• Sonuç bulunamadı

Haberin Korunması (Hıfz)

BİRİNCİ BÖLÜM İSNAD TENKİDİ

C. HABER ALMA VE AKTARMA YOLLARI

2. Haberin Korunması (Hıfz)

Haberin tahammülünde olduğu gibi, başkasına aktarılıncaya dek muhafaza edilmesi de azimet ve ruhsat olmak üzere iki şekilde ele alınır. Azimet, haberin tahammülünden edâ anına dek ezberde tutularak korunmasını, ruhsat usûlü ise rivayetlerin yazılı belgede muhafazasını ifade etmektedir.463

Hadis usûlünde tahammül yollarından birisi ile elde edilen rivayetlerin başkasına nakledilinceye dek muhafaza edilmesi, zabt başlığı altında ele alınmaktadır. Hanefî usûlcülerin azimet olarak adlandırdığı, rivayetin ezberlenerek muhafaza edilmesi, hadisçiler tarafından zabt-ı sadr; ruhsat olarak belirtilen yazmak suretiyle rivayetin korunması ise zabt-ı kitâbet olarak isimlendirilir.464 Rivayetlerin muhafazası, hadis usûlünde olduğu gibi Hanefî usûlünde de zabt meselesini ilgilendiren bir konu olarak değerlendirilmiştir.465

a. Azimet Usûlü

Hanefî usûlcüler, hadislerin mana ve mefhumuna halel getirmeksizin, eksiltme ve ziyade yapmaksızın muhafazasının kolay bir iş olmadığını söyleyerek, ilk dönemlerde hadislerin muhafazası için en güvenilir yolun, yazma değil de ezberleme olduğunu belirtmişlerdir. Serahsî’nin bu husustaki açıklaması şöyledir:

      

461 İbnü’s-Salâh, a.g.e., s. 170; Sehâvî, a.g.e., II, 488; Suyûtî, a.g.e., II, 30; Ahmed Muhammed Şâkir, a.g.e., s. 119.

462 Serahsî, a.g.e., I, 377; Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., III, 67; İbn Melek, a.g.e., s. 221.

463 Pezdevî, a.g.e., III, 76; Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., III, 76; İbn Melek, a.g.e., s. 222.

464 İbn Hacer, a.g.e., s. 69.

465 Pezdevî, a.g.e., III, 76; Serahsî, a.g.e., I, 357; Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., III, 76.

113

Haberlerin muhafazasında azimet yolu, haberin işitilip anlaşılmasından edâ anına kadar ezberde tutulmasıdır. Haberler ve şahitliklerin muhafazası konusunda Ebû Hanîfe’nin takip ettiği usûl budur. Onun rivayetlerinin az olmasının sebeplerinden biri de, öne sürdüğü bu şarttan kaynaklanmaktadır. Nitekim Hz. Peygamber’in dini tebliğ hususunda takip ettiği yol da azimet tarikidir. 466  

Serahsî, bu ifadeleriyle hem rivayet metinlerinin ziyade ve noksanlıklardan korunması hususundaki mezhebinin hassasiyetini ortaya koymakta hem de muhalifleri tarafından öne sürülen “Mezhep imamlarının az hadis bildiği” iddiasını467 cevaplandırmış olmaktadır.

b. Ruhsat Usûlü / Hadislerin Yazımı Konusunda Hanefîlerin Görüşleri

Hadis usûlü eserlerinde rivayetlerin yazılması veya ezberden nakli konusunda, biri müteşeddid (katı) diğeri de mütesâhil (yumuşak) olan iki görüşün bulunduğu belirtilmiştir.

Katı tutum sahipleri sadece ezberden nakli geçerli sayıp yazılı hiçbir belgeye itibar etmemektedirler. Bu görüşte olanlara Ebû Hanîfe, İmam Mâlik ve Şâfiîlerden bir grubun ismi verilir. Mütesâhil olanlar da, yazılı belgenin aslını soruşturmaksızın işittikleri herhangi bir kitaptan nakli geçerli sayanlardır. Bu şekilde davrananlara da Abdullah b.

Lehîa örnek verilmiştir. Bu iki yaklaşımdan biri ifrat diğeri de tefrit olarak değerlenidirilmiş ve orta yolun tutulması gerektiği belirtilmiştir. O da, şayet yazılı belgeden nakil yapılacaksa, râvinin onu sahih bir haber alma yöntemiyle hocasından almış olması, asıl nüshayla mukâbele edilmesi ve o belgenin edâ anına dek düzgün bir şekilde muhafaza edilmesidir. Kısaca muhaddislerin çoğunun hadislerin yazılmasını geçerli saydıkları söylenebilir.468

Hanefî usûlünde rivayetin tahammülünden edâ anına kadar yazılı bir belgede muhafaza edilmesi ruhsat sayılmıştır. Haberin yer aldığı yazılı malzeme/kitap, müzekkir ve       

466 Serahsî, a.g.e., I, 379; İbn Melek, a.g.e., s. 222. Pezdevî, hiçbir yazılı malzeme olmaksızın Hz.

Peygamber’in dini konularda söylediği her sözü uzun bir aradan sonra eksiksiz bir şekilde hatırlayabilmesi ve bu husuta hiç hataya düşmemesini, O’na Allah tarafından lutfedilen bir kalp nuru olduğunu söyler. Okuma yazma bilmemesi bir tarafa, haberlerin nakli ve tebliği hususunda hayatının hiçbir döneminde yazılı malzemeye ihtiyaç hisstmemesi de bunu doğrulamaktadır. Bkz. Pezdevî, a.g.e., III, 74.

467 Ebû Hanîfe’nin hadis bilgisinin azlığı konusundaki bazı değerlendirmeler şöyledir: “ انيكسم ةفينح وبأ ناكيف , ِثيِدَحْلا يِف ٌفيِعَض َوُھَو , حيحص ثيدح ريبك هل سيل, ثيدحلا يھاو ثيدحلا برطضم ظفاحلاب سيل ثيدحلا” Bkz. İbn Saˊd, et-Tabakâtü’l-kübrâ, VI, 348; VII, 233; Müslim, Ebu’l-Hasen İbn Haccâc en-Nîsâbûrî, el-Künâ ve’l-esmâ, I-II, 1. Baskı, thk. Abdürrahîm Muhammed el-Kaşkarî, ˊImâdetü’l-Bahsi’l-İlmî, Medine 1984, I, 276; İbn Ebî Hâtim, el-Cerh ve’t-taˊdîl, VIII, 450.

468 İbnü’s-Salâh, a.g.e., ss. 208-210; Suyûtî, a.g.e., II, 55.

114

imâm olmak üzere iki kısımda değerlendirilir.469 Ruhsat usûlünün geçerli ve yazılı belgeden naklin sahih olabilmesi için, kitabın türüne göre bazı şartları taşıması gerekmektedir. Aşağıda bu konunun ayrıntılarına yer verilecektir.

(1) Müzekkir Kitap

Rivayetlerin yazılı belgede korunup oradan nakledilmesinde kitabın müzekkir olması, rivayetin aslında râvinin ezberinde olup, kitabın sadece hafızaya yardımcı bir unsur olarak kullanılması anlamına gelir. Bu durumda râvi, ezberindeki rivayetleri, hata yapmamak için bir de yazılı olarak muhafaza etmektedir. Kitabın müzekkir olarak kullanılması durumunda, yazı ister râviye ister güvenilir başka bir kimseye, isterse de mechûl bir kişiye ait olsun, nakil geçerli sayılmıştır. Bu yolla nakilde esas olan yine râvinin ezberidir. Dolayısıyla yazılı malzemenin onu hataya sürüklemesi düşük bir ihtimaldir.470

Kitabın müzekkir olarak kullanılmasının, aslen ruhsat olmakla birlikte sonradan azimete dönüştüğü kabul edilmiştir. Bazıları kitaptan nakilde bulunmanın doğru olmadığını iddia etse de bu görüş kabul görmemiştir. Çünkü insanoğlu unutkandır. Bu sebeple haberlerin naklinde yazıyı devre dışı bırakmak, hadislerin ve sünnetin ortadan kalkması veya asıllarının bozulmasına yol açabilir.471

(2) İmam Kitap

Kitabın imâm olarak kullanılması, râvinin ezberinde olmayan rivayetin, tamamen kitaba dayanarak nakledilmesi demektir. Bu durumda rivayet şeyhin ezberinde bulunmadığı için kitap, haberin kaynağı olan tek ve asıl malzemedir. Râvi nakil esnasında hafızasına değil de kitaba tabi olduğu için bu durum, namazda muktedînin imama uymasına benzetilmiştir.472

Kitabın imâm olarak kullanılması durumunda, râvi kitaba baktığında kendi yazısını hatırlayabiliyorsa, rivayetinin makbul olduğu konusunda usûlcüler arasında ihtilaf yoktur.

Hatta Serahsî, rivayetin bu şekilde muhafaza edilmesini de azimete benzeyen ruhsat (ruhsat şebîhün bi’l-azîmeti) olarak adlandırır. Çünkü bu durumda yazı, tıpkı ezberde tutma gibi,

      

469 Pezdevî, a.g.e., III, 76; Serahsî, a.g.e., I, 357.

470 Pezdevî, a.y.

471 Pezdevî, a.y; Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., III, 75.

472 Pezdevî, a.y; Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., III, 76.

115

alınmasından nakledilmesine dek rivayetin eksiksiz şekilde korunmasına imkan vermekte, dolayısıyla hüküm açısından da aynen ezberleme gibi olmaktadır.473

Kitaptan nakil konusunda usûlcüler arasındaki asıl ihtilaf, râvinin imâm olarak kullandığı kitaptaki yazının kime ait olduğunu veya kendisinin onu yazıp yazmadığını hatırlayamaması durumunda ortaya çıkmaktadır. Ebû Hanîfe bu durumda haberin naklini sahih saymaz. Çünkü hatırlamak amacıyla yazmak, tıpkı görmek için aynaya bakmaya benzer. Kitaptaki yazının râviye hiçbir şey ifade etmemesi, aynanın bakan kimseye hiçbir şeyi göstermemesi gibidir. Aynı şekilde mahkemede kâdînin şahide belgedeki yazıyı göstermesi ve şahidin de o yazının kendisine ait olmadığını veya tam olarak hatırlamadığını iddia etmesi durumunda belgenin delil değerini yitirmesi gibi, râvi yazıyı tanıyamadığında da haberin rivayet değeri ortadan kalkar.474

Pezdevî, kişinin belgede veya kitapta yer alan yazıyı tanıyamaması durumunu, mezhep imamlarının, yazılı belgenin niteliğini göz önünde bulundurarak üç kategoride değerlendirdiklerini söyler: Mahkemede kullanılan resmi belgeler (dîvan), hadis ve sünnetlerin yer aldığı kitaplar (âsâr) ve günlük ticari işlerde kullanılan belgeler (sukûk).

Ebû Hanîfe, râvinin yazısını tanıyamaması ve haberi nerede, ne zaman aldığını hatırlayamaması durumunda, her üç belgeden de nakli geçersiz sayar. Ebû Yûsuf, sadece mahkemede kullanılan belgelerde naklin geçerli olacağını; İmam Muhammed ise her üç yazı türünde de rivayetin geçerli sayılacağını söyler. Bu üç görüşten Ebû Hanîfe’ya ait olanı doğru bulunmuştur. Çünkü gerek insanlararası ilişkilerin sağlıklı bir şekilde yürümesi, gerekse de dinin tahrif olmaktan korunması için, bu konuda hassas olunmalıdır.

Yanlış anlama ve hataya düşme ihtimali yüksek olduğu için, dilsiz kimselerin işaret diliyle aktardıkları haberlere istinaden hüküm vermek nasıl mümkün değilse, râvinin yazısını tanıyamadığı bir kitaptan nakilde bulunması durumunda da yanılma ihtimali yüksek görülmüş ve rivayet makbul sayılmamıştır.475

Görüldüğü üzere mezhep imamlarından bu konuda en toleranslı olanı İmam Muhammed, en hassas ve titiz olan ise Ebû Hanîfe’dir. Onların bu husustaki yaklaşımlarını, yaşadıkları döneme ve o dönemdeki yazılı belgelerin kullanım sıklığına bağlamak yanlış olmasa gerektir. Ebû Hanîfe döneminde insanlar, hâlâ ezberlerine       

473 Serahsî, a.g.e., I, 379. Serahsî gibi bu şekilde muhafazayı kabul edenlere göre, râvinin yazısını hatırlayamaması tam ruhsat olarak adlandırılmıştır. Bkz. Pezdevî, a.g.e., III, 73; İbn Melek, a.g.e., s. 222.

474 Debûsî, a.g.e., s. 192; Pezdevî, a.g.e., III, 77; Serahsî, a.g.e., I, 358; İbn Melek, a.g.e., s. 222.

475 Pezdevî, a.g.e., III, 78; Serahsî, a.g.e., I, 358; Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., III, 78.

116

güveniyorlar ve ezber melekelerini işlek bir şekilde kullanıyorlardı. Sonraki dönemlerde insanların bu husustaki gayretleri zayıfladığı için, buna bağlı olarak rivayetlerin naklinde de toleranslı davranıldığı söylenebilir. Hanefî usûlünde haberlerin korunması ile ilgili yaklaşımları şöylece özetleyebiliriz:

İlk devirlerde rivayetin ezberde tutularak korunması “azimet”; kitaplarda muhafaza edilmesi de “ruhsat” olarak değerlendirilirken, daha sonra kitabın müzekkir olarak kullanılması da azimete dahil edilmiştir. Çünkü bu durumda aslolan râvinin ezberidir.

Râvinin ezberinde bulunmayan haberleri kitaptan nakli, yani kitabın imam olarak kullanımı ise ruhsat olan nakil şekli sayılmıştır.

Hanefî fukahâsı, muhtevası ve niteliğine göre yazılı belgeleri mahkeme sicilleri (dîvânü’l-kâdî), hadis ve sünnetlerin yer aldığı kitaplar (âsâr) ve gündelik işlerde kullanılan ticari belgeler (sukûk) olmak üzere üç gruba ayırmıştır. Bütün bu belgeler de içerisindeki yazının durumuna göre, râvinin kendi el yazısı ile yazılanlar; yazısının güvenilirliğiyle tanınan meşhur bir kimseye ait olanlar ve yazının sahibinin bilinmediği metinler olmak üzere üçe ayrılmıştır. Mezhep imamlarının, ezberde olmayan yazılı belgeden nakil konusundaki görüşlerini tablo halinde şöyle gösterebiliriz:

Hanefî Fıkhında Kitabın İmam Olması Durumunda Yazılı Belgelerin Kullanımı

Mahkeme sicillerinde Hadis kitaplarında Ticari evrakta

Râvinin kendi yazısı

İmameyn İmameyn İmameyn Geçerli

Ebû Hanîfe Ebû Hanîfe Ebû Hanîfe Geçersiz

Güvenilir kimsenin yazısı

İmameyn İmameyn İmameyn Geçerli

Ebû Hanîfe Ebû Hanîfe Şeyhayn Geçersiz

Mechûl kimsenin yazısı

İ. Muhammed İmameyn İ. Muhammed Geçerli

Şeyhayn Ebû Hanîfe Şeyhayn476 Geçersiz

İmâmeyn: Ebû Yûsuf, İmam Muhammed, Şeyhayn: Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf

      

476 İmam Muhammed, ticari belgelerin, mechûl bir kimsenin elinde olması durumunda, şayet belgenin muhtevası bir kimseyi ilgilendiriyorsa geçersiz, birden fazla kimseyi ilgilendiren bir muhtevaya sahipse delil olarak kullanılabileceğini söylemiştir. bkz. Pezdevî, a.g.e., III, 81.

117

İlk dönemlerde rivayetlerin korunması hususunda, yukarıda zikredilen görüşler geçerli iken, müteâkip asırlarda ezberden değil de yazılı belgelerden naklin tercih edilmeye başlandığı görülür. Buna göre azimet olan, rivayetlerin hafızadan değil artık kitaplardan naklidir. Çünkü yazılı belgeden nakilde, rivayetler üzerinde değişiklik ihtimali eskisine oranla oldukça azalmıştır. Bunda yazının gelişmesi ve iyileşmesi, yazı için kullanılan malzemelerin artması ve temin edilmesindeki kolaylıklar gibi başka bazı nedenleri saymak da mümkündür. Haberlerin yazıya geçirilmeksizin hafızada korunması ve ezberden nakli ise, ruhsat olarak değil, azimet-i mutlaka olarak değerlendirilmiştir. Hafızasına güvenen, unutmayacağından emin olan kimseler için haberleri ezberde tutmanın caiz, hatta belki daha sağlam bir yol olabileceği söylense de, rivayetlerin artması, insanların gayretlerinin farklı alanlara yayılması, dînî hassasiyetlerin de ilk dönemlere göre zayıflaması nedeniyle, artık ezberden değil, yazılı malzeme üzerinden nakil daha güvenilir görülmüştür.

Sahâbenin kendi dönemlerinde haberlerin korunması hususunda, yazıdan ziyade ezbere dayanmaları, Hz. Peygamber’le sohbetin bereketine bağlanmış, sonraki devirlerde, ilmin kaybolmaması için yazının ve kitaplardan naklin artık sünnet haline geldiği ifade edilmiştir. İbrahim en-Nehaî’nin önceleri hadislerin yazılmasını hoş görmezken, insanların hafızalarında tembellik ve gevşekliğin ortaya çıkması sebebiyle, sonradan yazarak korumayı gerekli görmesi de bu hususta bir fikir vermektedir.477