• Sonuç bulunamadı

Kültür Kavramı Etrafında Namık Kemal'e Bir Bakış

II. BÖLÜM

5. TOPLUMSAL ALAN VE YERLĐLĐK

5.1. Kültür Kavramı Etrafında Namık Kemal'e Bir Bakış

Namık Kemal, bir yüzüyle Batı’ya dönük ve gelişmeleri izleyen bir sanatçıyken diğer yüzüyle toplumun değerlerine sahip çıkan ve Avrupalılaşma adı altında her şeyin toplum hayatına karışmasına karşı çıkan muhafazakâr bir kimlik sergiler. Namık Kemal’e göre yenilik adı ancak ilerlemeye vesile olabilecek ve topluma, devlete yeni değerler katabilecek değişimler için kullanılabilecek bir terimdir. Bu niteleme Namık Kemal’in, o ana kadar tanık olmadığı bir farklılıkla karşılaştığında zihninde nasıl bir ayırt etme mekanizmasını çalıştırdığını ele vermesi bakımından önemli bir tanımlamadır:

“Bir memlekette yeniden kabul olunan hal mehâsinden olmalıdır ki adına terakki denilmek kabil olsun.” 440

Sanatçı, her karşılaşılan farklılığın yenilik adıyla baş tacı edilmesine karşı çıkar ve kişilerin karşılaştıkları bir hali ister yeni olsun isterse eskiye ait bir tavır olsun bu düstur çerçevesinde değerlendirmeleri gerektiğini ifade eder. Hatta eskiye ait olanı kabul etmek bir taassup sayılsa da yenilik adına her şeye sorgusuz teslim olmak çok daha büyük sıkıntılara yol açacak “muzır” bir davranıştır:

439 N.Y Aydoğdu, Đsmail Kara, a.g.e, “Kıraat”, s. 364.

“Bir şeyi mücerred eskiden kalma olduğu için iltizam etmek nasıl beyhude bir taassub ise bir şeye mücerred yeni çıktığı için taraftar olmak dahi onun gibi ve fakat ondan muzır bir taassuptur.” 441

Namık Kemal, cümlelerinin devamında belli bir ayrıştırmaya tabii tutulmaksızın kabul edilen hareketlerden eskiye ait olanının kabulünü, toplumda karşılığı bulunmayan Avrupaî bir değişimin kabulünden çok daha tercih edilebilir bulmaktadır. Kendi düşünce bütünlüğü içinde halka ve kendi kültür dairesine ait olan unsurlar, Batılı unsurlara göre çok daha tercih edilebilir olan unsurlardır:

“Pederden kalma bir münasebetsizlikte devam etmek ecânibden gelme bir münasebetsizliği iltizâm etmekten tarafdarân-ı vatan için elbette ehvendir. Hele kim ne derse desin biz mesela eski Osmanlıların yamalı abasını Avrupalı dostlarımızın kuyruklu setresine herhalde tercih edenlerdeniz.”442

Sanatçı, bu cümlesiyle bütün fikir ve aksiyon hayatı boyunca ortaya koyacağı tavrının net bir özetini sunmaktadır. Kültür ve toplum hayatı söz konusu olduğunda diğer pek çok konuda olduğu gibi milletin öz değerlerini savunan bir anlayış, kültür konusunda da kendini ortaya koymaktadır. Aynı makale içinde Namık Kemal, Tanzimat dönemi aydınının en çok rahatsız olduğu ve eserlerinde iğnelemekten geri kalmadığı, sadece kabukta kalan ve değerlerine vakıf olunamayan şekilci bir Batılılaşmayı söz konusu eder. Bu anlayışı mahkûm etmek için kısa bir soru cevap faslında bu anlayışa sahip olan ve konu hakkında acınacak bir hale düşen kişilerin âdeta bir karikatürünü verir. Bu karikatür figürünün konuşması benzer düşüncelere sahip insanların bilgisizliklerini ve köksüzlüklerini ortaya koymaya yetmektedir 443:

"Niçin mi terakkiden mahrum addolunuyoruz? Hani bizim balolarımız, içimizde en âlim zannettiğimiz âdeme sorsanız daha doğru dürüst dans etmeği bilmez. Hangi berber iyi saç keser, hangi dükkânda giyilecek eldiven bulunabilir? Paris'te bu sene hangi biçimde palto moda olmuştur? Cıgaranın külünü düşürmemeye çare nedir? Đnsan bir kadına takdim olunduğu zaman belini nasıl büker? Buralarını hiç bilmez." 444

Bu cevaptan hareketle sanatçı, görünüş bakımından Avrupa’nın değerlerini anlamış görünen bir kitlenin, bu meselede aslında ciddi bir anlayışsızlık içinde bulunduğunu ortaya koymaya çalışır. Buna benzer kişilere yöneltilen ve soruların

441 N.Y Aydoğdu, Đsmail Kara, a.g.e, “Đfade-i Mahsusa” [Terakkiyât-ı Asriye Nedir?], s. 506. 442 N.Y Aydoğdu, Đsmail Kara, a.g.e, “Đfade-i Mahsusa” [Terakkiyât-ı Asriye Nedir?], s. 506.

443 Verilen paragrafta eski bir Osmanlı beyinin, nev-zuhur bir beye sorduğu "Biz acaba niçin

terakkiden mahrum addolunuyoruz?" sorusuna nev-zuhur beyin verdiği cevap vardır.

ciddi cevaplarının beklendiği bir ortamda, bu anlayışa sahip insanların aslında hiçbir şekilde bu konuda bir birikime sahip olmadıklarını ifade eder:

“...karşınızda milletin ahlâkını, etvârını, güftârını, mişvârını bütün bütün değişmiş âdeta fesli bir Frenk görür ve…” 445

Bu kişilerin kültürel bakımdan içinde yaşadıkları toplumla bağlarının sadece başlarına geçirdikleri festen ibaret kaldığını belirten sanatçıya göre eleştirilerin hedefinde bulunan insanlar, toplumun bütün değerleriyle bağlarını koparmış insanlardır. Sanatçının modernleşme anlayışıyla ilgili düşünce dünyasını ele veren aşağıdaki satırlar, onun modernleşmeyi maddi unsurların yaşama geçirilmesi olarak algıladığını anlatmaktadır:

“…onun ağzından hikmet-i tecrübiyeye, maarif-i tabiiyeye, fenn-i hukuka, kavâid-i servete, hürriyete, intizama, demiryollarına, telgraflara, deniz lağımlarına, esliha-i cedideye hususiyle mekteplere, matbuata dair birtakım sözler bekler dururken…” 446

Avrupa’dan faydalanmak, sanatçıya göre bir zorunluluktur. Ancak bu zorunluluk içinde bile seçimler çok dikkat edilerek yapılmalı, alınacak unsurlar bize çok gerekli olan temel yapıları sağlamaya yönelik unsurlar olmalıdır. Bunun dışında kalan unsurların sitayişle karşılanması, sadece sokaktaki insanın değil, aydın sayılan/bilinen insanların bile bu ayrıma dikkat etmemesi sanatçının eleştiri odağını genişletmesine neden olur. Aydınların gösterdiği bu dikkatsiz tavır, Osmanlı ülkesinde bir salgın gibi yayılan Batılılaşma konusunda, Namık Kemal’in eleştirilerini aydınlara yöneltmesine neden olmaktadır. Sanatçıya göre şu ana kadar gerçekleştirilen Batılılaşma çabaları ya yanlış unsurların alınmasına yol açmıştır ya da hiç alınmaması gereken kültürel unsurları almamızla sonuçlanmıştır. Batı’nın bugüne ulaşmasının temel unsurları olan bazı özellikler ise görmezden gelinmiş ya da hoş görülmemiştir. Bu yüzden Namık Kemal, ilerleyen satırlarda baştan aşağı yanlış ilerleyen, âdeta rayından çıkmış olan bir Batılılaşma anlayışını mahkûm etmekte ve bunun faturasını da aydınlara kesmektedir:

“Hayıf!' Sad hayıf ki vaktiyle Avrupa'dan istifâdeye ihtiyaç görülmeye başlandı; dans etmeyi aldık, büyük balolar vermeyi aldık, dini istihfâf etmeyi aldık, istikrâz usulünü aldık, tuz resmini aldık, tütün resmini aldık. Daha bunlar gibi bin türlü seyyielerini aldık, kimse ağzını açıp bir şey demedi. Đntizâm ve adâletlerini, ma'rifetlerini almaya ihtiyacımız var; anların vâsıta ve mebdeî olan usûl-i meşvereti ve edebiyat-ı garbiyeyi taklit gibi hasenâtı, nazar-ı red ve tahkîr ile görmesi şöyle dursun, mürebbî-i ümmet olması lâzım gelen gazeteler de takbih ediyor.” 447

445 N.Y Aydoğdu, Đsmail Kara, a.g.e, “Đfade-i Mahsusa” [Terakkiyât-ı Asriye Nedir?], s. 506. 446 N.Y Aydoğdu, Đsmail Kara, a.g.e, “Đfade-i Mahsusa” [Terakkiyât-ı Asriye Nedir?], s. 506. 447 N.Y Aydoğdu, Đsmail Kara, a.g.e, “Đfade-i Mahsusa” [Terakkiyât-ı Asriye Nedir?], s. 506.

Namık Kemal, özellikle toplumsal yapının kodlarını değiştirmeye yönelik kültürel etkilenmelere karşı çıkar. Kendi kültürünün değerlerine ve toplumsal normlarına sahip çıkan insanlara yöneltilen “mutaassıp” nitelemesini asla kabul etmez, kültürel değerlerin korunmasına yönelik gösterilen bu hassasiyetin böyle bir nitelemeyle karşılaşmasına hak vermez. Aksine karşılaşılan hoşgörüsüzlük yüzünden aslında bu suçlamaları yönelten insanların söz konusu nitelemeye daha uygun olduklarını belirtir. Üstelik zorlayıcı tavırlar sergileyerek âdeta mürebbi kesilenlerin bu tavırları ve beklentileri Đslam âlemi için gereksiz hatta onur kırıcıdır:

“Balolarla tiyatrolardan medeniyetçe ne kazanacağız? Anı da bilmekten acîz kalırız. Bize ta'assub isnât edenler ve âdât-ı millîye ve mahallîyemizi vikâyede ifrâtımızdan bahs ederler. Hâlbuki bu iddiada bulunanlar daha muta'assıbâne bir ısrâr ile bizi o hallerden cebren geçirmeğe çalışırlar ve bi-eyyi hâl kadınları yaşmaksız erkek meclisine isterler ve bu yolda verilecek balolarla yapılacak tiyatrolar içün Đslâm'ı en zarûrî işlerden alıkorlar, amelelikte kullanırlar.” 448

Toplumda beliren kavram kargaşası, aynı kelimelere farklı anlamlar yüklenmesine neden olduğu gibi, insanlar tarafından da aynı kavramdan birbirine zıt anlamlar çıkarılmasına neden olmuştur. Özellikle Batılılaşma kavramını ifade etmek için kullanılan “medeniyet” sözcüğüne yüklenen ve üzerinde uzlaşılması neredeyse imkânsız manalar, yazarın son derece seçici bir anlayışa yöneldiğini açıkça belirtmektedir. Ona göre toplumsal yapımıza uygun ve akıl süzgecinden geçirilmiş bir yenileşme süreci bizim için de mümkündür ve yapılması gereken de budur:

“[Medeniyet] kelimesi Avrupa ile olan ihtilatımızdan sonra lisan-ı avama düşen tabirâttan olarak vatanımızda pek çok ademlerce mâkâsıd-ı aliyeden olduğu gibi birtakım fıkracılarda dahi yeni çıkma fuhşiyâtı tayinde kullanılır tabirat-ı tehekkümden ma'dud olmuştur.... farz edelim ki medeniyetin Avrupa'daki hali bin türlü nekâyıs ve seyyiât ile mâlâmâl imiş. Đktisab-ı medeniyette çalışan akvâm için tamamı tamamına taklid etmek neden lâzım gelsin?... Temeddün için Çinlilerden sülük kebabı ekl etmeyi almaya muhtaç olmadığımız gibi Avrupalıların dansına, usul-i münakehâtına taklit etmeye de hiç mecbur değiliz. Kendi ahlâkımızın ilcaâtı, kendi aklımızın tasvibâtı âsâr-ı medeniyetin füru'âtına ma'a-ziyadetin kâfidir.” 449

Her insanın bir diğerinden farklı olduğunu, her hanenin kendi iç bütünlüğünün ve yaşam tarzının farklı olduğunu belirten Namık Kemal, buradan hareketle daha büyük halkayı oluşturan milletlerin özelliklerinin de birbirinden tamamen farklı olduğunu söyler:

"... her insan dahi bir şekl-i mahsûs üzre mahlûk olduğu gibi akl ü idrâki ve meşreb ü mî'zâcı ve hatta hânesinin usûl-i idâresi bile âherine benzemez. Kezâlik her kavmin dahi kendine mahsûs bir şîve-i halkîsi olmağla anınla müte'ayyiş ve mu'ammer olur." 450

448 Donbay, a.g.t, “Gene Mısır Mes'elesi”, s. 369.

449 N.Y Aydoğdu, Đsmail Kara, a.g.e, “Medeniyet”, s. 358-360. 450 Donbay, a.g.t, “Vilayet Nizâmatı”, s. 311-312.

Kullandığı hane örneği üzerinden meseleyi somutlayarak anlatmak isteyen sanatçıya göre nasıl ki hiçbir hanenin yönetimi diğerine benzemezse ve farklı haneleri aynı şekilde yönetmeye kalkışmak küçücük insan topluluklarında bile ciddi sorunlara yol açarsa milletleri aynı ilkelerle, kendi farklılıklarını dikkate almadan yönetmeye çalışmak da benzer sonuçlara yol açacaktır. Namık Kemal, dünya üzerinde her topluma tam olarak oturan ve eksiksiz şekilde işleyen bir nizamın bulunmadığını dile getirir. Sanatçıya göre kültürel farklılıklara dayanan ve her toplumun bünyesine uyan ancak insanlığın birikimi ve kazanımını da içeren bir çözüm yolu bulunmalıdır:

"Nitekim bir insan kendi havâss-ı zâtiyyesini terk ile sâir bir şahsın icâb-ı cibillîsi olan etvâr-ı ahvâline taklîd ettik de nizâm-ı ma'işeti bozulduğu gibi bir kavmin usûl ü âdâtına tatbîk-i hareket ederse intizâm-ı aslîsi rehîn-i teşviş olur. Ancak mahsûsa kaydından maksat bir kavmin kopuşundan beri me'lûf olduğu dîn ü mezheb gibi usûl-i müfîde-i medeniyyede her kavm âhirinde gördüğü hasenâtı ittihaz etmek asr ü zemanın ilcâ ettiği zarûriyatttandır... Bu sebebe mebnîdir ki her heyet-i mütemeddinede usûl-i medeniyye ve esbâb-ı terâkkiyât-ı beşeriyye nesâk-ı vâhid üzre olduğu hâlde her kavmin idâre-yi cemiyyeti için tanzîm ü te'sis olunan nizâmât kendü usûl ü âdât ü milliyyesine uygun surette olması iktizâ eder." 451

Đlerleme yolunda bazı adımların atılmasının gerekli olduğunu sezen sanatçı, bu adımları atarken elimizde bazı manevi değerlerin bulunduğunu, ancak maddi anlamda böyle bir birikimimizin olmadığını da fark etmektedir. Dolayısıyla ilerleme yolu, mecburî bir istikamet olarak kendini ortaya koymaktadır. Elimizde var olan ve övünebileceğimiz bu hasletlerle bu yolda ilerlemekten başla çaremiz de yoktur:

“...Biz adam olmak istersek iyice bilmeliyiz ki bugün elimizde fuyûzât-ı dîniyye ve fazîlet-i eslâf ve fetânet ve celâdet-i tabî'îyye ve hüsn-ü ahlâk ve kâbiliyyet-i erâziden başka fahredecek bir şeyimiz yoktur.” 452

Avrupa’dan kültürel olarak etkilenmeye sıcak bakmayan yazar, yukarıda bahsettiği faziletleri unutmadan, bunlarla birlikte modernleşmemiz gerektiğini düşünür. Onun düşünce dünyasında modernleşmek teknik alt yapıyı alarak kendi kültürüyle bütünleştirmek şeklinde tarif edilebilir.