• Sonuç bulunamadı

Namık Kemal’in Düşünce Dünyasında Azınlıklar Meselesi

II. BÖLÜM

2. SĐYASET BAĞLAMINDA YERLĐLĐK DÜŞÜNCESĐ

3.1. Namık Kemal’in Düşünce Dünyasında Azınlıklar Meselesi

Namık Kemal’in yazılarında üzerinde durduğu konulardan biri de Osmanlı devletinin sınırları içinde yaşayan Hıristiyan vatandaşların durumudur. Tarih boyunca beraber yaşamış tebaanın bir parçası olan Hıristiyan vatandaşlarıyla devlet arasındaki bağ, yeni asrın en etkili fikrî akımlarından biri olan milliyetçilik ve Avrupalı devletlerin bir koçbaşı niyetiyle kullandıkları himaye meselesinden dolayı bir pamuk ipliği derecesinde zayıflamıştır. Bu meseleye değindiği yazılarında Namık Kemal, tarihsel birlikteliği örnek vermiş ve bu uzun süre içerisinde yaşanan mamur ve rahat hayatı hatırlatarak Hıristiyan vatandaşları uyarmaya çalışmıştır. Bu vatandaş kitlesinin hiçbir zaman devletin ikinci sınıf vatandaşı olmadığını vurgulayan sanatçı, yapılan her düzenlemede Hıristiyan tebaanın da göz önüne alındığını, yöneticilerin onları devletin ve mülkün temel bir parçası olarak gördüklerini vurgulamaya çalışmıştır:

“Yahut vatan içinde hukukça müsâvi mi değiliz? Bilâkis! O derece müsâviyiz ki siyasiyâta dokunur hangi fıkıh kitabına müracaat olunsa buna dair bir veya birkaç fetva ve kavâid-i umumiye taalluk eder hangi hat ve fermana bakılırsa bu bâbda bir veya birkaç ibare görülmemek mümkün değil gibidir.” 379

Namık Kemal’in konuyla ilgili satırlarını okuduğumuzda hissedilen düşünce, yıkılmakta olan bir imparatorluğun enkazının altında kalan tüm insanların dinleri ne olursa olsun bundan zarar göreceği düşüncesidir. Osmanlı yönetici zümresinin temel düsturlarından kaynaklanan hoşgörüyle, Hıristiyanların dünyanın hiçbir bölgesinde olmadığı kadar rahat yaşadığını, kendi benliklerini oluşturan tüm özellikleri koruyabildiklerini söyler. Yazar, Osmanlı mülkündeki bu yönetim anlayışı sayesinde hayatın her alanında tüm haklara sahip olarak asırlarca yaşayan bu grubun

bahsedilen rahatlığa da Osmanlı devleti sayesinde ulaştığını vurgulayarak tarihsel olaylara göndermeler yapan bir uyarıda bulunur:

“Dikkat etsinler ki dünyada azasının her biri bir lisan söyler bir devlet var mıdır? Nerede bu kadar mezhep taarruzdan berî kalmış? Nerede bu kadar cinsiyet beka bulmuş? Lehlilerin hali düşünülür, Macaristan'da kalan Ermenilerden hiçbir isr kalmadığına bakılırsa burada her kavmin necâtı Devlet-i Aliyye'nin istiklaline mütevakkıf olduğu anlaşılır.”380

Bu satırlarda yumuşak ve olgun bir üslup kullanan sanatçının üslubu hemen sonraki satırlarda hızlı bir şekilde sertleşmeye başlar. Namık Kemal, asırlardır süren ve Hıristiyan azınlığın her türlü kolaylıktan istifade ettiği bu yönetim anlayışının Türk-Müslüman ahalide uyandırdığı rahatsızlığın âdeta tercümanlığına soyunmuş gibidir. 381 Osmanlı devletinin, tebaası olarak yaşayan Hıristiyanların haklarını korumak için bütün hukukî sorumluluklarını yerine getirdiğini anlatan sanatçının, bu yolda sıkıntılara katlanıldığını ve bunun karşılığı olarak da ahde vefa beklediklerini söyleyerek sesinin ulaştığı tüm muhataplarını uyardığını görmekteyiz:

“Şimdiye kadar edyân-ı sâire ashabını zimmetimize aldık. Her ahdimize vefa gösterdik. Asayişimizden dûr olduk, milyonlarla canlar, mallar feda eyledik. Onların asayişini idâme ve mâl u canlarını vikâye eyledik. Onlar tarafından da ahde vefa bekleriz.”382

Namık Kemal, Hıristiyan nüfusun Müslüman nüfusla kıyaslandığında fazladan pek çok hakka sahip olduğunu düşünür. Ona göre Avrupalı devletlerin de işe karışmasıyla Đslam ahalinin bile sahip olmadığı haklara sahip bulunan Hıristiyanlar, en yerelden en şumullüsüne varıncaya kadar kendilerini temsil edecek birçok mekanizmaya sahiptirler. Kendi haklarını korumakla görevli dini oluşumlara ve yerel meclislere sahip olan Hıristiyanların ayrıca millet meclisinde kendilerini temsil eden vekilleri de bulunmaktadır:

“Bütün Avrupa devletleri mazlum-ı sırf zannettikleri Hıristiyanlar üzerine kanat açub kat'en tebaa-yı Đslam'ın ıslah-ı haline dair şakk-ı şefe etmedikleri cihetle Hıristiyanların birinci derecede malum olan imtiyâzâtı havî patrikleri vardır ve üçüncü derecede cemaat-i milliyye meclisleri vardır ve intihab-ı umûmi ile mansub mecâlis-i memlekette vekilleri bulunur.”383

380 N.Y Aydoğdu, Đsmail Kara, a.g.e, “Avrupa Şarkı Bilmez”, s. 64.

381 Her türlü kanunî haktan faydalanan Hıristiyan azınlıkla Türk-Müslüman unsur arasındaki dengesizlik, sanatçının farklı makalelerinde ortaya konmaya çalışılmıştır. Biz çalışmamızda bu rahatsızlığı bir konu başlığı halinde vermektense ilgili olduğu alanda (askerlik, ticaret ve sanayi vb.) değinmeği tercih ettik. Ancak hangi alanla ilgili olursa olsun ortaya koymaya çalıştığı bu rahatsızlık karşısında sanatçının önerdiği çözüm, azınlıkların haklarının elinden alınması şeklinde olmamış, çözüm olarak “eşit sorumluluk-eşit haklar” olarak özetlenebilecek bir formül önermiştir.

382 N.Y Aydoğdu, Đsmail Kara, a.g.e, “Avrupa Şarkı Bilmez”, s.64. 383 Donbay, a.g.t, “Mes'ele-i Müsâvât”, s.125.

Devrin siyasi şartları düşünüldüğünde Namık Kemal’in seslendiği muhatapların sadece Osmanlı vatandaşı Hıristiyanlar olmadığı anlaşılmaktadır. Đfadeler dikkatle incelendiğinde (Bütün Avrupa devletleri mazlum-ı sırf zannettikleri

Hıristiyanlar …) Avrupa devletlerinin de bu oyunda yer aldığını ima etmeye çalışan

Namık Kemal, birden fazla muhatabı açıkça veya ima yoluyla dile getirmeye çalışır. Bu konudaki rahatsızlığını daha özel belgeler olarak kabul edebileceğimiz mektuplarında daha açık bir dille ifade eder. Devletin tüm yükünü üstlenen büyük kitlenin fakirliğine rağmen son derece müreffeh bir hayat yaşayan Hıristiyan unsurların ve bunlarla işbirliği içinde olan Avrupalı bazı tüccarların en güzel yerlere/imkânlara sahip olması yazarın razı olamayacağı bir durumdur. Satırlarında yer alan üslup Namık Kemal’in rahatsızlığını açıkça ortaya koymaktadır. Ancak Namık Kemal’in çizdiği bu tablo sadece belli coğrafyalar için geçerli değildir, imparatorluğun resmine bir bütünlük içerisinde bakıldığında da farklı bir şey görmek mümkün değildir:

“Midilli'nin en mamur mahallesi dediğim Hıristiyan mahallesidir; herifler memleketin en güzel cihetini tutmuşlar. Đçlerine karışan Frenkler o güzel yerlerin güzellerinden güzelini ele geçirmişler. Mülkün bir ufacık numûnesi de orada teşekkül etmiş duruyor." 384

Uzun zamandır birlikte yaşayan insanlar arasında bir sorunun bulunmadığını ve kalabalık grubu oluşturan Müslüman ahalinin diğer grubun mal, can ve diğer emniyetleriyle ilgili sorumluluklarını içselleştirdiğini dile getiren Namık Kemal, asırlar boyunca en kötü zamanlarda bile Hıristiyan unsurların hiçbir tedhiş hareketine maruz kalmadığını belirtir. Böylesine bir tehditle karşılaşmak bir yana, Hıristiyan vatandaşların devletin her kademesinde asırlardır görev yaptıklarını anlatan sanatçı böyle bir durumun Avrupa’da bile yeni yeni –sadece Yahudi toplumu için- görülmeye başlandığını belirtir. Đslam ahalinin ise hala böyle bir hakka sahip olamadığını belirterek Osmanlı devletinin, vatandaşları olan Hıristiyanlara bu hakkı uzun zaman önce verdiğini hatırlatır: :

“Đstanbul'da üç yüz seneye yakın temadî eden bunca ihtilaller arasında bir Hıristiyan mahallesi yahud Yahudi hanesine taarruz olunduğu görülür mü? Đslam'a reva görülmemiş bir zulmün edyân-ı sâire ashabına icrâ edildiği var mıdır? Ne hâcet ki biz bundan beş altı yüz sene evvel âteş-i taassubun yanardağlar gibi galeyan-ı küllî halinde iken zuhur etik. Rumları haklarıyla, menfaatleriyle, mezhepleriyle, cinsiyetleriyle ibkâ ettik. Ermenileri Đran'ın, Yahudileri Đspanya'nın pençe-i zulmünden kurtardık. Devlet-i Aliyye toprağında üç dört yüz sene evvel Hıristiyandan prensler ve menâsıb-ı divâniyede kullanılır memurlar var idi. Düvel-i garbiye memâlikinde hâlâ Đslam'dan bir

yüzbaşı yok. Daha Yahudiler [düvel-i garbiyede] hizmet-i devlette on on beş sene evvel kullanılmaya başlandı.”385

Yukarıdaki cümleleri göz önüne alındığında Namık Kemal’in Hıristiyan unsurlarla ilgili düşüncelerini devletin bekası problemiyle ilişkilendirdiğini görmekteyiz. Bir devleti oluşturan tüm insanların bu devlete karşı olan sorumluluklarının ve haklarının eşit olması gerektiğine inanan sanatçı, bu anlamda modern vatandaşlık kavramını da tartışmaya açmıştır. Hıristiyan unsurların sahip oldukları haklardan, ticaret, sanayi ve diğer alanlardaki eşitsizliklerden şikâyet etmektedir. Ona göre yaşanan asırlar, Osmanlı devleti hâkimiyetinde yaşayan farklı dinlerden unsurların ne kadar büyük bir rahatlık içinde yaşadıklarına dair yeterli kanıtları sunmaktadır. Böyle bir yapının hayatını devam ettirmesi için herkes üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmelidir. Namık Kemal’e göre yapılması gereken iş fikren ve ruhen kendilerini devlet bünyesinden uzaklaşmış gören unsurların yanlışlıklarını ortaya koymak ve onları bir yaşam birliği çatısı altında toplanmaya razı etmektir.

Namık Kemal’in bu satırlarındaki uyarıların nedenini anlamak için o dönemde yaşanan vatandaşlık değiştirme olaylarına bakmakta fayda vardır. Kapitülasyonların yabancı vatandaşlara tanıdığı imtiyazlar, tüm Osmanlı vatandaşlarına askerlik yükümlülüğünün getirilmiş olması gibi nedenler yabancı uyruğa geçmenin yoğun bir şekilde yaşanmasına neden olmuştur. O dönemde yaşanan olayları Engelhardt eserinde dile getirir:

“Özellikle Rum reayalar, acentaların bu işi alışveriş durumuna getirdikleri Atina’ya giderek, kapitülasyonlardan yararlanan birer Yunan vatandaşı olarak yerleşmenin yolunu buluyorlardı. O zamanlar Türkiye’de “Yunanlıyım” diyen 300.000 kişi vardı ki gerçekte Osmanlı topraklarında (yaşıyor) ve Rum ana-babadan doğmaydı. Yalnız Đstanbul’da bunların sayısı 21.000’i buluyordu.” 386

Aynı eserde Engelhardt, Yunan krallığının gerçek nüfusunun 750.000 olduğunu ancak bahsi geçen sebepten dolayı krallık nüfusunun kısa bir zamanda 1.056.000 kişiye yükseldiğini belirtir. Bu sebeple 19 Şubat 1869 yılında yayınlanan bir genelgede uyruk değiştirmeyle ilgili değişikliğe gidildi ve vatandaşlık kanununa şu madde eklendi: “Bir Osmanlı tebaasının yabancı tebaa olabilmesi için önceden

Babıâli’den izin alması gerekir. Osmanlı topraklarında ikamet eden her kişi yabancı

385 N.Y Aydoğdu, Đsmail Kara, a.g.e, “Vefa-yı Ahd”, s. 60. 386 Engelhardt, a.g.e, s. 327.

olduğunu kanıtlamadıkça Osmanlı tebaası sayılır.”387 Rusya’nın sert tepkisiyle

karşılaşan bu maddede her ne kadar değişiklik yapılmak zorunda kalınmış ise de Osmanlı devleti çözüm olarak pratikte sert uygulamalara gitmiştir. Bütün bu gelişmeler Namık Kemal’in azınlıklara yönelik uyarılarının nedenini oluşturan sebeplerden yalnızca biridir. Yazar, ülkenin sunduğu her türlü haktan yararlanan ancak hiçbir yükümlülüğü üstlenmek istemeyen azınlık düşüncesine karşı yazılarında farklı üsluplar eşliğinde uyarılarda bulunmaktan geri kalmaz.388