• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: EŞBÂH VE NEZÂİR LİTERATÜRÜNÜN GENEL TAHLİLİ,

2.1.5. Niyetin Mahalli

Suyûtî, niyetin mahallinin her yerde kalp olduğunu söyledikten sonra niyetin hakikatini 275 kısaca açıklar. Bu sebeple İbn Nüceym de, ibadetlerde niyetin mahallinin kalp olduğunu söyler ve niyetin hakikatini daha önce açıkladığını hatırlatır.

Ayrıca bu konuda; “Niyeti kalp ile yapmaksızın sadece dil ile telaffuz etmek yeterli

değildir” ve “Bütün ibadetlerde kalp ile niyet ettikten sonra dil ile telaffuz etmek şart

274

İbn Nüceym, el-Eşbâh, s. 46. 275

Niyet, mutlak olarak kastetmektir. Niyet, kalbin fiilinden ibarettir. Suyûtî, Beyzavi’nin tarifine yer verir. Buna göre niyet, kalbin şu anda veya gelecekteki bir menfaati elde etmeye ve bir zararı gidermeye uygun gördüğü şeylere doğru yönelmesi ve meyletmesinden ibarettir. Şer’î olarak niyet; Allah’ın rızasını kazanmak ve O’nun hükmüne yapışmak için fiile doğru yönelen iradedir. Bkz. Suyûtî, el-Eşbâh, s. 51. İbn Nüceym bu konuyu ayrı bir bölümde incelemişti. Bkz. İbn Nüceym, el-Eşbâh, s. 24.

81

değildir” şeklindeki iki aslı276

her iki müellif de zikreder. Bu durumda, İbn Nüceym’in üslup ve tertip bakımından Suyûtî’den faydalandığı görülmektedir.

Birinci aslın sonucu olarak İbn Nüceym, niyetin kalple hazırlanmaya güç yetirilememesi veya niyette şüphe hastalığının meydana gelmesi halinde dil ile niyetin yeterli olacağını söyler. Ayrıca dil ile kalpte yapılan niyet birbirinden farklı olması halinde kalpteki niyete itibar edilir. Fakat bunun aksine bir kimse kalbiyle kastetmeksizin dili yemin lafzını kullansa kefaret gerekli olur. Aynı durum talak ve köle azadında meydana gelmiş olsa bu tasarruf diyaneten değil, sadece kazaen geçerli olur.277

Suyûtî de bu aslın sonucu olarak dil ile kalp niyet konusunda farklı olurlarsa kalpte olan niyete itibar edileceğini söyler. Bu itibarla Suyûtî, İbn Nüceym’in aksine kasıtsız bir şekilde dilin yemin etmesi halinde geçerli olmayacağını, dolayısıyla kefaretin gerekmeyeceğini ifade eder. Aynı durum îlâ, zıhar, talak ve köle azadında cereyan etmiş olsa batini yönlerden bunlara hiçbir şey taalluk etmez. Dolayısıyla kişiyle Allah (c.c) arasında talak, zıhar ve köle azadı onu bağlayıcı olmaz. Ancak zahiri yönden bunlara başkasının hakkı taalluk ettiği için -kazaen geçerli olur ve kasıt olamama mazereti- kabul edilmez.278

İbn Nüceym, ikinci asılda bulunan Bütün ibadetlerde niyeti dil ile telaffuz etmek şart

değildir kaydıyla ilgili farklı görüşlere yer verir. Buna göre bazı alimler dil ile niyete

itibar yoktur demişlerdir. Çünkü dil ile niyet hakkında Nebi (s.a.v) ve ashabı kiramdan sahih veya zayıf bir hadis rivayet edilmediği gibi eimme-i erbaadan da herhangi bir fetva nakledilmemiştir. Bundan dolayı bazı meşayih, dil ile niyeti mekruh kabul etmişlerdir. Bununla beraber azmi toparlamaya yardımcı olduğu için dil ile niyeti sünnet görenler de vardır. Dolayısıyla müellif Kınye ve Müctebâ’ya dayanarak dil ile niyetin müstehap olması görüşünü tercih etmiştir.

Ancak İbn Nüceym nezir, vakıf, talak ve köle azadının bu aslın dışında kaldığını, çünkü bunların geçerli olması için kalp ile niyetin yeterli olmadığını, mutlaka dil ile telaffuz etmenin şart olduğunu ifade eder.279

276 İbn Nüceym, el-Eşbâh, s. 46, 47, 50; Suyûtî, el-Eşbâh, s. 51. 277 İbn Nüceym, el-Eşbâh, s. 47. 278 Suyûtî, el-Eşbâh, s. 51, 52. 279 İbn Nüceym, el-Eşbâh, s. 50, 51.

82

Suyûtî de bütün ibadetlerde kalbin niyetinin yeterli olduğunu ve dil ile niyetin şart olmadığını söyler. Aynı şekilde mescit yapmak niyetiyle bir yer ihya edilse sırf bununla orası mescit olur; ayrıca dil ile niyeti telaffuz etmeye ihtiyaç yoktur. Ancak kalbiyle nezir veya talaka niyet edildiği halde diliyle telaffuz edilmemişse nezir geçerli olmadığı gibi talak da vaki olmaz.280

İbn Nüceym ve Suyûtî konumuzla direk ilgisi olmamakla beraber muhtemelen İbn Sübkî’den etkilenerek hadisü’n-nefs türünden niyetlerin de -konuşulmadığı veya yapılmadığı müddetçe muâhaze olunmaması sebebiyle- bu aslın dışında kalacağını ifade ederler. Çünkü Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki Allah

Teâlâ ümmetimi, konuşmadığı ve yapmadığı müddetçe içinden geçirdiği günahlardan dolayı hesaba çekmeyecektir.”281

Bu itibarla Suyûtî ve İbn Nüceym ufak farklarla beraber insan nefsinde meydana gelen masiyeti kastetme şekillerini beş kategoride incelerler. Hâcis; nefse atılan kötü düşüncedir. Hâtır; bu düşüncenin kişide yayılmasıdır. Hadisü’n-Nefs (kendi kendine konuşma); yapayım mı yapmayayım mı diye tereddüt etmektir.

Kişi bu üç mertebedeki düşüncelerinden -konuşmadığı veya yapmadığı müddetçe- sorumlu olmaz. Dolayısıyla bu üç derecedeki iyiliklerde de kasıt olmadığı için sahibine sevap yazılmaz.

Hemm; fiili kastetmeyi tercih etmektir. Sahih hadiste açıklandığına göre iyiliği

kasteden kimseye bir sevap yazılmaktadır. Kötülüğü kasteden kimseye ise yapmadıkça günah yazılmaz; yaptığında bir günah yazılır.

Azim; fiili yapmaya kastın kesinleşmesi ve kararlı olmaktır. Muhakkik alimlere göre

kişi azim seviyesindeki kötü düşüncelerinden sorumlu olur. Bunu günah yazılmayan hemm seviyesindeki düşüncelerden sayanlar da vardır. Nitekim hadiste geçen “…eğer onu (hemm seviyesindeki günahı) yaparsa bir günah yazılır” ibaresi bu hükmü teyit etmektedir.

280

Suyûtî, el-Eşbâh, s. 54, 55. 281

83

Birinci görüşü savunanlar, katilin yanında maktulün de cehennemde olmasının sebebini öldürmeye olan hırsı olarak açıklayan hadis282

ve “Her kim orada (harem)

haksızlıkla bir günahı murat ederse ona elem verici bir azabı tattırırız”283

ayetindeki ‘ilhad’ kelimesini günah ile tefsir ederek bu ayetle ihticac etmişlerdir.284