• Sonuç bulunamadı

Mutezile’ye Göre Haber-i Vâhidin İtikâdî Değeri

I. BÖLÜM

1.3. KELÂMÎ EKOLLERE GÖRE HABER-İ VÂHİDİN İTİKATTA DELİL OLMASI

1.3.2. Ehl-i Bid’at Fırkaların Haber-i Vâhidle İlgili Görüşleri

1.3.2.2. Mutezile’ye Göre Haber-i Vâhidin İtikâdî Değeri

İslâm dünyasında ilk kez itikatta yalnızca kesin bilgi gerektiren delillerin kullanılabileceğini savunan ve zanna dayandıkları gerekçesiyle âhâd haberlerin itikadî konularda delil olamayacağını dile getirenler, Mu’tezilîler olmuştur. Mutezile’nin kurucusu Vasıl b. Atâ (131/748), haberin bilgi kaynağı olabilmesi için sübut ve mana itibariyle incelenmesi gerektiğini belirtmiştir. Mutezile’nin ikinci kurucusu sayılan Amr b. Ubeyd (136/753) ise, bilginin kaynağı olarak öncelikle akla, daha sonra mütevatir habere güvenilmesi gerektiğini söylemiş, haber-i vâhide bilgi kaynağı nazarıyla bakılamayacağını savunmuştur.135

Nazzam (231/845), bazı durumlarda mütevatir haberin reddedilmesinin mümkün olması gibi, karine olduğu takdirde haber-i vâhidin kesin bilgi ifade etmesinin de mümkün olacağını söylemiştir. Mesela ağır hasta olduğu önceden bilinen bir kişinin ölümü haber-i vâhid ile öğrenilirken cenaze hazırlıklarının görülmesi bu haberin kesin bilgi ifade ettiğini gösterir.136

132 İzmirli, İsmail Hakkı, a.g.e., s.173 133 İzmirli, İsmail Hakkı, a.g.e., s.174-175. 134 Brown, Jonathan, a.g.m., s.136.

135Yavuz, Yusuf Şevki, “Haber-i Vâhid”, XIV, s.353. 136Yavuz, Yusuf Şevki, “Haber-i Vâhid”, XIV, s.353.

Mutezile imamlarından Ebu’l-Huzeyl el-Allaf’a (235/849) göre, gözle müşahedesi mümkün olmayan geçmiş olaylar hakkında, haberler zinciri ile gelen bir delil, biri veya daha çoğu cennetlik olan en az yirmi kişi bulunmadıkça, kabul edilemez. Aralarında cennet ehlinden biri bulunmadıkça, yalan üzerinde birleşmeleri mümkün olmayanların sayısı tevatür derecesine ulaşmış olsa bile, kâfirler ve fâsıkların haberleri delil olarak kabul edilemez. Ebu’l Huzeyl ayrıca şunu iddia etmiştir: Dört kişiden az bir topluluğun haberi, bir hüküm ifade etmez. Yirmi kişiye kadar dört kişiden fazla kimseden gelen haberlerle ilmin doğuşu, doğru olabilir de, olmayabilir de. Ancak aralarında cennetliklerden biri varsa, yirmi kişinin haberi ile ilmin ortaya çıkmasının gerekliliği muhal değildir. “Aralarında cennetliklerden birinin bulunması gerekir” sözüyle, i’tizâl, kader ve Yüce Allah’ın takdir ettiği şeylerin son bulacağı konularında kendi bid’atlerine uyan birini kastetmektedir.137

Câhız (255/868) da: “Haberin sahih olabilmesi için, onun dört kişi tarafından rivayet edilmesi şarttır.” diyen mutezile imamlarından biridir.138 O bu sözü ile haber-i

vâhidin itikadî konularda delil olabilmesi için dört kişi tarafından rivayet edilmesinin gerektiğini belirtmiştir.

Ali el-Cübbâî (303/916), belirli şartlarla adil bir ravinin verdiği haberin kabul edilebileceğini söylemiştir. Bu şartları, bir başka adil ravinin haber-i vâhide katılması, Kur’an’a aykırı olmamamsı, sahabe devrinde yaygın olması veya sahabeden bir kısmının onunla amel etmesi, şeklinde sıralamıştır.139

Mu’tezile’nin büyük temsilcilerinden olan Kadı Abdülcebbâr (415/1025) teorik olarak âhâd haberleri itikadda delil kabul etmemekle beraber, kitaplarında akaidle ilgili birçok konuda âhâd haberleri kullanmıştır. Prensipte âhâd hadisleri delil olarak kabul etmeyen Mu’tezile, söz konusu hadisleri muhaliflerinin aleyhlerine kat’i birer delil olarak kullanmaktan çekinmemiştir.140

Sonuç olarak Mu’tezile’nin Hz. Peygamber’den rivayet edilen hadisler hakkındaki görüşünü şöyle özetlemek mümkündür: Âhâd haberler zan ifade ettikleri için dinde delil olamazlar. Dolayısıyla akaid alanında da delil olarak kullanılamazlar.

137Bağdâdî, Abdülkahir, el-Fark Beyne’l- Fırak, (Trc. Ethem Ruhi Fığlalı), Türkiye Diyanet Vakfı Yay.,

Ankara, 1991, s. 93.

138 Koçkuzu, Ali Osman, a.g.e., s.200.

139 Gümüşoğlu, Hasan, “İtikad Açısından Mütevatir Olmayan Haberin Bilgi Değeri”, Tarih Kültür ve Sanat

Araştırmaları Dergisi, sy. 6, Karabük, 2017, s.298.

Mu’tezile kelamcılarının haber-i vâhidi delil kabul etmemelerinin sebebi, sahîh olsun zayıf olsun, hadislere itimad etmemeleri ve onların taşıdıkları akîde ile ilgilidir. Bunun açık bir örneğini Amr b. Ubeyd’in, Abdullah b. Mes’ud tarafından rivayet edilen “Sizden birinizin ana karnında yaratılma ve meydana gelme işi kırk günde tamamlanıyor...”141 hadisi ile ilgili sözleridir. Amr şöyle diyor: “Eğer hadisi el-A’meş söylerken işitseydim onu yalanlardım. Zeyd b. Vehb söylerken işitseydim ona cevap vermezdim. Abdullah b. Me’sud söylerken işitseydim kabul etmezdim. Peygamber bunu söylerken işitseydim reddederdim. Allah böyle söylerken işitseydim, O’na da derdim ki: Sen bu esas üzerine bizden misak almadın.”142 Bu sözlerden anlaşıldığı kadarıyla Mu’tezile

kelamcıları için haberin âhâd ya da mütevatir olması önemli değildir. Onlar için önemli olan haberin kendi görüşlerine uygun olmasıdır.

Buraya kadar yapılan açıklamalardan harekatle sonuç olarak şunları söyleyebiliriz: Hadis külliyatının hemen hepsini meydana getiren haber-i vâhidlerin dini konularda, bilhassa itikadî meselelerde delil olmayacağını söylemek tarihi gerçeklere aykırı düşmektedir. Zira Hz. Peygamber’in sünneti İslâm ümmeti tarafından dinin ikinci kaynağı olarak kabul edildiğinden ona ait her söz ve davranış titizlikle kaydedilmiştir. İslam âlimleri ve özellikle muhaddisler, Rasûl-i Ekrem hakkındaki en küçük ayrıntıları bile tesbit ve muhafaza etmeye çalışmışlardır.143 Bütün bunlar sened ve metin açısından sahih âhâd haberlerin, hem amelde hem de akâidde delil teşkil edebileceğini göstermektedir.

Ayrıca âhâd haberler itikatta delil olmaz diyenler, Kur’an’da yer almayan itikadî konularda görüşlerini ispat etmek için âhâd haberleri kullanmışlardır. Bu durum teori ile pratiğin birbirine uymadığını ve âhâd haberlerin, sahih olmaları durumunda kabul edilip rivayet edildiğini göstermektedir.

Çalışmamızın buraya kadar olan bölümünde kelam ekollerinin haber-i vâhidin itikatta delil olması konusu ile ilgili görüş ve düşüncelerini ortaya koymaya çalıştık. Tezimizin bundan sonraki bölümünde ise, haberî sıfatlarla ilgili hadislerin sıhhat ve delâlet yönünden değerlendirilmesini ele alacağız.

141 Tirmizî, Muhammed b. İsa b. Sevre, Sünen-i Tirmizî, (Trc: Abdullah Parlıyan), Konya Kitapçılık,

İstanbul, 2007, II, 399 ( Kader, 4).

142 Koçyiğit, Talât, a.g.e.,s. 248.

II. BÖLÜM

HABERÎ SIFATLARLA İLGİLİ HADİSLERİN SIHHAT VE DELÂLET YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ

Bu bölümde ele alacağımız haberî sıfatlarla ilgili hadisleri üç grubta sıralayabiliriz. Birincisi Allah’a mekân izafe eden haberî sıfatlarla ilgili hadisler, ikincisi Allah’ın zatına taalluk eden haberî sıfatlarla ile ilgili hadisler, üçüncüsü Allah’ın fiillerine taalluk eden haberî sıfatlarla ilgili hadislerdir. Bunlarla ilgili tespit ettiğimiz hadislerin sıhhat durumlarını ve nasıl anlaşıldığını inceleyeceğiz.144

2.1. ALLAH’A MEKÂN İZAFE EDEN HABERÎ SIFATLARLA İLGİLİ HADİSLER

Çalışmamızın bu bölümünde Allah’a mekân izafe eden haberî sıfatlardan arş, sema ve amâ’ kelimelerini sıhhat ve delâlet yönünden değerlendireceğiz.