• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM II. GÖZETİM ÇALIŞMALARINA KAVRAMSAL BAKIŞ

2.2. Tarihsel Süreç İçerisinde Gözetim Kavramı ve Uygulamaları

2.2.2. Modern Toplum / Endüstri Toplumu ve Gözetim

Modern toplumlarda gözetimin ne ölçüde etkili olduğunu, hangi temeller üzerinde şekillendiğini anlamlandırabilmek için modern toplum kavramının ne olduğunun anlaşılması gerekmektedir.

Toplum kavramı tanımlanmak istendiğinde karşımıza belirli temel noktalar çıkmaktadır. Bu temel noktalar göz önünde bulundurularak tanımlanacak olursa toplum; “insan ömründen uzun yaşayan, göreli bir kararlılığa sahip olan ve kendi kendini devam ettiren insan topluluğudur” (Kongar, 2014: 46). Toplumlar insanlardan oluştuğu için doğal olarak değişim ve gelişim gösterirler. Bu anlamda “toplum; insan yaşamından daha uzun yaşayan, kendi kendini devam ettiren, kendini korumak, varlığını sürdürmek ve belli

46

menfaatlerini gerçekleştirmek üzere fikir birliği yapan bireylerden oluşan, belli bir fiziksel mekânı kaplayan ve göreli sürekliliğe sahip, belirli ölçüde kurumsallaşmış ilişkiler bütünüdür” (İçli, 2002: 32). Toplumlar tarih boyunca gelişerek ve değişerek varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bu nedenle sabit bir toplum yapısından bahsetmek mümkün değildir. Avcı-toplayıcı özelliklerle başlayan toplumlar, yerleşik hayata geçerek tarım devrimini yaşamış ve bu süreçle hızla gelişmeye başlamışlardır. Endüstri devrimiyle beraber toplumsal yapıda oldukça köklü değişimler yaşanmıştır. Dünyanın günümüzde, teknolojinin gelişimi ile enformasyon devrinde yaşadığını söylemek yerinde olacaktır.

İnsanların yerleşik hayata geçmesiyle şekillenen tarım toplumları, teknolojinin gelişmesine bağlı olarak endüstri toplumlarına evrilmişitir. Bu toplum yapısıyla beraber, kentleşme, modernleşme, otomasyon, karmaşık bürokrasi gibi kavramlar kendini göstermeye başlamıştır (Demirbilek, 2015: 158). Alvin Toffler’a göre (1981, aktaran Demirbilek, 2015: 159), endüstri devriminin yaşanması ve sonrasında, bilgi ve insanlık çağ atlamıştır. Toffler bu değişen toplum yapısını üçe ayırmaktadır; ona göre, birinci dalga tarım toplumunu, ikinci dalga endüstri toplumunu, üçüncü dalga ise -birinci ve ikinci dalganın şekil değiştirmesiyle oluşan- enformasyon toplumunu ifade etmektedir.

16. yüzyılda başlayıp 20. yüzyıla kadar devam eden ve Batı Avrupa başta olmak üzere zamanla etkisini tüm dünyada gösteren dönüşüm dönemine modernizm süreci denebilir. Giddens (1998, aktaran: Gücüyener, 2011: 8) ’a göre modernlik, “17. yüzyılda Avrupa’dan başlayan ve sonuçları neredeyse tüm dünyayı etkisi altına alan toplumsal yaşam ve örgütlenme biçimine işaret eder.” Modernleşme sürecinin ortaya çıkarttığı modern toplumların temel özellikleri arasında; artan farklılaşma, toplumsal yapıda bireylerin birbirine bağımlılığının artması ve grupların daha merkezi bir rol üstlenmeleri sayılabilir (Gücüyener, 2011: 8). Modernite özellikle Fransız Devrimi ve Aydınlanma Çağı etkisiyle beraber tüm Avrupa’da yayılmaya başlamıştır. Özellikle Sanayi Devrimi, yaşanan “modern dönüşüm”de oldukça önemli bir basamaktır. Bu bağlamda moderniteye geçişte dört devrim tespit edilebilmektedir. Bunlar; “bilimsel devrim, teknik ve endüstriyel devrim, siyasal devrim ve tüm bu devrimlerin sonucu olarak kültürel devrim”dir (Gücüyener, 2011: 9). Bu devrimler genel itibariyle açıklanacak olursa; bilimsel devrimle birlikte dönemin bilim insanları fizik ve doğa bilimleri ile bilgileri kanıtlamaya başlamış, böylelikle bulunduğumuz dünya ile ilgili algımız bile değişiklik göstermiştir. Endüstri

47

devrimiyle beraber emek süreci makineleşmeye başlamış ve hayat mekanikleşmiştir. Siyasal devrimle beraber eskiden geleneksel ve dini yapılara bağımlılık gösteren iktidar akılla meşrulaştırılmaya başlamıştır. Tüm bu gelişmelerin kültüre yansımalarıyla beraber kültürel devrim gerçekleşmiştir (Gücüyener, 2011: 10).

Her ne kadar ortaya çıkma zamanı ve ortaya çıkışında etkili olan unsurlar konusunda net bir fikir birliği olmasa da, 16. yüzyılda şekillenmeye başlayarak 18. yüzyılda görünür hale gelen endüstri devrimi, kimi araştırmacılara göre ticari ilişkiler yüzünden, kimi araştırmacılara göre ise bilimsel düşüncedeki gelişmelerin etkisiyle ortaya çıkmıştır (Bozkurt, V, 2015: 6). Özellikle II. Dünya Savaşı’ından sonra birçok sosyolog modern toplumu en iyi tanımlayan kavramın artık kapitalizm olmadığı, endüstri toplumu olduğu konusunda fikir birliği sağlamışlardır (Bozkurt, 2015: 13).

En temel karakteristiklerinden biri fabrikalaşma olan endüstri toplumu, artık bireylerin (işçilerin) disiplin içinde, kontrol edilerek, söz dinleyen bireyler olmasına yönelik bir yapılanma haline gelmiştir. Öyle ki, eğitim kurumları da bu yapıya hizmet edebilecek bireyler yetiştirmeye başlamıştır. Kısaca belirtmek gerekirse endüstri toplumu,

“işbölümünün, standartlaşmanın, kentleşmenin, cemaatin gerileyişinin, sekülarizasyonun, rasyonelleşmenin, benzeşmenin, teknolojik gelişmelerin, vasıflı iş gücünün, çoğulculuğun, formel ilişkilerin, toplumsal farklılaşmanın, bireyciliğin, para egemenliğinin ve çekirdek aile hakimiyetinin arttığı toplumlardır.” (Bozkurt, 2015: 14).

Endüstri toplumunun, yani modern toplumun karakteristiklerine bakıldığında, temel gereksinimlerinden birinin bilgi olduğunu söylemek doğru olacaktır. Özellikle rasyonaliteyle beraber sağlanmaya çalışılan düzen kuşkusuz ki bilgiyi gerektirmektedir. Dolgun (2015: 74)’un gözetim sınıflandırmalarından biri olan ‘teknik gözetim’ de bu ihtiyaçlar doğrultusunda şekillenmiştir. Teknolojik yöntemlerin gelişmesi ve bilgiye duyulan ihtiyaçla beraber gözetim modern toplumda gelişmiş ve yaygınlaşmıştır. David Lyon (2013), modernitenin güç yaratmak ve bu gücü sürdürülebilir kılmak için veri bilgiye olan gereksinimin altını sıklıkla çizmektedir. Bu noktada belirtilmelidir ki modern düşünceyle ve özellikle Aydınlanma Çağı ile ortaya çıkan toplumun temel karakteristikleri,

48

bir takım gözetim pratiklerinin kullanılmasını zorunlu hale getirmiş ve bu pratiklerin yükselmesine olanak tanımıştır. Bu dönemde çok önemli değişimler meydana gelmiştir. Bu değişimleri Foucault ‘Deliliğin Tarihi’ adlı eserinde Büyük Kapatılma olarak kavramsallaştırmıştır. 1656 yılında Paris’te Hopital General adında bir kurum kurulmuş ve toplumda ‘öteki’ konumunda bulunan birçok kişi bu hastaneye kapatılarak gözaltında tutulmuştur. Avrupa’nın pek çok yerinde de aynı uygulamalar görülmüştür. Fransız Devrimi’nden itibaren de bireyler genel bir kapatılmaya değil, ayrı ayrı alanlarda kapatılmaya başlanmıştır (Foucault, 2015a: 106). Ancak iktidar yapısının da değişim göstermesiyle beraber bu kapatılma pratikleri 19. yüzyılda değişiklik göstermiş hapishane, kapatılma dönemindeki gibi, cezai olmayan ve proletaryanın kontrolüne yönelik değil, gerçekten cezai infaz yeri haline gelmiştir (Foucault, 2015a: 139). Bunun nedeni Foucault’nun Hapishanenin Doğuşu (1975) ve Kliniğin Doğuşu (1963) kitaplarında bahsettiği gibi mutlak iktidardan disipline edici iktidara geçilmesinden kaynaklanmaktadır. Çünkü artık modern toplumda denetim acı çektirici yollarla değil, gözetleme pratikleriyle gerçekleşmeye başlamıştır. Bu noktada Foucault’nun panoptikon metaforu öne çıkmaktadır (Foucault, 2015a: 224). Gözetim pratiklerinin kullanımının gerekli olması, bu dönemde bilgiye ulaşmak için denetimin de zorunlu olduğunun düşünülmesinden kaynaklanmaktadır. Bu noktadan hareketle 19. Yüzyıldan itibaren denetleme ve bilgiye ulaşma amacıyla gözetim pratikleri, kamusal ve özel alan farkını ortadan kaldırarak, okul, fabrika, ordu gibi tüm kurumlara ve gündelik yaşama yayılmıştır (Gücüyener, 2011: 14). Bu durum da modernlik öncesi dinle, baskıyla, şiddetle yapılan denetim ve gözetim uygulamalarının göze batmadan gerçekleştirilmesine olanak vermiştir. Modern toplumun gözetim pratiklerini bu denli geliştirmesi ve desteklemesi daha sonraki dönemlerde, tamamen gözetim ve veri toplama üzerinden iktidar sağlanan, gücü elinde bulundurmanın gözetim pratiklerini kullanabilmeye bağlı olduğu toplumların gelişmesine neden olmuştur.