• Sonuç bulunamadı

Namus Cinayetleri Kıskacında Kadın Şiddeti

3.1. KADINA YÖNELİK ŞİDDETİ ETKİLEYEN ETMENLER

3.1.6. Namus Cinayetleri Kıskacında Kadın Şiddeti



Kimi zaman filmlerde Batılı bir seçkin ya da soylunun onurunun zedelendiği gerekçesiyle muhattabına düello teklif ettiğini görürüz. Sonunda ise yer ve zaman kararlaştırılır, kılıçlar çekilir, silahlar patlar, biri ölür diğeri kalır, böylece onur meselesi çözüme kavuşturulmuş olur. Düello yöntemiyle kurtulan onur kişisel onurdur, bir üçüncü kişiyi ilgilendirmez bu sorun.

Peki, Ortaçağ Avrupası’nda onuru kurtarmak için bu yöntem uygulanırken;

Doğu’da neler oluyordu? Kısacası onur savaşında nasıl bir yöntem uygulanıyordu?

Hemen belirtelim: Doğu’da çok farklıydı bu fotoğraf. Bir kere söz konusu edilen onur, kollektif onurdu. Ayrıca onur savaşında düello yönteminden birçok yönleriyle ayrılan başka bir yöntem daha uygulanıyordu: O da, kan davasıydı… (Töre Cinayetleri: Kadın, Mevzuat ve Töre Paneli, 1999: 15)

Bir grubun onurunu kurtarmak için aileden seçilen erkek çocuk, alınan kararı yerine getiriyordu. Bu karar ölümdü. Böylece hem kollektif onur kurtarılıyor, hem de ölenin öcü alınıyordu. Yani kan, kanla temizleniyordu. Sonuçta da bitmeyen düşmanlıklar sürüp gidiyordu. Aile ya da oymaktan bir kadının namusu söz konusu olduğunda namus kanla temizleniyordu. Çoğu zaman bu yöntemin kurbanları da kadınlar oluyordu.

Batı’daki düello Ortaçağ kapandığında tarihin karanlık yerini alırken; Doğu’da kan davası bütün acımasızlığıyla devam ediyordu. Ülkemizde de terk edilmemişti bu yöntem. Ne yazık ki; bugün de yaşıyoruz aynı olguları.

İşte asıl sorun budur !!! 2000’li yıllara gelmişiz diyoruz. Modernleşme ve çağdaşlaşmadan bahsediyoruz. Buna karşın, ilkel toplumlarda yaşanan bu vakanın halen yörelerimizde yaşanıyor olmasıdır işte asıl sorun... Çünkü şiddetin kültürel kökleri incelenirken; namus ya da töre cinayetleri ile sıkça karşılaşmaktayız. Bir şiddet biçimi olarak namus cinayetleri, Türk toplumunun kültüründen özellikle değer sisteminden kaynaklanmaktadır. Kentleşme ile birlikte kentlere gelen bu tür cinayetler, genellikle alt toplumsal katmanlar arasında yaygındır.

Bir kere Akdeniz havzasının az gelişmiş toplumları hala kır kökenli sosyal değerlerin etkisini taşır ve sürdürür. Bu yörelerde yerleşik gelenek ve görenekler bir erkeğe çeşitli misyonlar yükler. (Mojab ve Abdo, 2009: 83) Şöyle ki; kendisinin ve ailesinin şerefine sahip çıkmak, kadının da cinsel saflığını ya da namusunu korumak gibi… Nitekim bu beklentiler kadında cinsel utanç, erkekte ise erkeklik olarak belirir.

O halde gerek erkek, gerekse kadın açısından sorumluluklar şu şekilde belirlenir:

Erkek açısından erkekçe tutumlar takınmak ve erkekçe davranmak, kadınlar açısından ise dinsel sakınmaya önem vermek ve hareketlerini utanç kavramıyla sınırlamak bir namus borcudur. Bu borç önce aileye, sonra da topluma yöneliktir. (Töre Cinayetleri:

Kadın, Mevzuat ve Töre Paneli, 1999: 36)

Namus cinayetlerinde söz konusu olan, sert ve acımasız törelerdir. Töre, sosyolojik bir kavram olan toplumsal normlar içinde yer alır. Toplumsal değerlerden, normlardan sapmalar genellikle sert ve acımasız yaptırımları içerir. Ataerkil toplumlarda kadının iffeti, erkeğin namus ve şerefi sayılır. Kadınlar bu yapı içerisinde düşük bir statüye sahiptir. Böylece kadın cinselliğine aşırı derecede bir değer atfedilmiştir. Töreler, hayatın içindedir. İnsan ile hayatın gerçekleri, hayatta oluşan kurallardır. (Mojab ve Abdo, 2006: 96) Bunlar sosyo-ekonomik şartlar içinde kendilerinden oluşurlar. Uzun zaman yürürlükte kalır, daha sonra kendilerinden değişime uğrarlar. Bunların yaptırımları ayıplama ve dışlamadır. Aileden atma, toplumun dışına itme, en acısıysa giderek öldürmedir.

Adam öldürme örf, adet ve töre gereği gerçekleşmesi ekonomik yönden kapalı toplumlarda olan bir vakadır. Daha ziyade tarıma dayanan ekonomilerle beslenen toplumlarda görülür. Bu toplumlarda aile birdir ve geniştir. Aile fertleri, aile reisinin hâkimiyeti altındadır. Aile reisinden sonra, çoğunlukla büyük kardeşin sözü geçer.

İkinci egemen odur. Kız kardeşlere göre erkek kardeşler egemendir. Yani söz sahibi konumunda olan erkeklerdir.

Ailede kazanç birdir ve müşterektir. Aile reisinin emrine göre, kazançlar harcanır. İş hayatı tarıma dayanır. Hayat topraktan kazanılır. Aile çoğu zaman, kendi ihtiyacını kendisi topraktan üretir. Genelde erkekler ailenin hayatını kazanır; kadınlar

ise örfi ve dini yaşam gerçekleri gereği erkeğe bağlıdırlar. Buna bağlı olarak, erkek egemen bir toplum hâkimdir. Dolayısıyla da, namus olgusu çok fazla ön plana çıkmaktadır. Çünkü namus, beraberinde töreyi de getirmektedir. Töre ise; bir toplumun benimsediği ve o toplumda yerleşmiş davranış kalıplarıdır. (Topaloğlu, 2009: 135)

“Kadınların namusu, ailenin şeref ve ihsanıdır. Kişiler arasında mesafe yoktur.

Kişiler dışa karşı bir bütündür. Tek başlarına hareket etmezler. Özgüvenleri zayıftır.

İçlerinden birisine yapılan kötülük, hepsine yapılmış sayılır. Birisinin yaptığı örfe ve töreye aykırı hareket, hepsinin adını lekeler.” (Mojab ve Abdo, 2006: 126) Kadın cinselliğinin soyut ve sembolik değerinin yoğunlaştığı asıl husus, evlilikten önce bekâretin titizlikle korunmasıdır. Böyle bir sistemde bekâretin normlara uyulmadan yitirilmesi, cinayetlere yol açabilmektedir. Akdeniz ve Orta Doğu kültürlerinde bu böyledir. Ayrıca bekâretin kutsallığı da kültürel bir değerdir.

Ekonomik yönden dışa kapalı aile bireylerinin başkalarının işinde sürekli çalışmadığı endüstri toplumuna entegre olamamış aileler, grup zihniyeti taşıyan ailelerdir. Aileden birisi öldüğünde, tüm aile fertleri arasında bir boşluk doğar. Bu boşluğun diğer yüzü intikamdır. İntikam duygusunun yanında, tatmin edilmek istenen örf ve hınç duygusu vardır. Bu da ancak ölüme ölümdür. Öte yandan ölüme ölüm ile aile, failin mensup olduğu aile karşısında varlığını ve aileye eşitliğini kanıtlayacaktır.

Aile karşısında aciz olmadığını ve ondan korkmadığını kanıtlayacaktır. İşte kan davasının kaynağını budur !!! (Töre Cinayetleri: Kadın, Mevzuat ve Töre Paneli, 1999:

48)

Törelere göre; namusa ihanet etmenin sonucu ölümdür. Bu ölüme ise; aile meclisi karar vermektedir. Yalnız aile meclisinin toplanması da, başlı başına birer sorundur. Şöyle ki; kararı kimin vereceği, hangi oranda ceza uygulanacağı vs. konuları aile içerisinde tartışmalara neden olmaktadır. (Topaloğlu, 2009: 138)

Keza evlenen kadının evlendiği evde mutlu ve geçimli, eşine sadık olması da aile şerefiyle ilgilidir. Çünkü kadın eşine sadık olmak zorundadır. Eşine sadık olmayan kadının cezasını da ailesi verir. Aile içinde kadının namusundan aile erkekleri

sorumludur. Irzına geçilen, terk edilen, peşinde dolanılan, kendisine sarkıntılık edilen kadının ailesi bunların intikamını alır ve failden hesabını sorar. (Soyaslan, 1999: 72)

Bilindiği gibi “Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi” her bireyin yaşama hakkının olduğunu; özgür ve güvende olmasının gerekliliğini; hiç kimsenin şiddet, işkence, insanlık dışı ve aşağılayıcı davranışlara maruz ve mağdur bırakılmayacağını belirtir. (Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi) Ne var ki bu belirlemeye karşın; insanlığın yarısını oluşturan kadınlar, dünyanın her yerinde ezilen bir konumdadırlar.

Yaşama hakkının ortadan kaldırılması da dâhil olması üzere gerek toplumsal alanda; gerekse aile içinde dayak, cinsel istismar, taciz, tecavüz, ensest gibi çeşitli biçimlerde şiddete maruz kalmaktadırlar. Kadının aile kurumu içinde karşılaştığı şiddet, kadınların karşı karşıya kaldığı şiddet türleri içinde özel bir yer tutar. Bu şiddetten yoğun bir biçimde etkilenen kesim ise, özellikle kız çocukları ve kadınlardır. Birleşmiş Milletler “Kadına Karşı Şiddetin Engellenmesi Bildirisi” nde, şiddete dair şu tanımlamayı yapmıştır;

“İster özel, ister toplumsal yaşamda olsun tehdit, cebren ya da keyfi olarak özgürlükten alıkoymak da dâhil olmak üzere kadına fiziksel, cinsel ya da psikolojik zarar ve acı veren ya da verebilecek cinsiyete dayalı her türlü hakaret…” (Kadına Karşı Şiddetin Engellenmesi Bildirisi)

İşte kadına yönelik şiddet, dünyanın gözünde böyle nitelendirilmektedir. Burada temel konumuz olan namus cinayetleri de, aile içi şiddet türleri içinde yer alan en insanlık dışı olayın başında gelmektedir. Kadınları yok saymaktadır. Oysa ki; her insan tek ve biriciktir. Erkeklerin kendi özgürlükleri varsa; kadınların da vardır. Bunu yasalar belirtmektedir.