• Sonuç bulunamadı

Doğru veya yalan olma ihtimallerinden birinin ağır bastığı haberler, şeklinde dört gruba ayırır

BİRİNCİ BÖLÜM İSNAD TENKİDİ

A. RİVAYETLERİN TAKSİMİ

4. Doğru veya yalan olma ihtimallerinden birinin ağır bastığı haberler, şeklinde dört gruba ayırır

Debûsî’ye göre, peygamberler yalandan korunmuş (masum) oldukları için, onların haberleri kesin ilim ifade eder. Bu haberlerin doğruluğuna inanılması ve gereğince amel edilmesi zorunludur. Firavun gibi ilahlığını veya Müseylime gibi peygamberliğini ilan eden yalancıların haberleri de kesin olarak yanlıştır. Bu haberlerin, yalan olduğuna inanılması ve dil ile inkar edilmesi gereklidir. Debûsî üçüncü maddedeki, doğru da yalan da olabilecek haberlere, fâsıkların naklettikleri haberleri örnek gösterir. Ona göre fâsık (günahkar kimse), akıllı ve aslında dindar bir kişi olduğu için, naklettiği haberin doğru olma ihtimali vardır. Çünkü sahip olduğu akıl ve İslam vasıfları, yalan söyleme ihtimalini zayıflatmaktadır. Bunun için fâsığın haberi hakkında, hevasına uyup yalan söylemediği tespit edilemeyeceği için tevakkuf edilir. Nitekim Kur’an’da da fâsığın naklettiği haberin, incelenmeksizin kabul edilmemesi gerektiği belirtilmiştir.224 Dördüncü gruba girenler ise,       

223 Konu hakkında daha ayrıntılı bilgi için bkz. Bedir, a.g.e., ss. 168-169; Yargı, a.g.e., s. 44.

224 Bkz. Hucurât, 6. “Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın…”

Haber

Mütevâtir Mütevâtir Olmayan

(Âhâd haberler)

Zarurî olarak ilim ifade

edenler Nazarî olarak ilim ifade edenler (Meşhur)

64

doğru veya yalan ihtimallerinden birinin ağır bastığı haberlerdir. Debûsî, âdil râvilerin naklettikleri rivayetleri bu grupta ele alır. Çünkü râvideki adalet vasfı, onun hevasına kapılıp yalan söylemeyeceği noktasında bir güvenilirlik oluşturmaktadır. Buna rağmen âdil kimselerin naklettiği haberlerin, birinci gruptaki mütevâtir haberler gibi kesin doğruyu ifade ettiği söylenemez. Bu gruba giren haberlerle amel edilir. Ancak haberin doğruluğuna inanılması zorunlu değildir.225

Debûsî haberin bilgi değerini göz önüne alarak yaptığı yukarıdaki taksimin ardından, bu haberler içerisinde amel edilmesi gerekenleri meşhur ve garîb olmak üzere ikiye ayırır. Meşhuru, tevâtür seviyesine ulaşan haberler ve tevâtür seviyesine ulaşmasa da yaygınlık kazanmış haberler; garîb haberleri ise, meşhur olmamakla birlikte inkarı gerektirmeyecek derecede garip olanlar ve inkar edilen garip haberler (garîb müstenker) diye ikiye ayırır.226

Debûsî’nin haber tasnifi tablo olarak şöyle gösterilebilir:

Sonraki dönemlerde Hanefî usûlünde, haberlerin taksimi konusunda Cessâs’ın ve Debûsî’nin taksiminden ziyade, Pezdevî’ye ait aşağıdaki haber kategorisinin kabul edilip yaygınlaştığı görülür.227 Pezdevî, eserinde Kitab bahsini tamamladıktan sonra “Sünnetin kısımlarının beyanı” şeklinde bir başlık açar ve ilk olarak şunları zikreder:

Daha önce Kitab delilini açıklarken zikrettiğimiz âm, hâs, emir, nehiy gibi elfâz bahislerinin tamamı, sünnet delili için de geçerlidir. Delil değeri açısından sünnet de

      

225 Debûsî, a.g.e., ss. 205-206. Debûsî’nin hadis/sünnet anlayışı ve haber teorisini müstakil olarak ele alan şu iki çalışmaya bakılabilir: Topgül, Enes, “Ebû Zeyd ed-Debûsî’nin Hadis/Sünnet Anlayışı -Takvîmü’l-edille Çerçevesinde Bir İnceleme-, İHAD, sy.17, Konya 2011, ss. 88-93; Tuzcu, Recep, Hanefî Usûlünde Hadis –Debûsî Örneği-, İFAV Yay., İstanbul 2014, ss. 66-90.

226 Debûsî, a.g.e., s. 207. Bir önceki kısımda da geçtiği üzere, bunlar selefin kabul etmeyip reddettikleri haberlerdir. Meşhur haberi terk edenin günaha düşmesinden korkulduğu gibi, bu tür haberle amel edenlerin de aynı şekilde günah işlemiş olmasından korkulur. Meşhur haber yakînî bilgiye ne kadar yakınsa, bu haberlerin de yalan olma ihtimali o kadar güçlüdür.

227 Bedir, a.g.e., ss. 168-169; Yargı, a.g.e., s. 44.

Haber

Meşhur

İnkârı gerektirmeyenler (Âhâd) Tevâtür sayısına ulaşanlar

(Mütevâtir) Yaygınlık kazananlar

(Müstefîz) İnkârı gerektirenler

(Merdûd) Garîb

65

Kitaba denk olduğu için, bu yönüyle onun bir alt dalı konumundadır. Dolayısıyla orada bahsettiğimiz hususların tamamı rivayetler için de geçerlidir.228 Bunun haricinde sünnetin ayrıca Kitabın kapsamına girmeyen kendisine ait meseleleri de vardır. Bunlardan biri rivayetlerin Hz. Peygamber’e ulaşma (ittisâl) şeklidir… Hanefî usûl eserlerinde Hz. Peygamber’e ittisali yönünden rivayetler üçe ayrılır: Kendisinde şüphe bulundurmayan bir şekilde (ittisâlen kâmilen) Hz. Peygambere uluşan mütevâtir haberler; ittisâlinde sadece şekil yönünden şüphe barındıran meşhur haberler; üçüncüsü de hem şekil hem de mana yönüyle şüphe barındıran âhâd haberlerdir.229

Serahsî ve Pezdevî’ye ait haber tasnifi de şema olarak şöyle gösterilebilir:

Haberlerin tasnifi hususunda usûlcüler arasındaki bu farklılık, mezhep imamlarının sünneti nitelerken kullandıkları maruf sünnet, meşhur sünnet, sabit sünnet, mütevâtir sünnet gibi tabirlerin farklı şekilde anlaşılmasından kaynaklanmaktadır.230 Rivayetlerin bu genel taksiminden sonra, her bir haber kategorisinin açıklamasına geçebiliriz.

      

228 Elfâz bahisleri açısından rivayet lafızlarının da Kur’an ayetleri gibi değerlendirilmesinin sakıncaları konusunda bkz. Görmez, Mehmet, Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu, TDV Yayınları, 2. Baskı, Ankara 2000, ss. 142-146.

229 Pezdevî, a.g.e., II, 521. Burada şu hususun belirtilmesi gerekmektedir: Hanefî fakihlerin rivayetleri mütevâtir, meşhur ve âhâd olarak tasniflerinde temel alınan zaman dilimi ilk üç asrı kapsamaktadır. Hicrî üçüncü asırdan sonra bir haberin yayılıp, şöhret bulması o rivayeti âhâd olmaktan kurtarmayacağı gibi, aynı şekilde ilk devirlerde meşhur olarak bilinip uygulanan sünnetlerin veya haberlerin sonradan kısmen terk edilmesi veya o konuda ihtilafın ortaya çıkması da, haberin şöhretine ve ifade ettiği ilme bir eksiklik vermeyecektir. Haberlerin kabulü ve reddi konusunda ilk üç asrın icmaının veya haberi kabul etmelerinin önemi konusunda ayrıca bkz. Serahsî, Usûl, I, 293; Abdülaziz Buhârî, a.g.e., II, 534.

230 Apaydın, “Meşhur”, DİA, XXIX, 369.

Haber

Mütevâtir Kâmilen muttasıl

Meşhur

İttisali şeklî yönden şüpheli

Haber-i vâhid

Hem şekil hem de mana yönünden şüpheli

66 1. Mütevâtir

a. Tanımı

Sözlük anlamı itibariyle, “peş peşe gelmek, birbiri ardınca devam etmek” anlamına gelen v-t-r kökünden türeyen mütevâtir kelimesi, vetera fiilinin tefâul bâbında ism-i fâilidir. “Tevâterat el-kütüb” denildiğinde, kitapların birbiri ardınca yazılması, “Tevâterat el-ibilü” dendiğinde de develerin peşi sıra birbirini takip etmesi kastedilir. Aynı şekilde

“Câû tetrâ” ifadesi, oraya gelenlerin birbiri ardınca, teker teker gelmelerini ifade eder.231 Mütevâtir kelimesinin zikredilen bu sözlük anlamlarının ıstılahî manaya da yansıdığı görülür.

Hanefî usûlünde mütevâtir, bütün tabakalarında, yalan bir haber uydurmak üzere adeten bir araya gelme ihtimali bulunmayacak sayıda çok kimsenin naklettiği haberdir.

Kur’an’ın nakli, beş vakit namaz ve rekat sayıları, mallardaki zekat miktarı vb. dini içerikli haberlerle; bizden önce de bu dünyada yaşayan insanların bulunduğu, onların da çoluk çocuk sahibi oldukları vb. haberler bu gruba dahildir.232 Tevâtür konusu usûl eserlerinde görüldüğü üzere, sadece dini içerikli rivayetleri karşılamak için değil, başka haberleri de kapsayacak şekilde ele alınmaktadır.233

“Hz. Peygamber’e ittisalinde şüphe olmayan hadis” şeklinde tarif edildiği için, mütevâtir haberlerin isnad ve râvilerinin incelenmesi söz konusu değildir. Bu gruba giren haberlerin râvilerinin içerisinde zayıf olanların bulunması, hadisin mütevâtir olmasına engel değildir.234

İbnü’s-Salah, mütevâtir kavramının, hadisçilere değil fukahâ ve usûlcülere ait bir kavram olduğunu, hadisçilerden sadece Hatîb el-Bağdâdî’nin bu kavramı kullandığını, onun da bunu ehl-i hadis dışındaki gruplardan aldığını söylemiştir. İbnü’s-Salâh, bu kavramın hadisçiler tarafından kullanılmamasını, haberlerin bilgi değerinin onların ilgi       

231 İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim ed-Dineverî, Garîbü’l-hadîs, I-III, thk. Abdullah el-Cebbûrî, Matbaatü’l-Ânî, Bağdat 1397, III, 691; Herâvî, Ebû Mansûr, Muhammed b. Ahmed, Tehzîbü’l-lüğa, I-XVI, thk. Muhammed İvaz Mür′ib, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut 2001, XIV, 222;

Abdulaziz el-Buhârî, Keşfü’l-esrâr, II, 522; Zebîdî, Murtezâ Muhammed b. Muhammed, Tâcü’l-arûs min cevâhiri’l-kâmûs, Dâru’l-Hidâye, ty., XIV, 339; Apaydın, H. Yunus, “Mütevâtir”, DİA, XXXII, 208.

232 Cessâs, a.g.e., III, 37; Debûsî, a.g.e., s 208; Serahsî, a.g.e., I, 282; Pezdevî, a.g.e., II, 522; Semerkandî, Mizânü’l-usûl, s. 620.

233 Mütevâtir haberin Hanefî usûlcüler tarafından yapılan diğer tanımları için bk: Abdülmecîd et-Türkmânî, Dirâsât fî usûli’l-hadîs, ss. 107-108.

234 Başaran, Selman - Sönmez, M. Ali, Hadis Usûlü ve Tarihi, Emin Yayınları, Bursa 2010, s. 122-123;

Apaydın, a.g.md., s. 208.

67

alanına girmemesine ve bu özellikteki rivayetlerin sayısının oldukça az olmasına bağlamıştır.235 Klasik hadis usûlü eserlerinde mütevâtirin tanımına rastlanamaması da, bu tür haberlerin hadisçilerden ziyade usûlcülerin ve kelamcıların ilgi alanına girdiğinin bir kanıtı olarak değerlendirilebilir.236

Mütevâtir kavramının hicrî ikinci asrın başlarından itibaren kullanılmaya başlandığı, bu konuyu ilk kez gündeme getiren ve hüccet olarak kullanılacak haberleri

“makbul” ve “merdud” şeklinde ele alan kişinin, Mutezile mezhebinin kurucusu olarak bilinen Vâsıl b. Atâ (ö. 131/748) olduğu ifade edilmiştir.237

b. Şartları

Tevâtürün oluşması için üç şartın gerçekleşmesi gereklidir:

İlk olarak, râviler yalan üzere birleşmeyecek kadar çok sayıda olmalıdır. Bu sayı ile ilgili olarak Kur’an’daki bazı ayetlerden ve aklî bazı çıkarımlardan hareketle beş, on iki, kırk, yetmiş gibi rakamlar söylense de,238 bunun bir sayı ile sınırlandırılmayıp, “yalan söylemek için bir araya gelmesi adeten mümkün olmayacak sayıda kişi” şeklinde alınması kabul görmüştür.

İkinci şart, tevâtüren nakledilen haberin akıl yürütmeyle değil, duyulara dayalı olarak (hissî) bilinebilecek cinsten olması lazımdır.

Üçüncüsü de yukarıda zikredilen iki şartın bütün tabakalarda bulunması gerekmektedir.239

Bunların haricinde zikredilen, râvilerinin adalet sahibi olması ve farklı bölgelerde bulunmaları gibi şartlarda240 ihtilaf edildiği görülür.241

      

235 İbn Salah, a.g.e., s. 267.

236 Apaydın, a.g.m., DİA, XXXII, 208.

237 Hansu, Hüseyin, Mütevâtir Haber -Bilgi Değeri ve İslam Düşüncesindeki Yeri-, Bilge Adamlar Yayınları, Van 2008, ss. 71-72.

238 Bazı davalarda şahitlik nisabı dört olduğu için, tevâtür sayısının bundan az olamayacağı, bu sebeple de her tabakada en az beş râvinin bulunmasıyla tevâtürün oluşabileceği söylenirken; Kur’an’da Musa’nın yetmiş kişi ile Tur Dağı’na çıktığı (A′râf, 7/155) delil gösterilerek, kesin bilginin oluşması için her tabakada en az yetmiş râvinin bulunması gerektiği veya Bedir ashâbından daha az sayıda râvinin haberiyle tevâtürün oluşmayacağı, bu sebeple de en az üç yüz kişinin bulunması gerektiği şeklinde farklı rakamlar ifade edilse de makbul olan, herhangi bir sayının belirlenemeyeceği şeklindeki görüştür.

Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., II, 523.

239 Serahsî, a.g.e., I, 294; Semerkandî, a.g.e., s. 615; Abdülaziz Buhârî, a.g.e., II, 522-524; İbn Emîr Hâc, et-Takrîr ve’t-tahbîr, II, 233.

240 Pezdevî, a.g.e., II, 523.

241 Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., II, 522.

68 c. Bilgi Değeri

Hanefî usûlcülere göre mütevâtir haber, bizzat görülmüş ve işitilmiş gibi zarurî olarak ilim ifade eder.242 Buna göre dinî konulardaki mütevâtir haberi inkar edenin kâfir olacağında ittifak vardır.243

Mütevâtir haberin ifade ettiği bilgi konusunda Cessâs’ın İsa b. Ebân’dan naklettiği aşağıdaki ifadeler, Hanefî usûlcülerin tamamınca kabul edilmiştir:

Mütevâtir haberler, az önce zikrettiğimiz sebeplerden dolayı zorunlu ve kesin bilgi ifade eder. Bu tür haberleri reddeden kimseler, sanki Hz. Peygamber bunu söylerken işitmiş de reddetmiş gibi, yani bizzat O’nu inkar etmiş gibi olacaklarından, İslam dairesinden çıkıp kâfir olurlar. Çünkü bu haberler neticesinde oluşan ilim, aklın ve duyuların zorunlu kıldığı bilgi gibidir.244

Cessâs, mütevâtir haberi, ilim ifade edip etmemesi açısından ızdırârî ve istidlâlî tevâtür olmak üzere ikiye ayırır. Izdırârî mütevâtir, aklî istidlâl kullanmaksızın zorunlu olarak ilim ifade eden haberlerdir. Bizden önce atalarımızın da bu dünyada yaşamış olduğu, yeryüzünde Mekke, Medine diye şehirlerin olduğu gibi hiç düşünmeden ilim ifade eden haberler bu gruba girer. İstidlâlî mütevâtir ise, ancak muhâkeme veya bir başka delil vasıtasıyla ilim ifade eden haberlerdir. “Mestler üzerine meshetmenin hükmü ve meshin nasıl olacağı”nı ifade eden hadisler bu gruba örnek verilmiştir. Bu son kısma giren haberlerin ifade ettiği ilim, zorunlu olarak ve ansızın değil, düşünme ve istidlalden sonra gerçekleşmektedir.245 Cessâs’ın meşhur haberleri de “mütevâtir”in kapsamında değerlendirdiği göz önünde bulundurulacak olursa, yukarıda istidlâlî olarak ilim ifade eden haberlerden meşhur haberi kastettiği anlaşılmaktadır.246

Haberlerin tasnifinde olduğu gibi, mütevâtir haberin tanımı ve kısımları konusunda da erken dönem Hanefî usûlcülerinin ortak bir kanaate sahip olmadığı söylenebilir. Her ne kadar haberlerin bilgi değeri bağlamında kullanılan tevâtür teriminin Hanefî usûlünde

      

242 Hanefî usûlcüler, mütevâtir haberin zorunlu olarak değil de iktisâbî olarak yakin ifade edeceğini iddia eden Şâfiîleri eleştirirler. bkz. Pezdevî, a.g.e., II, 524

243 Cessâs, a.g.e., III, 35; Debûsî, a.g.e., s. 207; Pezdevî, a.g.e., II, 533; Serahsî, a.g.e., I, 291. Dini içerikli olmayan mütevâtir haberleri ancak, kendi anasını, babasını, dinini, dünyasını bilmeyen sefih kimselerin inkar edeceği ifade edilmiştir.

244 Cessâs, a.g.e., III, 35. Mütevâtir haberin Hanefî fıkhında terim olarak kullanımının mezhebin kurucu imamları değil, İsa b. Ebân’la başladığı, mezhep imamlarının eserlerinde geçen tevâtür lafzının ise genelde sözlük anlamında kullanıldığı şeklindeki iddia için bkz. Yiğit, a.g.e., s. 137.

245 Cessâs, a.g.e., III, 47-48.

246 Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., II, 534.

69

ortaya çıkışı İsa b. Ebân’a dayandırılsa da, daha sonra gelen Hanefî usûlcülerin ondan aldıkları bu kavramı geliştirdikleri görülür. Tevâtürün oluşması için gerekli şartlar ve onu inkar edenin durumu gibi konular ise sonraki usûl eserlerinde daha ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Mütevâtir haber kategorisinin, hadis usûlüne usûl-i fıkıhtan geçmiş olduğu, haberlerin bilgi ve hüccet değerinin hadisçilerin değil fukahânın ve usûlcülerin ilgi alanına girdiği de bizzat hadisçiler tarafından dile getirilmiştir. Her ne kadar mütevâtir haber konusu, usûl eserlerinde ayrıntılı bir şekilde işlenmişse de, böyle haberlere, yani “lafzî mütevâtir”e dair herhangi bir örneğe yer verilmemiştir. Bu konuda daha ziyade, beş vakit namazın farz oluşu, zekat miktarları gibi manevî tevâtürün kapsamına giren haberler örnek gösterilmiştir. Buradan hareketle, mütevâtir haberlerin usûl-i fıkıhta da teori düzeyinde kaldığı, herhangi bir haber üzerinden örnekleme yoluna gidilmediği söylenebilir.247

2. Meşhur a. Tanımı

Muhaddisler meşhur haberi, âhâd haberin bir alt kategorisi olarak ele alırlar.

Hadisçilere göre meşhur, her tabakasında en az üç râvisi bulunan rivayetlerdir.248 Hadis usûlü eserlerinde meşhur haberi karşılamak üzere müstefîz kavramı da kullanılmaktadır.

Müstefîz kavramının, senedinin başı ve sonu birbirine eşit olan haberler için kullanılacağı, dolayısıyla bir kavram olarak meşhurun ondan daha kapsamlı olduğu iddia edilse de, muhaddisler tarafından haberin yaygın olduğunu ifade etmek için her iki terim de kullanılmıştır.249 Benzer kullanımı Hanefî usûl eserlerinde de görmek mümkündür.250

Hanefî usûlcülere göre meşhur haber, ilk nesilde âhâd olarak nakledilmekle birlikte, ikinci ve üçüncü nesilde tevâtür seviyesine ulaşan haberdir.251 Haberin meşhur       

247 Mütevâtir haberin ifade ettiği bilgi değeri konusundaki ihtilaflar hakkında yapılan bir çalışma için bkz.

Sait Türetken, Mütevatir hadislerde nisbilik meselesi ve delil olma bakımından doğurduğu ihtilaflar, Yayımlanmamış YL tezi, AÜSBE, Ankara 2000.

248 İbn Hacer, Nüzhetü’n-nazar, s. 49; Sehâvî, a.g.e., III, 392; Suyûtî, a.g.e., II, 106.

249 Müstefîzin meşhur ile aynı anlama gelmediğini iddia edenler, bu iki kavram arasında umûm husus min vechin ilişkisinin olduğunu söylerler. Yani her müstefîz haber aynı zamanda meşhurdur, ancak bunun tersi mümkün değildir. bkz. İbn Hacer, a.g.e., s. 50; Cezâirî, Tâhir ed-Dımeşkî, Tevcîhü’n-nazar ilâ usûli’l-eser, I-II, 1. Baskı, thk. Abdülfettâh Ebû Gudde, Mektebü’l-Matbuâti’l-İslâmiyye, Beyrut 1995, I, 112.

250 Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., II, 534.

251 Debûsî, a.g.e., s. 211; Pezdevî, a.g.e., II, 534; Serahsî, a.g.e., I, 292; Semerkandî, a.g.e., s. 623. Meşhur haber için farklı tanımlar yapılsa da, yukarıda verilen tarifin sonraki usûlcüler arasında kabul gördüğü söylenebilir. Bu gruba giren haberler için; ‘Ulemânın kabul ile telakki ettiği rivayetlerdir’, veya ‘Yalan üzere birleşmelerini aklın mümkün gördüğü râviler topluluğunun Hz. Peygamber’den naklettiği, sonradan ulemânın kabul edip amel ettiği haberlerdir.’ şeklinde tanımlar da yapılmıştır. Bkz. Serahsî, a.g.e., I, 292;

70

sayılabilmesi için, hicrî üçüncü asır esas alınır. Üçüncü asırdan sonra şöhret kazanıp yayılan haberler meşhur kategorisinde değerlendirilemez. Çünkü âhâd haberlerin çoğu bu dönemden sonra yaygınlaşmıştır. Namazlarda imamla birlikte Fâtihâ’yı okumanın252 ve abdestte besmele çekmenin farz olduğunu bildiren haberler,253 bu gerekçeyle meşhur kategorisinde değerlendirilmemiş; âhâd oldukları için de bu konudaki genel nitelikli naslarla teâruz edemeyecekleri ifade edilmiştir.254 Haberlerin şöhret kazanmasında ilk üç nesle yapılan vurguda, onları tezkiye ve ta′dîl eden ve daha sonra yalanın yayılacağını bildiren naslar ile, yaşadıkları dönemin güven ve adaletin hakim olduğu zaman dilimi olarak değerlendirilmesinin etkili olduğu söylenebilir.255

Ebû Yûsuf ve Şeybânî gibi mezhebin kurucu imamları da, bazı rivayetler için ma'ruf ve meşhur tabirlerini kullanmışlardır.256 Onların bu kavramları sadece lügavî manada değil, ıstılâhî anlamını da karşılayacak şekilde kullandıkları ifade edilmiştir.257 Bu tabirlerin sonraki usûl eserlerinde de bazen lügat bazen de ıstılah anlamını karşılayacak şekilde yer aldığı görülür. Örneğin “fukahânın tanıdığı bildiği rivayetler” şeklinde bu

       Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., II, 534. Meşhur haberin başka tanımları için bkz. Ebu’l-Yüsr el-Pezdevî, Ma′rifetü huceci’ş-şeriyye, s. 119; Mehmet Ali Yargı, a.g.e., s. 46-50; Abdülmecid Türkmânî, a.g.e., s.

113-114; Apaydın, “Meşhur”, DİA, XXIX, 368-369.

252 Cemaatle kılınan namazlarda imamın arkasında cemaatin de Fâtihâ’yı okuması gerektiğini ifade eden rivayet, sahâbeden Ubâde b. es-Sâmit’ten nakledilmekte ve kaynaklarda şöyle yer almaktadır: Hz.

Peygamber birgün sabah namazını kıldırırken (cemaatin uğultusu sebebiyle) okuduğu ayetlerde zorlandı.

Namazı bitirince arkasında duranlara: “Siz imamla birlikte kıraati tekrarlıyor musunuz yoksa?” diye sordu. Onlar da “Evet” dediler. Bunu üzerine Hz. Peygamber: “Böyle yapmayın. Sadece Fâtihâ’yı okuyun.

Çünkü Fâtihâ’sız namaz olmaz” buyurdular. Tirmizî, Salât, 232; Ebû Davud, Salât, 136; Nesâî, İftitâh, 29; Dârekutnî, Sünen, II, 97, 99; Ahmed b. Hanbel, a.g.e., XXXVII, 368, 410, 413; Taberânî, Ebu’l-Kâsım Süleyman b. Ahmed, Mu′cemü’s-sağîr, I-II, 1. Baskı, thk. Muhammed Şekûr Mahmûd, el-Mektebü’l-İslâmî, Beyrut 1981, I, 384; Hâkim, Müstedrek, I, 364. Tirmizî, bu konuda sahâbeden Ebû Hureyre, Hz. Âişe, Enes b. Mâlik, Ebû Katâde ve Abdullah b. Amr’dan da rivayetlerin nakledildiğini zikretmiş, fakat bunlardan sadece Ubâde tarikine yer vermiş, bu tarikin de hasen sahîh olduğunu ifade etmiştir. Tirmizî, sahâbe ve tâbiûndan ilim ehli olanların çoğunluğunun, imamın arkasında cemaatin de Fâtihâ’yı okuması gerektiği görüşünde olduklarını; İmam Mâlik, Şâfiî, Abdullah b. Mübârek, Ahmed b.

Hanbel ve İshak b. Râhûye’nin de bu görüşü savunduğunu nakletmiştir. Bu rivayet her ne kadar ilim ehli arasında kabul görse de, kaynaklarda yer alan nakilleri göz önüne alındığında, sahâbeden sadece Ubâde b.

es-Sâmit’ten nakledildiği ve sened itibariyle ferd olduğu görülmektedir.

253 Rivayetin sened ve metin tahlili için bkz. II. Bölüm ss. 160-167.

254 Abdülaziz Buhârî, a.g.e., II, 534.

255 Pezdevî, a.g.e., II, 534-535. Nitekim daha önceki kısımlarda, râvinin mechûl ve mestûr olarak değerlendirilmesinde ve râvinin fakih olarak kabul edilmesinde ilk üç nesle yapılan vurgu ön plana çıkmaktaydı.

256 Meşhur ve maruf teriminin tek başına veya birlikte kullanıldığı bazı yerler için bkz. Ebû Yûsuf, a.g.e., s.

38, 40; Şeybânî, el-Hucce, I, 35, 65, 180, 213, 432; II, 261, 271, 298, 395, 671, 691; III, 388; IV, 177, 392.

257 Bkz. Yargı, a.g.e., s. 60.

71

eserlerde yer alan bazı tabirler, rivayetin tariklerinin çokluğundan ziyade haberin ulemâ arasındaki şöhretini ifade etmektedir.258

Meşhur haber, ilk nesilde aslında haber-i vâhid kapsamında iken sahâbe ve tâbiûn döneminden sonra yaygınlaşarak, yalan üzere birleşmeleri aklen mümkün olmayacak sayıda bir grup tarafından rivayet edilmeye başlanmış ve böylece meşhur hale gelmiştir.

Bu açıdan meşhur haberin sübutunda aslî yönden değil, şekil açısından şüphe bulunmakta, bu yönüyle de mütevâtire yakın sayılmaktadır.259 Cessâs’ın meşhur haberi mütevâtirin bir kısmı olarak değerlendirmesinde260 de bunu görmek mümkündür.

b. Bilgi Değeri

Meşhur haber, tıpkı mütevâtir gibi kendisiyle amel edilen sağlam bir delildir.

Onunla Kur'an'ın getirdiği hükme ilave hüküm getirmek (nassa ziyade) ve umumunu tahsis etmek mümkündür. Meşhur haberin bilgi değerini tevâtüre yakın hale getiren, selef zamanında kabul görmesi; yaygınlaşmış ve uygulanmış olmasıdır.261

Hanefî usûlcüler tarafından nassa ziyadenin nesih kapsamında değerlendirildiği dikkate alınırsa, meşhur haberin, Kur’an ve mütevâtir haberle sabit bir hükmü neshedebileceği söylenebilir. Zina yapan evliye recim cezasının uygulanacağını, mestler üzerine mesh yapılabileceğini, önceleri mubah olan mut'anın sonradan yasaklanmasını, bir kadının halası ve teyzesi ile aynı nikah altında bulunmasının haram kılınmasını ve yemin

Hanefî usûlcüler tarafından nassa ziyadenin nesih kapsamında değerlendirildiği dikkate alınırsa, meşhur haberin, Kur’an ve mütevâtir haberle sabit bir hükmü neshedebileceği söylenebilir. Zina yapan evliye recim cezasının uygulanacağını, mestler üzerine mesh yapılabileceğini, önceleri mubah olan mut'anın sonradan yasaklanmasını, bir kadının halası ve teyzesi ile aynı nikah altında bulunmasının haram kılınmasını ve yemin