• Sonuç bulunamadı

Avrupa Birliği`nin Ortadoğu politikası

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Avrupa Birliği`nin Ortadoğu politikası"

Copied!
111
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLAR ARASI İLİŞKİLER ANA BİLİM DALI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

AVRUPA BİRLİĞİ’NİN ORTADOĞU

POLİTİKASI

Danışman

Yrd.Doç.Dr. Metin AKSOY

Hazırlayan Mustafa AYDIN

(2)
(3)

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

BİLİMSEL ETİK SAYFASI Adı Soyadı MUSTAFA AYDIN

Numarası 044229001003

Ana Bilim / Bilim Dalı ULUSLAR ARASI İLİŞKİLER ANA BİLİM DALI Programı Tezli Yüksek Lisans  Doktora 

Ö ğ re n ci ni n

Tez Danışmanı Yrd. Doç. Dr. Metin AKSOY

Tezin Adı AVRUPA BİRLİĞİ’NİN ORTADOĞU POLİTİKASI

Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akade-mik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.

Öğrencinin imzası (İmza)

Alaaddin Keykubat Kampüsü Selçuklu/ KONYA Tel: 0 332 223 2446 Fax: 0 332 241 05 24

(4)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü YÜKSEK LİSANS TEZİ KABUL FORMU Adı Soyadı MUSTAFA AYDIN

Numarası 044229001003

Ana Bilim / Bilim Dalı ULUSLAR ARASI İLİŞKİLER ANA BİLİM DALI Programı Tezli Yüksek Lisans  Doktora 

Ö ğ re n ci ni n

Tez Danışmanı Yrd. Doç. Dr. Metin AKSOY

Tezin Adı AVRUPA BİRLİĞİ’NİN ORTADOĞU POLİTİKASI

Yukarıda adı geçen öğrenci tarafından hazırlanan AVRUPA BİRLİĞİNİN ORTADOĞU POLİTİKASI başlıklı bu çalışma ……../……../…….. tarihinde yapılan savunma sınavı sonu-cunda oybirliği/oyçokluğu ile başarılı bulunarak, jürimiz tara-fından yüksek lisans tezi olarak kabul edilmiştir.

Ünvanı, Adı Soyadı Danışman ve Üyeler İmza

Alaaddin Keykubat Kampüsü Selçuklu/ KONYA Tel: 0 332 223 2446 Fax: 0 332 241 05 24

(5)

İÇİNDEKİLER

BİLİMSEL ETİK SAYFASI...i

YÜKSEK LİSANS TEZİ KABUL FORMU ...ii

İÇİNDEKİLER ... iii ÖZET ... vi SUMMARY ... viii GİRİŞ ...1 Çalışmanın Amacı...2 Çalışmanın Önemi...2 Çalışmanın Yöntemi...3

Çalışmanın Kapsam ve Sınırları...3

BİRİNCİ BÖLÜM ORTADOĞU KAVRAMI VE GENEL ÖZELLİKLERİ BİRİNCİ BÖLÜM AB’NİN ORTADOĞU POLİTİKASININ TEMELLERİ 1.1. ORTADOĞU BÖLGESİ’NİN TANIMI...5

1.2. ORTADOĞU BÖLGESİ’NE DAİR GENEL İNCELEME ...8

1.3. ORTADOĞU BÖLGESİ’NİN GENEL YAPISI ...8

1.3.1. Ortadoğu’nun Dini Yapısı ...9

1.3.2. Ortadoğu’nun Ekonomik Yapısında Petrolün Payı...12

1.3.3. Ortadoğu’nun Toplumsal Yapısı...14

1.3.4. Ortadoğu’nun Siyasal Yapısı ...18

(6)

İKİNCİ BÖLÜM

AVRUPA BİRLİĞİ DIŞ POLİTİKASI VE ORTADOĞU İLE İLİŞKİLERİNİN TARİHİ

2.1. AVRUPA BİRLİĞİ’NİN KURULUŞU...21

2.2. AB’NİN DIŞ POLİTİKASI ...34

2.2.1. Avrupa Dış Politikasının İçeriği ...36

2.2.2. Avrupa Siyasi İşbirliğinden ODGP'ye Ortak Dış Politika ...37

2.2.3. Avrupa Topluluklarının Dış Politikasının Temelleri ...39

2.2.4. Ortak Dış Politika ve Güvenlik Politikası’nın İçeriği ...43

2.3. AVRUPA VE ORTADOĞU İLİŞKİLERİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ ...49

2.3.1. Haçlı Seferleri İkinci Dünya Savaşı Arası Dönem ...49

2.3.1.1. Doğu’nun Batı Medeniyetine Katkıları ...50

2.3.1.2. Doğu Üzerinde Batı Hâkimiyeti ...51

2.3.2. İkinci Dünya Savaşı Sonrası Dönem Ortadoğu-Avrupa İlişkileri ...53

2.3.2.1. Ortadoğu’da Arap Milliyetçiliği ve Güç Siyaseti ...54

2.3.2.2. Süveyş Krizi ve Bölgede ABD-Sovyetler Birliği Üstünlüğü ...55

2.3.2.3. Petrol Silahı ve Batı...57

2.3.3. Petrol Krizleri ve Batı Avrupa ...59

2.3.4. Venedik Deklarasyonu, Avrupa-Arap Diyalogu ve Ortadoğu Barışı...60

2.3.5. Barselona Süreci ...62

(7)

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

AVRUPA KOMŞULUK POLİTİKASI VE ORTADOĞU

3.1. AVRUPA BİRLİĞİ’NİN ORTADOĞU’YA YÖNELİK

DEMOKRASİ VE İSTİKRAR POLİTİKALARI ...67

3.1.1. Ortadoğu Bölgesine Yönelik AB Politikasının Başlangıcı ...67

3.1.2. AB’nin Bölgede Demokrasiyi Geliştirme Teşebbüsleri...71

3.1.2.1. AB-KİM Diyalogu ...72

3.1.2.2. İran ile Etraflı Diyalog ...72

3.1.2.3. Yemen İle İşbirliği Anlaşması...73

3.1.2.4.Avrupa Komşuluk Politikası (European Neighbourhood Policy ENP)...73

3.2. KOMŞULUK POLİTİKASI’NIN TEMELİ ...76

3.3.AB’NİN KOMŞULUK POLİTİKASI VE ORTADOĞU’DA BÖLGESEL İSTİKRAR SORUNU ...78

3.3.1. Avrupa Bütünleşmesi’nin Komşu Bölgelerde Uygulanması ...78

3.3.2. Liberalizasyona Meydan Okuma ...81

SONUÇ...89

(8)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü Adı Soyadı MUSTAFA AYDIN

Numarası 044229001003

Ana Bilim / Bilim Dalı ULUSLAR ARASI İLİŞKİLER ANA BİLİM DALI Programı Tezli Yüksek Lisans  Doktora 

Ö ğ re n ci ni n

Tez Danışmanı Yrd. Doç. Dr. Metin AKSOY

Tezin Adı AVRUPA BİRLİĞİ’NİN ORTADOĞU POLİTİKASI

ÖZET

AVRUPA BİRLİĞİ’NİN ORTADOĞU POLİTİKASI Ortadoğu bölgesi gerek stratejik konumu, gerekse sahip olduğu petrol kaynakları bakımından dünyanın en zengin bölgesi olması ne-deniyle ayrı bir öneme haizdir. Ortadoğu ikili ilişkiler, ticari ilişkiler ve çatışmaların odağındaki bölge olması dolayısıyla Avrupa Dış Poli-tikalarında da üst sıralarda yer almıştır.

Avrupa ve Ortadoğu arasındaki ilişkiler uzun bir tarihsel süreci kapsamaktadır. AB kuruluşundan bu yana demokrasi ve insan hakları-na verdiği önemi belirtmiş ve bunun kendine ait içsel bir unsur halini alması için çabalamıştır. Uluslararası arenada etkin bir güç olmayı defleyen AB kendine ait içsel değerleri diğer ülkelere de yaymayı he-deflemektedir. Bu amaçla oluşturmuş olduğu Avrupa Komşuluk Poli-tikası kapsamında AB’ye komsu olan fakat üyelik perspektifi bulun-mayan ülkelerde demokrasinin teşviki önemli bir unsurdur.

Alaaddin Keykubat Kampüsü Selçuklu/ KONYA Tel: 0 332 223 2446 Fax: 0 332 241 05 24

(9)

Bu çalışma ile AB’nin geçmişten günümüze Ortadoğu ilişkileri ve yakın dönemdeki komşuluk politikaları çerçevesinde Ortadoğu’ya ba-kışı amaçlanmaktadır. Yapılan literatür taraması sonucu elde edilen bilgiler yardımıyla araştırmanın amacına uygun ön çalışma ve anahat planı oluşturulmuştur. Bu plan çerçevesinde gerekli düzenlemeler süre yeterliliği göz önünde bulundurularak danışman gözetiminde yapılma-ya çalışılacaktır. Bu araştırmada, günümüzde genişleme ve komşuluk politikaları ile öne çıkan Avrupa Birliği’nin, artan şiddet olaylarına sahne olan Ortadoğu politikası ile sınırlandırılmıştır.

Kuruluşundan bu yana demokrasinin önemine vurgu yapan AB, Avrupa Komşuluk Politikası kapsamında yer alan ülkelerde de de-mokrasiyi yaymayı hedeflemektedir. Sonuç olarak AB açısından özel-likle genişleyen sınırlar ile birlikte güvenlik açısından öneme sahip olan Ortadoğu bölgesinde AB’ye yakın rejimler oluşturulması önem taşımaktadır.

Alaaddin Keykubat Kampüsü Selçuklu/ KONYA Tel: 0 332 223 2446 Fax: 0 332 241 05 24

(10)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü Adı Soyadı MUSTAFA AYDIN

Numarası 044229001003

Ana Bilim/Bilim Dalı ULUSLAR ARASI İLİŞKİLER ANA BİLİM DALI Programı Tezli Yüksek Lisans  Doktora 

Ö ğ re n ci ni n

Tez Danışmanı Yrd. Doç. Dr. Metin AKSOY

Tezin Adı MIDDLE-EASTERN POLICY OF EUROPEAN UNION

SUMMARY

THE MIDDLE-EASTERN POLICY OF EUROPEAN UNION The Middle East is of great importance due to both its strategic po-sition and by virtue of the fact that it is the riches region of the world in terms of its oil reserves. The Middle East also ranks high in Euro-pean Foreign Policies as it is a region that is at the centre of bilateral relations, commercial relations and conflicts.

Relations between Europe and the Middles East covers a long his-torical process. EU, since its inception, has emphasised the importance it lays upon democracy and human rights and endeavoured to make it an internal component of its nature. Intending to be an influential fig-ure in international arena, EU aims to spread its internal values to other countries, too. Encouragement of democracy within the scope of European Neighbourhood Policy in countries that are neighbours of EU but do not have membership perspective is an important move. Alaaddin Keykubat Kampüsü Selçuklu/ KONYA

Tel: 0 332 223 2446 Fax: 0 332 241 05 24 http://www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/

(11)

This study aims to investigate EU’s relationships with the Middle East from past to present and its look on the Middle East within the framework of its neighbourhood policies. A preliminary examination has been conducted and an outline plan has been devised by the help of information obtained through review of the relevant literature. The required corrections will be made under the supervision of an advisor in accordance with this plan an so long as time limits allow. This study is limited to the policy of European Union, which is in the fore-ground today by virtue of its expansion and neighbourhood policies, concerning the Middle East, which is home to increasing cases of vio-lence.

EU, which has been emphasising democracy since its establish-ment, intends to spread democracy in countries that are included in the European Neighbourhood Policy. In conclusion, it is important for EU to help establish friendly regimes in the Middle East, which is impor-tant for EU in terms of security especially due to expanding borders.

Alaaddin Keykubat Kampüsü Selçuklu/ KONYA Tel: 0 332 223 2446 Fax: 0 332 241 05 24

(12)
(13)

GİRİŞ

Ortadoğu bölgesi gerek stratejik konumu, gerekse sahip olduğu petrol kaynakları bakımından dünyanın en zengin bölgesi olması ne-deniyle ayrı bir öneme haizdir. Her ne kadar Hazar Denizi’nde ve Orta Asya’da yeni petrol kaynakları keşfedilmişse de, dünya petrol rezerv-lerinin yaklaşık üçte ikisinin bu bölgede bulunması, işleme maliyeti-nin düşük olması ve dünya doğalgaz rezervlerimaliyeti-nin ise üçte birinden fazlasının Ortadoğu’da bulunması bölgeyi cazip kılmıştır.

Ortadoğu ikili ilişkiler, ticari ilişkiler ve çatışmaların odağındaki bölge olması dolayısıyla her zaman uluslararası bakımından dikkatleri üzerine çeken bir bölgedir. Bu bakımdan ABD, Rusya, Çin gibi büyük devlerin ilgisini çekerken Avrupa Dış Politikalarında da üst sıralarda yer almıştır.

Avrupa ve Ortadoğu arasındaki ilişkiler uzun bir tarihsel süreci kapsamaktadır ve değişen uluslararası koşullar bu ilişkilerin şekillen-mesinde önemli bir rol oynamıştır. Ortadoğu’nun üzerinde bulunduğu coğrafya ve bu coğrafyanın sağladığı kaynaklar bölgenin önemini art-tırmış ve Batılı güçlerin bölgeye olan ilgilerini canlı tutmalarına neden olmuştur.

AB kuruluşundan bu yana demokrasi ve insan haklarına verdiği önemi belirtmiş ve bunun kendine ait içsel bir unsur halini alması için çabalamıştır. Uluslararası arenada etkin bir güç olmayı hedefleyen AB kendine ait içsel değerleri diğer ülkelere de yaymayı hedeflemektedir. Bu amaçla oluşturmuş olduğu Avrupa Komşuluk Politikası kapsamın-da AB’ye komsu olan fakat üyelik perspektifi bulunmayan ülkelerde demokrasinin teşviki önemli bir unsurdur.

Her şeyden önce AB, Büyük Okyanus ve Akdeniz gibi büyük de-nizlerle çevrili bir yarımada ve kenar ülkesi olduğu için yeterli bir sa-haya ve sağlam bir coğrafi bütünlüğe sahiptir.AB’nin, Avrupa Birle-şik Devletleri’ne dönüşmesi halinde bölgesel güç olmaktan ziyade kü-resel bir güç olacağı çokta uzak bir ihtimal değildir. Bunun yanında günümüzde petrol ve doğalgaz gibi hammadde kaynaklarının stratejik önemi bilindiğinden AB petrole olan gereksiniminden dolayı Orta Doğu ile yakından ilgilenmek durumundadır. Bununla bağlantılı

(14)

ola-rak Akdeniz, Avrupa’nın ham petrol ve diğer hammaddeleri temin et-tiği taşıma yoludur. Ayrıca Akdeniz bölgesinde siyasi istikrarsızlığın artması göç dalgalarıyla ilk olarak AB’yi etkilediği için AB, hem Ak-deniz hem de Orta Doğu bölgesiyle yakından ilgilenmek durumunda-dır. Çünkü özellikle 11 Eylül sonrası dünya Avrupa’nın askeri güç sonrasında demokratikleşme ve ekonomik kalkınma ekseninde kurdu-ğu bir medeniyet vizyonuyla, Amerika’nın askeri güç, salt güvenlik ve tek taraflı önleyici savaş teorisi ekseninde kurduğu bir dünya liderliği vizyonu arasındaki gittikçe artan bir farklılaşmayı ve kırılmayı simge-lemektedir.

Çalışmanın Amacı

Geniş bir coğrafyayı içine alan Orta Doğu Bölgesi tarih boyunca Batılı Devletler için önemli bir bölge olagelmiştir. 11. Yüzyılda Haçlı Seferleri ile başlayan Doğu ve Batı etkileşimi, Batı’nın Kudüs’ü hâ-kimiyet altına almak istemesinden dolayı dinsel temellere dayanmıştır. Bunu takip eden süreçte Doğu ve Batı arasındaki ticaret farklı iki kül-türün birbirini tanımasında önemli bir rol üstlenmiştir. Bu etkileşim zamanla kendisini bilim, felsefe ve edebiyat alanında da göstermiştir. İlk milenyumun sona ermesinin ardından Osmanlı Devleti Ortado-ğu’da egemen güç konumuna gelmiştir. Ticaret yollarının Osmanlı Devleti’nin kontrolünde bulunması ve daha sonra da bölgenin sahip olduğu zengin yeraltı kaynakları Avrupa-Ortadoğu ilişkilerinin daha karmaşık ve çatışmacı bir hal almasında etkili olmuştur.

İlerleyen zamanla birlikte AB’nin komşuluk politikaları çerçeve-sinde Ortadoğu politikasının hangi doğrultuda olacağı da netlik ka-zanmıştır. Bu çalışma ile AB’nin geçmişten günümüze Ortadoğu iliş-kileri ve yakın dönemdeki komşuluk politikaları çerçevesinde Ortado-ğu’ya bakışı amaçlanmaktadır.

Çalışmanın Önemi

1990’ların başında yaşanan Birinci Körfez Savası’nda Avrupa’nın kolektif bir tutum sergileyememesi AT’ye Akdeniz ve Ortadoğu ülke-lerini kapsayan, olası krizleri engelleyecek siyasi ve ekonomik ortak-lığa yönelik politikalar üretmesi gerektiğini açıkça göstermiştir. Yeni-lenmiş Akdeniz Politikası, bu düşüncenin bir sonucu olarak ortaya

(15)

çıkmıştır. 1995 yılında başlatılan Barselona Süreci, siyasi işbirliği ve güvenlik, ekonomi ve finans alanlarında işbirliği, sosyal, insani ve kültürel işbirliği olmak üzere üç ana konu üzerine temellendirilmiş, ortak ülkelerle yapılan iki taraflı antlaşmalarla şekillendirilmiştir. Fa-kat 2005 yılına gelindiğinde Barselona Süreci’nin tarafların beklenti-lerini karşılamadığı görülmüş ve süreç başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

AB, 2004 yılında Orta ve Doğu Avrupa ülkelerini kapsayan geniş-lemesiyle birlikte yeni komsulara sahip olmuştur. Barselona Süre-ci’nin beklentileri karşılamaması, AB’nin bölgede AB norm ve stan-dartlarına yakın rejimler oluşturma isteğine uygun olarak daha etkin politikalar geliştirilmesi hedeflenmiştir.

Bunun sonucunda ortaya Avrupa Komşuluk Politikası çıkmıştır. Avrupa Komşuluk Politikası, politika kapsamındaki ülkeler için AB’ye üyelik perspektifi taşımamaktadır. Söz konusu politikanın araç-ları arasında ortak ülkeden yerine getirmesi beklenen öncelikleri kap-sayan Eylem Planları ve politikanın finansmanını sağlamaya yönelik Avrupa Komşuluk ve Ortaklık Aracı yer almaktadır. Avrupa Komşu-luk Politikası’na temel oluşturan unsurlar ise uyum, işbirliği ve koşul-luktur.

Çalışmanın Yöntemi

Yapılan literatür taraması sonucu elde edilen bilgiler yardımıyla araştırmanın amacına uygun ön çalışma ve anahat planı oluşturulmuştur. Bu plan çerçevesinde gerekli düzenlemeler süre yeterliliği göz önünde bulundurularak danışman gözetiminde yapılmaya çalışılacaktır.

Çalışmanın Kapsam ve Sınırları

Bu araştırmada, günümüzde genişleme ve komşuluk politikaları ile öne çıkan Avrupa Birliği’nin, artan şiddet olaylarına sahne olan Orta-doğu politikası ile sınırlandırılmıştır.

(16)
(17)

BİRİNCİ BÖLÜM

ORTADOĞU KAVRAMI VE GENEL ÖZELLİKLERİ BİRİNCİ BÖLÜM AB’NİN ORTADOĞU POLİTİKASININ TEMELLERİ

1.1. ORTADOĞU BÖLGESİ’NİN TANIMI

“Ortadoğu” kavramının, “Şark” (Doğu) ve “Yakındoğu” (Near East) kavramları gibi Batı merkezli ve subjektif bir kavramlaştırmanın ürünü olarak ortaya çıktığı ve kullanım sahasına girdiği söylenmekte-dir. Bu kavramlaştırmayı doğuran ana bakış, özellikle İngiltere ve Fransa’nın Avrupa’yı dünyanın merkezi olarak kabul eden ve dünya-nın Avrupa’dünya-nın doğusunda kalan bölgelerini bu merkeze olan uzaklık-larına göre “yakındoğu”, “ortadoğu” ve “uzakdoğu” şeklinde kategori-ze eden bakışlarıdır.1

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bilimsel çalışmalarda ve uluslara-rası siyasette giderek kullanımı yaygınlaşan “Ortadoğu” (Middle East; Moyen Orient; Eş-Şarku’l-Evsat) kavramını ilk defa 1902 yılında Amerikan deniz tarihçisi ve strateji uzmanı Alfred Thayer Mahan, National Review’de yayınlanan ve Basra Körfezi’nin önemini ele al-dığı “The Persian Gulf and International Relations” başlıklı yazısında Arabistan ile Hindistan arasındaki bölgeyi ifade etmek için kullanmış-tır. Yüzyılın başlarında Basra Körfezi’nin stratejik önemi ve bu bölge-de Alman İmparatorluğu, İngiltere ve Rusya’nın nüfuz mücabölge-delelerini anlatmaya çalışan A.T. Mahan, jeostratejik bir konsept dahilinde kul-landığı “Ortadoğu” (Middle East) kavramı ile, Süveyş’ten Singapur’a kadar uzanan deniz yolunun bir bölümünü koruyan ve kesin şekilde sınırlarını belirtmediği bir bölgeyi anlatmaktadır.2 Mahan’ın ardından İngiliz gazetesi The Times’in dış politika editörü Valentine Chirol, Tahran muhabiri imzasıyla, Basra Körfezi’nin stratejik önemini, Al-manya’nın inşa etmeye çalıştığı Bağdat demiryolunun Basra’ya kadar

1 Davut Dursun, “Ortadoğu Neresi? Subjektif Bir Kavramın Anlam Çerçevesi ve

Tarihi”, Stradigma, Sayı:10, Kasım 2003, s.1

2 Marwan R. Buheiry, The Formation and Perception of the Modern Arab

(18)

uzatılmasının İngiltere’nin bölgede ve Asya’daki çıkarlarına vereceği zararları anlattığı birkaç yazısına “Ortadoğu’nun Problemleri” başlığı-nı koyarak kavramı Basra Körfezi bölgesini anlatmak için kullanmış ve kavramın benimsenmesine katkıda bulunmuştur.

Mahan ve Chirol’un İngiliz diline kazandırdıkları “Ortadoğu” kav-ramı asrın başlarında sözlüklere girerken kitap adlarında da görülmeye başlanmıştır. Angus Hamilton 1909 yılında Londra’da yayınladığı “Problems of the Middle East” adındaki kitabı ile kavramı bilim dün-yasına taşıyarak Basra Körfezi bölgesinin İngiltere’nin uluslararası menfaatleri ve sömürgeci devletler arasındaki rekabet çerçevesindeki önemini anlatmıştır. Aynı yıllarda Hindistan’da Kral naibi olan Lord Curzon, ilk defa 1911’de Hindistan’a yakın yerleri ifade etmek için resmi konuşma ve belgelerde “Ortadoğu” kavramını kullanarak ona yarı resmi bir nitelik kazandırmıştır.3

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Ortadoğu kavramı resmiyet ka-zanmıştır. İngiltere hükümetinde Sömürgeler Bakanlığı bünyesinde “Middle Eastern Department” adıyla bir idari teşkilatın oluşturulma-sıyla söz konusu resmiyet gerçekleşmiştir. Bu arada İngiltere’deki Coğrafi Adlar Daimi Komisyonu (Permenant Commission on Geog-raphical Names) adlı kuruluş, “Yakındoğu”yu sadece Balkanları ifade edecek şekilde yeniden tanımlarken, “Ortadoğu” kavramını da Türki-ye, Mısır, Arap Yarımadası, Körfez bölgesi, İran ve Irak’ı kapsamına alacak şekilde yapılandırmıştır. Böylece 20. yüzyılın başlarında İstan-bul Boğazı’ndan Hindistan’ın doğu kıyılarına kadar uzanan bölge “Or-tadoğu” olarak isimlendirilmiştir. İkinci Dünya Savaşı sırasında Kahi-re merkezli, Middle East Air Command adıyla bir birim oluşturulmuş ve İngiltere’nin bölgedeki mandaları olan Filistin, Mavera-i Ürdün ve Irak’ın yanı sıra Aden ve Malta da buranın kontrolüne verilmiştir. Da-ha sonra İran ve Eritre de bu komutanlığın kontrol alanına dahil edil-miştir.4

3 Roderic H. Davison, “Where Is The Middle East”, Foreign Affairs, Vol. 38, 1960,

s.668

(19)

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Ortadoğu kavramının kullanımı, özellikle Anglo Sakson etkisindeki yerlerde hem sivil ve akademik çevrelerde hem de resmi alanlarda yaygınlaşırken Yakındoğu’nun kul-lanımı giderek gerilemiştir.5 Ancak Ortadoğu kavramının ifade ettiği coğrafi bölge hakkında farklı yorumlar ortaya çıkmıştır. Kimi yakla-şımlarda Ortadoğu kültürel bir alan olarak düşünülmüş, Fas’tan Endo-nezya’ya kadar uzanan ve İslam kültürünün hakim olduğu bölge “Or-tadoğu” olarak ifade edilmiştir. Bazı tanımlarda ise ırk unsuru ön pla-na çıkarılarak, Arapların hakim unsur olduğu bölgeyi anlatmak için Türkiye, Afganistan, İran gibi ülkeler Ortadoğu kavramından dışlan-mıştır.6

Ortadoğu kavramının kapsamının belirsizliği ve kullananların kap-samı istedikleri gibi geniş veya dar tutmalarına imkan vermesi bu kav-ramın kullanımını zorlaştırmaktadır. Bu nedenle kavkav-ramın belirsizli-ğini ortadan kaldırmak için bu kavramla birlikte oluşturulan farklı ter-kiplerin tercih edildiği dikkat çekmektedir. Bunlardan “Kuzey Afrika ve Ortadoğu” (North Africa and Middle East) kavramı en çok kullanı-lanıdır. Merkezi Londra’da bulunan Europa Publications Limited’in yayınladığı yıllıklardan birinin adı The Middle East and North Af-rica’dır. Bu yıllıkta Atlas Okyanusundan Pakistan’a kadar uzanan coğ-rafi bölgedeki ülkelere yer verilmektedir. Bunun yanında bazı yayın-larda ve kuruluşyayın-larda “Near and Middle East” şeklinde bir kullanıma rastlamak mümkündür. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki National Geographic Society bölge ülkelerini kapsayan haritaya “Yakın Doğu Ülkeleri” adını vermektedir.7

Davutoğlu’na göre; Ortadoğu, coğrafi bir tanım olmaktan çok kül-türel niteliği ön planda olan bir jeokülkül-türel tanımlama olma özelliğine sahiptir. Bu bakış açısıyla Ortadoğu, en dar şekliyle Mısır’dan İran’a uzanan Nil ve Mezopotamya havzalarının arası için, en geniş şekliyle de Atlantik’ten Ganj havzasına kadar uzanan coğrafi bölge için kulla-nılan tanım olup aynı zamanda jeokültürel olarak İslam kimliğini,

5 Dursun, a.g.m, s.2

6 Davut Dursun, Ortadoğu Neresi, İnsan Yayınları, İstanbul, 1995, s.16 7 Davison, a.g.e., ss.669-671

(20)

jeoekonomik kaynak alanı olarak petrolü, fiziki olarak bozkır ve çöl iklimini, stratejik olarak Avrasya’yı çevreleyen kenar kuşağın merkez hattını ifade etmektedir.8

AB için ise Ortadoğu kavramı genellikle Akdeniz ile birlikte ele alınmıştır. Konu ile ilgili kaynakların çoğunda da Avrupalı yazarların benzer şekilde Akdeniz ve Ortadoğu (Mediterranean and Middle East) ya da Orta Doğu ve Kuzey Afrika (Middle East and Nort Africa) ifa-delerini kullandığı görülmektedir.

1.2. ORTADOĞU BÖLGESİ’NE DAİR GENEL İNCELEME Dünyanın en eski kültür ve yerleşim merkezlerinden birisi olan Or-tadoğu Bölgesi, insanlık tarihi boyunca önemini korumuş ve tarih sah-nesi içinde birçok mücadelenin odak noktası olmuştur. Ortadoğu teri-mini geliştiren ilk olarak İngiltere olmuş, kavram Türkiye, Kıbrıs, İs-rail ve İran ile birlikte Arap Devletleri’nin oluşturduğu sınırları açık-lamak için kullanılmıştır. ABD ise ‘Yakın Doğu’ kavramım geliştir-miş ve bu kavram ile İsrail ve İsrail’e komşu ülkeleri kastetgeliştir-miştir.9 II. Dünya Savaşı’ndan sonra Ortadoğu Mezopotamya toprakları ile bir-likte Mezopotamya evresindeki ülkelerin topraklarını anlatan bir kav-ram haline gelmiştir.10

İngiltere tarafından Ortadoğu kavramı geliştirildikten itibaren tadoğu’nun hangi alanları kapsadığı da tartışılmaya başlanmıştır. Or-tadoğu ile ilgili çalışmalarda OrOr-tadoğu olarak adlandırılan bölgenin değişiklik arz ettiği görülmektedir. Ortadoğu, bölge insanlarının etnik yapılarına göre mi, bölgenin stratejik kaynaklarının özelliklerine göre mi yoksa genel anlamda bölgede bulunan İslam toplumları ile mi açık-lanacaktır. Ortadoğu ile ilgili en çok tartışılan konu burasıdır.

1.3. ORTADOĞU BÖLGESİ’NİN GENEL YAPISI

Genel yapı olarak Ortadoğu devletleri despotik yönetimler tarafın-dan yönetilen ve petrol geliri birinci sırayı alan devletlerdir. Bölgede yaklaşık olarak 350-400 milyon insan yaşamaktadır. Çöl ortamlarında

8 Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, Küre Yayınları, İstanbul, 2001, s.324 9 Gamze Güngörmüş Kona, “Ortadoğu'nun Yeni Sınırları”, Görüş, İstanbul,

Tem-muz, 2003, s.16.

(21)

daha az nüfus yoğunluğu olmasına rağmen kıyı şeritleri ve büyük kentlerde yoğunluk artmaktadır. Eğitim seviyesi oldukça düşüktür. Bölgenin genelinde okuma yazma oranı oldukça azdır.11

1.3.1. Ortadoğu’nun Dini Yapısı

Uluslararası sistemde Ortadoğu’nun bu kadar önem arz etmesini sadece zengin yer altı kaynakları ve stratejik konumu ile açıklamanın yetersizliği ortadadır. İnsanlığın büyük kısmının sahip olduğu inanç sistemi olan üç semavi dinin Ortadoğu menşeli olması bölgeye ayrı bir değer katmaktadır. Örneğin Kudüs hem Müslümanlar, hem Hıristiyan-lar, hem de Yahudiler için kutsal mekanlardan birisidir. Hıristiyanlar Kudüs’te Hac yapmaktadır; Yahudilerin meşhur Ağlama Duvarı Ku-düs’tedir. Müslümanların da ilk kıblesidir Kudüs. Bu gibi nedenlerden dolayı Ortadoğu her üç dinin mensupları için müstesna bir bölgedir. Özellikle Kudüs gibi üç din tarafından kutsal kabul edilen bir yerin Ortadoğu’da olması bölgeye ayrı bir mistik boyut katmaktadır. Bun-dan dolayı özellikle Kudüs bölgesi sırf dinsel amaçlarBun-dan kaynaklanan bir çok mücadeleye sahne olmuştur. Bölgede egemen olan dinler Ya-hudilik, İslamiyet ve Hıristiyanlıktır.12

a.Yahudilik

Ortadoğu’nun ilk tarihini insanlığın atası Hz. Adem’den başlatmak gerekmektedir. Bölgenin bilinen yazılı tarihi ise İsrail Peygamberleri-nin gelişi ile başlar. Ortadoğu’da, şimdiki Filistin topraklarında Ke-nanlılar yaşamaktadır. Bölgede Yahudi varlığı M.Ö. 1300’lerden itiba-ren görülmektedir. M.Ö. 1300’lü yıllarda Hz. Musa önderliğinde Ya-hudiler Firavundan kaçıp Ölü Deniz kıyılarına yerleşmişler, ardından Hz. Musa’nın ölümünden sonra Kenan Devletini işgal etmişlerdir. M.Ö. 586 yılında Babilliler M.Ö. 928 yılında ikiye bölünmüş olan İs-rail’in kuzeyini işgal edip Yahudileri sürgün etmişlerdir. Yahudi dias-porasının da bu tarihten itibaren başladığı görülmektedir.13

11 Memiş, a.g.e., s.54-55.

12 Ömer Turan, Medeniyetlerin Çatıştığı Nokta Ortadoğu, Yeni Şafak Gazetesi

Yayını, İstanbul, 2003, s.18–19

13 Süleyman Özmen, Ortadoğu 'da Etnik, Dini Çatışmalar ve İsrail, 1Q Kültür

(22)

Sürgün edilen Yahudiler Mezopotamya bölgesine yerleştiler. M.S. 70 yılında bölgeyi işgal eden Romalılar Süleyman Mabedini yıktılar ve Yahudileri dünyanın dört bir yanına sürgün ettiler. Sürgün edilme-leri ‘Kudüs Edebiyatını’ doğurmuştur. Bu edebiyat sonraları Ortado-ğu’yu derinden etkileyecek Siyonizm’e kaynaklık etmiştir. Bölgede İslam hakimiyetinin tesis edilmesinden sonra Müslümanların egemen-liği altında kalan Yahudilerin refah seviyelerinin arttığını, ancak Ku-zey Afrika’ya, oradan da İspanya’ya göç eden Yahudilerin bu kadar şanslı olmadığını görüyoruz. Zamanla Yahudiler Müslümanların ken-dilerine gösterdikleri hoşgörüyü unutup, Hıristiyanlarla ittifak kur-muşlar ve ittifak Gırnata’nın düşmesi ile geçersiz sayılmıştır. Bundan soma Yahudiler Hıristiyanlık dinini seçmek veya ölüm arasında seçi-me zorlanmışlar, onlara yardım yine bir İslam devletinden, Osmanlı Devletinden gelmiştir. Yahudiler Osmanlı Devletine sığınmışlar, başta Selanik ve İstanbul olmak üzere devletin diğer bölgelerine yerleştiril-mişlerdir. Yine Yahudiler kendilerine gösterilen bu iyi niyete karşılık Osmanlı Devletinin yıkılma sürecinde devleti parçalayabilmek için her şeyi yapmışlar, özellikle devlet yıkılırken bir de Siyonizm’i devle-tin başına bela etmişlerdir. Siyonizm düşüncesinin ortaya çıkması iki tarafı iyice karşı karşıya getirmiş, Müslüman ve Yahudi halklar ara-sındaki huzur ve güven ortamı tamamen ortadan kalkmıştır. Müslü-man-Yahudi gerginliği İsrail’in kurulmasından sonra daha da keskin hale gelmiştir.14

b. Hıristiyanlık

Günümüz modern batı dünyasının inanç sistemini oluşturan Hıris-tiyanlığın çıkış noktası yine bu coğrafyadır. Hz. İsa Roma İmparator-luğu içinde ayrı bir statüsü olan Filistin topraklarında doğmuştur. Va-hiy burada gelmiş ve Hıristiyanlık ilk olarak buradan yayılmaya baş-lamıştır. Yahudilerin kışkırtması ile burada çarmıha gerilmiştir veya gökyüzüne kaldırılmıştır. Hz. İsa’nın üç yıl gibi kısa peygamberlik süresinden sonra Hıristiyanlık Roma içerlerine kadar hızla yayılmış,

(23)

Roma’nın tamamen Hıristiyanlaşmasını sağlamıştır. Hıristiyanlık içinde yaşanan ayrışmalar Hıristiyanlığı değişik mezheplere ayırmış-tır. Bölgede Müslümanlığın ortaya çıkması ve bütün Ortadoğu’yu egemenliği altına alması ile Hıristiyanlar huzur ve refah ortamına ka-vuşmuşlardır. Yüzyıllar süren barış ortamı Osmanlı Devletinin yıkıl-ma sürecinde bozulmuştur. Özellikle Balkanlardaki yaşayan Hıristi-yanların tedhiş hareketleri iki tarafın ilişkilerinin bozulmasına neden olmuş, bu durum Ortadoğu bölgesinde yaşayan Hıristiyanları da etki-lemiştir. Kurulan örgütler işi padişah Abdülhamit’e suikasta kadar gö-türmüşlerdir. Yaşanan bu şiddet olayları huzur ortamını tamamen bozmuştur.15

Ortadoğu’da Hıristiyan azınlıklar varlıklarını sürdürmektedir. Kip-tiler Ortadoğu Hıristiyanlarının en büyük kesimini oluşturur ve Mısır nüfusunun %9’nu oluştururlar. Nüfus oranlarının azlığına rağmen Or-tadoğu’yu yorumlayabilmek için bölge Hıristiyanlarının göz önünde tutulması gerekmektedir.16

c. Müslümanlık

Ortadoğu’daki üç büyük dinin en son ortaya çıkanı ve nüfus bakı-mından en güçlü olanı İslamiyet’tir. İslam Dininin Peygamberi Hz. Muhammed 571 yılında Mekke’de doğmuş, 40 yaşındayken ilk vahiy gelmiş, özellikle Hicret yılı 622 ve Hz. Peygamberin vefat tarihi 632 yılları arasında İslamiyet hemen hemen tüm Arap yarımadasına hakim olmuştur.17

Halife Ömer zamanında Suriye,Irak ve Mısır alınmış, İslam ordu-ları İran içlerine, Kafkasya’ya kadar ilerlemiştir. 1071 yılında Müslü-manlığı kabul etmiş olan Türklerin Anadolu’ya girmesi ve İstanbul un 1453’te Fethedilmesi ile Ortadoğu tamamen İslamiyet egemenliği al-tına girmiştir. Peygamberin vefatından yaklaşık 1400 sene geçmesine rağmen bölgede %95 gibi bir oranla Müslümanlık egemen bulunmak-tadır. İslam’ın ilk yıllarında yaşanan Kerbela gibi olaylar

15 Turan, a.g.e , s.24-26. 16 Turan, a.g.e, s.26

(24)

ları üç ana gruba bölmüştür. Sünniler, Şiiler ve Hariciler. Haricilerin hemen hemen etkinliklerini tamamen yitirdiği günümüzde hala Sünni - Şii ihtilafı sürmektedir.18

1.3.2. Ortadoğu’nun Ekonomik Yapısında Petrolün Payı Ortadoğu’da petrolün ilk kullanımı Sümerler, Asurlular ve Babilliler zamanından başlar. Mezopotamya halkları petrolü yüzeye sızmasından dolayı tanımışlar ve beş bin yıl önce Fırat Irmağı kıyısın-da bulunan ve bugün Irak sınırları içinde bulunan Hit başlıca üretim merkezi olmuştur.19 Herodot M.Ö. 450’de Tunus ve Yunan adalarında petrol sızıntılarından bahseder. Bu ilk dönemlerde petrol hastalıklarda ilaç olarak su yalıtım malzemesi olarak savaşlarda yakıcı madde ola-rak kullanılmıştır.20 Hristiyanlığın ilk dönemlerinde de Araplar ve Persler ham petrolü damıtarak aydınlatma gibi çeşitli amaçlar için kul-lanmışlardır. Petrol ayrıca gemilerde yakıt malzemesi olarak da kulla-nılmış ve Ortaçağ’da Latince olarak “petroleum” adını almıştır. Petrol geniş anlamda da ilk kez Rusya’da damıtılarak kullanılmaya başlanıl-mış, Sanayî Devrimi ile de petrolün daha ucuz yollarla ve yeni kay-naklardan bulunması yönünde çalışmalar başlatılmıştır. Böylece petrol diğer yakıtların yerini alarak stratejik önem kazanmıştır.21 Ortado-ğu’da aşiret yapısının hâkim olması ve aşiretlerin petrol üretiminin başlaması ile uyuşmazlığa düşmeleri, büyük petrol üreticilerinin bu petroller üzerinde kontrol kurmalarını kolaylaştıran bir etken olmuş-tur.

Petrol zengini bir ülke olan Irak, 1990 yılında ihracatının % 99’u-nu petrolle sağlamıştır. İhracatta bu oran petrole bağımlılık açısından Suudi Arabistan’dan daha yüksektir. Irak, Kuveyt’i işgali ile dünya petrol rezervlerindeki payını % 9.9’dan, % 19.3’e çıkarmayı hedefle-miştir. Ortadoğu petrolü Avrupa ve Asya’nın enerji ihtiyaçlarının bü-yük bir bölümünü karşılamaktadır. Batı Avrupa’da tüketilen petrolün

18 Doğuşdan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Çağ Yayınlan, İstanbul, 1992, Cilt

II-III-IV, s.201

19 Halime Gökçe, “Petrolün Kanlı Tarihi”, Gerçek Hayat Dergisi, Sayı:124, Mart

2003, s.1

20 “Genel Olarak Petrol” www.istanbul.edu.tr-genelolarakpetrol

(20.02.2009)

(25)

%75’i, Japonya’da tüketilen petrolün %90’ı Ortadoğu’dan karşılan-maktadır. Bu stratejik özellik Ortadoğu’yu büyük güçlerin mücadele merkezi haline getirmiştir

Petrol bulunmadan önce iktisadi yapısı tarım ve hayvancılığa da-yalı olan Suudi Arabistan’ın petrol bulunduktan sonra ekonomisinin petrole dayalı hale geldiği görülmektedir. Elinde tuttuğu bu büyük re-zerv ile hem OPEC, hem de dünya piyasalarında fiyat belirlemede et-kinliği bulunmaktadır. Nitekim 1977, 1979, 1981 ve 1985 yıllarında OPEC’in diğer üyelerine yaptığı baskılarla Batılıların istediği fiyatları kabul ettirebilmiştir.22 Petrol üretimi ile Suudi Arabistan oldukça yük-sek bir refah seviyesi yakalamış ve OPEC’in güçlü üyelerinden birisi haline gelmiştir. Diğer gelir kaynakları oldukça az ve ülkenin kendi ihtiyaçlarına cevap veremeyecek durumdadır. Ortadoğu ülkelerinden Suudi Arabistan dünya rezervinin yaklaşık %25-26’sını elinde bulun-durmaktadır. Ülkenin %2’si tarıma elverişlidir. Petrolden sağlanan ge-lir ile petrokimya, çimento, çelik ve inşaat sektöründe gelişmeler kay-dedilmiştir. Diğer devletlerden her yıl Suudi Arabistan’a gelen hacılar ise ülkenin diğer bir gelir kaynağıdır.23

Suudi Arabistan gibi Irak’ın ekonomisi de petrole dayanmaktadır. Yaklaşık 5.12 milyar ton olarak tahmin edilen rezervi ile dünya petrol rezervinin yaklaşık %9’unu elinde bulundurmaktadır ve ülkede ayrıca zengin doğalgaz kaynakları da vardır. 1980 yılı rakamlarına göre yıllık petrol üretimi yaklaşık 138 milyon tondur. Petrol yoğun olarak Musul, Kerkük ve Süleymaniye civarından sağlanmaktadır.

Bölge ülkelerinin genel ekonomisi petrol etrafında dönmektedir. Bölgenin petrol rezervinin dünya rezervinin %65’ini kapsaması böl-geyi petrol zengini hale getirmiştir. Bölgenin başka kayda değer bir gelir kaynağı bulunmamaktadır. Ortadoğu ülkeleri genellikle tarım ve hayvancılığa dayalı bir ekonomi oluşturmuşlardır. Sanayileşme azdır. Bundan dolayı devletler genelde sanayi ürünlerini dışarıdan alırlar.

22 Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Cilt 13, Çağ Yayınlan, İstanbul, 1993,

s.407-408.

23 Tufan Karaaslan, Ortadoğu'nun Coğrafyası, Atlas Kitabevi, 3. Baskı, 1998,

(26)

Kuveyt gibi istisnalar bulunsa da bölge ülkelerinde kişi başına düşen milli gelir genel olarak düşüktür.24

1.3.3. Ortadoğu’nun Toplumsal Yapısı

Ortadoğu’nun nüfusu hiçbir zaman tam olarak tespit edilememiş-tir. Kıbrıs dâhil olmak üzere Ortadoğu’nun toplam nüfusu BM istatis-tiklerine göre 1940’lı yıllarda yaklaşık 56 milyon iken, 1980’lerde 178 milyon ve 1990’larda ise yaklaşık 241 milyondur. Günümüzde ise nü-fus 311 milyon civarındadır. Ortadoğu bölgesinde nünü-fus artışları 1,7’lik bir oranla dünya genelinden yüksektir. Ancak bölgede yaşanan savaşlar ve çatışmalar Ortadoğu ülkelerindeki nüfus artışlarını belirsiz hale getirmiştir.25

İran ise nüfus olarak Körfez Bölgesi’nin en kalabalık ülkesi duru-mundadır. Etnik bakımdan Arap olmayan tek Körfez ülkesidir. İran’ın en büyük etnik grubunu Farslar oluşturmaktadır. Nüfusun yaklaşık % 50’sini oluşturan Farslardan sonra ise yaklaşık % 25’ini oluşturan Azeri Türkleri gelmektedir. Bunlara Afşarlar, Kaşkay ve Şahsevenler de eklenirse Türklerin nüfus oranları % 30’u geçmektedir. İran’da Türkiye ve Irak sınırında yaşayan Kürtlerin oranı yaklaşık %10’dur. Azeri Türklerinin çoğunluğu Şii olmasına karşın Kürtlerin çoğunluğu Sünni’dir. Toplam nüfusun yaklaşık % 4’ünü ise Araplar oluşturmak-tadır. Dinsel olarak % 2 oranında Hristiyan, Yahudi, Bahaî ve Zerdüşt bulunmaktadır. Hristiyanlar arasında Ortodoks Ermeniler en büyük gruptur. Hâlihazırda ülkenin en büyük kısmını oluşturan Şiilerin 1979 Devrimi ile birlikte yönetimde mutlak egemenliği bulunmaktadır. Sünniler ise rejim açısından ciddî bir tehdit oluşturmamaktadır.26

Irak’ta ise nüfusun %96’sı Müslüman’dır. Şiiler % 60 ve 2003 tah-minlerine göre yaklaşık 25 milyon olan sayıları ile en büyük gruptur. Yoğun olarak yaşadıkları yerler ise Basra, Kerbela, Necef ve Kazı-meyn’dir. İran’da 1979 Devriminin olması, Irak’taki Şii grupları daha önemli hale getirmiştir. İran, devrimden sonra Irak Şiileri ile sürekli

24 Memiş, a.g.e, s.60-61

25 Ramazan Özey, Dünya Denkleminde Ortadoğu ‘Ülkeler-İnsanlar-Sorunlar,

İstanbul, Öz Eğitim Yayınları, 1997, s.51–56

(27)

temas halinde olmuş, önderleri Saddam tarafından etkisiz hale getiril-miştir. Irak’ta Sünniler ise sayıca az olmalarına rağmen Osmanlı Dev-leti’nin son dönemleri de dâhil olmak üzere sürekli iktidar olmaların-dan dolayı en etkin gruptur. Sünnilik Türkmenler, Kürtler ve bir kısım Araplar arasında yaygındır. Ülke nüfusunun % 75’ini Araplar oluş-turmaktadır. Araplar daha çok ülkenin güney bölgelerinde yaşamakta-dır. Araplardan sonra gelen en büyük etnik grup ise Kürtlerdir. Kürtle-rin daha çok yaşadıkları yerler ülkenin kuzey kısımlarıdır. Kürtler re-jime karşı direnişlerini uzun yıllar Molla Mustafa Barzani önderliğin-de yürütmüşler, Mustafa Barzani’nin 1979’da ölmesi ile yerine oğlu Mesut Barzani geçmiştir. Diğer bir Kürt grup ise 1975’de Mustafa Barzani’nin hareketinin başarısız olmasından sonra kendisinden ayrı-lan sol bir grubun oluşturduğu ve günümüzde Irak Devlet Başkanı olan Celal Talabani’nin bir zamanlar önderliğini yaptığı Kürdistan Yurtseverler Birliği’dir.27

Suudi Arabistan’da nüfusun %85’ini Sünni Müslümanlar oluştur-maktadır. Ülkede Arap çoğunluk egemen olup, nüfusun yaklaşık % 25’ini ise yabancılar oluşturmaktadır. Yabancılar arasında Yemenliler % 10 ile sayıca en fazla olan grubu oluşturmaktadır. Arap olmayanla-rın toplam nüfustaki oranı yaklaşık % 13’tür. Ülkedeki Filistinliler ise çoğunluğu çalışan işgücünü oluşturmaları dolayısı ile en aktif gruptur. Ülkenin doğusunda bulunan petrol endüstrisi bölgesinde ise Şiî kesim önemli bir yere sahiptir. Ancak ülkedeki Şiî grubun günümüzde ciddî bir muhalefeti yoktur. Ülkede Vahhabi mezhebi yaygındır.28

Ortadoğu’nun en önemli ülkelerinden biri olan İsrail 6.780.000 nü-fusa sahiptir. Nüfusun ortalama yıllık artışı %1,5’tir. İsrail komşusu ülkelerle karşılaştırıldığında farklı ve gelişmiş bir ekonomiye sahiptir. İsrail, tekstil gibi geleneksel endüstrilerin yanı sıra elektronik gibi alanlarda da son yıllarda önemli başarılar göstermiştir. İsrail’in bu-günkü ekonomik yapısını belirleyen en önemli unsurlar, iç pazarın kü-çüklüğü nedeniyle ihracata yönelme zorunluluğu, suyun az olması ne-deniyle tarım teknolojisini geliştirme gerekliliği ve kalifiye Musevi

27 Arı, Irak, İran ve ABD…, s.111–113 28 Arı, Irak, İran ve ABD…, s.114

(28)

işgücünün İsrail’e göçü olmuştur. Bu nedenle, teknolojinin birçok ala-nında önemli gelişmeler kaydedilmiştir.29

Şehirleşme oranı ise % 90’dır. İsrail’e Osmanlı Devleti’nin yıkıl-ma sürecinden sonra dünyanın değişik yerlerinden göçler olmuş, 1948 yılından bugüne yaklaşık 100 değişik ülkeden 2.000.000’a yakın Ya-hudi bölgeye göç etmiştir.30

İsrail ordusu askerî nitelikler açısından diğer ordulardan farklı özellikler göstermektedir. Tarihsel olarak kara ve deniz kuvvetleri ola-rak bir ayrıma gitmemişlerdir. Bu kuvvetler ordunun birer alt koludur. Çok önemli savaşlardan başarıyla ayrılmıştır. İsrail’de kadınlar da 24 ay askerlik yapmakla yükümlüdürler. Erkeklerin askerlik süresi de 36 aydır.31 Yani, İsrail’de yaşayan her Yahudi savaşmakta, dış ülkelerde yaşayan her Yahudi ise bu savaşanlara yardım etmektedir. Ortado-ğu’da en büyük etnik grup olarak Araplar görülmektedir. 70 milyon-luk bir nüfusla Türkler ikinci sırada yer alır. Türklerden sonra ise sıra-sıyla İranlılar, Pakistanlılar, Kürtler, Yahudiler, Afganlar, Ermeniler, Asurîler, Beluciler ve Kıptîler gelmektedir.

29 Vural Çekinmez, İsrail Ülke Profili, Ankara, T.C. Başbakanlık Dış Ticaret

Müste-şarlığı İhracatı Geliştirme Etüd Merkezi, 2005, s.3

30 Özey, Dünya Denkleminde…, s.123–124 31 Özey, Dünya Denkleminde…, s.126

(29)

Tablo 1: Bazı Ortadoğu Ülkelerindeki Etnik ve Dinî Yapı Şu Şekildedir

Kaynak: Fırat ve Kürkçüoğlu, “Ortadoğu’yla ...”, s.196

Bölgede en yaygın konuşulan dil ise Arapça’dır. Ülkelere ve böl-gelere göre değişik lehçeleri olsa da Arapça bütün Ortadoğu’nun ortak dili konumundadır. Arapça’dan sonra ise en önemli dil Türkçe’dir. Türkçe, Türkiye’nin dışında İran, Irak, Lübnan gibi ülkelerde azınlıkta kalmış Türk gruplar arasında konuşulmaktadır. Ortadoğu’da dil, din ve etnik ayrışmalar sonucu gruplaşmalar artmış, iklim ve doğa koşul-larının etkisi ile insanlar bölgeye uymak zorunda kalmış ve bu gibi

(30)

nedenler Ortadoğu’da çok sayıda grubun ortaya çıkmasına neden ol-muştur. Yaşam tarzları genelde yerleşik ve göçebe olarak cereyan et-mektedir. Oldukça güçlü aşiret yapıları vardır.32

Sonuç olarak kültürel anlamda Ortadoğu bölgesi bir kavimler ha-vuzudur, başka bir deyişle, farklı birçok kavimden gelen insanlar bir şekilde Ortadoğu’ya göç etmiş ve buraya yerleşmişlerdir.

1.3.4. Ortadoğu’nun Siyasal Yapısı

Osmanlı Devletinin bölgedeki yaklaşık 400 yıl süren egemenliğin-den sonra İngiltere ve Fransa Ortadoğu’da kendi yönetim şekillerine yakın idareler kurdular. Fransızlar parlamenter cumhuriyetler, İngiliz-ler ise anayasal monarşiİngiliz-ler. Ancak onların kurduğu bu yönetimİngiliz-ler çe-kilmelerinin ardından çöktü ve bölge halkı başka modeller aramaya başladı. İngiliz ve Fransızların bölgeden çekilmeleri ile birlikte siyasi istikrarsızlıklar da kendini göstermeye başlamış, ihtilaller, işgaller bir gelenek gibi sürekli tekrarlanan olaylar haline gelmiştir.33

Ortadoğu’nun bugün sorunlar dağı haline gelmesine 19. yüzyıldan itibaren petrolün giderek önem kazanması ve dünyada giderek artan milliyetçilik akımları ile tanışmaları önemli ölçüde etkili olmuştur.34

Ortadoğu’da genel olarak demokrasiden uzak yönetimlerin olduğu görülmektedir. Seçimle yönetilen iki ülke vardır: Türkiye ve İsrail. II. ABD-Irak Savaşı’ndan sonra ise Irak’ta siyasi anlamda belirsizlik gö-rülmektedir.

Bölge ülkelerinden Suudi Arabistan’da 1932 yılından beri krallık rejimi yönetimdedir.35 Suriye’de de 1949 yılından beri BAAS Partisi diktası iktidarda bulunmaktadır. İran’da ise yönetim 1979 yılından be-ri Mollaların elindedir. İhtilal ile Devletin adı da Iran İslam Cumhube-ri- Cumhuri-yeti olarak belirlenmiştir.36

Irak’ta da Osmanlı egemenliği sona erdikten sonra 1921 yılında İn-giltere Emir Faysal’ı iktidara getirdi. 1958 yılma kadar monarşi ile yönetilen Irak’ta aynı yıl bir ihtilalle krallık yıkıldı. Yönetim BAAS partisinin eline geçti. 10 Nisan 2003’e kadar ABD’nin Bağdat’a

32 Özey, Dünya Denkleminde…, s.59–61

33 Meryem İmamzade, Irak Dosyası, Akabe Yayınları, İstanbul, 1991, s.35 34 Fırat ve Kürkçüoğlu, a.g.e, s.196

35 Karaaslan, a.g.e, s.50 36 Karaaslan, a.g.e, s.68-78

(31)

mesi ile de Saddam yönetimindeki BAAS iktidarda kalmayı başardı. ABD’nin savaşı kazanmasından sonra ise siyasi belirsizlik hala sür-mektedir.

Bölgenin küçük ama müreffeh ülkesi Kuveyt ise Emirlerle yöneti-len bir monarşi sistemine sahiptir. Yönetim Sabah ailesinin elindedir. Birleşik Arap Emirliklerinde ise federasyon yapısı vardır. BAE’yi oluşturan Emirliklerin yönetim hakkı ise soya göre şekillenmektedir.

Bölge ülkelerinin genel idare şekli demokratik olmayan monarşi, krallık veya diğer parti diktatörlüğü şeklindedir. Türkiye ve İsrail ise demokrasi ile idare edilen devletlerdir.

1.3.5. Ortadoğu’nun Stratejik Önemi

Ortadoğu bulunduğu konum itibari ile dünyanın merkezi, kalbi ve dünyayı birbirine bağlayan köprüsüdür. Hint Okyanusu’nu Batıya bağlayan merkezdir. Zengin yer altı kaynakları vardır ve bu özelliği ile dahi büyük güçler için bir cazibe merkezi olmaktadır. Bölgenin ayrıca oldukça çeşitlenen etnik ve dini yapısı vardır. Bu farklılık bölgesel ça-tışmaları da beraberinde getirmiştir.

Bölgeye yönelik genel ve bütünlük arz eden bir Batı politikasının ol-duğunu söylemek mümkün değildir. Çıkarları ile bağlantılı olarak po-litikalar da değişim göstermekte, farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Böl-genin artan stratejik önemi ile birlikte Japonya, Hindistan ve Çin’in ilgi-leri her geçen gün artmaktadır. Bölgesel çıkarlarına büyük önem veren ABD’nin bölgedeki askeri varlığına dayanak oluşturacak yeni üsler ile ittifaklara verdiği önem Türkiye, Mısır ve Suudi Arabistan’ın önemini oldukça artırmıştır.37

Zengin kaynaklar yanında ‘su’ bölgede stratejik bir meta haline gel-mektedir. Daralan su kaynakları bölge devletlerini yeni alanlara kaydır-makta ve bir çatışmanın çıkma olasılığı her zaman göz önünde bulundu-rulması gerekmektedir. Hatta 1967’de İsrail’in Batı Şeria ve Suriye’yi iş-gal etmesinin amacının Ürdün Nehri’nin kaynağım ve Batı Şeria’nın ır-mak yatakları ile yeraltı sularını ele geçirmek olduğu ifade edilmektedir. Yaklaşık 500 milyon metreküp kapasiteye sahip bu kaynaklar ile İsrail’in 1990’lı yıllarda 1.471 milyar metreküpü Araplardan elde edilmek üzere

37 Yavuz Gökalp Yıldız, Global Stratejide Ortadoğu, Der Yayınları, İstanbul, 2000,

(32)

2.02 milyar metre küpe ulaşmıştı. Keban Barajı’nın yapılma döneminden beri Suriye ve Irak adeta gizli bir ittifak yapmışçasına sürekli olarak Tür-kiye karşıtı bir politika izlemişler, TürTür-kiye ise uluslararası kamuoyuna karşı olumsuz tavır sergilemekten kaçınmaya gayret etmiştir.

Ortadoğu üzerinde yapılan hegemonya mücadelesi Mısır, Irak ve Suriye üzerinde yoğunlaşmaktadır. Stratejik noktaların Basra Körfezi, Doğu Akdeniz ve Hazar Havzası olarak algılanması Suriye’yi, Körfez üzerinde bulunan Irak’ı ve Doğu Akdeniz ile bağlantılı bulunan Mı-sır’ı stratejik açıdan önemli hale getirmektedir. Bölgenin en önemli sorunu da İsrail-Arap veya İsrail-Filistin sorunudur. Her an çıkması muhtemel iç karışıklıklar, Filistin halkının mültecileşen durumu, böl-geye egemen olan despotik rejimler, su sorunu ve bölgenin terör kay-nağı haline gelen yapısı ilk etapta diğer sorunlar olarak sıralanabilir. Ortadoğu sorunları günümüzde de hala çözülememiş, bu sorunlar kısa vadede de çözülecek gibi görünmemektedir.

Körfez Bölgesi Ortadoğu’nun diğer sorunlarından birisidir. Körfez Bölgesi’ni İran, Irak, Suudi Arabistan, Kuveyt, Bahreyn, Katar, BAE ve Umman oluşturmaktadır. Körfez bölgesinde egemen olan etnik ya-pı ise Araplar, Farslar, Türkler ve Kürtler olarak sıralanır. ABD-Irak savaşlarından önce bölgenin en önemli güçleri İran ve Irak’tı. Ve bu iki devlet bölgede denetim kurma ve bölgeyi kontrol altında tutma yö-nünde rekabet içinde olmuşlardı. Körfezin diğer ülkeleri kapasiteleri-nin ve güçlerikapasiteleri-nin yetersizliğinden dolayı yeni ittifaklar aramak ve gü-venliklerinin sağlanması için yüklü paralar ödemek durumunda kal-mışlardır. İran’daki İslami Devrimden sonra yeni yönetim, bölgedeki Şiileri kendi politikaları çerçevesinde yanına çekmeye çalışmış ve kü-çük yönetimleri İslami bir çizgi üzerine oturtma gayreti içine girmiştir. Özellikle I. ABD-Irak Savaşından sonra bölgede Irak’ın güç kaybet-mesi ile İran’ın hakimiyet kurma girişimleri hız kazanmıştır. Bu bağ-lamda Ortadoğu barışının bölgeyi Batı denetimine bırakacağı kanaati taşıdığından İran, barışa karşı çıkmaktadır. 11 Eylül’den sonra başla-yan Koalisyon Güçlerinin İkinci Irak Savaşı süreci Irak’ı ve Ortado-ğu’yu soktuğu gibi Basra Körfezini de belirsizliğin içme sokmuştur.38

(33)

İKİNCİ BÖLÜM

AVRUPA BİRLİĞİ DIŞ POLİTİKASI VE ORTADOĞU İLE İLİŞKİLERİNİN TARİHİ

2.1. AVRUPA BİRLİĞİ’NİN KURULUŞU

Avrupa Bütünleşmesi her zaman barış yanlısı bir düşüncenin ürü-nü olmuş ve (heürü-nüz) tamamlanmamış tarihsel bir süreçtir. Fikrin haya-ta geçirilişi elli dört yıllık bir geçmişe dayanmakhaya-tadır. Bütünleşmiş Avrupa düşüncesinin ilk ortaya çıkışı yüzyıllar öncesine uzanmakta-dır. La Rochefoucauld, Saint Simon, William Penn, Deu de Sully, Augustin Thierry, Emile Girardin, Victor Hugo, Count Coudenhove Kalergi, Alcide De Gasperi ve Michael Briand gibi birçok düşünür uzun süren savaşlar ve olası savaş tehditleri nedeniyle barış ortamının sağlanması arayışları sonucunda, bütünleşmenin tek çözüm olduğunu savunmuştur.39 Bu fikrin hayata geçirilmesi ise Avrupa kıtasında bu-lunan ülkelerin ve halkların yaşamlarında her açıdan çok derin yaralar bırakan İkinci Dünya Savaşı sonrasında döneme rastlamaktadır. Savaş sonrasında oluşan yeni dünya düzeni içerisinde ülkeler ekonomik ve siyasi açıdan kaybettikleri güçlerini geri kazanmak, güçlü devletler ise ellerinde bulundurdukları hegemonyayı kaybetmemek için yeni ara-yışlar içerisine girmişlerdir. Birleşmiş bir Avrupa’nın kurulması ça-lışmaları İkinci Dünya Savaşı sonrasında hız kazanmış ve uygulamaya geçirilmiş olmasına rağmen, temellerinin geçmişe dayanıyor olması tamamlanmasını ve kabul görmesini sağlamıştır.40

Tarihsel süreç içerisinde Avrupa Bütünleşmesi ele alındığında bu fikrin köklü bir geçmişe sahip olduğu görülmektedir. M. S. 800’de Kutsal Roma-Germen İmparatoru ilan edilen Charlemange, ilk kez, Avrupalı olmayı bütünleşmeye ideolojik bir temel olarak kullanmıştır. Daha sonraları Avrupalılık ile Hıristiyanlık kavramları iç içe geçmiş ve Avrupalılık yerine on dördüncü yüzyıla kadar Hıristiyanlar

39 Rıdvan Karluk, Avrupa Birliği ve Türkiye, Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş.,

An-kara, 2002. s.1

40 İrfan Kaya Ülger , Avrupa Birliği El Kitabı (Kavramlar-Kurumlar-Kişiler),

(34)

luğu şeklinde bir tanımlama yoluna gidilmiştir. Rönesans ve Refor-masyon’un ardından Avrupalılık fikri yeniden yükselişe geçmiştir. 1303 yılında Pierre Dubois Haçlı Seferleri’nin ardından yaptığı değer-lendirmede ülkelerin uluslararası düzeyde dış bağlantıları ile uğraşırken kendi iç sorunlarını göz ardı ettiklerini ve bu nedenle zayıflayarak kıta içi savaşlara sebebiyet verdiklerini ortaya koymuş ve Avrupa devletleri için bu durumun Birleşik Avrupa’nın kurulmasıyla aşılabileceğini sa-vunmuştur. On yedinci ve on sekizinci yüzyıllarda da bu fikir destek görmüştür. Bu fikre destek verenlerden Avrupa Bütünleşmesi denildi-ğinde ilk akla gelenlerine verilecek örnekler şu şekilde sıralanabilir. İlk olarak, Fransız yazar Victor Hugo’nun “ABD nasıl yeni bir dünyayı taç-landırdıysa, bir gün gelecek Avrupa Birleşik Devletleri de eski dünyayı süsleyecektir. İster benimsensin, ister reddedilsin, Birlik fikri, hiç dur-madan yakıp yıkılan, kasılıp kavrulan bir kıtanın bin yıllık hülyası ola-rak her zaman varlığını sürdürmektedir”41 tespiti bu açıdan anlamlıdır. Yine, on yedinci yüzyılda Immanuel Kant zaman içerisinde birçok dü-şünür tarafından desteklenen “evrensel barış” idealine bağlı olarak Av-rupa Birleşik Devletleri fikrini ortaya atmıştır. On sekizinci yüzyılda sanayi devriminin belirleyiciliği ile birlikte, ülkeler arasında ticaret an-laşmalarının imzalanmaya başlaması ile bu fikrin ülkeler arasında yapı-lan ticaret anlaşmalarında görünürlük kazandığı söylenebilir. On doku-zuncu yüzyılın sonlarında ise, değişim gösteren ekonomik ve siyasal olaylara bağlı olarak ülkeler imzaladıkları ticari anlaşmaları bozma yo-luna giderek daha bireysel bir tutum sergilemeye başlamışlardır.42

İkinci Dünya Savaşı ile birlikte ülkelerin benimsedikleri, işbirliği olmadan istikrarlı ve dolayısıyla güvenli bir uluslar arası ortama sahip olamayacaklarının kanıtlanması ve takiben savaş sonrasında ülkelerin karşılaştıkları zorluklar, bir süre için rafa kaldırılmış olan Avrupa Bü-tünleşmesi fikrini yeniden gündeme getirmiştir. İkinci Dünya Savaşı uluslararası güç dengelerinde önemli bir değişime neden olmuş ve ye-ni bir dünya düzeye-niye-ni oluşmuştur. Savaş siyasal dünyanın merkezi ola-rak Avrupa’nın sürekli güçten düşmesi, karşı koyulmaz bir üstünlükte

41 Karluk, a.g.e, s.1

42 Jürgen Habermas, “İki Yüzyıl Sonrasından Geriye Bakısın Kazanımlarıyla Kant'ın

(35)

iki süper devletin ortaya çıkmasına neden olmuştur.43 Her açıdan güç kaybına uğramış olan Avrupa devletleri için yeni bir savaşın ülkelerin sonu olacağı görüşü nedeniyle savaşın önlenmesi birincil ihtiyaç ko-numunda görülmeye başlanmıştır. Bu nedenle Avrupa Toplulukla-rı’nın kuruluşu İkinci Dünya Savaşı ile bağlantılı bir şekilde gerçek-leştirilmiştir. Nitekim, Margalit’e göre, “Avrupa Toplulukları’nın İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından vakit kaybetmeden kurulma-sının sebebi Avrupa Devletleri arasında yeni bir savaşın imkansız hale getirilmesi amacıdır. “44

İkinci Dünya Savaşı’nın bitişi ile birlikte uluslararası sistem içinde değişen güç dengeleri en çok Avrupa devletlerini etkilemiştir. Savaş sonrasında güçlü Avrupa yıkılmış ve dışardan sağlanacak desteklere ihtiyaç duyan ve bu desteği sağlayan devletlerin ekseninde toplanan Avrupa devri başlamıştır. Açmak gerekirse, savaş sırasında ve sonra-sında Avrupa’nın güç merkezi olarak dünya siyasal sahnesinden çe-kilmesiyle, uluslararası siyaset Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (S.S.C.B) çizdiği “iki ku-tuplu” keskin sınırlara sahip çerçeve içerisinde şekillenmiştir. Bu, ge-rek savaş sürecinde gege-rekse akabinde dünya ülkelerinin değişen ölçü-lerde iki ülkenin hegemonyası altına girmesini de beraberinde getir-miştir. ABD ve S.S.C.B, oluşan yeni uluslararası düzen içerisinde as-keri, siyasal ve ekonomik gücü ellerinde bulunduran iki süper güç ola-rak adlandırılmaya başlanmıştır.45

Yukarıda da değinildiği gibi 1945’i izleyen yıllarda Batı Avrupa devletlerinin çoğu karşılaştıkları ekonomik ve siyasal sorunların ulusal düzeyle kısıtlı kalan bir çerçeve içinde çözülemeyeceğini, bir tür Av-rupa’ya özgü uluslararası kuruluşun ortaya çıkarılması gerektiğini an-lamaya başlamışlardır.46 ABD de Truman Doktrini ve Marshall Planı ile Avrupa bütünleşmesi fikrini desteklemiştir.47 Truman Doktrini’nin çıkış noktasında Amerikan dış politikasının temel anlayışı komünizme

43 Beril Dedelioğlu, Adım Adım Avrupa Birliği, Çınar Yayınları, İstanbul, 1996, s.69 44 http://www.law2.byu.edu/jpl/volumes/vol16_no2/MAAZ-PUB.pdf, (15.08.2009) 45 Oral Sander, Siyasi Tarih II. 1918–1994, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 2001, s.201 46 Sander, a.g.e, s.344

(36)

karşı açılan savaş yatmaktadır. ABD, Truman Doktrini ile yapılan yardımlarda Fransa ve İtalya’yı komünizm ile mücadele açısından ge-liştirdikleri Avrupa stratejilerinde kritik konumda görmüştür.48 Öte yandan, Fransa’nın ABD ile işbirliği içinde olması Fransa-Almanya ilişkilerinin kontrol altına alınmasını zorunlu kılmıştır. İki ülke arasın-da gerçekleştirilmesi planlanan Kömür Çelik Birliği anlaşmasına veri-len destek aynı zamanda Avrupa Bütünleşmesi fikrinin hayata geçi-rilmesini sağlayan Avrupa bünyesinde altı kurucu ülkenin imzaladığı Kömür-Çelik birliği anlaşmasına da verilmiştir.

ABD, Truman Doktrini vasıtasıyla komünizm etkisi altında kalması muhtemel ülkelere yapacağı yardımlar konusunda uzun vadeli bir ta-ahhütte bulunmuştur. Avrupa ekonomisinde gerekli düzelmenin sağ-lanamaması ve komünizme karşı yeterli mücadelenin verilememesi sebebiyle, Amerika daha geniş kapsamlı ve etkili yeni destek planları-nı devreye sokmuştur. Bu planlardan birini simgeleyen Truman Dokt-rini vasıtasıyla Avrupa’ya Amerikan tüketim malları sokulmuştur. Böylelikle, Avrupa ülkelerine yapılan maddi yardımlarla pazarlarına giren ABD malları arasındaki karşılıklılık ABD ekonomisinin gelişi-mine de katkıda bulunmuştur. Bu nedenle Truman Doktrini’nin uygu-laması olarak değerlendirilen Marshall Planı hayata geçirilmiştir. ABD Dışişleri Bakanı George Marshall, Avrupa ülkelerinin ekonomi-lerini yeniden kurmaya yönelik çabalarını aynı potada birleştirmeye çağırmış, bunun karşılığında sonradan Marshall Planı olarak şekille-nen Amerikan mâli yardımı için söz vermiştir.49 ABD yardımlarının dağıtımında işbirliğinin ve ülkeler arasında serbest ticaret ortamının sağlanması için Avrupa Devletleri, ekonomik işbirliğini geliştirmek amacıyla bütünleşme çalışmaları için arayış içerisine girmişlerdir. Bu-na bağlı olarak, 1948 yılında on altı Batı Avrupa Devleti Avrupa Eko-nomik İşbirliği Örgütü’nü kurmuşlardır. Bu sayede ekoEko-nomik alanda da olsa Avrupa Devletleri arasında bütünleşme çalışmaları başlamıştır. 1950’lere gelindiğinde kurulan örgütün yetkilerinin yetersizliği an-laşılmıştır. Bu duruma paralel olarak Almanya ve Fransa arasında

48 Dedelioğlu, a.g.e, s.42

(37)

ren ezeli rekabeti, ekonomik nedenler ve Fransa’nın Almanya’yı kont-rol altında tutma arzusu Fransa kadar yeni bir savaş olasılığını ortadan kaldırmak isteyen Avrupa Devletleri’ni yeni bir çözüm arayışına it-miştir. Bu rekabet nedeniyle İkinci Dünya Savaşının çıkmasının nedeni olarak gösterilen Almanya’nın tutumu ve yeni savaşların çıkabileceği yolundaki varsayımlara bağlı olarak Almanya’nın bir şekilde kontrol altına alınması zorunluluk halini almıştır.50 Almanya ve Fransa arasın-da ekonomik alanlararasın-da başlayacak yakınlaşma ve birbirine bağımlılı-ğın ardından siyasal alanda mevcut sorunların çözülebileceği fikri doğmuştur.

Ruhr Bölgesi’ndeki zengin kömür ve demir madenlerinin Fransa ve Almanya’nın birlikte işleteceği bir yapıya dönüştürülmesi için iki devlet arasında kurulacak kömür-çelik ortaklığı, sonraları AB kurucu Devletleri olacak olan ülkeler tarafından bu nedenle ortaya atılmış-tır.İki devlet arasında uzun yıllardır süren ezeli rekabetin ortadan kal-dırılmasının yanı sıra, diğer Avrupa devletleri açısından da savaş sa-nayinin ana maddesi olan demir ve çeliğin üretiminin kontrol altında tutulabilmesi, ekonomik gelişmenin ve düzelmenin sağlanabilmesi açısından cazip ve zorunlu bir fikir olarak değerlendirilmiştir.51

Avrupa Bütünleşmesine yönelim Avrupa Devletleriyle sınırlı de-ğildir. Yukarıda da değinildiği gibi ABD de bu yönelimin gelişmesin-de aktif bir role sahip olmuştur. Savaştan sonra oluşan iki kutuplu yapı içerisinde ABD kendisini tüm dünyadan sorumlu olarak görmeye baş-lamıştır. Bu nedenle Almanya’nın kontrol altında tutulması Avrupa Devletleri kadar bu iki devlet açısından da çok büyük önem teşkil et-miştir. Buna bağlı olarak, Avrupa Bütünleşmesi fikrinin temelini Fransa-Almanya yakınlaşması, en azından ticari açıdan ortaklılıkları-nın sağlanması ve Almanya’ortaklılıkları-nın dışardan alacağı destek ile güçlenmesi yerine diğer Avrupa devletleri ile ortaklıklar kurması oluşturmuştur. ABD’nin kendi çıkarlarını göz önünde bulundurarak sağladıkları

50 Sander, a.g.e, s.348

51 İbrahim Canbolat, Avrupa Birliği Uluslarüstü Bir Sistemin Tarihsel, Teorik,

Kurumsal, Jeopolitik Analizi ve Bir Sistemin Sürecinde Türkiye İle İlişkiler, Alfa Yayınları, İstanbul, 2002, s.35

(38)

tek Amerika yanlısı Avrupalılar tarafından da benimsenmiştir. Birçok ülke tarafından ortak bir arzu ile oluşturulan Fransa ve Almanya ara-sındaki kömür-çelik birlikteliği anlaşmasına diğer Avrupa devletlerinin de katımıyla bütünleşme uygulamasına başlanmıştır.

Savaşın ardından Fransa Ekonomik Planlama Komisyonu Başkanı Jean Monnet,Avrupa devletlerinin içinde bulunduğu durumun düzelti-lebilmesinin sadece savaş öncesi bakış açısının savaş sonrası oluşan yapıya uyarlanarak yapılamayacağını görerek yeni bir yapılanmaya gidilmesi gerektiğini savunmuştur. Monnet’ye göre Versailles Ant-laşması, Cenova başarısızlığı ve Nazizm’in yükselişi yeni bir savaşın habercisidir. Bu nedenle uluslararası düzeyde düşünerek, devletlerin egemenliklerine dokunmadan belirli faaliyetlerin yürütülebilmesi için uluslararası bir örgütlenmenin gerekliliği ve daha sonra gelişmeler ışı-ğında bu örgütlenmenin ulus-üstü bir yapılanma haline dönüşmesi fik-rini ortaya atmıştır. Monnet İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa’da düzenin güvencesini Almanya’nın büyümesinin sınırlanmasında değil, Almanya’yı Avrupa içinde asimile edilmesinde görmüştür.52

Monnet Almanya’nın asimilasyonu için kömür ve çelik gibi iki önemli savaş malzemesinin Fransa-Almanya rekabetinin ortadan kaldı-rılarak bütünlük içerisinde üretilmesi yoluna gidilmesi gerektiğini sa-vunmuştur. Kurulacak olan kömür ve çelik birlikteliğinin devletlerin yetkilerini devredecekleri ulus-üstü (supranasyonel) bir örgütsel yapı ile sağlanması gerektiği fikrini ortaya atmıştır. Jean Monnet bu fikirleri doğrultusunda dönemin Fransız Dışişleri Bakanı Robert Schuman’dan üzerinde durduğu konulara açıklık getiren ve nasıl yapılacağını gösterir bir bildiri hazırlamasını istemiştir. Schuman kısa ve anlaşılabilir bir üs-lup ile Almanya’nın ekonomik açıdan yeniden yapılandırılabilmesi ve Fransa’nın da ulusal güvenliğinin korunabilmesi için yapılması gereken-leri kapsayan bir bildiri sunmuştur.53 Robert Schuman 9 Mayıs 1950’de kömür-çelik birlikteliğinin ne şekilde gerçekleştirileceğini açıkladığı bildirisinde, yapılacak anlaşmanın Avrupa Bütünleşmesi fikrinin gele-cekte hayata geçirilişi açısından önemini vurgulayarak başlamıştır.

52 Karluk, a.g.e, s.5

(39)

Schuman’a göre: “Dünya barışını tehdit eden tehlikeler kadar bü-yük yaratıcı çabalar olmaksızın barış teminat altına alınamaz. Avrupa elbette bir kerede, bir tek plana göre inşa edilemez. Ancak, Avrupa’da birlik oluşturulmasını sağlayacak somut başarılar üzerine inşa edilebi-lir”. Schuman Planı’na göre ortaklığı kabul eden ülkeler içinde verim-liliğin arttırılması ile üretim ve bunların dağılımının sağlanabilmesi için kömür ve çelik dolaşımında her türlü gümrük vergisinin kaldırıl-ması ve bunların farklı nakliye ücretlerinden etkilenmemesi için gere-ken düzenlemelerin yapılması uygun bulunmuştur. Tüm bu işleyişin izlenmesi için oluşturulacak üst kurul ile de ülkelerin eşit ve adil bir şekilde ortaklıktan faydalanmaları ve aksi durumlarda devlet yapısının üstünde bulunan yapı dahilinde gerekli önlemlerin alınması sağlana-caktır. Ortaklığı kabul eden ülkeler bu alandaki tüm yetkilerini ulus-üstü oluşuma devretmek zorunda kalacaklardır. 54

Almanya ve Fransa’nın Schuman Planı’nı kabulünün ardından İtalya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg’un da Plan’ı kabul edip 31 Ekim 1951 yılında Paris Antlaşması’nı imzalamalarıyla Avrupa Kö-mür Çelik Topluluğu (AKÇT) kurulmuştur. AKÇT’nin kurulması iki açıdan önem taşımaktadır. Bunlardan ilki bu sayede Avrupa Bütün-leşmesi için ilk aşamanın tamamlanmış olmasıdır. İkincisi ise tarihsel açıdan Fransa-Almanya ilişkilerinde bir devrim yaşanmış olmasıdır. AB’nin temelinin atıldığı tarih olması, bildirinin yayınlandığı 9 Mayıs gününün Avrupa Günü olarak kutlanması sonucunu doğurmuştur.55

AKÇT’nin amaçları üye ülke ekonomilerinin gelişimine katkıda bulunmak, tam istihdamı gerçekleştirerek işsizlik sorununu çözmek ve üye ülke vatandaşlarının yaşam standartlarını geliştirmek olarak belir-lenmiştir.56 AKÇT beş organa sahip olarak kurulmuştur. Bunlar: Baş-kanlığı’na Jean Monnet’in atandığı Yüksek Otorite, Bakanlar Konse-yi, Danışma Komitesi, Ortak Meclis ve Adalet Divanı’dır. Topluluğun çalışmaları, başlangıçta altı kurucu üyesi, Almanya, Belçika, Fransa,

54 Bertil Emrah Oder, Avrupa Birliği'nde Anayasa ve Anayasacılık, Anahtar

Kitap-lar Yayınevi, İstanbul, 2004, s.54

55 Karluk, a.g.e, s.6

56 Ramazan Kılıç, Türkiye-AB İlişkileri ve Gümrük Birliği, Siyasal Kitabevi,

Şekil

Tablo 1: Bazı Ortadoğu Ülkelerindeki Etnik ve Dinî Yapı Şu Şekildedir

Referanslar

Benzer Belgeler

Yurt içi ve yurt dışında ödüller kazanan sanatçı­ mız, açtığı kişisel sergiler­ le de Türk resim sanatının yurt dışındaki başarılı tem­

Anahtar Kelimeler: Tarımsal İhracat, Tarım Dışı İhracat, Ekonomik Büyüme, Hata Düzeltme Modeli, Toda-Yamamoto Modeli. A Causality Analysis of Relationship among

acı\ kuvved FALSE TRUE FALSE FALSE FALSE FALSE FALSE FALSE FALSE FALSE TRUE FALSE TRUE FALSE FALSE kuvvet-> kuvved açacağ FALSE TRUE FALSE FALSE FALSE FALSE

This article introduces a game-based teaching activity on prime numbers, which was designed for a Science and Art Center within the scope of enriching

Kısaca, personel konusunda gerek halk kütüphanesi başına düşen ortalama personel sayısı ve bunların hizmet vermekle yükümlü oldukları nüfus büyüklük- leri,

Makalenin amacı, son yıllarda Türkiye’nin üyeliği ile ilgili Avrupa Birliği ülkelerindeki akademik ve siyasi çevrelerce yapılan tartışmaların tarafsız olarak

Ramachandra Sekhar, "Theoretical and Experimental Analysis for Current in a Dual- Inverter-Fed OpenEnd Winding Induction Motor Drive With Reduced Switching PWM,"

AB’nin Kafkasya’ya yönelik izlediği politika ve hedefler; Bağımsız Devletler Topluluğu’na Teknik Yardım (TACIS), Avrupa’ya Devletlerarası Petrol ve Gaz