• Sonuç bulunamadı

1.2. ŞİDDETİN ANLAMI

1.2.1. Şiddet Olgusu



Şiddet olgusu, günümüzde en çok ilgi gösterilen konulardan birisi haline gelmiştir. Şiddet çok farklıdır, çok başkadır. Şiddetin çeşitli sınıflamaları yapılmaktadır.

Şiddet, zamana ve topluma göre değişen bir kavramdır. (Kocacık, 2000: 1) Şiddetin temelinde yer alan saldırganlık dürtüsü, bireyin toplumsallaşma süreci içinde öğrenilebilmektedir. Kitle iletişim araçları da, bu öğrenmeye hızlandırıcı etki yapmaktadır.

İnsanlar medya aracılığıyla, daha da baskıcı hale gelebilmektedirler. Sağlıklı bir toplum hiçbir şiddet olayının yaşanmadığı, çatışmaların olmadığı bir toplum olmaktan ziyade; ortaya çıkan sorunların çözülebilmesi alışkanlığının yerleşmiş olması ile ortaya çıkmaktadır. İnsanlık tarihiyle birlikte ortaya çıkmış olan şiddet olgusu, birçok bireysel ve toplumsal öğe ile birlikte karmaşık bir yapı ortaya koymaktadır. Bu nedenle şiddet olgusunu tanımlamak ve ortaya çıkarmak da kolay olmamaktadır.

Kendisini çok farklı biçimlerde gösterebilen şiddet olgusu, günümüzde gerek bireysel ve gerekse de toplumsal boyutlarda sık sık karşılaşabileceğimiz bir olgudur.

Aile içi şiddet, çok boyutlu bir sorundur. Ayrıca aynı aile içinde farklı türlerde şiddetin bir arada yaşandığına dair veriler giderek birikmektedir. (Edleson, 1999)

İnsanlık tarihinde ölüm, hastalık ve sakatlığa yol açan en önemli neden şiddettir.

Şiddet, her türlü sorunu beraberinde getirmektedir. Ortaya çıkış süreci, sorumlu, mağdur ve sonuçları yönünden farklı disiplinlerin konusu olmaktadır. Şiddet, bir suç davranışı olarak nitelendirilmekte ve adli bilimler alanından suça ilişkin araştırmaların yapılması

istenmektedir. Ki pek çok araştırmaya da, kaynak teşkil etmektedir. Adli tıbbi terminolojide de şiddetin farklı düzeylerde ele alındığı, etiyoloji, fail, mağdur ve eylemin özelliğine göre yapılan sınıflamaların sıklıkla iç içe geçtiği görülmektedir.

Adli bilimler alanında yaygın olarak insan hakları ihlalleri, kadına yönelik şiddet, aile içi şiddet, çocuk istismarı ve ihmali, yaşlı istismarı ve ihmali, çalışanlara yönelik şiddet, cinayet, intihar, madde kullanımı kaynaklı, psikiyatrik hastalıklara bağlı şiddet olgularında inceleme yapılmaktadır. Şiddetin boyutlarını değerlendirmek, yeni biçimlerini kavramak ve çözüme katkı sunabilmek için adli tıp disiplini açısından kavramsallaştırılması ve sınıflandırılmasına ihtiyaç bulunmaktadır. (Biçer ve Tırtıl, 2011: 4(2) 66 - 67)

Şiddet, artık popüler konulardan bir tanesi haline gelmiştir. Günümüzde araştırılan ve ilgi duyulan konulardan birisi haline gelen şiddet olgusu, diğer sosyal bilim dallarının olduğu kadar sosyologların da ilgisini çekmektedir. Sosyologlar tarafından şiddet olgusunun en iyi, toplumsal ilişkilerin dinamikleri içerisinde bütüncül bir yaklaşımla ele alınabileceği savunulmaktadır. Çünkü çatışmalar, daha çok birbirleriyle ilişki içinde olan bireyler ya da gruplar arasında olmaktadır. Gerçek yaşamda şiddet ve saldırganlık eylemlerinin genellikle birbirlerini tanıyan birey ya da gruplar arasında gerçekleştiği unutulmamalıdır. Bir toplumda hangi davranışların şiddet olarak kabul edildiği, o toplumun toplumsal yapı özelliklerine göre; diğer bir ifadeyle kültürel yapı ile geçerli olan değer yargıları ile yakından ilişkilidir.

Toplum, bir bütünden oluşmaktadır. Toplum kendisini meydana getiren kurum, değer ve bireyler arasında bütünlük sağlayabildiği sürece ayakta kalabilir. Ancak toplumsal yapının bütünlüğünü ve devamlılığını tehdit eden durumlar her zaman var olmuştur. Olmaya da devam edecektir. Bu doğal bir süreçtir. Çünkü toplum dinamik bir yapıya sahiptir ve sürekli değişmektedir. Toplumsal yapının bütünlüğünü ve devamlılığını tehdit eden durumlar ise; birer sosyal problemdir. Bu soysal problemlerin önemi; toplumsal yapıdaki etkileri ile ölçülebilir. O halde acil çözümler üretmeyi gerektiren sosyal problemler, toplumsal yapının bir bütün olarak ele alınması ve

incelenmesi ile anlaşılabilir. Tıpkı günümüzde önemli bir sorun alanı olarak görülen şiddet olaylarında olduğu gibi… (Kocacık, 2000: 2)

Toplumsal kültürel yapımız şiddeti öğreten, meşrulaştıran ve insanlarımızı farkında olmadan şiddete karşı duyarsızlaştıran sosyal değerlerle doludur. Cinsiyetçi rol farklılaşmasına kaynaklık eden erkek egemen bir aile ve toplum yapılanması, buna bağlı olarak meşrulaştırılan töre ve namus cinayetleri, kan davaları, toplumsal dayanışma ve yardımlaşma anlayışının ötesine taşan ve bir gösteriye dönüşen dinsel ritüellerimiz bunlar arasında sayılabilir.

Bunlara ek olarak ise; gelişen kitle iletişim araçlarının kendilerini cazip kılma ve seyredilme oranlarını arttırma endişesi içinde şiddet olaylarını bir araç olarak kullanması, hatta yukarıda saydığımız şiddet olaylarını birey ile toplum arasında aracılık eder bir pozisyonda sunması, şiddetin tanık olunarak öğrenilmesinin de etkili gelişme olarak değerlendirilebilir.

“Genel anlamda aşırı bir duygu durumunu, bir olgunun yoğunluğunu, sertliğini, kaba ve sert davranışı dile getiren şiddet olaylarının yaşanmasında sosyo – kültürel, ekonomik, psikolojik ve iletişimsel faktörlerin birlikte rol oynadığını ve şiddetin hayatın her alanında duygusal, sözel, fiziksel, cinsel, siyasal ve daha birçok boyutta karşımıza çıktığını görmekteyiz.” (Ayan, 2010: 7) İşte bu boyutlardan birisi de ailede yaşanılan, yaşanılma sıklığı oranında gizli ve örtük kalan aile içi şiddet olayları olmaktadır.

Aile içi şiddet, çok farklı bir olgudur. Eşlerin birbirlerine, büyük çoğunlukla da kocanın karısına uyguladığı değişik şiddet türlerini içeren aile içi şiddet çok yönlü bir olgu olup, şiddete sebep olabilecek pek çok etken bulunmaktadır. Çünkü şiddet tek bir düzeye indirgenememektedir. Şiddet denildiği zaman, birden çok etmen öne çıkmaktadır. Bireysel düzey ve bireyin yakın çevresiyle ilişkisi, psikolojik düzey, toplumsal çevre ve içinde yaşanılan kültür gibi… (Ergil, 2001: 40) Bu yüzden birçok faktörün bir arada etkilediği aile içinde yaşanan şiddet olaylarını, şiddetin bir türü olarak ele almaktansa; onu toplumsal alanda yaşanan şiddetin bir bölümü, bir kısmı olarak ele

almak daha doğru olmaktadır. Çünkü aile içinde yaşanan şiddet olaylarını toplumsal alanda yaşanan diğer şiddet olaylarından bağımsız olarak düşünmek mümkün değildir.

Toplumda şiddet varsa; bunun aile içi ilişkilere, aile içinde şiddet varsa; bunun toplumsal alana yansımaması düşünülemez. Kısacası aile içi şiddet söz konusu olduğunda, aile ve toplum birlikte düşünülmesi gereken kavramlar olmaktadır. Zira aile içi şiddet, her toplumda görülebilmektedir. Hatta neredeyse her ailede…

Aile içinde şiddet, farklı aile bireylerini hedef aldığında çeşitli biçimlere gelişmektedir. Ancak aile içinde yaşanan şiddetin etkileri, hedef kim olursa olsun, ailedeki bütün birey ve bu bireyler arası ilişkileri olumsuz bir şekilde etkileyen gelişmeler olarak karşımıza çıkmaktadır. (Ayan, 2010: 8) Bu bağlamda kadına yönelik yaşanan şiddet olaylarını, etkileri açısından toplumdan bağımsız düşünmek mümkün değildir. Aile içinde kadına şiddet uygulanıyorsa; bundan değişen biçimlerde herkes nasibini almaktadır.

Nitekim şiddet, tanımlanması oldukça güç kavramlardan birisidir. Söz konusu güçlük şiddetin insanlık kadar eski bir kavram olmasından, insan düşüncesiyle beslenmesinden ve çok yönlü boyutları olmasından kaynaklanmaktadır. (Erten, 1996:

143) Bu sebeplerden dolayı şiddeti bir olgu olarak kaynağı, nedenleri, boyutları ve ortaya çıkış biçimleri açısından ele alıp incelerken; her toplum ve her zamanda geçerli olabilecek standart bir şiddet tanımlaması ve sınıflamasına ulaşmanın da mümkün olmadığı görülecektir.

Tarihi insanlık kadar eski olan bu şiddetin insan düşüncesi ile beslendiğini söylemek, sürekli değişmelerden etkilenen düşünce yapıları gibi şiddetin de değişen içeriklerde; ama her zaman var olan bir kimlikle mevcut olduğu anlamına gelir. Zira şiddet, daha en başında insanın doğayla mücadelesinde tercih etmek zorunda kaldığı bir yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır. “Beslenme ve kendini koruma gibi temel ihtiyaçların karşılanmasında beden gücünü doğaya karşı bir silah olarak kullanma düşüncesi zamanla diğerine egemen olma niteliğine bürünerek insanlık tarihinin başlangıcına da vurgu yaparken; şiddetin bu dönemde çıplak, her türlü araçtan yoksun

ve doğal halde saldırganlık niteliğinde olduğu gözlemlenir.” (Erten, 1996: 160) Bu dönemde açıkça sergilenen ve gücün göstergesi olarak toplumsal anlamda meşru sayılan şiddet göstergelerinin bir dürtü olarak, bugüne kadar kat ettiği yolda kazandığı yeni nitelik, ilk ortaya çıktığındaki kadar sert olmamasıdır.

Ne var ki; dün olduğu gibi bugün de şiddetin varlığına rağmen, değişen sadece onu ifade biçimine getirilen kısıtlamalar olmaktadır. Çünkü şiddet, toplumsal yapının temel birimi olan insanın özündedir. İnsan değişmedikçe; şiddet de yok olamaz. Her şey, insanın bilinçlenmesine bağlıdır. Ancak insan uygarlaştıkça, uygarlaşan dünyaya yakışır bir gizlilik içinde; ama öncekinden daha ağır bedeller ödenerek varlığını sürdürmektedir.

Şiddet, zarar verici niteliği evrensel bir olgu olmasına rağmen, nedenleri ve ortaya çıkış biçimleri açısından içinde bulunduğu toplumsal yapının özelliklerinden ayrı olarak düşünülemez. Şiddet tolumdan bağımsız değildir. Çünkü şiddet, her toplumsal yapıda farklı nedenler ve biçimlerle ortaya çıkan ve gözlemlenen bir olgudur. (Dünya Sağlık Örgütü, 1998) Bu sebeplerden dolayı şiddeti anlama çabasında bize rehberlik edecek olan, odak noktası içinde yaşadığımız toplum birimleri ve bunların alt sistemleri olacaktır.

O halde şiddet, geneli ilgilendiren, beklenen ile gerçekleşen arasında bir fark bulunan, toplumsal kontrolü bozucu bir etki oluşturabilen, düzeltilmesi ve çözümü için ortak bir çabaya gereksinim duyulan, görülen veya potansiyel olarak var olan ve bireylerin sonuçlarından etkilendiği bir durum olarak oldukça önemli ve titizlikle incelenmesi gereken bir olgudur. (Ayan, 2010: 16)