• Sonuç bulunamadı

Modern Kentte Kasabayı Özleyenler

3. MUSTAFA KUTLU’NUN HİKÂYELERİNDE KASABALILAR

3.5. Modern Kentte Kasabayı Özleyenler

‘’Kırsaldan kente yaşanan hızlı ve büyük göç, bunun neticesinde insanımızın tabiata ve yüzyıllardır oluşturduğu değerler dünyasına yabancılaşması; trajik köksüzleşmenin neticesi olarak kentin yeni şartlarına ve ilkelerine tutunma çabası; ‘hakikat’ referansı olan dînin bu hayatta bir yerlere sıkışıp kalmışlığı; modernliğin kurallarına, sunduğu imkânları bir kazanç diye görüp sarılarak kapılan insanın ‘iç’inde, derinlerde bir yerde varlığını hissettiren ‘eski’ye veyahut ‘tabiî’ olana hasreti; bu hasretin onu hep bir biçimde ‘eksik’ bırakan sızısı Mustafa Kutlu’nun hikâyelerinin çerçevesini çatan ana konular arasındadır.’’220 Şehir merkezinde tabiî

olana hasreti sönmeyen kişi Yokuşa Akan Sular kitabındaki işçi Cevher Bican’dır. Geleneksel bir hayatı geride bırakmak zorunda olup ekonomik sebeplerden ötürü ayakta kalmaya çalışan Cevher Bican, büyük şehirde hem maddi hem de manevi bir savaş vermektedir. Geçim derdi ve yoksulluk Bican’ı şehre göç etmeye zorlamış,

219 Mustafa Kutlu, Chef, Dergâh Yayınları, İstanbul,2015, ,s,55.

220M.Fatih Andı, Red Cephesinin Neferleri: Mustafa Kutlu’da Modernleşmeye Direnişin Kahramanları,

Aynanın Sırrı: Mustafa Kutlu Sempozyum Bildirileri, Haz. M. Fatih Andı- Bahtiyar Arslan,

130 duruma alışmak ise imkânsız olmuştur. Çünkü doğup büyüdüğü kasabadaki tabii olan hayat ve kanaatlarlık şehirde yoktur. Tahakküm, zorbalık, karmaşa ve kaos büyük şehirde kol gezmektedir. Derdi de dermanı da dağdan akan su, çiçekler ve bir avuç bakir toprak olan Bican için köy; şehir merkezinde hasretle anılan beldedir.

‘İçlerinden bu ortama en fazla yabancı olan Bican’dı. On yedi senelik ömrü hayatında betona ya bir gün basmış ya da iki. Onun içindeki çalkantı iki misiydi. Dayısı çağırmıştı köyden. Geldiği günün sabahı da fabrikaya getirip bırakmıştı. Şehri ilk kez görüyordu Bican. Köyden çıktığından beri öyle bir sarhoşluk içindeydi ki, buna pek görüyordu da denmezdi. Anlamadan, kavramadan, hatta çoğunluk bıraktığı şeyi iyice göremeden seyrediyordu etrafı.’’221

Cevher Bican, kasabadaki toprakla haşır neşir olmayı daha şimdiden özlemiştir. Fabrikalardan tüten katran dumanlar köydeki dağların ardından köpüren sislere benzememektedir. Koca fabrikada homur homur kaynayan ocaklar, kıvrıla kıvrıla erimiş madenler Bican’ı korkutmaktadır. Büyük kentin karmaşası kasabada geleneksel değerlerle yetişmiş bir insan için psikolojik bir travmadır âdeta:

‘’Cehennemin leylim kuyusuna düştük. Kurtuluş bundan geri mümkünsüz, medet Ya Rasulallah, diye kıvranıyordu. Dayım da nasıl da methettiydi. Senesine varmaz usta olur çıkarsın yeğenim, dediydi. Neyin ustası olacağız? Şöyle kazma kürek işi olsaydı.’’222

‘’Kutlu, Yokuşa Akan Sular’da kır-gelenek, şehir-modernite dikotomisini varoluşsal bir alana kaydırarak, bireylerin kırsal yaşamlarını onların ayrılmaz bir parçası, yaradılış özelliği, birbirine geçmiş olmazsa olmaz koşulu sayar. Dolayısıyla

221 Kutlu, Yokuşa Akan Sular, s,13. 222A.g.e., s,16

131 kırda doğan ve orada yetişenlerin artık o uzamda var oldukları için doğalarının ve tüm benliklerinin de, ancak kırda şekillendiğinden, oraya ait olduklarını varsayar. Bu sebepten kır ve şehir arasında ayrıma giden Kutlu, kırdan şehre göçmeyi ‘dünya değiştirmek’ şeklinde vasıflandırırken şehre gelmeyi ve onun koşullarına intibak çabasını da ‘yabancılaşma’ olarak değerlendirir.’’223

Şehrin kül renkli atmosferi her şeyin üstünü örtüyordu. Onun bu kül renkli dünyadan sıyrılıp zihnen huzur bulduğu anlar köy yaşantısını hayal ettiği zamanlar olmuştur:

‘’Masmavi lekesiz bir gök., parıl parıl bir güneş, kilometreler boyu uzayıp giden yemyeşil otla kaplı bir yayla, atların arasından kıvrıla kıvrıla akan beyaz çakıl taşlı dupduru bir çayla bezeli, yeni bir dünyaya açtı gözlerini . Rüzgâr kekik kokuyordu. Derede alabalıklar vardır. Kapı itleri Alaş sıçraya oynayan, davarın önünü almaya uğraşıyordu. Görüntü devam etsin istedi Bican, ama bu yalan dünya geldiği gibi ansızın gidiverdi.’’224

Beyhude Ömrüm’ün Yâdigar’ı da kısa bir müddet de olsa hayatını şehirde geçirmek durumunda kalmıştır. Buraya gelmesi ekonomik nedenden değil eşinin hastalığının nüksetmesindendir. Eşinin hastalığı ve ölümünden sonra oğullarının yanına yerleşmek durumunda kalmıştır. Ancak kasabayı, bağı bahçeyi bırakmak Yâdigar için hiçte kolay olmamıştır. Elleri kazma tutup toprak kokan Yâdigar için şehir hayatı olumsuz atmosferde anlatılmaktadır. Şehirde kendine meşgale bulmaya çalışsa da hiçbir şey onun köyde bahçede geçirdiği zamanlar gibi bereketli değildir. Yâdigar için:

‘’İstanbul rutubet. Deniz, balık, sis, yağmur, zift, kurum, rakı, egzost, asvalt, toz, çöp kokuyor. Her bir yan kalabalık, hiçbir yana bakılmıyor; baksan da

223 Ercan Yıldırım, Mustafa Kutlu Hikâyeciliği Varoluş Yabancılaşma Hakikat, Ebabil Yayıncılık, Ankara, 2007, s,29

132 bir şey göremiyorsun; gürültü kargaşa. Hele de insanın içinde bir de onulmaz acı, boğazında bir düşüm bulunuyorsa.’’225

Köyde kasabada doğup yetişmiş Yâdigar’a kent hayatı cazib gelmez. Köylülerin toplaştığı kahvehaneleri bulur onlarla vakit geçirince köye hasreti de bir nebze olsa diner diye düşünür ancak insanlar ne doğana sevinir ne de ölene üzülür olmuştur bu şehirde. Sohbet etmek için toplandıkları yerde televizyon onları da esir almıştır. Şehir hayatının insanlar üzerindeki etkisi birbirlerine yabancılaşmayı doğurmuştur adeta. Kendi çocukları bile babalarının aylarca uğraştığı bahçeyi sormamış, onlar da kendilerine bir meşgale tutturmuşlardır. Olan bitenleri hayretle izler Yâdigar ve köyüne dönüp bahçesine kavuşmak en büyük hayali olur:

‘’Baharı bekliyorum karın erimesini İstanbul’da kış yok, elbette köydeki karı düşünüyorum.’’226

Şehir onun için yaşanacak yer değildir. Ne suyu köydeki pınara benzer ne de insanları köydeki komşuları gibi cana yakındır. Bu şehir kasabaya göre çok kalabalıktır ancak yine de kimse kimseyi tanımaz, geçip gelirken birbirlerine selam dahi vermez. Koşturma ve hengame içindeki insanlar şehrin karmaşası içinde oradan oraya savrulmaktadırlar. Yâdigar’a göre herkes doğup büyüdüğü yere aittir. Şehirde ona göre bir yaşam yoktur. Kasabanın taşı toprağı onu bekler. O halde Yâdigar’a yol görünür:

‘’Yok, yok. Çok şükür benim elim ayağım tutuyor. Giderim köye,yakarım ocağımı, Allah ne verdiyse yer içerim. Yapamam buralarda ben bahçesiz duramam. Gözümde tütüyor valla. Şu karlar bir erise, çiğdem çiçek çıkıverse atlayıp giderim(...) Ama şu kısacık zamanda anladım ki benim meskenim köydür, bahçedir, pınardır.’’227

225 Kutlu, Beyhude Ömrüm, s,194. 226A.g.e., s,195.

133 Yâdigar şehirde geçirdiği zaman boyunca aklı fikri daima köyde, aylarca uğraş verdiği bahçesinde kalmıştır. Oğulları annelerini de kaybettiklerinden dolayı babalarının orada tek başına kalmasına razı olmazlar ancak karşı da koymak istemezler. Yâdigar’ın meskeni köydür, şehirde hayat bulamaz ve köyüne sonunda geri döner. Var ömrünü bu dünyada bir bahçe kurma hayaliyle geçiren Yâdigar, yıllar sonra emek emek ördüğü o bahçede ayağı kayarak ölür.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM