• Sonuç bulunamadı

1.7. YENİ EKONOMİ VE KÜRESELLEŞME

2.1.4. Modern Yönetim Yaklaşımı

Modern yönetim yaklaşımları, klasik ve neoklasik yönetimin bir devamı olup yönetime daha değişik boyutlar getirmiştir. Klasik yönetim anlayışında aranan yönetici tipi genellikle otoriter, buyurgan, üretim ve verimlilikten başka bir şey düşünmeyen “komutan” nitelikli, yöneticiler olduğu halde, neoklasik modelde; arkadaş tipi, babacan, cana yakın, üretimi ve verimliliği ikinci plana atan, öncelikle çalışanların sosyolojik, psikolojik, ekonomik sorunları ile ilgilenen ve uğraşan yönetici tipi aranmaktaydı. Modern örgüt modeli ve yönetim anlayışındaki yönetici tipi ise her ikisinin karışımından oluşan katılımcı, demokrat, üretim ve verimliliği birlikte düşünen yöneticidir.

Modern yönetim yaklaşımında iki temel yaklaşım vardır. Bunlardan birincisi 1960 yıllarında yönetim ve organizasyon analizinde temel yaklaşım haline gelen sistem yaklaşımıdır. İkincisi ise, sistem yaklaşımının bir bakıma devamı olarak kabul edilebilecek olan durumsallık yaklaşımıdır.

Sistem yaklaşımı matematik, istatistik, mühendislik dallarında ortaya çıkan sorunları bir bütün olarak ele almayı ve değerlendirmeyi amaçlıyordu. Bu yaklaşımda örgütler kişi, görev ve teknoloji öğelerinden oluşan karmaşık sistemler olarak görülür. Yönetimde, teknolojik ve çevresel faktörler psiko-sosyal faktörler kadar önemlidir.

Yönetimde sistem yaklaşımı denildiği zaman, yönetim olaylarını ve bu olayların gerçekleştiği birimleri, birbirleri ile ilişkili bir biçimde ele alan yaklaşım anlaşılmaktadır. Bu yaklaşım, örgüt içerisindeki her bir birimi bir sistem olarak ele alır, örgütün karşılıklı olarak birbirine bağlı çeşitli alt sistemlerden oluştuğunu, bu birimlerin birbiriyle ve çevreleriyle olan ilişkilerini ve bu ilişkilerin niteliğini bir bütün olarak incelemeyi esas alır.

Sistem yaklaşımına göre örgütler, çevreden belirli girdiler alan, bunları belirli bir dönüşüm (üretim) sürecinden geçirerek çevreye çıktılar (mal ya da hizmet) sunan ve kendi içinde birbirleriyle ilişkili alt sistemler ve işlevlerden oluşan sosyal sistemlerdir (Uygur, 2007: 59). Dolayısıyla, yönetim ilke, teori ve teknikleri bu yapıya uygun şekilde tanımlanmalı ve yeniden yapılandırılmalıdır. Bunlara ek olarak yönetimde sistem yaklaşımı, yöneticiler açısından birtakım avantajlar da doğurmaktadır. Bunlar (Can, 2005: 56);

• Yönetici görevini dar bir şekilde, yalnızca kendi görevleri açısından yorumlamaktan kurtularak, kendi alt sistemine bağlı ve ilişkide olduğu diğer alt-sistemleri ve çevre şartlarını da dikkate alma imkânı sağlamıştır.

• Yöneticiye kendi alt-sisteminin amaçlarını, parçası olduğu daha geniş bir sistemin amaçları ile ilişkilendirme fırsatı vermiştir.

• Yönetici, örgüt yapısını alt-sistemlerin amaçları ile uyumlu bir şekilde kurma imkânına kavuşmuştur.

• Yönetici, son olarak, alt-sistemleri değerlendirirken bu sistemlerin ana sisteme yaptıkları katkıyı saptama fırsatı elde etmiştir.

İkinci yaklaşım ise durumsallık yaklaşımıdır. “Durumsal yaklaşım, sistem yaklaşımı üzerine kurulmuş tamamlayıcı bir yaklaşımdır. Örgütün karşılaştığı özel durum ve sınırlamalara uyarlanabilmede yönetimin becerisi olarak tanımlanabilir. Bir bakıma durumun gereklerine göre hareket edebilme ve karar verebilme demektir.” (Can, 2005: 58.) Durumsallık yaklaşımı durumlara ya da şartlara ağırlık verir. Durumsallık yaklaşımı, yönetim anlayışını çeşitli içsel ve dışsal şartlar arasındaki ilişkilere göre şekil alan bir paradigma olarak ele alır. Bu yaklaşıma göre yönetim bağımlı bir değişkendir. Bu sebeple her yerde ve koşulda geçerli olan tek bir en iyi yönetim anlayışı yoktur. Çünkü en iyiyi zaman, mekân ve şartlar belirlemektedir. “Durumsallık yaklaşımında örgütler arası benzerliklerden ziyade farklılıklar önem taşır. Çünkü bu farklılıklar yönetsel karar ve süreçleri etkiler. Bu yaklaşımın uygulamasında çevresel faktörler bağımsız değişken, yönetim ilke, teori ve teknikleri ise bağımlı değişkendir. Bağımlı ve bağımsız değişkenler arasında fonksiyonel ilişki kurularak bir sonuca varılır.” (Güney, 2000: 58).

Durumsallık yaklaşımının çevrenin örgüt üzerindeki etkilerini inceleyen araştırmaların bulgularına göre; örgüt faaliyetini devam ettirdiği çevre şartlarının örgütün

yönetimi ve yapısı üzerindeki tesiri büyüktür. Eğer çevre dinamik, karmaşık, belirsizliği yüksek ve çevresel unsurlar arasındaki bağları kuvvetli ise karar vermede gerekli bilgileri zamanında ve doğru olarak elde edememe sorunu karşımıza çıkar, farklılaşma artar ve bu sorunların neticesinde koordinasyonu bildiğimiz ve kullanmakta olduğumuz koordinasyon araçlarıyla sağlayamayız. Örneğin koordinasyon sorunu örgüt hiyerarşisiyle ve kurallara dayalı davranışlara önem verilerek çözülemez. Bu durumda örgüt içinde yatay koordinasyon araçlarına başvurmak kaçınılmaz olacaktır.

Durumsallık yaklaşımı ile ilgili çok çeşitli araştırma ve teoriler vardır. Lawrence ve Lorsh’ın değişik çevre koşulları altında hangi tip örgüt yapısının etkili olacağını bulmaya amaçlayan teorileri, bu alanda ki teorilerinin en bilinenleridir. Bu iki yönetim bilimcisi bir örgütün yönetim açısından değerlendirilirken, dikkate alınması gereken ilkeler konusunda şu genellemeleri yapmışlardır (Dinler, 2008: 3):

• Bir örgütü düzenlemede bir tek en iyi yol yoktur,

• Bir örgütün ve/veya alt birimin düzenlenmesi çevre koşullarına bağlıdır. Dinamik ve değişen bir çevrede farklılaşmış ve bütünleşmiş olabilen bir örgüt yapısı, durgun ve belirli bir çevrede fazla farklılaşma gerektirmez,

• En verimli örgüt, çevre koşullarıyla uyum içinde olan örgüttür,

• Örgüt üyelerinin şahsi gereksinmeleri, örgütle iyi bir şekilde bütünleştiği takdirde daha iyi tatmin edilir.

Mesela, durumsallık yaklaşımına göre, teknolojisi basit, küçük bir örgütlerde mekanik bir yapıyı temel alan bir yönetim anlayışı ile başarılı olunamaz. Böyle bir örgütte samimi iş grupları, yüksek katılım, iş ilişkilerinde fazla katılık ve otoriterlik olmayan müsaade edici bir ortam yaratılabilecek bir yönetim anlayışı ile başarılı olunabilinir. Örgüt büyük bir örgüt ise teknolojisi karmaşıktır. Böyle bir örgütteki yönetim ise, görev ve sorumlulukların açıkça tanımlandığı, hiyerarşiye dayalı ilişkilere ağırlık veren, emir-komuta ve karargâh personeli arasındaki ilişkileri açıkça belirleyen, ileri düzeyde işbölümü ve uzmanlaşma yaratan, yakından nezarete ve kurallara göre hareket edilmesine önem veren bir anlayış temelinde başarılı olabilir.

Yukarıda kısaca, geçmişten günümüze kadar yönetim yaklaşımlarındaki dönüşümlere değindikten sonra, burada ise, yeni ekonominin; bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler, bilginin kritik rolü ve ortaya çıkan küresel rekabet ortamında, yönetim anlayışı üzerindeki etkilerini inceleyeceğiz.