• Sonuç bulunamadı

Ortadoğu Bölgesine Yönelik AB Politikasının

2.3. AVRUPA VE ORTADOĞU İLİŞKİLERİNİN TARİHSEL

3.1.1. Ortadoğu Bölgesine Yönelik AB Politikasının

1970’lerin başlarına kadar oluşturulmamıştır. Bu tarihten önce Avrupa Topluluğu (AT) sadece İsrail ile ticari konuları ele alan, ilki tercihli olmayan ticaret (1964), ikincisi tercihli ticaret (1970) temelindeki ant- laşmalara dayalı bir ilişki kurmuştur. Ortadoğu’ya yönelik, bu bölge- deki üye olmayan nerdeyse tüm Akdeniz ülkelerini içeren daha kap- samlı bir yaklaşıma 1972 yılında geçilmiştir. Bu politika sadece eko- nomik konuları kapsayan Küresel Akdeniz Politikasıydı (KAP).140 AT’nin doğrudan Ortadoğu’ya yönelik ilk girişimi, aynı dönemde 1973’teki Ortadoğu savaşının başlangıcında üye devletler Arap-İsrail anlaşmazlığını dikkat göstermeye ve Avrupa Siyasi İşbirliği (ASİ) yo- luyla bu konudaki dış politika tutumlarının eşgüdümünü sağlamaya çalıştıkları zaman başlatılmıştır.

AT’nin Ortadoğu’ya yönelik daha sonraki faaliyetlerinin başlıcala- rından biri, AT ve Arap Ligi’nin 20 üyesinin katıldığı Avrupa-Arap Diyalogu (EAD) olmuştur. 31 Temmuz 1974’te yapılan ilk toplantıda, Avrupa-Arap Genel Komisyonu ve bir dizi çalışma grubunun oluştu- rulması kararlaştırıldıysa da, iki taraf bu diyalogun özellikleri ve gele- ceği konusunda tamamen farklı görüşlere sahip olduklarından bu giri- şimden somut bir sonuç çıkmamıştır.141 Avrupa tarafı, Filistin’in bu oluşumda temsil edilmesi türü siyasi konuları gündeme taşımayı red- detmiş, Arap tarafı da Avrupa tarafına petrol arzıyla ilgili özel garanti- ler vermek konusunda isteksiz davranmıştır.

140 Desmond Dinan, Avrupa Birliği Ansiklopedisi, Çev: Hale Akay, Kitap Yayınevi,

İstanbul, 2005, s.139.

141 Sedat Laçiner, Mehmet Özcan ve İhsan Bal, Türkiyeli Avrupa, Hayat Yayınları,

Camp-David görüşmeleri sırasında (1978) Avrupa-Arap Diyalogu bitme noktasına gelmiş ve Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgaliyle ta- mamen bitmiştir.

Avrupa Arap Diyaloğu döneminde, üye devletler ASİ vasıtasıyla Arap-İsrail anlaşmazlığı konusunda bildirge yayınlayarak Filistinlileri 1973’te mülteci görürken, 1977’de üye devletler Filistinlilerin anava- tanlarında yaşama haklarını vurgulamaya başlamışlardır. Üye devlet- lerin 1980 tarihli ünlü Venedik Deklarasyonu, Filistinlilerin kendi ka- derlerini tayin ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)’nün bu anlaşmazlı- ğın çözümüne yönelik her türlü müzakereye dahil olma hakkına des- tek vererek birkaç adım daha öteye gitmesini sağlamıştır.

Venedik Deklarasyonu, İsrail’e bir teselli olması amacıyla bölge- deki tüm devletlerin barış ve güvenlik içinde yaşama haklarını da vur- gulamış, ancak bu ülkenin yerleşim politikası da eleştirilmiştir.142

Venedik Deklarasyonu öncesinde AT’nin Filistinlere yönelik yar- dımları mültecilere yapılan yardımlardan ibaretken, deklarasyon son- rasında ise AT bütçesinden Filistinlilere doğrudan yardımlara ve AT’nin Filistin’e yönelik yardım programlarını yürüten ve sivil top- lum kuruluşlarının sağladığı finansmana dayalı yeni bir yaklaşım ge- liştirilmiştir. İsrail’in Lübnan’ı işgalinden kısa bir süre sonra, ilk kez İsrail’e yönelik müeyyidelerde bulunulmuştur. AT ile İsrail arasında yapılması gereken 1982 tarihli 2. mali protokol AT Dışişleri Bakanları tarafından ertelenmiş, 1987 Aralık’ında intifadanın başlangıç günle- rinde Avrupa Parlamentosu (AP), 1975 tarihli AT-İsrail Antlaşmasının 3. mali protokolünün onaylanmasının ertelenmesi yönünde karar ver- miştir.143

Venedik Deklarasyonu, Ortadoğu’ya yönelik AT politikasının ana referans noktası olmuştur desek yanılmayız. Örneğin Avrupa Konseyi 1987’de Venedik Deklarasyonunu temel alarak Birleşmiş Milletler (BM) himayesinde Uluslararası bir Ortadoğu Konferansı toplanması çağrısında bulunmuştur. Avrupa Konseyi ayrıca 1989’da açıkça Filis- tinlilerin barış konferansına katılımları talep ederken de Venedik Dek-

142 Sander, a.g.e., s.491. 143 Davutoğlu, a.g.e., s.365.

larasyonuna başvurmuştur. Ayrıca 1990’daki Dublin Zirvesi’nde, dev- let ve hükümet başkanları işgal altındaki topraklara gözlemci olarak bir komisyon yetkilisinin gönderilmesine ve topraklara yapılan doğru- dan yardım programlarının 1992 itibariyle iki katına çıkarılmasına ka- rar verilmiştir.144

1991 Körfez Savaşı sonrasında, AT-Ortadoğu ilişkileri açısından yeni bir dönem başlamıştır. İsrail; AT’nin 1975 AT-İsrail ekonomi anlaşmasını yeniden gözden geçirmek sözü vermesi karşılığında, 1991 yılında isteksiz bir şekilde AT’nin Madrid Barış Konferansı’na katılı- mını kabul etmiştir. Ancak ABD Dışişleri Bakanı James Baker’ın AT’ye verdiği rol Avrupalıları hoşnut etmemiş, AT sadece ekonomik kalkınma konularıyla sınırlanan bir gözlemci statüsüne sahip olabile- cekti. Çok taraflı görüşmeler, Avrupa bütünleşmesinin merkezinde yer alan bir kavram olan işlevsel ekonomik işbirliğini temel alacaktı. Eko- nomik, sosyal ve çevresel konuları ele alan beş çalışma grubu bulun- maktaydı. Bu gruplardan biri olan Bölgesel Ekonomik Kalkınma Ça- lışma Grubu’nun başkanlığını yapan AT, su ve çevre konularını ele alan diğer alanlarda da destekleyicilerden biri olmuştur.

Madrid Konferansı ve onu takip eden toplantıların önemi, 1993’ün sonlarında İsrail ve FKÖ’nün gizli bir ikili anlaşma için müzakere yü- rüttüklerinin (Oslo Süreci) ortaya çıkmasıyla daha da artmıştır. AT, bu gelişmelere şu şekilde tepki göstermiştir; her şeyden önce 1993 başla- rında Akdeniz’e yönelik yaklaşımın kapsamını, ilerlemeye açık bir kurumsallaşma politikası yoluyla Ortadoğu’ya yönelik Maşrık ülkele- rini (Mısır, Ürdün, Suriye) içine alan bölgesel işbirliğini içerecek şe- kilde genişletmiştir. Diğer taraftan, AB olarak kuruluşundan kısa bir süre sonra, uluslararası toplumla birlikte işgal altındaki toprakların ekonomik kalkınması için iddialı bir işbirliği programı başlatacağını ilan etmiştir. Bu doğrultuda 1994-98 dönemi için yarısı Avrupa Yatı- rım Bankası (EIB) tarafından karşılanan 500 milyon avro ayırarak bu planın en büyük mali destekçisi olmuştur. Bu gelişme AB’yi işgal al- tındaki topraklara yapılan uluslararası yardımların eşgüdümü için Ge- çici Kolaylaştırıcı Komite’nin merkezine oturtmuştur. Son olarak,

1993 Kasımında yapılan Bölgesel Ekonomik Kalkınma Çalışma Kuru- lu Genel Kurulu’nda, başlangıçta belirlenen öncelikli faaliyetlere ve bunlara yönelik fizibilite çalışmalarına 9,2 milyon avro tahsis eden Kopenhag Eylem Planını şiddetle desteklemiştir. Grup, 1994’de önce- liklerin belirlenmesinde “Merkezdeki Tarafların” doğrudan rol oyna- malarına olanak veren bir İzleme Komitesi kurulmasına karar vermiş, 1996’da İzleme Komitesi Sekreteryası finansman ve diğer ihtiyaçları AB tarafından sağlanan, Ürdün’ün başkenti Amman’da bulunan bir daimi bölgesel ekonomi enstitüsüne dönüşmüştür.145 Bu, kendi bölge- sel anlaşmazlıkların çözümü tarihinden dolayı AB’nin çok iyi anladığı bölgesel gelişmelerin kurumsallaşmasına yönelik kilit nitelikte bir adımdır, diyebiliriz.

Önemli bir başka gelişme de 1993’de Avrupa Konseyi’nin Avrupa Birliği Antlaşmasını (ABA) Ortak Dış ve Güvenlik Politikasına (ODGP) ilişkin maddesi uyarınca uygulayacağı ortak eylemler için Ortadoğu’yu beş öncelikli alanlardan biri olarak belirlemesidir. Buna paralel olarak AB, bölgede demokrasi ve insan haklarının desteklen- mesi için çalışmaya başlamış ve ardından, 1996’da işgal altındaki top- raklarda yapılacak seçimlere gözlemci göndermeye karar vermiştir.

AB, Ortadoğu Barış sürecindeki merkezi rolü yüzünden, bölgedeki aktörlerin 1994’te Kazablanka’da bir ekonomi zirvesi düzenlemeleri kararı karşısında şaşkınlığa uğramıştır. Bu toplantıda, AB’nin başlan- gıçta reddettiği bir Ortadoğu Kalkınma Bankası kurulması fikri şekil- lenmeye başlamıştır. AB ayrıca, Kazablanka Zirvesi’nde ele alınan konuların başkanlığını AB’nin yaptığı Bölgesel Ekonomik Kalkınma Çalışma Grubu’nun kapsamına giren konularla çalışmasından da ra- hatsızlık duymuş ve ABD ile diğer başlıca aktörlerin rol çalmaya ça- lıştığı izlenimini vermiştir. Aslında, 1995 Kasım’ında kabul edilen Barselona Deklarasyonu’yla meyve vermeye başlayan Komisyonun Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın, AB’nin Ortadoğu barış sürecinde ken- di hakimiyetinde gördüğü bir alanda ekonomik işbirliği ve kalkınma sürecinde giderek artan ABD etkisini dengelemeye yönelik bir karşı eylem olduğu da iddia edilebilir.

Bu genel veriler ışığında AB’nin özellikle 1990’ların ortalarından itibaren Ortadoğu Barış sürecinde aktif bir rol oynamaya başladığını görüyoruz. AB’nin barış sürecinde üstlendiği kolaylaştırıcılık rolü, AB liderleri ve troykasının bölgeye yaptığı ziyaretler ve AB’nin BM ve barış süreci temsil faaliyetleriyle desteklenmiştir.

24 Mart 1999 tarihli Berlin Bildirgesi’nde; AB’nin İsrail’in güven- liği ve bölgede eşit statüde bir ortak olarak kabulünün sağlanması için en iyi teminatın, mevcut anlaşmalar ve müzakereler çerçevesinde de- mokratik ve barışçı, bağımsız bir Filistin devletinin kurulması olduğu- nu düşündüğü belirtilmiştir.146 Ayrıca AB, 2002 yılının Temmuz ayında ABD, Rusya ve BM ile Filistin’deki reform sürecini izlemek amacıyla oluşturulan Ulusal Görev Gücü’nde de rol almıştır.

Ancak, gerek İsrail-Filistin arasındaki barış sürecinin 2000’lerin başlarından itibaren kesintiye uğraması ve bölgedeki şiddetin artması, gerekse 11 Eylül saldırıları sonrası uluslararası sitemin maruz kaldığı terör tehditi ve bunu takiben yaşanan ABD’nin Afganistan ve Irak’ın işgali, AB üyesi devletlerin Ortadoğu politikasında bir ayrışmaya ne- den olmuştur. AB içersindeki İngiliz hükümetinin ABD’ye verdiği destek ve başta İspanya olmak üzere bazı AB üyesi devletlerin işgale askeri güçlerini göndermeleri, hem AB içinde ODGP’nin geleceği ko- nusunu belirsizleştirmiş hem de üye devletlerarasındaki ilişkilerde gerginliklere yol açmıştır.

İşte bu noktada, Ortadoğu’nun bir diğer önemli aktörü ABD ko- numuzun kapsamına alınmak zorunda olduğundan, öncelikle AB ve ABD’in demokrasi konusundaki yaklaşım farklılıkları ele alınarak, Irak Krizi ve BOP’a giden süreçte AB-ABD arasındaki Ortadoğu’daki kesişen çıkarlar ayrıntılı bir şekilde ele alınmak zorundadır. Böylece konunun daha açık anlaşılacağı ve kafalarda soru işareti bırakmayaca- ğı kanaatindeyim.

3.1.2. AB’nin Bölgede Demokrasiyi Geliştirme Teşebbüsleri