• Sonuç bulunamadı

MUHTEVA ÖNCELİĞİ

MUHTEVA TENKİDİ

A. MUHTEVA ÖNCELİĞİ

Birinci bölümde Hanefî usûlcülerin sened ve râviler konusundaki yaklaşımları ele alınmıştı. Bu bölümde ise âhâd olarak nakledilen rivayetlerin makbul sayılabilmesi için muhteva ile ilgili öne sürülen şartlar değerlendirilecektir. Hadisin Kur’an, sünnet, akıl gibi asıllara arzı noktasında “metin tenkidi” kavramının kastedileni karşılamadığı, bu tabirin (textual criticizm) Batı menşeli oduğu ve kaynak kritiği, nüsha karşılaştırması, edebî eleştiri gibi daha şümullü bir alana hitap ettiği düşüncesinden hareketle,1 çalışmada metin tenkidi yerine “muhteva tenkidi” tabirinin kullanımı tercih edilmiştir. Muhtev tenkidi ile kastedilen ise klasik usûldeki arz metodudur. Konuya geçmeden önce, hadisçilerin ve fukahânın rivayet metinlerine bakışlarını genel olarak ele almanın uygun olacağı kanaatindeyiz.

I. HADİSÇİNİN VE FAKİHİN METİN ALGISI

Kullandıkları rivayet malzemeleri aynı olsa da, muhaddislerle fakihlerin rivayetlere yaklaşımı birbirinden farklıdır. Bu farklılıkları maddeler halinde şu şekilde sıralayabiliriz:

A. MUHTEVA ÖNCELİĞİ

Hadisçilerin rivayete bakışının, fukahâ ile kıyaslandığında, daha ziyade sened merkezli olduğu görülür. Bu sebeple eski ve yeni pek çok araştırmacı ve ilim adamının

“rivayet metinlerinin hadisçiler tarafından nadiren tetkike tabi tutuldukları”2 yönünde çeşitli tespit ve tenkitlerine rastlamak mümkündür. Söz gelimi Zâkir Kâdirî Ugan (ö.

1954), Dâru’l-Fünûn İlahiyat Fakültesi Mecmuası’nda yayımlanan bir makalesinde, muhaddisleri “Hadisin metninden ziyade isnad silsilelerine ehemmiyet vermek, metin ve

      

1 Polat, Selahattin, Metin Tenkidi, İFAV, İstanbul 2010, s. 294; a.mlf., “Çok Anlamlı, Çok Boyutlu ve Disiplinlerarası Bir Kavram: ‘Metin Tenkidi’”, HTD, VI, sy.1, İstanbul 2008, s. 8.

2 Tebrîzî, Şemsuddîn Muhammed el-Hanefî, Şerhu’d-Dîbâci’l-müzehheb fî mustalahi’l-hadîs, Matbaatü Mustafa el-Halebî, Kahire 1931, ss. 13-14; Tîbî, el-Hüseyn b. Abdillah, el-Hulâsa fî usûli’l-hadîs, 1.

Baskı, thk. Subhî es-Sâmirrâî, Âlemü’l-Kütüb, Beyrut 1985, s. 36.

mana cihetlerini ikinci dereceye indirmiştir” diyerek eleştirmiştir.3 Bir önceki bölümde bu genellemeci yaklaşıma tam olarak katılmadığımızı belirtmiştik.

Hadis usûlünde rivayetlerin sahih ya da zayıf olarak adlandırılmasının, daha ziyade senedde yer alan râvilerin adalet ve zabt vasıfları ile isnadın ittisâl ve inkıtâına bağlı olduğu bir dereceye kadar doğrudur. Bu hususu son devir Hanefî alimlerinden Tehânevî (ö.

1394/1972) şöyle dile getirmiştir: “Hadislerin mütevâtir, meşhur, âhâd, sahih, hasen ve zayıf şeklinde taksimi, daha ziyade sened göz önüne alınarak verilmiş kıymet hükümleridir.”4 Hadisçilerin metindeki değil de daha ziyade seneddeki ızdırâb ile iştigal ettikleri, buna karşılık muhteva tenkidiyle fukahânın ilgilendiği kanaatini Kevserî (ö.

1371/1951) de dile getirmiştir. Kevserî, sened ve metin tenkidinden oluşan hadis tenkidini muhaddislerin ve fukahânın aralarında paylaştıklarını söyler.5 Ebû Şehbe de hadisçilerin sened kritiğine metin tenkidinden daha fazla özen gösterdiklerini kabul eder; fakat bu tavırlarının kendilerine göre makul sebepleri olduğunu da ifade eder ve bunlardan bazısını zikreder.6

Rivayetin hem senedini hem de metnini de ilgilendiren, “sikanın ziyadesi”

meselesi, bu yönüyle muhaddisler kadar fukahânın da görüş belirttiği konulardan biridir.

İbn Hibbân (ö. 354/965) bu hususta fukahâ ile hadisçilerin yaklaşımını mukayeseli olarak değerlendirmiş ve ortaya şöyle bir ölçü koymaya çalışmıştır:

...Rivayetlerin lafzına yapılan ziyadelere gelince, ben bunların ancak fakihlerden gelmesi halinde kabul edilebileceğini düşünüyorum. Râvinin, rivayet ettiği şeyin anlamını bildiğinden ne zaman emin olursak, o vakit, haberi muhtevasından saptırmadığı ve anlamını değiştirmediğinden de emin oluruz. Zira ashâbu'l-hadis, genellikle metinleri değil de isim ve isnadları ezberler. Fakihlerin temâyülü ise, rivayetlerin metinlerini ve hükümlerini muhafaza etmek ve onları muhteva olarak nakletmektir. Onlar, senedleri ve râvi isimlerini ezberlemezler. Fıkhî yönü ağır basan bir hadisçinin, kitabından nakletmesi dışında, merfû olarak rivayet ettiği bir habere itibar etmem. Çünkü o, müsnedi mürselden, mevkûfu munkatı′dan ayırt edip bilemez.

Onun yegâne ilgisi metnedir. Aynı şekilde titiz bir hadis hafızının haberin metnine yaptığı ziyadeyi de kabul etmem. O da genellikle isimleri ezberleyip isnadları       

3 Ugan, Zâkir Kâdirî, “Dînî ve Gayr-ı Dînî Rivayetler”, Dâru’l-Fünûn İlahiyat Fakültesi Mecmuası, yıl 1, sy. 4, İstanbul 1926, s. 194.

4 Tehânevî, Kavâid fî Ulûmi’l-Hadîs, s. 31.

5 Kevserî, Makâlât, Kâhire ty., s. 57, "ﺚﻳﺪﺤﻟا ﺪﻘﻧ ﻩﻮﺟو ﺎﻤﺳﺎﻘﺗ نﺎﻘﻳﺮﻔﻟا و"

6 Bkz. Ebû Şehbe, Muhammed, Difâun ani’s-sünne, Mektebetü’s-Sünne, Kahire 1989, ss. 30-31.

titizlikle muhafaza eder; ancak metinlerle ve haberin lafızlarıyla pek alakadar olmaz.

İşte ziyade lafızları kabul konusunda ihtiyatlı olan yol budur.7

İbn Receb el-Hanbelî (ö. 795/1392), İbn Hibbân’ın sözüne katıldığını ifade ederek, rivayetlerin tamamıyla yazılı kaynaklardan nakledildiği kendi döneminde bile, hadis şeyhlerinin çoğunun rivayetin tarikleri ve râvileriyle ilgilendiklerini, metinle çok az meşgul olduklarını, haberin manalarına nüfuz edemedikleri için de farkında olmaksızın lafız ve manada hataya düştüklerini iddia eder. Ona göre, bu tür hadis şeyhlerinin, sadece kitaptan veya güvenilir râvilere uygun olarak naklettikleri haberler makbuldür, bunun dışındakiler ise amel edilmeye uygun değildir.8

Hadis usûlünde sened-sıhhat ilişkisi ile ilgili şu değerlendirme meşhurdur: Bir hadis hakkında “sahihtir” veya “zayıftır” hükmü verildiğinde, bu hüküm o rivayetin bütünüyle sahih veya zayıf olduğu manasına gelmemektedir. Bununla kastedilen, rivayetin isnad bakımından sahih veya zayıflığıdır.9 Bu sebeple bir rivayetin mutlak anlamda sahih olup olmadığını söyleyebilmek için, sened ve metnin birlikte değerlendirilmesi şart koşulmuştur.10 İbn Ebî Hatim (ö. 327/938), babasına “bir hadisin sıhhati”ni sorduğunda

“hasen olduğu”; “onunla ihticâcı” sorduğunda ise “Hayır” cevabı aldığını söylemiştir.11 Bu örnekte de görüldüğü üzere, senedinin hasen olması o rivayetle amel edilmeyi gerektirmemektedir. Aynı şekilde pek çok muhaddis, hadis alma yollarından vicâde ve kitâbetle alınan rivayetleri munkatı´ sayarak sahih görmemişler; buna rağmen o rivayetlerle amel edilebileceğini ifade etmişlerdir.12

Nevevî’nin (ö. 676/1277) konuyla ilgili ifadeleri şöyledir:

İsnadı zayıf bir hadis gördüğün zaman, ‘Bu hadis bu isnadla zayıftır.’ demen gerekir.

İsnadının zayıf olması sebebiyle metninin de zayıf olduğunu söylemen doğru değildir. Çünkü rivayetin başka bir tarikten sahih bir isnadı bulunabilir. ‘Bu hadis sahih bir tarikle rivayet edilmemiştir.’ veya ‘Hadisin sabit bir isnadı yoktur.’ ya da       

7 İbn Hibbân, Sahîh, (İbn Balaban tertibi), I, 159. Ebû Gudde, İbn Hibbân'ın bu yaklaşımını eleştirmiş ve söylediklerinin mutlak bir ölçü olarak kabul edilemeyeceğini ifade etmiştir. Bkz. Tehânevî, Kavâid, s.

121, muhakkikin notu.

8 İbn Receb el-Hanbelî, Zeynüddîn Abdurrahman b. Ahmed, Şerhu İleli’t-Tirmizî, 1. Baskı, I-II, thk.

Hemmâm Abdurrahîm Saîd, Mektebetü’l-Menâr, Zerkâ 1987, II, 837.

9 İbnü’s-Salâh, a.g.e., s. 38; Nevevî, Takrîb (Tedrîbü’r-râvî ile birlikte), s. 34; Kâsımî, Kavâidü’t-tahdîs, s. 121; Ahmed Muhammed Şâkir, el-Bâisü’l-hasîs, s. 21.

10 Nureddin Itr, Menhecu’n-Nakd, s. 290.

11 İbn Ebî Hâtim, el-Cerh ve’t-ta′dîl, VI, 96; Suyutî, Tedrîbu’r-râvî, I, 77.

12 Suyûtî, a.g.e., II, 36-37; Tâhir el-Cezâirî, Tevcîhü’n-nazar, II, 770-772. Zayıf hadisle amel konusunda ayrıca bkz. Tehânevî, Kavâid fî ulûmi’l-hadîs, s. 56; Leknevî, el-Ecvibetü’l-fâdıla, s. 36.

rivayetin za′fını açıklamak şartıyla ‘Bu rivayet mutlak olarak zayıftır.’ ifadelerini kullanmak, ancak hadis ilminde imam sayılan kimseler için mümkündür.13

Yukarıdaki değerlendirmelerden hareketle, hadis usûlünün daha ziyade sened merkezli, fıkıh usûlünün ise muhteva merkezli olduğu söylenebilir. Ancak bu durum, hadisçilerin muhteva, fukahânın da senedle hiç ilgilenmedikleri ve senedi ya da muhtevayı nazar-ı itibara almadıkları anlamına gelmemektedir. Nitekim Müslim (ö. 261/874), Kitâbü’t-Temyîz’inde, hadiste hâfız ve imam olmalarına rağmen hadis rivayetinde hata yapan kimselerin bulunduğunu, bunlardan bazısının mesaisinin çoğunu senede bazısının da metne ayırdığını, bu gibi kimselerden rivayette bulunurken bu hususların mutlaka göz önünde bulundurulması gerektiğini belirtmiştir.14 Müslim’in bu ifadeleri, bir râviden haberi alırken onun temâyülüne göre sened veya metne dikkat edilmesinin yanı sıra, muhaddislerden senede olduğu kadar metne de önem verenlerin bulunduğunu göstermesi açısından da önemlidir.