• Sonuç bulunamadı

Modern Devlet Fikrinin Gerçekleşmesine Doğru

2. OSMANLI AYDININA YERLĐLĐK ÇERÇEVESĐNDE BĐR BAKIŞ

2.1. Tanzimat ve Değişme Çabası

2.1.3. Modern Devlet Fikrinin Gerçekleşmesine Doğru

Batılılaşma hareketinin üçüncü ve son devresini oluşturan “modern devlet fikrinin gerçekleştirilmesi” olarak adlandırılabilecek devreye bu karışıklıkların etkisinde giren Osmanlı devleti; Avrupa efkârını kendi safına çekebilmek, onların müdahalelerinin önüne geçebilmek amacıyla; aslında II. Mahmut’un son dönemlerine doğru hazırlanmaya başlanan ancak ölümüyle yarım kalan bir teşebbüsü uygulama sahasına koydu: Gülhane Hatt-ı Hümayunu.

Tanzimat Fermanı olarak da bilinecek bu uygulamayla Tanzimat dönemi başlamış olur. Ancak bu dönemin resmi başlangıcı her ne kadar fermanın ilan edilmesi olsa da aslında hazırlık çalışmaları ve alınan yol düşünüldüğünde “Avrupa

Modernitesi ile Osmanlı siyaset geleneğini uzlaştırma çabası”62 olarak nitelenen

Tanzimat Fermanı dönemini çok daha önceden başlamış saymak yanlış olmaz. Bu hattın ilanının en önemli sonucu şudur: “Osmanlı devleti, bu hat ile Batı’nın

üstünlüğünü resmen tanımıştır.”63

Özellikle klasik devlet anlayışında yaptığı değişiklik Osmanlı devletini, “tabii insan haklarını” esas alan bir devlet konumuna getirmiştir. “Tanzimat

Fermanı, dayandığı siyasi felsefe bakımından zamanın yabancısı değildir. Bir kere ferdi hükümdar karşısında taraf olarak kabul etmiştir. Fertlere tanıdığı haklar.. Osmanlı devletinin Aydınlık felsefesine katılması, 19. yüzyıl liberalizminin “ardında yatan ideolojiyi” benimsemesi demekti.”64 Ancak bu köklü değişiklik bile değişimin

etkilediği topluluklardan hiçbirini memnun etmeye yetmemiştir. Türkler asırlar boyu taşıdıkları kurucu ve asıl millet olma vasfını bu fermanla yitirmelerinden şikayeçi olmuşlar, gayrimüslim vatandaşlarla eşit olmayı içlerine sindirememişlerdir. Hıristiyan unsur verilen hakları beğenmemiş, bu haklar onları devlete bağlamaya yetmemiştir.

Değişik milletler açısından, siyasi tarih ve Avrupa açısından anlamlarına değindiğimiz Batılaşma serüveninin aşamalarını incelediğimiz bu bölümün son kısmında “Yaşanan bu değişimlerin Türk toplumu üzerindeki etkileri neler

olmuştur?” sorusuna cevap aramaya çalışacağız.

62 Kemal H. Karpat, Türk Siyasi Tarihi, Timaş Yayınları, Đstanbul 2011, s.8. 63 T. Zafer Tunaya, a.g.e, s.29.

Bu gelişmeler, şüphesiz Türk toplumu üzerinde de ciddi kırılmalar doğurmuştur. Türk aydınının Tanzimat hakkındaki fikirlerini derleyerek, bunu o dönemin psikolojik yapısı hakkında yazdığı bir denemede ortaya koyan Kazım Yetiş’in çalışması65 birçok aydının Tanzimat’a bakış açısını derli toplu vermesi bakımından önemlidir. Belli başlıklar altında toplanan fikirlerde öne çıkan vurgular, bu değişimin toplumsal bir karşılığının olmaması, yukarıdan aşağıya doğru ilerlemesi ve bürokratik bir hüviyet taşıması gibi vurgulardır. Yetiş, bu çalışmasında Fransa’da yayımlanan Le Siecle gazetesindeki bir habere işaret eder. Bu haber, Tanzimat Fermanı’nın ilanını Garp medeniyetinin bir zaferi olarak nitelemektedir. Bununla ilgili Yetiş’in yaptığı yorum şudur:

“Bizdeki mağlubiyet psikolojisine karşılık Batı zafer kazandığı düşüncesindedir. Çünkü asırlarca devam etmiş bir mücadele vardır. Buna ister Şark-Garp mücadelesi deyin, ister Hilal-Haç deyin bu, asırlarca sürmüş ve XVIII. asrın sonuna kadar Türklerin galibiyeti ile sonuçlanmışken, bundan sonra kaybedenin biz olduğumuz bir mücadelede mağlubiyetin itirafı tabiatıyla kolay olmamıştır.” 66

Özellikle Batı’yla karşılaşmadan önceki Osmanlı toplumu düşünüldüğünde; tüm kurumlarıyla oturmuş bir hayatın hüküm sürdüğü bu toplumun dengesi, Batı’yla karşılaştıktan sonra hızla sarsılmaya başlamış, birbirini takip eden nesiller arasında bile ciddi farklar ortaya çıkmıştır.

Tanzimat’la birlikte başka iklimlerin, kültürlerin etkisi Osmanlı devleti ve toplumu üzerinde kendini daha da fazla hissettirmeye başlamıştır. Bu etki, yüzyıllardır hayatı belli kurallar içinde yaşamaya alışmış olan toplumda huzursuzluklara yol açmıştır. Bu huzursuzluklar devlet hayatında yaşanan olumsuzluklarla da birleşince toplum ve aydınlar üzerinde aşındırıcı bir etki kendini göstermiştir. Askerî, siyasi, ticarî, kültürel zayıflıklar, farklı fikirlerin toplumun arenasında çarpışmasını beraberinde getirmiştir. Tanzimat dönemi toplumu ve aydınında görülen bölünme, farklı reçeteler sunma çabaları, fikir ve kültür ortamını daha da karmaşık hale getirmiştir. Bu karmaşadan kurtulabilmek, yabancı (Avrupaî) olana tavır alabilmek için Avrupa kaynaklı olana kötü bakan tüm gözler, toplumsal bir miras olarak nesilden nesile aktarılan tarihsel birikime çevrilmiştir.

Birkaç yüzyıl öncesinde yaşadığı parlak günleri hala unutmayan halk ve aydınlar her geçen gün daha da kendini hissettiren çöküşü durdurabilmek için çözüm yolları aramaya başlamıştır. Bu çözüm yollarından biri Avrupalı bakışın ortaya

65 Kazım Yetiş, “Tanzimat Karşısındaki Tavırların Tasnifi Konusunda Bir Deneme”, Tanzimat’ın 150.

Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1994, s.107-134.

koyduğu anlayışı benimsemek ve onun gittiği yolları adımlayarak benzer bir üstünlüğü yakalamak olarak özetlenebilir. Söz konusu anlayış Avrupa karşısında kendini zayıf hisseden bir yenilenme anlayışıdır.

“Bu yenilmişlik, geride kalmışlık duygusu Osmanlı’ya kendi değerlerinden şüpheyi de beraberinde getirmiştir. “Alaturka” ve “alafranga” deyişleri yaşam biçimindeki değişikliklerle ilgili ilk anlamlı sözcükler olmuştur. Alafranga bir yaşam biçimi öncelikle yüksek zümrede, bürokraside yer almaya başlar.” 67

Devlet kademelerinin üst düzeylerinde görev yapanların benimsediği bu anlayış hayatı yeni baştan Avrupa usullerine göre tanzim etme isteğini barındırıyordu. Tercüme Odası’ndan yetişen aydınların başlattığı bu hareketi yorumlayan Đlber Ortaylı, bu aydınların Avrupa’yı ve dünya tarihini anlamaya çalışan bir kuşak olduğunu belirtir.68 Bu anlama etkinliğinin nedenini de Osmanlının durumunu ve yerini anlama çabası olarak ifade eder. Ona göre bu aydın grup “…tarihe bakışında ve bilgi edinmede belirli bir senkronizasyonu kavradığı gibi,

yaşadığı dünyayı bir ölçüde kendi dilinin ve dininin boyutları dışında anlamak ve öğrenmek aşamasına ulaşmıştır.” 69 Bu aydınlardan Fuat Paşa’ya göre bu aydın

grubu, “herhangi bir devletin bugün Avrupa’da varlığını sürdürebilmesi için gerekli

ve zorunlu olan kurumları Đslamlığın güvenliği için bir an önce mutlaka benimseme”70 çabası içindedir. Dönemin kudretli aktörlerinden biri olan Ali Paşa da

benzer fikirler taşımaktadır. Ona göre daha büyük zararlardan kurtulmak için bazı fedakârlıklar yapılmayacak olursa Đslam devleti çöker ve Đslam dünyası sahipsiz kalır. Ali Paşa’nın düşüncelerini, şu cümlesi özetler: “Devlet-i Aliyye’ye bir hal

olursa din ve milletimiz tamamen sahipsiz kalır ve birliği berbat olur. Bu nedenle şimdiki durumumuzu, bulunduğumuz yüzyılın gereklerine elden geldiğince eriştirmek farz derecesini geçmiştir.”71 Bu düşüncelerle dönemin aydınları “Osmanlı klasik sisteminde esaslı bir değişiklik yapma zarureti ile karşı karşıya geldi.” 72

Bu zümre; devlet, toplum, ticaret, askerlik, eğitim vb. akla gelebilecek her konuda değişiklik yaparak bu çıkmazdan kurtulmayı tasarlamış, zaman içerisinde

67 Hilmi Uçan, “Yerlilikte Siyasanın ve Dinin Đşlevi”, Hece Dergisi Yerlilik Özel Sayısı, S. 162-163- 164, (Haziran, Temmuz, Ağustos 2010), s.168.

68 Đlber Ortaylı, Đmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, Đletişim Yayınları, Đstanbul 2005, s.240-258. 69 Đlber ortaylı, a.g.e, s. 259.

70 Gökhan Çetinsaya, “Kalemiye’den Mülkiye’ye Tanzimat Zihniyeti”, Modern Türkiye’de Siyasi

Düşünce, editörler Tanıl Bora, Murat Gültekin, C. I, Đletişim Yayınları, Đstanbul 2011, s.55.

71 Gökhan Çetinsaya, a.g.m, s. 56 .

72 Đlyas Söğütlü, “Jön Türkler ve Türkiye’nin Batılılaşması”, Eskişehir Osman Gazi Üniversitesi

dozu gittikçe artan bir şekilde Batı’yı kendi çözümünün temeli olarak kabul etmeye başlamıştır.

Bu anlayışın resmi metinlere yansımasına değinen Orhan Okay, ilginç bir nitelemeden hareketle o dönem aydınının ruh haliyle ilgili bir saptamada bulunur:

“1856 Islahat Fermanı’nda Batılı devletlerden bahsedilirken “milel-i mütemeddine/medeni milletler” tabirinin kullanılması ayrıca dikkate şayandır. Dönemin birçok yazarının ifadesinde de medeni milletler olarak sadece Avrupalıların akla gelmesi, buna mukabil bir Đslam ve Osmanlı medeniyetinin de olabileceğinin düşünülmemesi önemli bir noktadır.” 73

Bu zümre için imrenme ve hayranlıkla başlayan sürecin sonunda gelinen nokta ise itirazsız kabul etme halidir:

“Bundan sonra şaşkınlık, hayret ve biraz sonra da hayranlık, sonra aşağılık ve nihayet mukallitlik safhaları ve bundan sonra isyan ve nihayet tenkit safhaları.”74

Bu ruh hali içinde yapılan değişiklikler ise Osmanlı toplumunda çoğu zaman tepkilerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Halil Đnancık bu durumu şu şekilde özetler:

“Devletin bekası, bürokralar için daima en son hayati amaçtı. Fakat idare alanında alınan Batılı düzenlemeler, özellikle Hıristiyan reaya ile Müslümanlar arasında kanun önünde eşitlik prensibinin kabulü, geleneksel Osmanlı toplumunda derin bir devrimi, laikleşme doğrultusunda önemli değişiklikleri gündeme getirmekte ve Đslam geleneklerine bağlı halk ve aydınlar arasında tepkiyle karşılanmakta idi.”75

Dışardan bir bakışla Tanzimat’ı değerlendiren Engelhardt, Tanzimat’la ilgili yaptığı bir değerlendirmesinde bu düzenlemelerin âdeta en zayıf noktasını dile getirir: “Osmanlı Kanun-i Esasi’si içtenlikle uygulamaya konmuş bir yasa değildi ve

olamazdı, çünkü Müslüman halkın dileklerine dayanmıyordu.”76

Konuyla ilgili başka bir yorum da ilan edilen düzenlemelerin başka bir açıdan değerlendirmesini bize vermektedir. Hilmi Ziya Ülken, Tanzimat’ı değerlendirdiği bir makalesinde bu düzenlemelerin benzer bir toplumsal zayıflığına işaret eder:

“Tanzimat, Garb’ı daima boş bir kalıp, mücerred bir şekil olarak almıştı. Müsavat ve hürriyet fikirleri, müşahhas muhtevaları olan canlı fikirler değildi. Karşılığı muayyen bir içtimai realite olamayan kelimelerdi. Şüphesiz güzel temennileri, samimi niyetleri temsil ediyordu. Fakat bu fikirlerin dayanması lazım gelen içtimai realite kurulmamıştı. Bir içtimai nizam yıkılmış, yerine yenisi kurulmamıştı.” 77

73 Orhan Okay, Edebiyat ve Edebi Eser Üzerine, Dergâh Yayınları, Đstanbul 2011, s. 80. 74 Niyazi Berkes, Felsefe ve Toplumbilim Yazıları, Adam Yayıncılık, Đstanbul 1985, s.170. 75 Halil Đnancık, “Bürokrasi, Batılılaşma, Laikleşme”, TBB Dergisi, sayı 50, 2004, s. 65. 76 Engelhardt, a.g.e, s. 379.

Böyle bir eksiklikle yaşamaya çalışan düzenlemelerin sonucu da Ülken’e göre toplumsal bir karmaşadan başka bir şey olamazdı: “Zahirde bir

inkılap gibi görünen hareket, hakikatte bir herc ü merçti: düşüncelerde tam bir muhasebe eksikliği, ruhlarda bir yamalı bohça suniliğiydi.”78

Üst düzey memurların sürdürmeye çalıştığı bu yönetim anlayışı, yönetim tarzlarıyla da birleşince kendilerine muhalif ve genel olarak Batı’nın değerlerine şüpheyle yaklaşan, Osmanlı devlet ve yaşam tecrübesini problemlerin çözümünde esas alan bir başka zümrenin ortaya çıkmasına zemin hazırladı. Söz konusu zümre düşünceleri bakımından incelenecek olursa biri şeriatçılık, öteki anayasallaşma yönünde görünen, fakat henüz sonradan olduğu gibi kutuplaşmamış iki akımdır.

Bu zümre düşünce bakımından Batılılaşmış elite karşıdır. Ancak bu karşı olmanın sadece fikir bazında olmadığı, Batılı düşünceyi savunan ve iktidarı elinde tutan elite karşı yönetim uygulamaları bakımından da karşı oldukları bilinen bir gerçektir. “1865 yılı yazında Boğaz’ın tepelerinin ardında uzanan bir yerde, Belgrad

ormanı olarak adlandırılan yerde bir piknik yapan”79 altı gencin bir araya gelmesiyle

ortaya çıkan Đttifak-ı Hamiyet, bu düşünceye sahip gençlerin oluşturduğu ilk yapıdır. Düşünce ve siyaset tarihimizde “Yeni Osmanlılar” olarak bilinen bu grup, iktidarı elinde tutan Batılılaşma yanlısı bürokratlara karşı çıkar. Harekete geçmek için bazı politik nedenleri de bir kalkış noktası olarak belirleyen grup, hem kültürel hem de siyasal bakımdan Batılılaşmayı uygulamaya koyan bürokrat grubuna bayrak açan ve Osmanlı toplumunda ilk defa görülen bir oluşumdur.