• Sonuç bulunamadı

“MUMİYA” İLACI

“Mumiya” ya da “mumia” sözcüğü, Farsça katran, asfalt ya da bitüm anlamına gelir. “Mumiya”

sözcüğünün Latince nitelemesi de “yer reçinesi” ya da “zift” anlamına gelir. Arapça’da “ mumiya-i ma’denî” ya da “ma’denî mumiya”, İngilizce’de “asphalt“ ya da “pissasphalt” diye geçer ve

“kayaç-mumiya” (kayaç mumu) ya da “mumya balsamı” olarak da bilinir. Kayaç-mumiya ile mezarlık mumiyası birbirinden farklı şeylerdir. Cesedin mumyalanması (Ar. “ tahnit”) sonucu ortaya çıkan ve geçmişte “mumiya ilacı” adı ile kullanılan mezarlık mumyası “mumiya-i amelî” olarak da adlandırılır. Bitüm (asfalt), petrol yataklarının üzerindeki tortul kayaçların gözenek ve çatlaklarından yer olaylarının etkisi sonucunda yüzeye çıkarak, dış ortamda uçucu bileşenlerini yitiren petrol artıklarından oluşan ağdalı bir katı sızıntıdır. Kayaç-mumiya Eskiçağ’larda yapılarda harç malzemesi ve öksürük, diş ağrısı, kanama ya da romatizmalarda ilaç olarak, gemilerin su geçirmesini önlemek üzere kalafatlanmasında ve mumyacılıkta kullanılmıştır.85, 86

“Mezarlık mumiyası” denilen preparat, eski dönemlerde kemik kırıklarının tedavisinde kullanılıyordu ve tartıda altına eşdeğer olan ve tiryak gibi değerli bir şifa aracı idi. Mezarlık mumiyası, ölü bedenin proteinlerinin gücünü yitirmiş parçalanma ürünlerinden ibaretti ve “ölü bedenin kurumuş eti”nden başka bir şey olmayan bu öğütülmüş mumya tozu da Mısır’ın antik mezarlarından toplanıp “güzel kokulu ve bal kıvamında bir sıvı” haline getirilerek bilinçsiz bir şekilde tıbbî amaçlarla kullanılmıştır. Bitüm (asfalt), Eski Mısır’da cesedi korumak ve ebedîlik sağlamak amacıyla yapılan mumyalama işleminde, cesede sarılan keten bezi şeritlerine emdirilerek kullanılmıştır.45 “Bitüm” terimi (Lat. “bitume”, İng. “bitumen”) Yunanca “ pix tumens” (kaynayan zift / fokurdayan zift) sözcüğünden gelirken, asfalt (İng. “asphalt”) sözcüğü, baştaki “a-” olumsuzlama öneki eşliğinde Yunanca “değişmeyen” anlamına gelen “ a-sphaltos”tan gelmedir. Kayaç-mumiya, gözenekli kayaçlar üzerine çökelmiş olan yüksek moleküllü doğal hidrokarbonların (düşük miktarda oksijenli, kükürtlü ve azotlu bileşiklerle birlikte) bir karışımı olan bitümdür. Bu karışım, yerin derinliklerinden belirli yerlerde yeryüzüne ulaşır ve bitümlü göller oluşturur ya da sürüklenerek denizlere ulaşır. Filistin’deki Ölü Deniz (Lut Gölü, “Lacus Asphaltetis”: asfalt gölü), böyle sürüklenmiş bitümce zengindir. Bitüm, kum ya da kil gibi mineral malzemelerle karışarak asfaltı oluşturur. Öte yandan günümüzde Lut Gölü çamurunda banyo tedavisi popülerliğini sürdürmekte olup özellikle cilt hastalıkları tedavisinde ve cilt kozmetiğinde bu çamurdaki bitümün yanı sıra kil minerallerinin zengin mineral içeriğinden yararlanılmaktadır.86, 87

Mumyalama (Ar. “tahnit”), eski Mısırlılar, İnkalar, İskitler vb. toplumlarda ölülerin olabildiğince yaşama yakın bir biçimde saklanmaları ve sevdiklerini yanlarından ayırmama amacına yönelik bir tutumdu. Ölüme meydan okuyan böylesi bir koruma süreciyle beden, ruhun sonsuza dek barındığı bir yuvaya dönüştürülüyordu. Eski Mısır inanışına göre ölen bir insanın yaşamı sona ermez ve ölümden sonra ötedünyada yeni bir yaşam olanağı başlardı. Bu nedenle de cesetler, ölüyü bu yeni yaşama hazır tutmak üzere mumyalanır, ölünün dünyevî yaşamında kullandığı eşyalar ve yiyeceklerle birlikte mezara konurdu.

Eski Mısır’dan bilinen en eski mumya, yaklaşık olarak İÖ 3000’lere tarihlenir. Mumyacılıkta daha çok fiziksel yöntemler uygulanıyordu ve ayrıntıları İÖ 445 yılı dolayında Mısır’ı gezen Herodotos’tan öğrenildiğine göre Eski Mısır’da üç tip mumyalama yöntemi vardı. En pahalı mumyalama yönteminde beyin, burun delikleri yoluyla çıkarılıyor, oyuk kısımlar şarap, mür ve baharat karışımıyla yıkanarak temizleniyor, iç kısımlardaki suyun emilmesi için de içine küçük keseler halinde Mısır’ın batısındaki

çölde yer alan ünlü Natron Vadisi (“ Vâdi el-Natrûn”) dolayındaki sodalı göllerden sağlanan doğal bir soda tuzu olan natron (ağırlıklı olarak Na2CO3’ın yanı sıra NaHCO3, Na2SO4 ve NaCl de içeren karışık tuz) konuyor ya da kimi zaman oyuk kısımlar bitüm, odun katranı ve reçine karışımıyla dolduruluyordu. Daha sonra iç organlar çıkarılıyor ve karın boşluğu önce palmiye şarabıyla, sonra da toz baharatla temizleniyordu. Oyuk kısımlar daha sonra bol miktarda mür ve biraz da “aloe”

(sarısabır) olmak üzere baharatla dolduruluyor ve beden 42 gün (6 hafta) ya da 70 gün (10 hafta) süreyle “natron” (doğal soda) çözeltisine yatırılıyordu. Böylece beden kısmı kurutuluyor ve tüm beden ve ayrı ayrı tüm parmaklar reçine ya da karasakıza (bitüm) batırılmış ince şerit bezlerle sarılıyor, sargıların içine çeşitli muska ve tılsımlar da yerleştiriliyordu. İç organlar ise mikrop öldürücülerle temizlendikten sonra “kanop / kanope” (< Eski Mısır kenti “Kanobos”tan) adı verilen ayrı çömlek ya da alabaster kapların içine konarak mumyanın yanında korunuyordu.8 İkinci tür mumyalamada beden yarılmıyor, anüs yoluyla aşırı miktarda sedir yağı enjekte edilip bir tıpa ile tıkanıyor, beden natron çözeltisi içine yatırılıyor, uzunca bir süre bekletildikten sonra tıpa çıkarılarak sedir yağı dışarı akıtılıyordu. Üçüncü tür mumyalamada ise karın yarılıp iç organlar boşaltıldıktan sonra suyla yıkanıyor, 70 gün natron çözeltisine yatırılıyor, kurutulduktan sonra ölünün ailesine teslim ediliyordu.

Araplar 640’lı yıllarda Mısır’da eski mezarları açtıklarında, binlerce yıl boyu mumyalanmış cesetlerin çürümesini önleyen malzemelerle tanışmışlardır. En ucuz mumyalama şekli, zift ve

“Yahudiye zifti” (bitüm) ile yapılırken, orta halli kimselerin cesetleri “mür ve asfalt’” ile işleniyordu. Mumyalar çürümediğinden insanlar şu kanıya vardılar ki, mumyalamada kullanılan malzemeler, bedeni koruyucu güce sahipti ve bu nedenle, yaşayanlara şifa bahşeden yetkin bir araç olmalıydılar. Bu düşünceden hareketle Araplar o zaman, olasılıkla Mısır dilindeki “ mumie”

(“mumyalanmış insan bedeni”) sözcüğü ile Arapça bitüm için kullanılan “mumiya / mumia”

sözcükleri arasında bir ad benzerliği kurdu. Böylelikle de onlar, mumya reçinelerini “mumiya”

olarak, kendi ilaç dağarlarına kattılar. Farsça/Urduca “mom” sözcüğü “balmumu” anlamındadır. Bu kökten gelen terimlerden Arapça “mum” sözcüğü “mum”, “mumiya” sözcüğü “tahnit edilmiş ceset”, İngilizce “mummy” sözcüğü ise “korunmuş insan bedeni / mumya” anlamına gelmektedir. Mısır’da hidrokarbonlu doğal oluşumlar çok az bulunduğundan, çok eski zamanlardan beri, öncelikle Ölü Deniz’den olmak üzere bitüm maddesine yönelik canlı bir dışalım vardı. Bir ara bir Arap hekim, bu amaçla bunun yerine çam reçinesinin kullanımını önermişti.88

Bir ceset mumyalandığında cesette oluşan kara renkli ve katran benzeri maddeye “mumya balsamı / mumya reçinesi” denmekteydi. Arap hekimler, kısmen asfaltın sağaltıcı gücünden, kısmen de mumya balsamında bulunduğu düşünülen sihirli, bedeni yenileyici güçler nedeniyle, bunun sağaltma gücü bulunduğuna inanmaktaydılar. 1. yüzyılda Yunan hekim Dioskorides, asfalttan “ Panacea” diye söz etmiş, 12. yüzyılda Bağdat’lı hekim Abdüllâtif (1162-1231) ise “mumya” sözcüğünü hem asfalt hem de mumyalanmış ceset anlamında kullanmıştır. İlaç olarak kullanmak üzere mumyanın bedeni havanda dövülerek toz haline getirilirdi. Ceset mumyalanması sırasında etin baharatla “pişirilmesi” amacıyla öğütülmüş mür ve az miktarda “aloe” (sarısabır) kullanılıyordu ve kaburga vb. mumya kemikleri çok sonra topraktan çıkarıldığında çevreye sarmısak ve amonyak kokuları yayılıyordu. Mumyalanmış ceset kalıntısı kolayca öğütülebiliyor ve sonuçta macun haline getirmeye uygun ve rutubetli havaya dayanıklı olan bir malzeme olarak “mumya tozu” veriyordu.

Bu konuda iyi bilinen bir söylenceye göre, İranlıların söylencesel hükümdarı Feridun ava çıktığında yanındakilerden biri bir ceylan vurur; yaralı ceylan kaçarak bir mağaraya girer, mağara içindeki suyu

içip yarasına sürünce hemen iyileşir. Bu olayı gören avcılar, ceylanı yakalayıp Feridun’a getirir ve olan biteni anlatırlar. Feridun bilim adamlarını toplayarak olayın açıklanmasını ister. Bir horozun ayağı kırılarak bu mağaranın suyu (bitümlü su!) içirilir ve aynı sudan kırık yere sürüldüğünde hayvan hemen iyileşir. Bunun üzerine mağara koruma altına alınır ve başına nöbetçi dikilir.89 Thomas Herbert (1606-1682) İran’da Geziler... (~1677) adlı eserinde, Persepolis ile Şiraz arasında Lar kentinin 90 km kadar batısındaki Yahrum köyünde kayalardan sızan değerli bir sıvı gördüğünü, bunu yalnızca şahın kullandığını, her yılın Temmuz ayında buradaki bir tepeden yılda 150 gram kadar balsam toplandığını ve başta deri hastalıkları ve çeşitli yaraların tedavisi olmak üzere “catholicon“

(her derde deva evrensel ilaç) olarak kullanıldığını yazmıştır. Hint halkbilimi konusunda uzman etnolog William Crook (1848-1923) ise Religion and Folklore of Northern India (Kuzey Hindistan’da Din ve Halkbilimi) (1926) adlı eserinde Lar balsamından söz ederek buradaki bitüm mağarasının kapısının eyalet valisi tarafından her yıl 364 gün boyunca mühürlenmiş olarak kapalı tutulduğunu ve bir yıl boyu biriken ürünü almak için bir günlüğüne açıldığını belirtmiştir.4

İbn Sina, mumya tozunun, “insanın yaşam ruhunu” güçlendirme özelliğine sahip olduğunu belirtmiştir. İbn Sina’nın mumya tozunu inme / felç, deri kızarıklıkları, apse, dalak ve karaciğer rahatsızlıklarına karşı kullandığı bilinmektedir. El-Bîrûnî, mineraloji konulu eserinde, şahın baş şahincisinin, bacağı kırılan bir şahini, mumiya ile sararak iyileştirdiğini anlatır. Ayrıca kimi kişilerin, mumiyanın sahte olup olmadığını sınamak için bir köpeğin bacağını bilerek kırdıktan sonra onunla sararak iyileşip iyileşmediğini gözlemlediğinden söz eder.87

İlaç olarak kullanılan “mumiya”da, Eski Mısır mumyalarından elde edilen, “Bitumen Judaicum”

(“Yahudiye zifti”) ile balsamlanmış cesetlerin aromatik kalıntıları (mumya tozu) söz konusudur.

Gerçek mumyalardan elde edilen tozlar, tentürler, yakılar ve merhemler, İbn Sina’dan beri kabızlıkta, kadınlarda aybaşı kanamalarındaki düzensizliklerde, kramplarda, astma (astım) ve diğer akciğer hastalıklarında dışsal ve içsel olarak kullanılmıştır. Bunlardaki etki, her şeyden önce insan bedeni kalıntılarından değil, yalnızca Yahudiye zifti ya da yer ziftinin kolay uçucu hidrokarbonlarından ileri gelir. Ölü Deniz’den ve Asya’nın öteki göllerinden ele geçirilen Yahudiye zifti, hoşa gitmeyen ve nüfuz edici bir kokuya sahiptir; onun uçucu maddeleri, bitkilerdeki uçucu yağlar (esans) gibi, koklandığında akciğerlere dek ulaşır. 19. yüzyıl farmakoloji ders kitaplarında bu mumiya-preparatları yer almaktadır; ama daha sonra onların yerine asfalt yağı (“Oleum asphalti rectificatum”), “taş yağı”

(ham petrol) ve nihayet katran ruhu (kreozot) geçmiştir.2

Bağdat’ta hekimlik yapan Abdüllâtif (1162-1231), Kahire’ye yaptığı geziden dönüşte, beraberinde üç adet mumya kafatası getirmiş; onda içerilen maddeyi incelediğinde “bitüm”e akraba bir madde olduğunu saptamıştır. Bildirdiğine göre o zamanlar Mısır’da “mumiya”, tıbbî amaçlar için ucuza satılıyormuş. Abdüllâtif onun asfalta benzer kokuda olduğunu ve zift ile mür ağacı karışımına benzediğini bildirmiştir. Yalnızca Mısır’ın Hıristiyan halkı olan Koptlar, ondan uzak durmuşlardır ve onların farmakopelerinde “mumiya” yer almamıştır. Batı Avrupa’lı hekimler “mumiya” ya da bitümü ve onun sağaltıcı özelliklerinin ilk betimlerini 12. yüzyılda Mısır’lı Müslüman hekimlerden öğrenmişlerdir. Endülüs’lü ünlü hekim ve farmakolog İbn el-Baytar, “mumiya”yı şöyle tanımlar: “ ...

Az önce belirtilen drog, Filistin bitümü, Mısır’da büyük miktarlarda kullanılan mezarlık mumiyası ve eskiden ölüyü mumyalamada kullanılan karışım, hepsi aynı şeydir ve zamana karşı dirençli olup parçalanmaz ve değişime uğramaz”.90

Açık çikolata renginde bir madde olan mumya tozu 12. yüzyıldan itibaren şifa maddesi olarak

“mumia aegyptiaca” adı altında Avrupa’ya sevk edilmiş, Avrupa’da 15. ve 16. yüzyıl farmakopelerinde mumya preparatları yer almaya başlamış, “mumiya” ticareti 16. yüzyıldan 18.

yüzyıla dek en yüksek düzeyine erişmiştir. Kimi Avrupalı girişimciler mumyaları toz haline getirerek gemilerle İskenderiye’den Avrupa’ya taşımışlardır. Fransa Kralı I. François (yön. 1515-1547), yaraları tedavi etmede kullanmak üzere her zaman yanında küçük bir “mumiya” paketi taşıdığını söylemiştir. 1585 yılında 86600 Pfund (~40 ton) mumya tozu Avrupa’ya dışsatımla gönderilmiş ve tiryakın önemli bir bileşeni olarak kullanılmıştır. Mumya tozu tentür (alkol içinde çözelti), eliksir, tiryak ve balsam halinde hazırlanabiliyordu. Rönesans döneminin büyük cerrahı Ambroise Paré (1517-1590) mumya ilacının yaygın kullanımına karşı çıkarken, ondan kısa bir süre önce yaşayan Paracelsus, popüler bir “mumya balsamı” ile “mumya tiryakı” yapımını tasarlamıştır. O dönemlerin mumya balsamı hazırlama reçetesinde mumya tentürü (~250 g), Venedik tiryakı (~125 g), inci tuzu (tozu!) (~7 g), mercan (~4 g), “Terra sigillata ” (~60 g) ve misk (~2 g) yer alıyor ve bu karışım iki hafta kadar dinlendirildikten sonra el ve ayak eklem yerlerinin güçlendirilmesi, verem, inme, sara gibi hastalıklara ve hattâ ölüme karşı ilaç niyetiyle kullanılıyordu. Saf mumya tozu, yaklaşık 4 g’lık dozlar halinde baş dönmesi, inme ve sara hastalıklarında, ayrıca dışsal olarak yara ve kangren tedavisinde kullanılıyordu. Günümüzdeki koleksiyonlarda, hâlâ üzerlerinde “Mumia aegyptica”

(Mısır Mumiyası), “Mumia vera” (Gerçek Mumiya) vb. etiketleri bulunan eski ecza kavanozları bulunmaktadır (ŞEKİL 41).4, 87

ŞEKİL 41. Üzerinde “MUMİA” etiketi bulunan eski bir eczacı kavanozu.88

Mumya kitlesinin yalnızca sert parçaları değil yumuşak kısımları da öğütülerek toz haline getirilir ve bundan tentür (sıvı içecek) ve merhemler üretilir, içsel ve dışsal olarak çeşitli hastalıklara karşı kullanılırdı. Frankfurt’lu hekim Joachim Strüppe, 1574 yılında yayımladığı bir çalışmasında mumya tozunun, aralarında öksürük, boğaz ağrısı, baş dönmesi, damla hastalığı, kalp ağrısı, titreme, böbrek ağrısı ve baş ağrısının da yer aldığı yirmi bir çeşit uygulama alanının bulunduğunu belirtmiştir.

Mumya tozunun ilaç olarak kullanımı çok farklı karışımlar halinde gerçekleştiriliyordu. Strüppe idrar yolları hastalıkları için onun keçi sütü ile karıştırılmasını öneriyordu. Bunun dışında sirke, bal, biberiye, kiraz suyu, şarap vb. de mumya reçetelerinde yer alıyordu. Taze tereyağı ile karışımı, zehirli hayvan ısırma ve sokmalarına karşı ilgili yere sürülüyordu. Ayrıca yara, bere ve kesiklerde kan durdurucu ilaç olarak da kullanımı öneriliyordu. 19. yüzyılda mumya tozu, veteriner hekimlikte hâlâ kullanılıyordu.

Avrupa’nın çoğu saray ve konaklarında simyaya yüksek derecede önem verildiği dönemlerde yalnızca altın üretmenin yolları değil, ölümsüzlük ya da uzun ömür bahşedecek eliksirler de aranıyordu. Bu nedenle zamana direnerek çürümeyen bir malzeme olan “mumiya”ya büyük ilgi gösterildi ve özel tüccar-aktarlar, eczaneler için İskenderiye’den yoğun bir mumiya dışalımına giriştiler. En sık uygulanan mumyalamada, mür ve hintsümbülü yanında, bunların yarı değeri kadar tutan bitüm kullanılıyor, en ucuz mumyalama ise yalnızca bitüm ve ziftle gerçekleştiriliyordu (ŞEKİL 42). Bu nedenle Avrupa eczanelerinde işlenen mumya-tozları, büyük oranda bitümden ibaretti.88 Rönesans döneminde tüm hastalıkların sağaltımında toz haline getirilmiş mumyalardan yararlanmak, çok gözde bir uygulamaydı. O dönemde saygın bir eczacının rafında, kesinlikle “mumya tozu” ile dolu bir kavanoz bulunurdu. Ayrıca 18. ve 19. yüzyıllarda Mısır mezar yerlerinden toplanan gemiler dolusu mumya sargı bezi, kâğıt yapımında kullanılmak üzere Amerika ve Avrupa’ya sevk edilmiştir.

ŞEKİL 42. Hekim Michael Bernard Valentini’nin (1657-1720) bir eserinden, mumya konulu resimli bir sayfa.88

Christoph Wirsung’un (1500-1571) 1592 tarihinde yayımlanan ilaç kitabına göre mumiya, kemik kırığına karşı hazırlanacak bandajda bulunması gereken maddelerden biri idi. Keza gülsuyu içinde mumiya tozu, yeni bir kırık olayının ortaya çıkmasını önlemek için 2-3 ay boyunca yemeklerden önce alınmalıydı. Paris Bilimler Akademisi üyesi kimyacı ve eczacı Dr. Nicolas Lémery (1645-1715), birkaç yüz yıl öncesine kadar Mısır’da mumyalama işinin sürdürüldüğünü göstermiş, Dictionnaire universel des drogues simples, contenant leurs noms, origines, choix, principes, vertus, étimologies, et ce qu’il y a de particulier dans les animaux, dans les végétaux et dans les minéraux (Basit İlaçların Evrensel Sözlüğü) [ya da Traité universel des drogues simples (Basit İlaçların Evrensel İncelemesi)] (Paris, 1698) başlıklı malzeme konulu ansiklopedik sözlüğünün 1721 yılında yeniden basılan nüshasında Eski Mısır mumyalarının yüzyıllar boyu koruma sağlarken, son dönem mumyalarında uygulanan çabaların o kadar başarılı olmadığı belirtilmiştir. Dr. Johannes Schröder’in (1600-1664) ünlü farmakopesinin 1746 tarihinde Nürnberg’de yeniden basılan nüshasında şunlar önerilmektedir: “Yapay olarak hazırlanmış mumiyayı ardıç yağı, terebentin yağı ve dolama otu yağı ile iyice karıştır, bir imbik içinde hepsini damıt. Bu yolla elde edilen ‘liquor’ (sıvı) ve balsam, belsoğukluğuna iyi gelir”. Johann Heinrich Zedler’in (1706-1751), kısaca Universal-Lexikon (Evrensel Sözlük) (Cilt 1-64, Halle ve Leipzig, 1732-1754) adıyla bilinen eserinde ise mumiyanın akrep sokması durumlarında ağızdan alındığında ya da tereyağı üzerine konup yendiğinde iyi geleceği; ayrıca “keçi sütü ile birlikte içildiğinde mesane, böbrek, penis rahatsızlıklarını ve çiş tutamama durumlarını iyileştireceği” belirtilmektedir.88

Mısır’da sürekli olarak mezarların yeniden kazılması sonucu çok sayıda mumya yok edildikten sonra 16. yüzyılda Mısırlılar, atalarının cesetlerinin kutsallığına saygısızlık yapıldığı gerekçesiyle direnişte bulunarak mumya ticaretini yasaklamışlar, bunun üzerine İskenderiye’de etkinlik gösteren tüccarlar bu konuda geri adım atarak “mumiya” malzemesini, yalnızca idam edilen ve yabancı halktan olan kişilerin taze cesetlerini çöl kumları altına gömerek elde etmeye başlamışlardır. Bunun yanı sıra

çok sayıda esmer tenli Mağripli’nin ölü bedenleri de hızlıca kurutulup öğütülerek eczanelerin yolunu bulmuştur. Ünlü Fransız gezgin Pierre Pomet’nin (1658-1699) 1694 yılında Le marchand sincère ou traité géneral des drogues simples et composées (Açık Yürekli Tüccar ya da Basit ve Karışım İlaçların Genel İncelemesi) başlığı altında yazdığı ve 1717’de Der aufrichtige Materialist und Specerey-Händler (Dürüst Aktar ve Baharat Tüccarı) başlığı altında Almanca’ya çevrilen kitabında, gerçek mumyaların yanı sıra “Gabbora” diye adlandırılan sahte ve değersiz mumyalar da sergilenmiştir. Yine aynı eserde, Ölü Deniz’den elde edilen Yahudiye ziftinin, bitümden ibaret olduğu belirtilmiştir. Bu ve benzeri açıklamalar, mumiyayı ilaç olarak kullanımdan vazgeçirmeye başlamıştır. “Mumiya” paketleri 19. yüzyıla gelene kadar tüm büyük eczanelerin raflarında yer almıştır. Mumya tozu 19. yüzyılda düşük miktarlarda ve daha çok resim sanatında pigment olarak kullanılmıştır. 20. yüzyılda yine de Almanya’nın Darmstadt kentindeki Merck ecza şirketinin 1910 tarihli fiyat listesinde “Mısır mumiyası (mumya tozu): 1 kilosu 12 Altın Mark” şeklinde, 1924 tarihli fiyat listesinde ise “Mumiya vera Aegyptica” (Gerçek Mısır Mumiyası) yine aynı fiyatla yer almıştır.88, 91

Avrupa’ya mumya ticareti ile ilgili başka bir gelişme, 19. yüzyıl ortalarında kâğıt üretimi ile ilgili olarak yaşanmıştır. Kâğıt üretimi için paçavra sağlanmasında güçlük yaşanması üzerine kimi parlak zekâlı girişimciler, kâğıt hammaddesi olarak Eski Mısır mumyalarına göz diktiler. Buna göre her bir mumya, yaklaşık olarak 30 Pfund (~15 kg) keten bezi ile sarılmıştı ve Mısırlılar kutsal saydıkları boğa, kedi, ibis (karaleylek, Mısır turnası) ve krokodillerini de keten bezinden sargılarla mumyaladıklarından, bunlar da değerlendirilebilirdi. ABD’de 1 Pfund paçavra 4-6 Cent tutuyordu ve mumya bezleri, 1 Pfund’u 3 Cent’e sağlanabilir ve bu öneri uygulamaya geçirilebilirdi. Burada mumya bezlerinden kâğıt üretimi düşüncesi, hiç de yeni bir düşünce değildi. 1140 yılında Bağdat’ta bir hekimin bildirdiğine göre: “Bedeviler ve fellâhlar (çiftçiler), içinde ölülerin sarılı olduğu bez sargıları bulmak üzere nekropolleri ( ölüler kenti) arıyor ve eğer bu kefen bezleri artık kullanılamayacak durumda iseler, bunları, gıda pazarı için gerekli kâğıdın yapılacağı değirmenlere satıyorlardı”.92

“Mumiya” tozunun her tür hastalığa iyi geldiği ve en güçlü afrodizyak olduğu düşünülüyor ve bu amaçla ya yutularak içiliyor ya da merhem haline getirilerek cinsel organlara sürülüyordu. Gerçek Mısır mumya tozunun ilaç olarak kullanımı üzerine bilgiler, 18. yüzyılda Johann Georg Krünitz (1728-1796) tarafından yayımlanan Oekonomisch-technologische Encyklopädie, oder allgemeines System der Staats-, Stadt-, Haus- und Landwirthschaft und der Kunstgeschichte... (Ekonomi-Teknoloji Ansiklopedisi, ya da Devletçilik, Şehircilik, Ev Ekonomisi ve Tarımın ve Sanat Tarihinin Genel Sistemi...) (242 cilt; 1773-1858) adlı ünlü ansiklopedide de şu sözlerle yer almaktadır: “...

Ondan yapılan tentür, mumyanın reçinemsi özelliklerini taşır ve 12 ilâ 24 damlalık dozlar halinde kullanılır. Tüccarlardan bunu satın alacak ilaç yapımcılar ve eczacılar, cesedin etli kısımlarından iri parçalar almaya çalışmalı, asla çıplak kemikler almamalı ve sınamak için ondan küçük bir parçayı kızgın kömür üzerine attığında güçlü ama zift benzeri olmayan bir koku vermelidir. Koku ne denli güzel ve reçinemsi ise, mal o denli değerli demektir... ”. Rusya’da mumya tozunun ilaç olarak kullanımının, ünlü romancı Lev Nikolayeviç Tolstoy (1828-1910) tarafından “gelişmeyi sağlayıcı ilaç” olarak propagandası yapılmıştı.

Günümüzde bile kayaç-mumiya, öncelikle Orta Asya’da (örneğin Özbekistan ve Tacikistan’da)

Günümüzde bile kayaç-mumiya, öncelikle Orta Asya’da (örneğin Özbekistan ve Tacikistan’da)