından talan edilmeye başlanmıştır.

Eski eser kaçakçılığı; bir toplumun doğal ve kültürel mirası niteliğindeki kültür ve tabiat varlıklarının bilimsel amaç ve yöntemler kullanmaksızın kaçak kazılar veya soygunlar gerçekleştirerek ele geçirilmesi ve ticari bir meta olarak yurt içinde ve yurt dışında pazarlanması veya bundan çıkar sağlanması olarak tanımlanmaktadır. XVIII. yüzyıl sonlarında batılıların Anadolu’dan antika toplama hevesi artış göstermişse de eski eser kaçakçılığının en yaygın olduğu dönem XIX. yüzyıldır.76

Bu dönemde kazıların finansmanını destekleyenler arasında büyük sermaye sahipleri görülmektedir. 1870’lerden itibaren kazıların devlet tarafından finanse edilmeye başlaması, bir anlamda sömürgeci anlayışın bir türü niteliğinde olan uluslararası bir yarışa dönmeye başlamasına neden olmuştur. Nitekim kazılarda çıkarıla eski eser nakliyatının büyük bir bölümüne kazı yapan devletlerin savaş gemileri eşlik etmektedir. Böylesine bir ortamda da oldukça geniş ve dinamik bir taban oluşturan büyük sanayiciler ve onlarla bütünleşen devletlerin parasal güçlerinden kaynaklanan ağırlıklarının yanında Osman Hamdi Bey gibi kişilerin eş zamanlı Historisist çabaları, gerçekten destekten yoksun, tekil ve özverilidir.77

Bunun sonucunda XIX. yüzyılın ilk yarısında yapılan kazılara tamamen yabancılar hakim

75 Muşmal, 2009a: 65-66. 76 Akın, 1993: 237. 77 Muşmal, 2009a: 66.

38

olmuşlardır. Bu dönemde, Osmanlı sınırlarında Avrupalı devletlerin izlediği politika adeta “eski eser avcılığı” ve adı geçen dönem ise “eski eser yağmalama devri” olarak değerlendirilmektedir.78

Avrupalılar, ellerindeki değerlerin farkında olmayan Osmanlıların toprakları üzerindeki eserleri korumalarının mümkün olamayacağı kanısındadırlar. Bununla ilgili olarak klasik dönem tarihçisi Theodor Gomperz konuyla ilgili düşüncelerini: “Türkleri Yunan ve Roma anıtlarının koruyucusu olarak düşünmek neredeyse biraz komik hiçbir soruya cevap alamıyorsunuz. Hiç katalog yok, hiç böyle bir gelenek yok” şeklinde ifade etmektedir. Böylelikle Avrupalılar Anadolu’da yapacakları kazı ve araştırmaları haklı bir temele oturtmak istemektedirler.79

Batı müzeleri ve koleksiyonerler dünyanın her yerinden eser toplamaya başladıklarında Osmanlı toprakları ve özellikle Yakın Doğu onların en çok ilgisini çeken yerlerdi. Nitekim birçok arkeolog, antikacı ve araştırmacının eski eserleri yurt dışına kaçırdıklarını görürüz.80

XIX. yüzyılın ikinci yarısında Anadolu’da seyyah kisvesi altında da, seyahat eden araştırmacıların ilgi alanları çoğunlukla gezdikleri bölgede yaşayanların dili, mimarisi, tarihi ve coğrafyası gibi farklı konuları da kapsamaktaydı. Bu yabancı araştırmacılar faaliyetlerini de yalnız bir noktada değil, eski eserler başta olmak üzere arkeoloji, biyoloji, jeoloji ve coğrafya gibi alanlarla bağlantılı olarak sürdürmüşlerdir. Ancak yabancı araştırmacıların, büyük çoğunluğu yani yaklaşık yarısını vilayetler dahilinde eski eser üzerinde çalışmışlardır.81

Bu dönemde, bir höyük ya da tümülüs, yüzeyinde en ufak bir kalıntı görülen bir tarla ya da kayalık en az birkaç kez kazılmaya denenmiştir.82 Bu yollarla bulunan eski eserler de yurt dışı çıkarılmaya başlanmıştır.

1874 yılında Lapseki’de bulunan Bizans hazinesinden iki parça dışındakiler yurt dışına çıkarılmıştır. Yine Konya’da bulunan Selçuklu sarayının çökmesi sonucunda ortaya çıkan kabartmalar çiniler ve bezemeli taşlar parça parça satılmıştır. Eserler satılırken çoğu kez çıkış yeri saklanmış veya yanlış yer gösterilmiştir. Bugün 78 Akın, 1993: 237. 79 Özkan, 2009: 100. 80 Muşmal,2009b: 71-73. 81 Özdoğan, 2001: 31. 82 Özkan, 2009:100-102.

39

İstanbul Çinili Köşk ve Konya müzeleri dışında, Paris Louvre, Dekoratif Sanatlar Müzesi, Berlin İslamische Kunst Museum, Stokholm’da Milli Müze’de ve Paris’te Charles Vignier ve O.K. ile Stockholm’da Dr. F.R. Martin koleksiyonlarında bu köşke ait parçalar bulunmaktadır.83

Osmanlı Devleti’nde ilk eser nizamnamesi 1869 yılında çıkarılmakla birlikte yurt dışına eski eser çıkartılmasının kesin olarak yasaklanması ancak 1884 nizanmanesiyle mümkün olabilmiştir. Buna rağmen çok ileri görüşlülükle hazırlanmış olan 1884 nizamnamesi ve emirlerle bu durumun önüne geçilmek istenilse de çoğu zaman kaçakçılığın önlenmesi mümkün olmamış bu kâğıt üzerinde kalmıştır.84

Eski eser kaçakçılığının yanında ören yerlerinde izin alınarak sökülen bazı yapılara, yerlere de rastlanılmaktadır. Genellikle takıp sökmek, kerpiç kesmek veya toprağı düzeltmek gibi çalışmalarla çoğu ören yeri mezarlık tümülüs gibi yerler tahrip edilmiştir.85

Eski eserlerin bu şekilde tahrip edilmesine örnek bir durum 1911 yılında Konya Alâeddin Camii ve Türbesinin yer aldığı Alâeddin Tepesinin bahçe haline dönüştürülmesinde ve büyük bir kısmının satılmasına karar verildiğinde yaşanır. Bu karardan kısa bir süre sonra belediye tarafından Alâeddin Tepesi’nde hafriyat çalışmalarına başlanmıştır. Bu çalışmalar kapsamında tepe üzerinde kazı yapılarak çıkarılan mermer taşları barut kullanılmak suretiyle parçalanmıştır. Alâeddin Köşkü’nde büyük oranda tahrip olmuş ve çıkarılan kırk elli kadar da yazılı eski eser Hüseyin Efendi adındaki taşçıya parçalatılmış ve şehirdeki yollara döşettirilmiştir.86

Eski eser kaçakçılığı ve tahribatı konusunda esas vurgulanması gereken nokta insanlarımızın geçmişimize ait izler yok olup giderken değil de en küçük bir eserin yurt dışına çıktığında heyecanlanması, bu eserlerin geri getirilip bir müzeye kazandırmaya çalışmalarıdır.87 83 Muşmal, 2009a: 68. 84 Özkan, 2009: 103. 85 Şahin, 2007: 104. 86 Özdoğan, 2001: 54. 87 Özkan, 2009: 87.

40

19. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı Devletinin vatandaşları arasında da yabancılar gibi eski eserleri sevenler ve toplayanlar vardır. Koleksiyon yapmak paraya, dayandığı için daha çok zengin kişilerin eser topladığı görülür. Bunlar arasında Türk devlet adamları ve aydınlarının yanında çoğunluğun gayrimüslim kökenli kişilerden oluşmaktadır. Koleksiyonerlerin çoğunlukla şehirlerde oturdukları birikimleri bulunmaktadır. Türkler arasında ise genellikle İstanbul’da çok sayıda koleksiyoner vardır.

Koleksiyonerlerin bugün de olduğu gibi müzelerin denetiminde olup olmadığı konusunda tam bilgimiz bulunmamaktadır. Ama bazı koleksiyonların kolayca yurt dışına çıkarılıp satıldığına bakılırsa bu konuda bir kısıtlama olmadığı anlaşılmaktadır. Eser biriktirmedeki amaca uygun olarak birikimin içeriği devri, türü ve çeşitliliği değişmektedir. Genellikle elyazması şeklinde biriktirilen bu eserler tasarruf olarak görülmektedir. Bu koleksiyonlardan, Osmanlı devlet adamı olan Fotyadi Paşanın sikke birikimini 1890 yılında Paris’e 5500 Osmanlı altınına satması örnek gösterilebilir.88

Tahribatın ve kaçakçılığın yaygın bir boyutu olan koleksiyonculuk ile eser toplamak ve vatandaşların kaçak kazılar yapmasını önlemek amacıyla ellerindeki eserlerin müzeye kazandırılması sebebiyle kazıların teşvik edilmesi de bir çözüm olarak ileri sürülmektedir.89

Osmanlı Devletinde tarihi eserlerin toplanması etkinlikleri, toplama teknolojilerinin ve pratiklerinin benimsenmesi bağlamında yaygınlık kazanınca Osmanlıların benimsediği toplama teknolojileri ve pratikleri yalnızca imparatorluk için değil dünyanın geri kalanı içinde heyecan verici olur.

Arkeolojinin geniş kapsamlı bir bilimsel disiplin olarak yeniden biçimlendirilmesinde insan ve yük taşımacılığında demiryolu gibi yeni ulaştırma türlerinin kullanılmaya başlaması önemli ölçüde etkili olur. XIX. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı Devletinin ekonomik ve teknolojik açıdan batının yeniliklerini almak ve kendisine uyarlamak zorunda olduğu bir durumda, demiryollarının Osmanlı

88 Özdoğan, 2001: 55.

41

topraklarına yayılması, arkeolojiyle ilgilenen Avrupalıların uzak bölgelere ulaşımını kolaylaştırdığı gibi eski eser kaçakçılığını da arttırmıştır. Avrupalılara bazı bölgelerde genellikle demiryolu ve karayolu yapımıyla ilgili ayrıcalıklar verilir. İngilizler 1856’da İzmir- Aydın hattını inşa etmek üzere Osmanlı İmparatorluğu’ndan ilk demiryolu imtiyazını elde edenlerdendir. Bu çerçevede bu tarihlerden itibaren tarihi eserlerin ele geçirilmesi ve yurtdışına çıkarılması faaliyetleri demiryolu, inşaat için zorunlu olan kazıların yapılmasına bağlı olarak gerçekleşir. Hatta Anadolu’nun en önemli yerleşimlerinden olan Efes ve Bergama kazıları demiryolu çalışmalarının bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Yine 1903 yılında Maşatta kapısının bulunması ve yurt dışına çıkarılması Hicaz demiryolu projesiyle doğrudan bağlantılıdır.

Daha önce güçlükle ulaşılan bölgeler demiryolunun buralara uzatılmasıyla tarihi eserleri toprakları üzerindeki egemenliğinin kanıtları olarak korumak, Osmanlı Devleti için giderek güçlenen bir zorluk haline gelir. Demiryolu inşa hatlarının eski eserlerle dolu olduğunu bilen Müze-i Hümayun Müdürlüğü’nün girişimleri neticesinde Maarif Nezareti demiryolu mühendislerinin tarihi eserlere el koymalarını önlemek amacıyla sürekli tezkireler yayımlanmıştır. Ancak, daha öncede değinildiği gibi, 1884 nizamnamesi çıkarılmışsa da bu nizamnameyle de eserlerin yurt dışına çıkarılmasına engel olunamamıştır.

1898 yılında Alman İmparatoru’nun padişahla birlikte gerçekleştirildiği ziyaret sonunda, Bağdat Demiryolu Projesinin yapımına başlanması da adeta kaçak kazıları ve eski eser kaçakçılığını teşvik eder nitelikte olmuştur. Alman imparatorluğu ile antlaşmanın neticesinde padişah tarihi eserlere ilişkin imtiyazları Almanlara vermiştir.90

Böylelikle Haydarpaşa-İzmit Demiryolu hattının Ankara’ya uzatılmasına ilişkin 4.10.1888 tarihli anlaşmanın 22. maddesi ile Ankara’dan Kayseri’ye Eskişehir’den Kütahya ve Afyonkarahisar üzerinden geçerek Konya’ya ulaşacak olan demiryolu hattının inşası için imzalanan 15.02.1893 tarihli anlaşmanın 23. maddesinde ve Konya’yı Halep üzerinden Bağdat’a bağlayacak olan demiryolu inşasına ilişkin olarak 1903 yılında imzalanan anlaşmanın 27. maddesinde yer alan ifadelere göre demiryolları inşa eden şirketler, inşaat sırasında herhangi bir izin

42

almadan arkeolojik kazı yapabilecekti. Ayrıca kazı esnasında bulunan eşya, vesika veya atika hakkında nizamname gereğince muamele edilse de, imtiyaz sahibi kazıda bulunmak için gereken ruhsatnamenin elde edilmesi hususunda olan yapılacak nizamnamelerden muaf tutulacaktır. Bu durum, şirketlerin demiryollarının inşası sırasında, bilinçli veya bilinçsiz olarak höyük ve ören yerlerine yönelmelerine neden olabileceğinden suiistimale fazlasıyla açık kalmıştır.91

XIV. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasi ve ekonomik açıdan güçsüz olmasından kaynaklı yurt dışına kaçırılan eserlerin başında Bergama Müzesi’nde sergilenen Bergama Zeus Sunağı ve British Museum’da sergilenen Halikarnassos Mausoleum’nun diğer kaçırılmış olan eserlerin yanında ayrı bir önemi olması sebebiyle burada kısaca değinilecektir.

Bilindiği gibi Pergamon müzesi adını Bergama’dan alır. 1865 yılında, Anadolu’da bir gezi yapan Carl Humann adlı bir Alman Mühendisi Bergama’ya gelir ve tarihi Akropolü gezer. O sıralarda, Akrapol’ün yanı başında kurulmuş olan taş ocağına mermer heykel parçalarının atıldığını görünce burada önemli eserler olduğunu anlamış ve durumu Almanyaya bildirmiştir. Sonunda arkeologlar Osmanlı Devletinden uzun süreli bir kazı izni aldıktan sonra kazılara başlanır. İlk aşamada Bergama Krallarından Eumares’in (M.Ö 197-159) yılları arasında yaptırdığı Zeus Tapınağının kalıntıları meydana çıkarılmıştır. Ambalajlanarak Berlin’e yollanan bu kalıntılar beş basamaklı bir podyum üzerine kurulan iki katlı tapınaktan arta kalan mimari parçalar 1871 yılında, Berlin Devlet Müzesinde (Staatliche Museen zu Berlin) restore edilir. O günden sonra müzenin adı Pergamon museum olmuştur.

Bergama Tapınağı’ndan ayrı olarak Pergamon Museumdaki İslami Eserler Bölümünde iki büyük salon Türk eserlerine ayrılmıştır. Birinci salonda Anadolu Selçukluları devri eserleri yer almaktadır. Konya salonu denilen bu salonda, özellikle 1905-1907 yılları arasında Konyadan götürülmüş XIII. yüzyıl Selçuklu devri eserleri bulunmaktadır. Bunlar arasında, Konyadaki Selçuklu eseri Beyhekim Mescidi’nin yerinden sökülerek getirilen çini mozaik mihrabı başta gelmektedir. Ayrıca Konya Alaeddin Camiinden getirilen işlemeli ahşap Kur’an rahlesi Konya’daki Sırçalı

43

Medrese’ye ait altı köşeli ve kitabeli bir Selçuklu duvar çinisi Konya Selçuklu Sarayı’nın alçı süsleri bunlar arasındadır.

Dünyanın sayılı müzelerinden biri olan Londradaki British Museum ise ilk olarak 1753’te kurulmuş, 1823-1847 yıllarında yaptırılan şimdiki binası Kraliyet Sarayı’na taşınmıştır. Müzede kraliyet Kütüphanesi ile birlikte çeşitli ülkelerden gelmiş koleksiyonlar bulunmaktadır. Bu koleksiyonlar arasında, Ortadoğu ve Asya ülkelerinden toplanan arkeolojik buluntular ve sanat eserleri önemli yer tutar. Anadolu seksiyonunda Batı Anadolu’dan Karya Satrabına karısı tarafından yaptırılmış ve dünyanın 7 harikasından biri sayılmış olan Halikarnasos (Bodrum) Mezar Anıtı (mausoleum) ile Knidos Demeteri, Efes Artemis Tapınağı kabartmaları sergilenmektedir.92