• Sonuç bulunamadı

“MESİR MACUNU” VE “NEVRUZİYE”

Osmanlı’da kuvvet macunları içinde en ünlüsü, “hünkâr macunu” diye bilineni idi. Başka ünlü macunlar, “mesir macunu” ile “nevruziye” idi. Tıp tarihçisi Feridun Nafiz Uzluk (1904-1973), Mesir Bayramı”na değişik bir açıdan bakarak buradaki “mesir” sözcüğünün gezinti yeri (mesire), gezmek ve eğlenmekle ilgili olmadığı sonucuna varmıştır. Buna göre, Pontus Kralı Mithridates VI. Eupator (yön.

İÖ 121-63), bir panzehir (antidot) geliştirmiş, büyük bir ün kazanmış ve buna mithridaticum denmiştir. Daha sonra bu sözcük kısalmış ve mithir olmuştur. Grekçe’de th, s gibi okunduğundan misir şeklini almış, o da zamanla mesir’e dönüşmüştür.

“Mesir Bayramı”na, eski Anadolu ve Sümer inançlarının değişik bir biçimde devamı olarak da bakılabilir. İnanca göre, Sümer ve Hititlerde Dumuzi, Fenike ve Greklerde Adonis denen bitkiler tanrısı, avlanırken bir domuz tarafından öldürülür, gövdesi ve kanı toprağa karışır. Zamanla bu topraktan, onda saklı olan üretici özden, sayısız bitki yetişir. Bütün bu bitkilerde onun üretken gücü vardır. Bu nedenle Adonis’e inanan kavimler bahar aylarında, Adonis’teki gücü temsil ettiğine inanılan çeşitli bitkilerden birtakım macunlar hazırlayıp yerler, şenlikler düzenlerlerdi. Bu macunlardan yiyenlerin hastalıktan kurtulacağına, dileklerinin yerine geleceğine, çocuğunun olacağına inanılırdı.

Galenos, Kral VI. Mithridates’in hekimi olup bir panzehirin bileşimini vermiş ve zehirler konusunda De antidotis (Panzehirler Üzerine) adlı bir eser yazmıştı. Neron’un hekimi Andromakhos tarafından geliştirilen “tiryak”ın bileşimi daha sonra İslâm kültürüne geçmiştir.

Mithridates’in macununun 54 eczadan hazırlandığı söylenmektedir. Roma’nın Pontus’u zaptetmesinden sonra Mithridates’in Roma’ya götürülen not ve kitaplarını inceleyen Romalı hekimler, bunun bileşiminde değişiklikler yapmışlardır. Örneğin İmparator Neron zamanında Andromakhos’un “theriaca” adıyla hazırladığı karışım, “mithridaticum”un değişik şekli olup 74 çeşit maddeden hazırlanırdı. 18. yüzyıla kadar çeşitli ülkelerin farmakopelerinde yer alan ve tüm dertlere deva olabileceği sanılan bu panzehiri oluşturan maddeler arasında engerek yılanı eti ile afyon, başlıca bileşenlerdi (yılan etinin şifa kaynağı olduğu, bizdeki Şahmaran öyküsünde de yer alır). Engerek yılanı, kendi zehirinden etkilenmediğinden, onun eti, panzehir içermeliydi ve bu yüzden de karışıma eklenebilirdi. Dioskorides yağ, şarap, tuz ve dereotu karışımı içinde salamura edilmiş yılan etini, görme gücünü keskinleştirici ve sinirleri güçlendirici bir ilaç olarak önermiş, popüler bir şifalı yiyecek olarak tuz, bal, incir ve hintsümbülü yağı ile birlikte kızartılmış engerek etinden hazırlanan çorbadan da söz etmiştir. Antikçağın tıp eserleri İslâm uygarlığının parlak döneminde çeviri yoluyla Arapça’ya kazandırılırken, kimi terimlerin okunuşu değişmiş, bu arada mesir’in kökeni olan mithridates de misridates → misriditos → misrûditûs → misrititûs → misir → mesir vb.

dönüşümlerine uğrayarak İslâm tıp diline geçmiş ve bu değişik adlar altında İshak ibn Huneyn’in (ölm. 910) ve İbn Sina’nın eserlerinde yer almıştır. Bu açıklamalardan sonra, mesirin, Merkez Efendi (asıl adı Musa bin Muslihiddin bin Kılıç) (1460-1551) tarafından bulunmadığı gerçeği ortaya çıkar.

Kanuni Sultan Süleyman’ın, her yıl Nevruz’da (21 Mart) halka dağıtılmasını buyurduğu mesir macunu (nevruziye), onun Manisa’da geçirdiği şehzadelik yıllarında, annesi Hafsa Sultan’ın (ölm. 1538) tedavisi için Merkez Efendi tarafından hazırlanmıştı.

16. yüzyılda Venedik’te her bahar, “ mithridaticum” (“Venedik macunu”) için resmî törenler yapılırdı. Macunlar, sahte olmasın diye halkın gözetimi altında hazırlanır ve buradan, “theriaca Veneta” (Venedik tiryakı) adı altında, Avrupa’nın diğer ülkelerine satılırdı. Mithridaticum’un

değişik şekli olan tiryakın, bize Venedik’ten geldiğini, “ Venedik’ten tiryak gelinceye kadar, Hind’de adamı yılan öldürür” şeklindeki atasözümüz kanıtlamaktadır. 1872 yılında Almanya’nın resmî ecza listesi (farmakope), engerek eti dâhil 64 maddeden yapılan tiryakı da içermekteydi. Fransa’da tiryak en son, 1866 tarihli Fransız Kodeksi’nde (58 ecza karışımı olarak) yer almış olup daha sonraki kodekslerde tiryaka yer verilmemiştir.

Pontus devletinin kurucusu olan Mithridat’lar, Anadolu’da görev yapmakta olan bir aile idi.

Mithridates V. Euergetes’in (yön. İÖ 150-121) hileli bir şekilde öldürülüşüne tanık olan oğlu Mithridates VI. Eupator, annesi Laodike tarafından kendisinin de öldürüleceğinden korkarak dağlara kaçmış, orada yabani otlarla beslenmiş, öldürücü zehirlere karşı onları azar azar almak suretiyle kendini zehirlere alıştırarak bağışıklık kazanmış, kral olduktan sonra da zehirlenmeye karşı çeşitli eczalardan oluşan bir antidot geliştirmişti. Annesini ve oğlu Aziarathe’yi zehirleyerek öldüren VI.

Mithridates, sonunda kendisini öldürmeye zorlandığında, zehirle ölmediği için kılıcını kullanmak zorunda kalmıştır. İÖ 559 – İÖ 331 arası dönemde İran’da egemenlik süren Ahameniş’ler zamanında resmî yılbaşı, güneş Koç burcuna girdiği zaman, yani 21 Mart Nevruz ile başlamakta, bu arada şenlikler yapılmakta ve olasılıkla macun da yenmekteydi. İran’da Nevruz günü yapılan macun kıvamında “S” harfiyle başlayan 7 çeşit malzemeden oluşan bir tatlı yemek âdetti.

“Macun” sözcüğü, Arapça “yoğrulmuş” ya da “hamur şeklinde” anlamına gelmektedir. Çok tanrılı dinler döneminde macunu ilk yapan kişiler, din adamlarıydı. Eski dinlere göre, bitkilerin de kutsallığı vardı. Bitkinin insana yarayan besleyici gücünün, tanrının bitkiye sinen özünden ileri geldiğine inanılıyordu. Sözgelimi, Ana Tanrıça’nın bitkisi yonca, Adonis’inki gelincik, Dionisos’unki ise üzümdü. Ortaçağ boyunca macunlar kimi hastalıkların tedavisinde ve daha çok da afrodizyak olarak hazırlanıp kullanılmıştır.

Macuncular Türklerde ayrı bir esnaf kolu idi. Evliya Çelebi, döneminde İstanbul’da 300 macuncu dükkânından ve bu dükkânlarda çalışan 500 kişiden söz eder. Çıraklar tunç havanlar içinde döverek çeşitli karışımları toz eder, macuncu taifesi ise tahtırevanlar üzerine macun hokkalarını dizerek satarlardı.

Zamanla, maddî etkisinin yanı sıra manevî etkisinin de olması için, mesir macununun içindeki ecza sayısı, uğurlu bir sayı olan 41 olarak biçimlenmiştir. Galenos’un terkibinde 47, İbn Sina’nınkinde ise 60 madde bulunmaktadır. Zamanla, bileşimindeki maddelerin sağlanmasındaki güçlük nedeniyle, mesir terkibine giren madde sayısı azaltılmış olmalıdır. Günümüzde ise bu amaçla 12 kadar baharat kullanılmaktadır.132, 133, 134, 135

Mesir macununun iştah açıcı, gaz giderici, bağırsak peristaltizmini (kasılıp gevşemesini, sağımlanmasını) artırıcı, idrar söktürücü (diüretik), uyarıcı ve afrodizyak etkileri taşıdığı söylenebilir. Eski devir hekimliğinin düşüncesine göre, insanlar kışın kuru gıda aldıklarından kanları koyulaşır, kirlenir ve iç organları çalışma düzenini yitirir. Vücudun bozulan sıvı dengesini yeniden kurmak için, ilkbaharda insanlar kan aldırır, lavmanla bağırsaklarını ve diüretiklerle idrarlarını bolca boşalttırırlardı. Mesir macununun da böyle etkileri vardı. Bu yöntem, Hippokrates’ten beri gelen ve hekimliğin yüzyıllar boyu kabul edilen dört salgı kuramının bir sonucuydu.

Hekimbaşılar 41 çeşit baharatı gereken miktarlarda alır, darüşşifâda bunlar dibeklerde dövülerek karıştırılırdı. Sonraları Manisa’daki Sultaniye Darüşşifâsı’nda yalnızca akıl hastaları kaldığından, halk, baharatın oradaki delilere dövdürüldüğüne ve bundan hazırlanan macunda ayrı bir şifanın

bulunduğuna inanmaya başladı. Dövülen baharat büyük kazanlarda kaynatıldıktan sonra hazır hale gelen macun uygun parçalara ayrılır. Bu işe yardımcı olan halktan genç erkeklerin çalışmaları sırasında istedikleri kadar macun yemelerine izin verilir, ancak fazla yemelerine ve israfa engel olmak için gençlerin bulunduğu odaya su konmazmış. Halkın inanışına göre, macun yiyen kimseyi yılan, çıyan ve akrep sokmaz, hastalar iyileşir, gelinlik çağındaki kızlar o yıl evlenir, cinsel kudreti artırır, çocuğu olmayanların çocuğu olur ve çocukları hastalıktan kurtarırmış.

Osmanlılar döneminde 21 Mart Nevruz günü, gerek sarayda gerekse halk arasında coşkuyla kutlanırdı. Saray hekimbaşıları tarafından amber, afyon özü ve çeşitli kokulu bitkilerden hazırlanan ve “nevruziye” denen kırmızı renkli ve kokulu macunlar, Nevruz gecesi porselen kaplar içinde padişaha, şehzade ve sultanlara, kadın efendilere, sadrazama ve devlet büyüklerine sunulur, karşılık olarak armağan ve ihsanlar alınır, hekimbaşına padişah huzurunda kürk giydirilirdi. İran’da nevruziye, “heft sin”den (“S” harfi ile başlayan yedi gıdadan) hazırlanırdı: Sebze (yeşillik anlamına), Sumak, Sirke, Senced (iğde), Sir / Ser (sarmısak), Semnu / Sementi (helva / çimlenmiş buğday tatlısı) ile yedinci bileşen olarak değişik kaynaklarda Sünbül132 ya da Seb (elma) veya Semek (balık).107 Osmanlı’nın Nevruz sofrasında ise bu yiyecekler Susam, Süt, Simit, Su, Sahlep, Safran ve Sarmısak şeklinde geçmektedir. Öte yandan Nevruz sofrasının baş yiyeceği, doğuşu simgelediği için önem taşıyan yumurta idi ve yumurtalar özenle boyanır, yumurta tokuşturma yapılır ve sonra da yenirdi.

Nevruziyeyi İstanbul’da eczacılar yaparlar, ağzı kapalı kâselere konan macunun ne zaman yeneceğini gösteren tarifnamesi, kâsenin kapağına kurdele ile iliştirilerek büyüklere sunulurdu.

Eskiden 41 çeşit baharat karıştırılarak yapılan nevruziyeler, daha geç dönemlerde, akide kıvamına gelmemiş şekerli ve az koyuca şuruba karanfil, kakule, anber, gülyağı, vanilya ya da misk, tarçın, kişniş, lavanta ruhu gibi afrodizyakların eklenmesiyle hazırlanır olmuştur.107

İbn Sina’nın El-Kânun...’unda “misrûditûs”un bileşimi ile ilgili listede, yaygın bilinenler dışındaki kimi ilginç eczalar şunlardır: Za’feran (safran), mürr (mürr-i sâfî, yemen zamkı), kesîrâ (kitre), îdân el-belesân (ûd-ı belesân, pelesenk ağacı yağı), cünd-i bâ-dester (kunduz hayası yağı), mastakî (sakız), samğ (arap zamkı), surret-i sakankûr (kertenkele göbeği; Nil kenarında yaşayan, timsaha benzer iguana ya da kertenkeleden elde edilir). Diğer kimi eczalar ve bilinen etkileri ise şöyledir:

Çivit (“Indigofera tinctoria”): Halk arasında kabakulak ve zatürreede kullanılır. Bebeklerin ağız mukozasındaki ağrılı yaraları giderici olarak kullanılır.

Dar-ı fülfül (“Piper longum”): Halk arasında bedeni ısıtıcı ve öksürük kesici olarak kullanılır.

Hardal tohumu (“Sinapis”): Tohumları, iştah açıcı, mideyi yatıştırıcı, deri hastalıklarında iltihap ve ağrı giderici olarak, ayrıca da basur (mayasıl, hemoroid) için kullanılır.

Havlıcan (“Alpinia galanga”): Kökleri, öksürük kesici ve ağız kokusunu giderici olarak kullanılır.

Sindirimi kolaylaştırır, gazı dağıtır, balgamı giderir.

Karabiber (“Piper nigrum”): Öksürük kesici, uyarıcı ve baharat olarak kullanılır.

Karanfil (“Caryophyllus”): Kuru karanfil, ağız kokusunu giderici olarak, diş ağrı ve çürüklerinde kullanılır. Antiseptik ve ağrı giderici özelliktedir.

Kimyon (“Cuminum cyminum”): Halk arasında baharat, gaz söktürücü, iştah açıcı ve terletici olarak kullanılır.

Meyan balı (“Succus liguiritiae”): Öksürük kesici, balgam söktürücü ve idrar artırıcı olarak kullanılır. Meyan kökü (“Glycyrrhiza glabra”) bitkisinin sıcak suda özütlenmesi, vakumda kıvamlılaştırılması ve elle silindirik çubuklar şekline getirilmesi ya da kalıplara dökülmesiyle hazırlanır.

Şeker (“Sucre”): Mesir macununa kıvamını veren ve tatlandıran ana maddedir. Tatlandırıcı olarak eskiden, şeker yerine bal, üzüm suyu vb. kullanılmakta idi.132

Bu listede kunduz hayası ve kertenkele göbeği dışındakiler bitkisel olup, bunlar şerbet içinde yumuşatılarak balla karıştırılır, altı ay dinlendirildikten sonra kullanılırdı. Bir kerelik dozu, fındık kadardı.

Kimi terkip reçetelerinde, tam açık olmayan, “iksir” ve “tiryak” gibi ifadeler bulunmaktadır.

Tiryak, çeşitli bitkisel özütlerin (ekstre) karışımı olarak anlaşılmakta ve bunun ağrı giderici etkisi olduğu kabul edilmekteydi. O dönemde her hekimin kendi gizli reçetesi olur ve bu reçetelerin içeriği, hekimler arasında rekabete yol açardı.

Ortaçağ başlarından beri Arap denizciler Hint Okyanusu’na açılmışlar, Hint ve Malezya Adaları’ndan baharat eczalarını beraberlerinde getirmişlerdir. Bunlar kısmen Osmanlı İmparatorluğu ve Venedik üzerinden Batı Avrupa’ya satılmıştır. Bugün başka amaçlar için kullanılan kimi maddeler, o zamanlar ecza olarak kullanılmıştır. Örneğin çivit (“Indigofera tinctoria”), yalnızca doğal mavi boya olarak değil, aynı zamanda eskiden kabakulak, zatürree gibi hastalıklara karşı ilaç olarak kullanılmıştır. Kökboya bitkisi (“Rubia tinctorum”) ise, yurtdışında, böbrek taşlarını düşürücü ilaç imalinde kullanılmaktaydı. Yine, günümüzde sakız ağacının (mastik, “ Pictacia lentiscus”) reçinesi (mastik sakızı / mesteki sakızı, damla sakızı), baharat olarak lokum ve tatlılarda katkı maddesi amacıyla kullanılmaktadır. Toplandığı zaman saydam ve kristalsi bir madde haline sertleşir. Hafif terementi tadında olup öksürük ve nefes darlığına karşı iyi gelir.

Eski Mısırlı, Hintli ve Çinliler, indigoyu (“Indigofera tinctoria”) ateş düşürücü olarak şurup halinde, Güney Amerikalılar ise baş ağrısını dindirmede kullanırlardı. Çinliler ve Doğu Hindistanlılar, çivitotunu (“Isatis tinctoria”) enfeksiyon ve ateşlenmelerde geniş spektrumlu bir antibiyotik olarak da kullanmışlardır. Kabakulak, bademcik iltihabı ve larenjit (gırtlak iltihabı) gibi beze şişmelerinde, indigo bitkisinin yaprak ve kökleri kullanılmaktadır. Difteri ve hepatit gibi yüksek ateş durumlarında da çivitotu olumlu yanıt vermektedir; ancak yalnızca uzman ve profesyoneller tarafından kullanılmalıdır ve zehirli olduğu için dâhilî olarak kullanılmamalıdır.136

Safran (“Crocus sativus”) zahmetle yetiştirilen, pahalı bir eczadır. Adını Arapça “ asfer” (sarı) sözcüğünden almıştır. Anadolu’da Hititler döneminden beri baharat bitkisi, tıbbî bitki ve boya bitkisi olarak kullanılmıştır. Türkiye’de safran halen Safranbolu’nun tek bir köyünde (Davutobası) az miktarda yetiştirilmektedir. Mardin’deki Deyrüzzaferân Manastırı 5. yüzyılda yapılmış olup duvar sıvası harcına renk vermek için safran katıldığı söylenmektedir. Safran, kalp çarpıntısına ve depresyona karşı etkili olmaktadır. Bugün hâlâ Türkiye için ekonomik önemi olan bir ecza da meyanbalı olup meyankökünün (“Glycyrrhiza glabra”) yoğunlaştırılmış özütüdür. Balgam söktürücü ve mide ülserinde yararlı etkileri bilinmektedir. Çörekotu (“Nigella sativa”) günümüzde baharat olarak yüksek değere sahiptir ve diüretik olarak etkilidir. Orkide ailesinin bir üyesi olan vanilya, değerli kokusunu, aylar boyu kapalı kalıp “terledikten” sonra serbest bırakır ve vanilyanın afrodizyak etkisi olduğu söylenir. Bir diğer karabiber türü olan dar-ı fülfül (“Piper longum”) öksürük kesici ve

ateş düşürücü olarak yüzyıllarca kullanılmış ve hâlâ da kullanılmaktadır. Küçük hindistancevizi ya da muskat (“Myristica fragrans”) oldukça zehirli bir ecza olmasına karşın hoş kokusu nedeniyle yiyeceklerde kullanılmaktadır ve az miktarda kullanıldığında mide uyarıcı etkisi bulunmaktadır.

Tarçın (“Cinnamonum”), hoş kokusu nedeniyle baharat olarak kullanılır; bağırsak peristaltizmini artırdığı bilinmektedir ve depresyon tedavisini destekleyici etkileri de saptanmıştır. Halk arasında

“köri” (İng. “curry”) olarak bilinen karışım baharat ise ağırlıklı olarak “Curcuma longa”nın (zerdeçal, hintsafranı, sarıkök, kurkuma) köklerinden hazırlanır; safra ve mide salgılarını artırıcı olarak ve astım tedavisinde kullanılmıştır. Diğer bir tropik bitki olan zencefil (“Zingiber officinalis”) aromatik lezzete sahip olup iştahsızlık ve dolaşım rahatsızlıklarında kullanılmıştır.

Kakule (“Elettaria cardamomum”) de meyvelerinin yatıştırıcı etki yapması ve bağırsak spazmlarına karşı kullanımı nedeniyle oldukça popülerdir. Anason (“ Pimpinella anisum”) sindirimi kolaylaştırıcı etkisi olmakla birlikte, aşırı kullanımda beyinde denge işlevini azaltır. Rezene (“Foeniculum vulgare”) özellikle karminatif (gaz söktürücü) etkisi nedeniyle, bebeklerdeki bu tür sorunlarda en uygun bitkidir.

Genelde söylenecek olursa, mesir macununun bileşimindeki etkin eczaların tedavi edici etkisinin, tüberküloz, kolera, sıtma vb. bulaşıcı hastalıklar dışında, bağışıklık sistemini uyarmalarından ve bu etken maddelerin birbirleri üzerine olan sinerjik (farklı maddelerin birlikte olduklarında birbirlerinin etkilerini güçlendirici) etkilerinden kaynaklandığı düşünülebilir.135, 137