• Sonuç bulunamadı

2.9. OVER REZERV TESTLERĠ

2.10.6 Nedeni Açıklanamayan Ġnfertilite

Ġdiopatik infertilitenin insidansı düĢüktür. Tahminler % 5 - 20 arasında değerler vermektedir fakat bu insidans kullanılan kıstasların katılığı ile ters orantılıdır. Örneğin düzenli siklik kanamalar ve luteal progesteron düzeyinin 4 ng / ml‟ den yüksek oluĢu, normal ovulasyon için yeterli kıstas oluĢturuyorsa, ovulatuvar disfonksiyon, bir normal „siklus profili‟ kriterlerine (ardı ardına ultrasonografi incelemesinde, belirgin folikül kollapsı, LH yükseliĢinin saptanması ve bir siklus boyunca, izlenen normal luteal faz progesteron salgısı) kıyasla daha seyrek teĢhis edilecektir. Eğer çift minimal

58 değerlendirme kapsamında, sperm analizi, serum progesteron düzeyleri ölçümü, laparoskopi, histeroskopi ve postkoital testle tam bir incelemeden geçmiĢ ve infertilitenin nedeni saptanamamıĢsa, geçici olarak idiopatik infertilite tanısı konabilir (78).

Çok faktörlü veya idiopatik infertilitenin tedavisi, genellikle ya yerleĢmiĢ kıstaslar doğrultusunda ya da agresif, deneyime dayalı tedavilerden ibarettir. En konservatif ampirik tedavi, geleceğe yönelik gözlemdir. Hiçbir tıbbi tedavi uygulanmaksızın, 6 - 12 ay süre ile çiftte gebelik beklemek, pratik değere sahiptir ve tedaviden bağımsız gebeliklerin gerçekleĢmesi için Ģans tanır. Bir sonraki düzeyde bulunan deneyime dayalı tedavide, koital aktivitenin zamanlaması üzerinde durulur. Birkaç siklus prezervatif kullanıp ardından birkaç siklus bunu terk etmek önerilir, 6 - 8 siklusta klominofen uygulaması yapılır veya kadına ya da çifte, belli bir araĢtırma yapmadan, tetrasiklin gibi bir antibiyotik verilir ve bununla fark edilmemiĢ genital traktus patojenlerinin yok edilmesi beklenir (78). Son zamanlarda sebebi açıklanamayan infertilite vakalarında IVF veya GIFT (gamet intra fallopian transfer) önerilmektedir. IVF‟ e baĢlamadan önce birçok merkez 3 - 5 siklus hMG stimulasyonu ve uygun zamanda inseminasyon denemektedir. Bu tür denemelerin baĢarı oranı bazı serilerde kümülatif gebelik hızı olarak % 40 - 50‟ ye yaklaĢmaktadır. Tedavi masraf, zaman ve uzmanlık iĢi gerektirse de IVF‟ den daha kolay ve kararlıdır (36).

2.10.7 OMEGA-3 (Çoklu DoymamıĢ Yağ Asidi Dokosahekzaenoik Asit)

Yağ asitleri bir uçta bir karboksil grubu ve diğerinde bir metil grubu olan hidrokarbon zincirleridir. Karboksil grubu reaktiftir ve kolaylıkla alkol grupları ile açilgliseroller (ör. triaçilgliseroller, fosfolipidler) ve kolesterol esterleri oluĢturarak örneğin gliserol veya kolesterol ile ilgili olanlar gibi ester bağlarını oluĢtururlar. Yağ asitlerinin zincir uzunlukları 2‟ den 30 ve daha fazla çeĢitli formdadır ve zincir çift bağ içerebilir. Hidrokarbon zincirinde çift bağ içeren yağ asitleri doymamıĢ yağ asitleri olarak bilinirler; bir yağ asidi iki veya daha fazla çift bağa sahip ise çoklu doymamıĢ yağ

59 asidi (PUFA) olarak adlandırılır. Yağ asitleri genel ve sistematik isimlere sahiptirler. Ayrıca, çift bağın numarası ve metil (ω; bazen de n olarak kısaltılan) karbonu ile komĢu birinci çift bağın pozisyonu, zincirdeki karbon atomlarının sayısını ifade eden kısa bir isimlendirme ile de anılırlar. Metil karbonu 1 numaralı karbon olduğunda çift bağlı karbon sayısı 3. karbonda olan yağ asitleri omega 3 olarak isimlendirilir. En basiti α- linolek asit (18 : 3ω- 3) olan omega-3 yağ asitidir. Bitkilerde, α-linoleik asit linoleik asitten (18 : 2ω - 6) desaturasyon delta 5 desaturaz enzimi ile sentezlenir. Hayvanlarda (bu insanları da içerir), delta 5 desaturaz enzimi yoktur ve alfa linoleik asit sentezlenemez. Hayvanlar alfa linoleik asit sentezleyememelerine rağmen desaturasyon ve elongasyon ile bunu metabolize edebilirler; desaturasyon karbon sayısı 9' un altında (karboksil karbonu içeren) karbon atomlarında, esas olarak karaciğerde meydana gelir. Alfa linoleik asit delta 6 desaturaz ile stearidonik asit (18 : 4ω - 3)‟ e çevrilir ve stearidonik asit 20 : 4ω - 3‟ e elonge edilir. Bu yağ asiti delta 5 desaturaz ile eikosapentaenoik asit (EPA) olarak bilinen (20 : 5ω – 3)‟ e desature edilir. Bu yolak EPA‟nın dönüĢümü ile dokosaheksaenoik asit (DHA olarak bilinen 22 : 6ω - 3)‟ e dönüĢtürülür (79, 80, 81) (ġekil 7).

ġekil 7. Omega-3 ve omega yağ sitlerinin metabolik hedefleri (80, 81)

6-Desaturaz

Elongase

60 Omega-3 LCPUFA (ω-3 yağ asitleri olarak da bilinen) karbon zincirinin metil ucundan üçüncü karbon atomunda bir çift bağa sahiptir. Bunlardan bazıları; özellikle alfa linoleik asit (ALA), eikosapentaenoik asit (EPA) ve dokosaheksaenoik asit (DHA) elzemdir. Son ikisi, ALA' dan dönüĢümle elde edilebilir, ancak insanlarda bu dönüĢüm düĢük seviyede gerçekleĢir (80).

Omega-3 LCPUFA' nın baĢlıca kaynakları balık ve deniz ürünleridir. Sonuç olarak, seviyeleri yerel diyete bağlı olarak dünya çapında değiĢmektedir. Omega-3 fonksiyonları, linoleik asit türevleri, araĢidonik asit (AA) aralarında en önemlileri olan Omega-6 LCPUFA ile etkileĢimleri bağlamında en iyi Ģekilde anlaĢılmaktadır. Kısaltmak için, bu iki LCPUFA ailesine sadece Omega-3 ve Omega-6 olarak değinerek, gerektiğinde spesifik asidi belirtilir (82).

Son zamanlarda, Omega-3 PUFA' nın potansiyel anti-inflamatuar, antiapoptotik, antiproliferatif ve antianjiyojenik etkileri in vivo ve in vitro çalıĢmalar ile gösterilmiĢtir. Ayrıca Omega-3 PUFA; NF-kB aktivasyonunu inhibe eder ve TNF-α, IL- 6 ve IL-1 gibi proinflamatuar sitokinlerin oluĢumunu azaltır (80, 81, 83, 84) (ġekil 7). Çok sayıda çalıĢma uzun zincirli ω-3 çoklu doymamıĢ yağ asidinden (ω-3 PUFA) zengin diyetlerin kardiyovasküler hastalık geliĢimine karĢı koruyucu olduğunu göstermiĢtir. Özellikle, balık yağında bulunan baĢlıca ω-3 PUFA' ların [(eikosapentaenoik asit (EPA, 20 : 5n - 3) ve dokosaheksaenoik asit (DHA, 22: 6n - 3)], anti-inflamatuar, anti- trombotik, vazodilatör, hipolipidemik, ve anti-aritmik özellikler ile kardiyovasküler fonksiyon üzerinde yararlı etkileri vardır (85). Büyüyen fetüsün ihtiyaçlarını karĢılamak için genel yağ asitleri genel olarak hamilelik döneminde ihtiyaç artar. Bununla birlikte, araĢtırmacılar bireysel yağ asitlerinin miktarlarını değerlendirdikten sonra, ilk hareketliliğe rağmen DHA miktarının 18 haftalık gebeliğin ardından azaldığını görmüĢlerdir. Bu arada, anne kanındaki DHA eksikliği indeksi (fonksiyonel DHA statüsü) artar, bu da suboptimal neonatal DHA durumuna neden olur. Bu değiĢiklikler, üçüncü trimesterde, fetusun beyinde ve retinada LCPUFA' yı hızla biriktirdiğinde en dikkate değerdir (82). Hamileliğin son trimesterinde dokosaheksaenoik asit alımı arttığında gebelik süresi anlamlı olarak artmıĢtır (86). Oken ve ark.‟ nın 2004 yılında yaptıkları çalıĢmada hamilelik sırasında artmıĢ n-3 PUFA alımının hafifçe azalmıĢ fetal

61 büyüme kısıtlılığı ile iliĢkili olduğu sonucu söylenirken, bunun da yaklaĢık olarak doğum kilosunda 90 gramlık bir farka karĢılık geldiği belirtilmiĢtir. Aynı çalıĢmada uzun zincirli çoklu doymamıĢ Omega-3 serbest yağ asitlerinin (DHA ve EPA) alımı, gebelik süresi veya preterm doğum riski ile iliĢkilendirilmemiĢtir (87).

Gözlemsel çalıĢmalardan elde edilen veriler preeklamptik kadınlarda Omega-3 uzun zincirli çoklu doymamıĢ yağ asitlerinin (LCPUFA) düĢük seviyelerde olduğunu düĢündürmektedir (82). AraĢtırmacılar Omega-3 LCPUFA takviyesinin preeklampsi riskini azaltabileceğini klinik çalıĢmalarla göstermiĢlerdir (82). Preeklampsi açısından yapılan çalıĢmaların değerlendirilmesinin sonucunda araĢtırmacılar yüksek riskli gebeliklerde prekonsepsiyonel dönem ve gebelik teyit edilmeden önceki dönemde öncelikle DHA‟ ya dayalı ek besin desteğini önermiĢlerdir (82). ÇalıĢmaların çoğu ve daha sonra yapılan sistematik derlemeler olumsuz sonuçlar çıkarmıĢlardır. Plasentada oksidatif stres doğal olarak oluĢur, istila eden sitotrofoblastlar direkt bir Ģekilde pozitif oksijen gerilimi gradyanı ile karĢılaĢır. Bu gradyan, sitotrofoblast proliferasyonunu ve farklılaĢmasını düzenleyebilir. (88). LCPUFA bu süreçte ikili rol oynamaktadır. Omega- 3 yağ asitleri ve özellikle DHA, plasental oksidatif stresi azaltır ve oksidasyonu yerinde tutmaya yardımcı olan resolvinler ve proteaz düzeylerini de artırır. Bununla birlikte, serbest radikaller toksik moleküller üreten LCPUFA' yı peroksidize ederler (89). Bu kararsızlık, LCPUFA' nın klinik çalıĢmalarda preeklampsiyi önlemedeki baĢarısızlığını kısmen açıklayabilir (82).

LCPUFA, tüm insan dokularında bulunur, yapısal ve fonksiyonel lipitlerin sentezi için gereklidir. Ayrıca iĢlevsel etkileri olan fonksiyonel bir yapısal rol oynayabilirler. Örneğin, seratonin reseptörü, hücre membranı akıĢkanlığına bağlıdır, bu da kolesterol ve DHA arasındaki dengeye bağlıdır (90). Hücre membran akıĢkanlığı, membran akıĢkanlığını arttıran fosfolipitler, akıĢkanlığını azaltan kolesterol miktarına ve membrandaki Omega-3 yağ asitlerine bağlıdır. Lipit zarındaki DHA bileĢimi membran akıĢkanlığı için gereklidir. Kolesterol beyinde sıkı bir Ģekilde düzenlenirken, yağ asidi bileĢimi diyet faktörlerinden etkilenir. Omega-3 yağ asitleri, kısmen, beyin geliĢimi sırasında, seratonin sisteminin düzenlenmesi yoluyla çok önemli bir rol oynar. NörogeliĢim sırasında EPA ve DHA alımının azalması seratonin sentezi, depolanması,

62 salınımı ve reseptör fonksiyonunun azalmasına neden olur (82). Bebeklikte daha yüksek DHA alımı erken biliĢsel iĢlev ve görmeyi artırabilir (91, 92, 93).

Seratonin reseptörü, hücre zarını yedi kez transvers ettiğinden, DHA' nın nispi yokluğundan dolayı membran daha az sıvı olduğunda seratonini bağlama özelliği azalır (94). Bu mekanizma ruh sağlığında birincil klinik öneme sahiptir ve bu alanda Omega-3 LCPUFA çalıĢılmaktadır. Primatlarda gebeliğin ilk ayında seratonin nöronları belirlendiği ve olgunlaĢtığı için, bu mekanizma embriyonun nörogeliĢimi için de önemli görünmektedir (95).

Omega-3 ve Omega-6 LCPUFA enzimler için yarıĢır ve çeĢitli biyoaktif bileĢiklere dönüĢtürülür. Omega-6 türevleri inflamasyonu artırırken, Omega-3 türevli maddeler (resolvinler ve protektinler gibi) karĢıt etki gösterir. Bu nedenle, normal inflamatuar yanıt için LCPUFA dengesi önemlidir. Bunlar ayrıca reaktif oksijen ve azot türleri ve antioksidan savunma üretimi arasındaki dengenin korunmasında rol oynarlar. Hem inflamasyon hem de oksidatif stres, kritik reprodüksiyon olaylarında yer alır: ovulasyon ve implantasyon. AĢırı inflamasyon ve / veya oksidatif stres sürecini bozarak, potansiyel olarak gebelik bozukluklarına yol açabilir (8). EPA veya DHA, ağırlıklı olarak deniz ürünleri kaynaklarında veya saflaĢtırılmıĢ balık yağı takviyelerinde bulunan ω-3 LCPUFA‟ lardır. Bu yağ asidi öncüleri, siklooksijenaz (COX) ve lipoksijenaz (LOX) enzim yolları için substrat olarak kullanıldığında metabolik son ürünler (eikosanoidler ve dokosanoidler) farklı yapıları ve iĢlevleri nedeniyle anti-inflamatuar özelliklere sahiptirler (81) (ġekil 7). PUFA' lar trombosit agregasyonunu, kan pıhtılaĢmasını, düz kas kasılmasını ve lökosit kemotaksisini potansiyel olarak azaltabilir ve inflamatuar sitokin üretimini ve bağıĢıklık fonksiyonunu düzenleyebilir. ω-3 PUFA' lar açısından zengin olan balık yağlarının, ateroskleroz, hipertansiyon ve artrit dahil olmak üzere çeĢitli hastalık durumlarında yararlı olduğu ileri sürülmüĢtür (96).

Wakefield SL ve ark.‟ nın 2007 yılında yaptığı çalıĢmada, yumurtalıktaki olgunlaĢma sırasında oositin yüksek ω-3 PUFA olan bir ortama maruz kalmasıyla değiĢmiĢ mitokondriyal dağılıma ve yüksek kalsiyum seviyelerine ve reaktif oksijen türlerinin üretiminin artmasına neden olduğunu göstermiĢtir. Embriyolarda, artmıĢ hücre içi serbest kalsiyum, hamster embriyolarının preimplantasyon geliĢiminin azalması ile

63 iliĢkiliydi ve hücre içi kalsiyum, mitokondriyal hücre içi kalsiyumu düzenlemeye yönelik mitokondriyal kalsiyum seviyeleri ile bağlantılıdır. IVF sonrası in vitro normal fertilizasyon ve geliĢimine rağmen, in vivo fertilizasyon sırasında oositlerin ω-3 PUFA' dan yüksek bir ortama maruz kalması embriyonun morfolojik görünümünü olumsuz yönde etkilemiĢ ve blastosist aĢamasına geliĢimsel kabiliyetini azaltmıĢtır. Bu çalıĢma Ģunu gösteriyor: diyetle yüksek maternal ω-3 PUFA‟ ya maruziyet konsepsiyonu azaltır. Farede normal embriyo geliĢimi ve bu süre zarfında ω-3 PUFA' lar ile takviye ile ilgili soruları ortaya çıkaran, neden mitokondriyal metabolizma ile iliĢkilidir. IVF sonrası fertilizasyon ve in vitro geliĢim normal olmasına rağmen in vivo fertilizasyon sırasında oositlerin yüksek bir ω-3 PUFA ortamına maruz kalması, zigot morfolojisini ve gecikmiĢ embriyo geliĢimini olumsuz yönde etkilemiĢtir. Diyetle ω-3 PUFA alımının ovulasyon ve oosit geliĢimi dahil, üreme süreçlerini etkileme potansiyeline sahip olmasına rağmen, PUFA' ların foliküler geliĢimi, oosit olgunlaĢmasını ve sonraki embriyo geliĢimini nasıl modüle ettiği konusunda çok az Ģey bilinmektedir (97).

Oosit ve embriyo geliĢimine paralel olabilen diğer fizyolojik sistem de, PUFA' ların invitro olarak reaktif oksijen türlerinin üretimini uyardığı insan spermatozoasıdır (97). Normal spermatozoanın membranı, Omega-3 grubunun uzun zincirli çoklu doymamıĢ yağ asidi (PUFA), dokosaheksaenoik asidin (DHA; 22: 6: w3) yüksek bir konsantrasyonunu içerir. Bu, zarın fosfolipidlerine yüksek bir akıĢkanlık sağlar. Varikosel, erkek aksesuar bezi enfeksiyonu veya idiopatik infertilitesi olan hastaların; spermatozoa hücre zarı kalitesizdir, daha az DHA içerir ve daha düĢük akıĢkanlık gösterir. Bu, omega-3 yağ asitlerinden yetersiz beslenen ve fertillere kıyasla infertil erkeklerde olan yüksek oksidatif yükten kaynaklanmaktadır. Sperm konsantrasyonu ve motilitesi, EPA ve DHA' nın besin alımı ile ters olarak iliĢkilidir, fakat kısa zincirli Omega-3 PUFA alfa-linolenik asidin (ALA; 18: 3w3) alınmasıyla pozitif iliĢkilidir. Testis dokusu oldukça yüksek konsantrasyonda elongaz, desaturaz, ve delta-6-desaturaz enzimleri içerir. Uzun zincirli PUFA' ların kan-testis bariyerinden geçemediğini, kısa zincirli ALA' nın bunu yapabildiğini varsaymak mantıklı görünmektedir. Daha sonra, bol elongaz ve desatüraz sayesinde Sertoli hücreleri içindeki uzun zincirli PUFA' lara metabolize edilir (98).

64 2.10.8 KRĠLL YAĞI (Krill Oil)

"Krill" kelimesi Norveççe "genç balık" anlamına gelir, ama dünyanın okyanuslarında bulunan bir pelajik deniz kabukluları ailesi olan euphausiids için ortak bir terim olarak kullanılmaktadır (99). Krill Güney ve Kuzey Antartika denizlerinde bulunan karides benzeri yarı saydam kırmızı kabuklu çok küçük bir deniz canlısıdır (81,100). Antarktika krili: Euphausia superba, maksimum 6,5 cm büyüklüğe ve 2g ağırlığa kadar daha büyük türlerden biridir. Antarktika krili yaklaĢık 3 - 5 yıllık bir süre boyunca maksimum boyutlarına ulaĢır (99). Euphausia superba maksimum vücut uzunluğu 6 santimetre (yaklaĢık 2 ¼ inç) ve 5 ila 6 yıllık bir ömrü olan en uzun kril türüdür. Ġlk bakıĢta, krill, sert, koruyucu bir dıĢ iskeleti olduğu için karideslere benzer. Ancak karidesin aksine, krill' in dıĢ solungaçları ve aĢırı aktif sindirim enzimleri vardır (99, 101) (ġekil 8). Çok küçük olup ve büyük siyah gözleri ve kırmızımsı, yarı saydam bir kabuk ile karides gibi bir görünümü olan Antarktika Krill‟ i (Euphausia superba) büyük sürüler halinde yaĢamakta ve Güney Okyanusu' nun buz gibi soğuk sularında mikroskopik alglerle beslenmektedir. Yumurtalar ve vücutlarındaki bu yağ asitlerini biriktiren Omega-3 yağ asitleri [eikosapentaenoik asit (EPA) ve dokosahekzaenoik asit (DHA)] üreten deniz yosunları ile beslenirler (80, 99, 101) (ġekil 8).

ġekil 8. Krill’ in Yapısı (99, 101)

Kırmızı noktalarla bezenmiĢ

yarısaydam pembe kabuk

BeĢ tane, kürek benzeri yüzme bacaklarının takıldığı segmentli kuyruk ve kas bölümü

Sindirim

sistemi Ġri siyah

gözler

çok modifiye bacaklarda uzamıĢ kafa-gövde bölgesi (cephalothorax)

65 Krill yağının içeriğinde Omega-3 yağ asitleri, fosfolipitler, kolin ve astaksantin bulunmaktadır. Krill yağında, Omega-3 yağ asitlerinin çoğu, fosfolipit adı verilen özel bir yağ tipine bağlanırken, diğer deniz yağlarında bu Omega-3 yağ asitleri, diğer yağ formlarına (genellikle trigliseritler veya etil esterler) bağlıdır. Bu bileĢim farklılığı önemlidir, çünkü bu yağların dokulara nasıl dahil edildiğini ve vücut tarafından nasıl kullanıldığını belirler. Omega-3 yağ asitleri trigliserit formunda verildiğinde, yararlı Omega-3 yağ asitlerinin bir kısmı enerji olarak yakılır veya vücudun yağ rezervlerinde depolanır. Sonuç olarak, dozaj, bu yağ asitlerinin yeterli miktarlarının hücresel düzeyde mevcut olmasını sağlamak için bu kaybı telafi edecek kadar büyük olmalıdır. Aksine, fosfolipitler hücrelere anında ulaĢabilir, çünkü bunlar tüm hücre zarlarında anahtar bileĢenlerdir. Son zamanlardaki insan klinik çalıĢmaları, trigliserit Omega-3 yağ asitleri ile karĢılaĢtırıldığında, vücudun hücrelerinde ve organlarında eĢit birikime ulaĢmak için daha az fosfolipide bağlı Omega-3 yağ asitleri gerektiğini göstermiĢtir. Ek olarak, fosfolipitlerin yapısından dolayı, diğer yağlardan farklı olarak suyla karıĢabilirler. Bu, krill yağının mide sıvılarında dağılabildiği anlamına gelir (80).

Kuru ağırlık bazında, krill % 60 ila 78 ham protein, % 7 ila 26 ham yağ ve % 12 ila 17 karbonhidrat içerir. Krill potansiyel olarak önemli bir A, D, E ve B grubu kompleksi vitamin kaynağıdır (100, 101). Krill yağı oksijen radikallerinin emilim kapasitesi, Koenzim Q10' dan 34 kat ve balık yağının 48 katından daha yüksek olduğu astaksantin de dahil olmak üzere çeĢitli güçlü antioksidanlar içerir (102). Astaksantin, önemli miktarlarda bulunur. Krill, kalsiyum, bakır, demir, magnezyum ve fosfor bakımından zengin mineraller içerir (100, 101). Krill yağındaki fosfolipit yüzdesi % 40- 45‟ dir. Yüksek fosfolipid içerikli krill yağının kırmızı kan hücrelerindeki Omega-3 PUFA konsantrasyonunun (EPA, DHA) daha fazla artıĢ sağladığı bilinmektedir. Bu veriler krill yağının düĢük fosfolipid yerine yüksek fosfolipid içermesi durumunda biyoyararlılığının arttığını göstermektedir (101, 103).

Krill yağında bulunan EPA ve DHA‟ nın çoğu fosfotidilkolin formundadır. Kolin içeren fosfolipidler beyin ve karaciğer metabolizması için özellikle önemlidir. Kolin, vücut tarafından bellekle iliĢkili nöronal ağlarda yer alan bir nörotransmitter olan

66 asetilkolini üretmek için de kullanılır. YaĢlanma asetilkolin gibi nörotransmitterlerin kullanılabilirliğini azaltır. Bazı araĢtırmacılar fosfatidilkolin gibi kolin içeren bileĢiklerin takviyesinin, asetilkolin üretimini uyarabildiği için ve merkezi sinir sistemi üzerinde faydalı bir etki sağlayabileceği için kolin takviyesini önermektedir. Kolin takviyesi özellikle kolin eksikliği riskinin yüksek olduğu bilinen vejetaryenler, alkol tüketen insanlar için önemlidir. Framingham çalıĢması gibi insanlarda yapılan çok sayıda çalıĢmalarda Alzheimer hastalığı gibi bozukluklar kandaki düĢük DHA seviyelerine bağlanıyor, DHA' nın beyinde birkaç koruyucu rol oynadığı sonucuna varılmaktadır. Ek olarak, insan çalıĢmaları trigliseritlere kıyasla fosfolipitlerin DHA' yı kırmızı kan hücrelerine daha verimli Ģekilde verdiklerini göstermiĢtir (101). Diğer bir çalıĢma da, 60 hiperkolesterolemik hastayı kaydetmiĢ ve 12 hafta boyunca günde 1 – 3 gram/m² (vücut kitle indeksine bağımlı günlük dozda) Krill yağı verilmiĢ; balık yağı alan 30 hasta (günlük 540 mg EPA ve 360 mg DHA) ve plasebo alan 30 hasta karĢılaĢtırılmıĢtır. Krill yağı baĢlangıçtaki toplam kolesterol seviyelerinde % 18, trigliseritlerde % 27' lik azalma ve HDL kolesterolde % 60 artıĢ sağlarken, daha yüksek dozlarda balık yağı trigliseritler üzerinde de benzer bir etki oluĢturduğu tesbit edilmiĢ. Ayrıca, 500 mg Krill yağının idame dozu, kan lipid düzeylerinin uzun süreli regülasyonu için önemli ölçüde etkilidir (106).

Son yıllarda krill yağı ve krill yağının sağlığa faydalarıyla ilgili araĢtırmalarda artıĢ olmuĢtur. Bu araĢtırmalar arasında hiperlipideminin yönetimi ve tedavisi, kronik inflamasyon, artrit ve premenstrüel sendrom yer almaktadır (104). CRP değeri 1,0 mg / dl üzerinde olan tanısı doğrulanmıĢ kardiyovasküler hastalık ve / veya romatoid artrit ve/veya osteoartrit 90 hastaya günlük 300 mg neptün krill yağı kullanımı ile 7 - 14 gün gibi kısa bir sürede inflamasyonun ve artrit semptomlarının gerilediğini göstermiĢtir (105).

67 3.GEREÇ ve YÖNTEM

Benzer Belgeler