• Sonuç bulunamadı

Orak ile Çekiç Arasında Kalanlar

III. Haftalık Haber Dergiciliği

1.7. Siyasi Faaliyetleri

2.2.10. Orak ile Çekiç Arasında Kalanlar

Yeryüzünde 3 milyar insanın yaşadığını belirten Toker; 1 milyar 191 milyon insanın komünist rejim altında yaşadığından bahisle, insanlığın 3’te birinin orak ile çekiç arasında yaşamasının azımsanmayacak bir çoğunluk olduğunu ifade eder. 1 milyar 190 milyon insanın resmi idare sistemi olan komünist rejimin “nasıl geldikleri

bilinmeden, nasıl gelecekleri bilinmez” diyen Metin Toker, bu eserini, Türkiye’de

komünist rejimi getirmeye çalışanlara ve önlemeye çalışanlara ithaf eder.

Komünist rejimi Toker, “proletarya diktatörlüğünü temsil eden Marksist

rejimin nasıl ortaya çıktığını anlatarak başlayan Toker; Komünist devlet, teorisyen

“Karl Marx’ın ölümünden 34 yıl sonra 1917’de Rusya’da kurulmuştur” demektedir.

Komünist rejimin kurucusu Lenin, asıl adıyla Vladimir İliç Ulianof, eğitimli bir ailede ve müreffeh bir ortamda büyümüştür. 6 çocuklu ailenin ikinci büyük evladı olan Vladimir, 15 yaşında babasını kaybetmiştir. 1880’lerde, Çarlık Rusya’sının mutlakıyetçi ve baskıcı yönetimine karşı abisi Alexander isyan etmiş ve Çar III. Alexander’a suikast girişiminde bulunmuştur. Bunun üzerine idam edilen abisinin intikamını almaya yemin eden 17 yaşındaki Vladimir, üniversite yıllarında ihtilalci örgütlere girmiştir. Hukuk Fakültesini bitirerek “Halkın İradesi” hareketine girip toplantılar düzenleyen Vladimir, burada hayatının aşkı olacak olan Nadya isimli bir kızı sekreter olarak yanına alır.

İhtilalci gruplar İsviçre’de bulunan Marksist Plekhanof’un yayınlarını okumaktaydılar. Rus Marksistleri bu yayınları dikkatle okuyarak fikirlerini geliştirirlerken, büyük bir ayaklanma için yüzyüze görüşmenin faydalı olacağı inancı ile genç avukat Vladimir İliç’i İsviçre’ye gönderme kararı alırlar. Lenin 25 Nisan 1895 tarihinde Cenevre’ye giderek Plekhanof ile tanışmış ve birbirlerine yakınlık duymuşlardır. Bu iki adamın ortak görüşü, yıllardır Rus çarlarına ve saraya yapılan suikastların hiçbir netice vermeyeceği, yerine hep yenilerin geleceğidir. Bu yüzden yapılması gereken proletaryayı ayaklandırmaktır. Yurda pek çok yasak yayınla dönen Lenin, ilk iş olarak yazıların tamamını kendisinin yazdığı, yasak bir gazetenin yayınına başlamıştır. Ardından aynı yıl arkadaşları ile “Çalışma Hayatı Hürriyeti için

Mücadele Birliği” adı altında bir parti kurmuşlardır. Polis, partinin bir toplantısını

basarak Vladimir İliç’i 14 ay tevkif eder ve 3 yıl Sibirya’ya sürgüne gönderir. Ekmek ve sütle yazılar yazarak, hapishaneden Nadya’ya mektuplar gönderen Lenin’in yazılarını Nadya çaya batırarak okuyabiliyordu. Nihayetinde Nadya’da yakalanarak sürgüne gönderilmiştir. Sürgünde iki yoldaş 10 Temmuz 1898 tarihinde evlenmişlerdir. Sürgünden dönen Lenin, polis baskısından çalışamadığı için Temmuz 1900’de, İsviçre’ye Plekhanof’un yanına gitmeye karar vermiştir.

1900’lerde Dünya, Fransız İhtilalinden sonra bir başka çağı yaşarken, Rus Çarları bambaşka bir çağda kalmışlardı. 1901’de “İhtilalci Sosyalist Parti” adı altında, devam niteliğinde yeni bir Marksist parti kurulur. Bu parti içindeki ihtilalciler arasında ihtilaflar çıkar ve parti kendi içinde gruplaşmalara gider.

Çoğunluk manasına gelen Bolşevikler ve azınlık manasında Menşevik olarak ikiye ayrılan bu kutuplar arasındaki ayrışma, 1917 ihtilaline kadar birbirlerinden uzaklaşarak devam eder.

1905’te Rusya’nın Japonlara yenilmesi hükümeti iyice zayıflatmıştır. Bunun üzerine bir rahip öncülüğünde halk saraya, Çar ile barışçı yollardan konuşmak için yürümüş, ancak polis ve asker halka ateş açmıştır. Çok sayıda ölü ve yaralının bulunduğu bu olay, Rus ihtilaline kadar “Kanlı Pazar” vakası olarak tarihe geçmiştir. Maksim Gorki’nin de içinde bulunduğu bu ilk ihtilal, olayın gecesi patlak vermiş, fakat kısa sürede bastırılmıştır. Bundan sonraki isyanlar şahıs değil, kütle hareketi şeklinde ortaya çıkacaktır.

“Kanlı Pazar” katliamından sonra, akil insanlar araya girerek Çar Nikola’yı

düşünmek manasına gelen “Duma” adlı meclisi kurdurmaya ikna etmişler, ancak kargaşa bitmediği gibi daha da artarak devam etmiştir. Rusya’da 1905 yılının bilânçosu “ 15 bin ölü, 18 bin yaralı ve 79 bin mevkuftur.” Bu dönemin en büyük yeniliği, Rusçada “Sovyet” manasına gelen çeşitli şehirlerde oluşturulan kurullardır.

1 Ağustos 1914 tarihinde Almanya’nın Rusya’ya savaş ilan etmesiyle, Rusya, Çarın hiç istememesine rağmen I. Dünya Savaşı’na dahil olmuştur. Rusya’da savaş çok zor şartlar altında yapılmaya başlanmış, askeri sefalet içindeki ülkede, rejim anlamında huzursuzluk giderek artmıştır. 1917 yılına gelindiğinde açlık ve sefaletin etkisiyle “kahrolsun harp” diyen işçiler sokağa dökülmüş ve “bir yüzyıldır

geliyorum diyen ihtilal bu yıl bir anda geliver”miştir.

1917’nin 8 Martı ihtilalin başladığı gündür ve çarlık rejimine karşı birleşme, istenildiği üzere sokakta gerçekleşmiştir. Binlerce halk artık sokaklara dökülmüş, tramvaylar çalışmıyor ve fabrikalar kapanmıştı. Askerde bu defa işçilerle birleşmişti.12 Martta burjuvada sokak hareketine katılınca, 15 Martta Çar Nikola, tahtından feragat ederek yerini kardeşine bırakmıştır. Onunda tahta çıkmasına izin vermeyen meclis, çarlığı kaldırmıştır. Bu ani haberi Avrupa’da alan Lenin, Plekhanof, Troçki ve Sibirya’daki Stalin, hemen Rusya’ya dönme arzusu içine girmişlerdir. Onların tertibi dışında patlak veren bu ihtilalde, çarlığın mirasını burjuvaya kaptırmama amacını güden Lenin ve arkadaşlarının esas hedefi, Bolşevik diktatörlüğünü kurmaktır.

I. Dünya Savaşı’nın devam ettiği ve cepheden kaçanların önüne geçilemediği sırada, işçiler ve halk artık savaşmak istemiyordu. Rus Marksizminin iki önemli adamı Lenin ve Plekhanof, Rusya’ya geçmek istemiş ancak müttefikler Lenin’e izin vermemiştir. Çünkü Lenin Rusya’ya gidip ihtilalin başına geçtiği vakit, ilk iş olarak savaştan ayrılacaktır. Bunun üzerine daha ılımlı olan, Menşevik Plekhanof’u Petrograd’a geçiren müttefikler, harbe devam propagandasını yapması karşılığında ülkeye dönmesine izin vermişlerdir. Barış isteyen halk, Plekhanof’un fikirlerine önem vermemiştir. Bu arada Rusya’ya dönmesine izin verilmeyen Lenin, “Uzaktan

Mektuplar” adlı yazıları ile derhal barış yapılması gerekliliği üzerinde durmaktaydı.

Plekhanof karşısında, gücüne güç katan Lenin’in programı şu şekildedir: “Çar

tarafından akdedilmiş antlaşmaları tanımamak, bunlardan gizli olanları açıklamak ve Sovyet’in barış şartlarını ilan etmek”tir. Bu fikirlerin sahibi Lenin için Churchill;

“bu veba mikrobunu Rusya’ya yollatmamalıyız” demiştir. Bunun üzerine Almanya ile anlaşan Lenin, Petrograd’a gizlice geçmiştir.

Rusya’ya dönen Lenin, ilk iş olarak tamamı ile Bolşevik Partisine bağlı, proleterlerden oluşan milis bir teşkilat kurmuş ve adını da “Kızıl Muhafızlar” koymuştur. Bir sınıfın özel ordusu olan bu teşkilatın görevi, “o sınıf adına silahlı bir

ayaklanmayı hazırlamak ve yapmaktı”. Lenin ve Bolşeviklerin isteği “ekmek, toprak ve barış”tı. Lenin Rusya’ya bağlı yabancı toprakların bağımsızlıklarını ilan

etmelerine yardım etti. Bunlar; Ukrayna, Finlandiya, Kırım ve Litvanya idi. Bu yapılanlara, Çarlığın kaldırılmasından sonra kurulan geçici hükümet karşı koyamıyordu.

Lenin ve Bolşevikler, geçici hükümetten ihtilalle iktidarı devralmak için 7 Kasım 1917 tarihini seçmişlerdir. Ancak 6 Kasım’da Başbakan Kerenski karşı tedbirlere girişince, Bolşevikler mukavemete geçmişlerdir. Bu şekilde başlayan Bolşevik ihtilali, şehirde iç savaş halini almıştır. Geçici Hükümetin kuvvetleri bu sefer, karşı tarafa katılınca hükümet yalnız kalmıştır. Böylece Bolşevikler, hükümetin bulunduğu saray hariç kansız bir şekilde ihtilali gerçekleştirmişlerdir. Ancak müthiş muhafaza altındaki hükümetin bulunduğu çarın eski sarayı, bir türlü düşmüyordu. Nihayetinde saray gece saat 2’de, Kızıl muhafızlarla junkerlerin kıran kırana mücadelesi sonucunda Bolşevikler tarafından alınmıştır. Ertesi gün Bolşevikler iktidara geçmiştir. Yeni hükümet üyeleri bakan değil, “Halk Komiseri”

adını almıştır. Halk komiserlerinin başı Lenin, ilk icraat olarak iki teklif vermiştir: birincisi hemen savaştan çekilerek barış yapmak, diğeri ise büyük toprak sahiplerinin mülkiyet hakkını kaldırarak toprakları köylülere dağıtmaktı. Bu tekliflerden ilki kabul edilirken, diğeri büyük tartışmalara yol açmıştır.

Metin Toker, eserinin birinci bölümünü Bolşeviklerin iktidarı devralması ile sonlandırmış ve ikinci bölümde zorla komünistleştirilen ülkelere yer vermiştir. Eserin ikinci bölümü, Avrupa’nın II. Dünya Savaşı’na gebe olan 1935–36 yılları ile başlar. Toker; bu dönemde hiçbir milletin komünist çatısı altına sokulamadığından bahisle, ikinci dalganın 1945–48 yılları arası Stalin dönemini kapsadığını ve bu 3 yılda, 8 milletin komünist rejime katıldığını kaydeder. Bunlar; Polonya, Doğu

Almanya, Macarlar, Çekoslovaklar, Romenler, Yugoslavlar, Bulgar ve Arnavutlardır.

Bu ülkelerin nasıl komünistleştirildikleri hakkında isim vererek, ayrıntılı bilgilere giren Toker; harp yıllarında komünist Rusya’nın Polonyalıları katlettiğini, İngiltere ve Amerika’nın ise savaşın sonucuna odaklandıkları için, Rusya ile patırtı çıkmasın diye bu konu üzerinde durmadıklarından yakınır. Rusya, II. Dünya Savaşı yıllarında başka ülkeleri komünistleştirme niyeti taşımadığına Avrupa’nın büyük güçlerini inandırmıştır. Fakat Rusya bu dönemde al altından hazırlık yapmaktaydı. Komünist Rusya, göz koyduğu ülkeler için günü geldiğinde iktidara el koyacak liderleri itina ile eğitiyor ve yetiştiriyordu. Ayrıca Rusya, işgal ettiği ülkelerde aydınları katlederek yok etme politikası da uygulamıştır.

Rusya Doğu Avrupa’da komünistleştirme metodu olarak, plan gereğince kendileri için kilit noktaları ele geçirip hükümeti devirmek için uğraşmıştır. Kilit noktalardan kasıt; hükümet içine sızarak İçişleri Bakanlığı, Gizli Polis Teşkilatı, Adalet Bakanlığı ve kabil olursa Savunma Bakanlığını ele geçirmekti. Ardından kendi komünist partilerinin hâkimiyetini ilan eden Ruslar, proletarya diktatörlüğünü herkese kabul ettirmişlerdir. Sırayla ismi geçen 8 ülkenin, orak ve çekiç arasına girişini anlatan Toker, komünistleştirme faaliyetinden kurtulan ülkeler olarak Avusturya ve Finlandiya’dan da bahseder.

Toker, eserinin son kısmını “komünistlere karşı komünist darbeler” adlı bölüme ayırarak, kendi görüşlerine taraftar olmayan komünist liderleri “saray darbesi” operasyonları ile nasıl devirdiklerinden bahseder. Şöyle ki Rusların, “sapına

kadar komünist üst düzey yöneticiler”i, “emperyalist ajanı, Amerikan casusu” olarak suçlayarak görevden aldıklarını ve acı sonlarını tafsilatı ile anlatan Toker, Yugoslavya örneğini vererek kitabına son noktayı koyar.