• Sonuç bulunamadı

Nitel Bulguların Nesnellik-Öznelik Düzleminde

Yukarıdaki bölümde yer alan örnekler nesnellik, öznellik ve paylaşılan- öznellik açısından değerlendirildiğinde belli dilsel düzeneklerin açık biçimde öznelliği kodladığı görülmektedir. Bunlardan en önemlileri tekil ve çoğul birinci kişi adıl ve sonekleridir. Türkçede adıllar özellikle özne konumunda olduğunda yüzey yapıda yer almayıp yüklemde eklerle kodlandığından, bütüncedeki örneklerde daha çok soneklere rastlanmıştır. Tek yazarlı bilimsel makalelerde öznellik birinci tekil kişi ekleri ile belirtilmiştir:

(177) Araştırmada Ege Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümün’deki öğrencilerle, yazın İzmir bölgesindeki yazlıklara gelen gençlerle ve 2002 yılında Isparta’nın Yalvaç ilçesine bağlı köylere gelenlerle gerçekleştirdiğim görüşmelere dayanmaktadır. Bu görüşmelerde elde ettiğimiz nitel verileri harmanlayarak, sistematik bir şekilde sunmak istiyorum (SOS 13: 22).

(178) Böylece konuya Platon’un büyük ölçüde metafiziğe başvuran İdea’lar kuramından kısaca söz ederek gireceğim ( FELS 6: 91-92).

Sosyoloji ve Felsefe alanlarından alınmış yukarıdaki örneklerde yazar öznel kimliğini açık biçimde kodlamakta ve böylece verdiği bilginin kendine ait olduğunu ya da bilginin sorumluluğunu yüklendiğini göstermektedir. Birden fazla yazarı olan makalelerde ise tekil birinci kişi eklerinin yerini çoğul birinci kişi ekleri almaktadır:

(179) Daha açıklayıcı olacağını düşünerek, elde ettiğimiz bu ön sayısal bilgileri görsel olarak grafikler ile tanıtmaya çalışmanın yararlı olacağını düşünmekteyiz (SAN TAR 14: 115).

Örnek (179)’daki tümce iki yazarlı bir makaleden alınmıştır. Bu örnekte de yazarlar kimliklerini saklamamış; kişi ekleriyle açıkça ortaya koymuşlardır.

Öznelliği kodlayan bir başka dilsel düzenek ise, varsayım ya da çıkarım gibi durumları kodlayan –Abilir sonekidir. Varsayım ve çıkarımlar kişisel değerlendirmeye dayalı oduğu için –Abilir güvenilirliği düşük, öznel bir tanıtlama işlevini yerine getirmektedir:

(180) Türkiye’de okulöncesi dönemdeki çocukların Batı’dakiler kadar başarılı olmamaları, hem ailede hem de yuvalarda yaratıcı ifadenin ne ölçüde desteklendiğiyle ilişkili olabilir (PSK 15: 38).

Örnek (180)’de yazar Türkiye’deki okul öncesi çocukların yaratıcılık konusundaki başarılarının aile ve okul öncesi eğitimde gördüğü destek ile doğru orantılı olabileceğine dair kişisel varsayımını –Abilir ekiyle kodlayarak belirtmektedir. Benzer bir durum da –Abilir ekiyle aynı işlevi gören belki, muhtemelen, olasılıkla gibi belirteçler ve olası, mümkün, muhtemel gibi sıfatların kullanımında sözkonusudur.

(181) Kronolojik Tasnifte, en erken buluntu seramik literatüründe Geç Roma Kırmızı Astarlı Baskı Bezekli Kapalar olarak adlandırılan olasılıkla İ.S. 5.-6. yüzyıllara ait alçak halka kaideli gövde parçasıdır (SAN TAR 4: 1).

(182) Bu iki bulgu birlikte değerlendirildiğinde, sorular aracılığıyla değişimlenen olay sonrası yanlış bilginin, güçlü bir bellek yanılsaması yarattığını söylemek mümkündür (PSK 8: 53).

(181)’deki olasılıkla belirteci yazarın buluntulara ilişkin tahminini gösterirken (182)’deki mümkün sıfatı da yazarın sözkonusu bulguların değerlendirilmesi sonucundaki varsayımını göstermektedir.

Bütüncede öznellik belirttiği saptanan dilsel düzenekler yukarıdaki gibi özetlenebilir. Öznelliği açıkça kodlayan bu düzeneklerin yanı sıra işlevi paylaşılan- öznellik bakış açısı oluşturmak olan dilsel düzenekler de gözlemlenmiştir. Hatırlatmak gerekirse, paylaşılan-öznellik öznel bir gözlem ya da görüşün başkaları tarafından da aynı biçimde algılanması sonucunda ortaya çıkan durumdur. Öznel bir

gözlem ya da görüşün giderek paylaşılması onun kabul gören nesnel bir gerçek haline gelmesini sağlamaktadır. Paylaşılan-öznellik belirten dilsel düzenekler bu neselleştirme işlevini yerine getirmektedir. Bu düzeneklerin en önemlilerinden biri birinci tekil kişi adılı ya da ekleri yerine yazar ve söylem topluluğunun üyelerine gönderimde bulunan birinci çoğul kişi adıl ve eklerinin kullanımıdır:

(183) Bu bakımdan bakıldığında, sanat ve güzellik üzerine felsefi düşünmenin tarihi, yani başka bir ifadeyle ‘Sanat Fesefesi’nin tarihi, felsefe tarihinin kendisi kadar, hatta kavramın sınırlarını biraz zorlarsak, sanat tarihinin kendisi kadar eski, uzak, uzun, uzun ve kesintisiz bir tarihtir bile diyebiliriz (FELS 9: 41).

(183)’te yazar Sanat Felsefesi tarihine ilişkin görüşünü birinci çoğul kişi ekleri kullanarak okuyucuların, yani söylem topluluğu üyelerinin de paylaştığı bir görüş olarak sunmakta, böylece daha nesnel bir bakış açısı sergilemektedir.

Bilimsel metinlerde en yaygın olarak kullanılan tanıtlama belirticilerinden biri öznel bir görüşün bir başkasının öznel görüşüyle birleştirilmesi ya da desteklenmesi işlevini yerine getiren atıflardır:

(184) Boş, düz, kuru, dolu, sert gibi sıfatlarda derece, herhangi bir standardı

aşmak veya altında kalmak anlamında yorumlanmaz (Kennedy ve McNally, 1999). (DİLB 2: 5).

(184)’te yazar Kennedy ve McNally’nin yorumunu benimsemekte ve kendisi de aynı fikirde olduğu için bu görüşü oldukça kesin ve nesnel bir biçimde sunmaktadır. Atıflar daha önce de belirtildiği gibi genel geçer kurallara ya da üzerinde bilimsel gerçek olarak uzlaşılan fikir ya da düşüncelere ulaşma sürecinde önemli bir rol oynamakta ve bu özelliği nedeniyle de paylaşılan-öznellik bakış açısının dilsel olarak kodlanması işlevini üstlenmektedir.

Paylaşılan-öznellik belirten bir başka dilsel starteji de sözbilimsel sorulardır. Sözbilimsel sorular yazarın, söylem topluluğunun üyeleri olan okuyucularla

dayanışma sağlaması ve böylece kendi öznel görüşlerinin onlar tarafından da paylaşıldığı önvarsayımını belirtmesi işlevlerini yerine getirmektedir:

(185) İşte Locke’un ikincil yani renk, ses vb.larının nesnelerde değil yalnızca bizim anlığımızda bulunduğunu belirtmesi duyumları bu özelliğini anlatmaktadır. Locke’un yanılgısı, nesnelerde bulunmadığını belirttiği bu niteliklerin bize nesneler üzerine bilgi verdiğini kabul etmesinden ileri gelmektedir. Bununla

ikincil niteliklerin bize hiç bilgi vermediğini mi ileri sürüyoruz? Hayır. İkincil nitelikler bize bilgi verirse de bu, nesnelerin ne olduğunun değil, ne olduklarını başka yollardan öğrenmiş olduğumuz nesnelerden hangisinin karşısında bulunduğumuzun bilgisidir (FELS 6: 95).

(185)’te yazar sorduğu evet-hayır sorusunu kendisi yanıtlamakla aslında “Bununla ikincil niteliklerin bize hiç bilgi vermediğini ileri sürmüyoruz” biçimindeki bir bildirim tümcesinin yerine bir sözbilimsel soru kullanmaktadır. Bunu tercih etmesinin nedeni ileri sürdüğü fikri paylaşılır kılmak istemesidir. Ayrıca okuyucuları dahil ettiği birinci çoğul kişi adıl ve ekleri de paylaşılan-öznellik bakış açısının sağlanmasına katkıda bulunmaktadır.

Bilimsel metinlerde paylaşılan-öznellik bakış açısını kodlayan dilsel düzenekler arasında edilgenleştirme ve adlaştırma da yer almaktadır. Bütüncede bu iki düzeneğin genellikle bir arada kullanıldıkları gözlemlenmiştir. Adlaştırma yazarın verdiği bilgiyi dolaylı hale getirmesini sağlarken, edilgenleştirme de bilginin kaynağı olarak yazarın kendini göstermek yerine kimliğini örtükleştirmesini sağlamaktadır:

(186) Tüm bu nedenlerle, farklı kaynakların yaptıkları değerlendirmeleri karşılaştırırken ortalama performans puanının kullanılmış olmasının bu çalışmada ciddi bir problem yaratmadığı söylenebilir (PSK 20: 38).

(187) Bölgeler bazında ortaya çıkan bu değerler, İzmir kentine ait toplam 178 mahalle itibariyle ayrı ayrı incelendiğinde ve mekânsallaştırıldığında ise, İzmir kentinin yöresel bazda tam bir mozaik sergilediği ve dolayısıyla nüfus yapısındaki çeşitliliğin kent mekânında da yedi bölge ile temellenen bir çeşitlilik içerisinde yer aldığı görülmektedir (SOS 15: 85).

(186)’da yazar “…çalışmada ciddi bir problem yaratmamaktadır” gibi kesin bir ifade kullanmak yerine süreci adlaştırmakta ve “-dığını söyleyebilirim” yerine edilgen yapı kullanarak kendi kimliğini örtükleştirmektedir. (187)’de de benzer bir durum sözkonusudur. Yazar “… çeşitlilik içerisinde yer almaktadır” yerine yine süreci adlaştırmakta ve konuya ilişkin gözlemini edilgen yapı kullanarak örtükleştirmektedir. Kısacası, adlaştırma ve edilgenleştirme öznelliği örtükleştirerek nesnelleştirmeye yönelik dilsel stratejiler olarak kullanılmaktadır.

Yukarıdaki açıklama ve örneklerden anlaşılabileceği gibi, öznellik ve paylaşılan-öznellik belli dilsel düzeneklerle açıkça kodlanabilmektedir. Nesnelliğin ise, bölüm 4.1’de bütünceden alınan örneklere dikkat edildiğinde, ancak, öznellik ya da paylaşılan öznellik belirten dilsel düzeneklerin olmaması durumunda sağlandığı görülmektedir:

(139) Bütünün bir parçası olan insan da, kendi doğasının yasalarına göre, bütünün gücü aracılığıyla eylemde bulunur (FELS 1: 8).

(139)’da yer alan tümcede kesin, genel geçer bilgiyi sunmaya yarayan –A/Ir eki kullanılmakta, böylece nesnel bir etki yaratılmaktadır. Oysa, aynı tümce “Kanımca, bütünün bir parçası olan insan da, kendi doğasının yasalarına göre, bütünün gücü aracılığıyla eylemde bulunur” biçiminde düzenlendiği takdirde öznel bir tutumu; “Bütünün bir parçası olan insanın da, kendi doğasının yasalarına göre, bütünün gücü aracılığıyla eylemde bulunduğu düşünülmektedir.” biçiminde düzenlendiğinde ise paylaşılan-öznellik bakış açısını yansıtmaktadır. Özgün tümceyi nesnel kılan öznellik ya da paylaşılan-öznellik belirten düzeneklerin bulunmamasıdır. Bu nedenle Nuyts (2001: 388) haklı olarak ‘nesnellik’ yerine ‘öznellik dışı’ (non- subjectivity) ifadesini kullanmaktadır. Araştırmamızın bütüncesinden elde edilen bulgular da sosyal bilimler alanına ilişkin bilimsel metinlerde nesenlliğin kişi adılları ve ekleri gibi öznellik belirten dilsel düzeneklerin kullanılmasından kaçınılması ve öznelliğin, edilgenlik gibi bazı dilsel düzeneklerle örtükleştirilerek nesnelleştirilmesi yoluyla sağlandığını göstermektedir.

Bütün bu bulgular bütüncede saptanan tanıtlama belirticilerinin sosyal bilimler alanına ilişkin bilimsel metinlerde bilginin güvenilirlik derecesi yüksek ve nesnel biçimde sunulması, karşıt görüş ve eleştiriden kaçınılması nedeniyle ileri sürülen görüşlerin kesinliğinin yumuşatılması, yazarın öznel kimliğinin örtükleştirilerek önermelerin nesnelleştirilmesi, okuyucuyla dayanışma sağlanması, üretilen metnin ilgili disiplinde üretilmiş diğer metinlerle ilişkilendirilmesi işlevlerinin yerine getirilmesinde rol oynadığını göstermektedir. Böylece tanıtlama belirticileri, bilimsel metin yazarının, söylem topluluğunun diğer üyeleri olan okuyucularla kişilerarası ilişkileri kurmasında, diğer bir deyişle metnini söylem topluluğunun gereklilikleri çerçevesinde üretmesinde işlevsel olan dilsel stratejiler olarak yorumlanabilir.

Bütünceden elde edilen nitel bulgular nesnellik-öznellik işlevleri açısından böylece özetlendikten sonra saptanan tanıtlama belirticilerinin nesnellik, öznellik ve paylaşılan-öznellik belirtme özelliklerine göre sayısal yoğunlukları da bir sonraki bölümde sergilenmektedir.