• Sonuç bulunamadı

3. MUSTAFA KUTLU’NUN HİKÂYELERİNDE KASABALILAR

3.2. TOPLUMSAL ROL BAĞLAMINDA KASABALI İNSAN GÖRÜNÜMLERİ

3.2.6. Kasabanın Olumsuz İnsan Tipleri

3.2.6.3. Kasabanın Suçluları

Bir aile için dünyaya evlat getirmek ve onu güzel ahlak üzerine yetiştirmek ana babanın önceliğidir. Aile, çocuğun yetişmesinde önemli bir etkendir. Evladı hayır üzerine yetiştirir, doğruyu yanlışı gösterir, ahlâka ve vicdana uygun davranışlara sahip olmasını daha küçük yaşlardan itibaren ona aşılar. Mustafa Kutlu’nun hikâyelerinde de aile kavramı önemlidir.

Tarla Kuşunun Sesi, Kutlu’nun 2017’de yayınladığı eserdir. Osmanlı Devleti’nin son yıllarındaki olayları ele alan bir kitaptır. Tarihi bir kitap olmaktan ziyade dönem yaşayışlarını toplumdaki değişim ve dönüşümü kasaba ekseninde ele

87 almıştır. Sosyal hayattaki değişime kasabalının yaklaşımı, kitabın ana konularından birini teşkil etmektedir.

İyi kötü ayrımı Kutlu’nun her hikâyesinde karşımıza çıkan bir durumdur. Tarla Kuşunun Sesi’nde de iyi kötü çatışması aile içerisindeki bireyler etrafında ele alınmaktadır.

Molla Murat, Yörükler’den bir delikanlıdır. Kasabası ve insanları için çalışan, ahlaklı, güzel huylu aynı zamanda cengaver bir tiptir. Yerleşik bir bey kızı olan Saliha’ya âşık olur ve kısa süre sonra evlenirler. Bu bey kızı ve yörük oğlanı birbirlerini ne kadar çok sevseler de Saliha yörük adetlerine bir türlü alışamaz ve baba evine döner ve daha sonra ayrılırlar. Anasından kendisini tekrar evermesini ister ve köy kızı Gülhanım’la baş göz edilir, birbirlerini severler. Gülhanım, tam bir yörük güzelidir; dirayetli, güçlü, tuttuğunu kopartan bir tiptir. Kısa süre sonra üç tane evlatları dünyaya gelir: Mustafa, Bekir ve Bilal.

Mustafa Binnaz’la evlenir. Ve savaştayken şehit olur. Ardında da gözü yaşlı bir eş ve Hamid adında oğlunu bırakmıştır. Hamid evlenir dört evladı dünyaya gelir: Yusuf, Ziya, Ayşe ve Sefa…

Yukarıda da belirttiğimiz gibi hayırlı evlat yetiştirmek her ana babanın mesuliyetidir. Hamid Bey, Osmanlı kültürü ile yetişmiş geleneksel değerlere sahip, kasabada sevilen sayılan, toprakla ünsiyeti olan bir kişidir. Dedesi Molla Murat, zamanında düşmanla çarpışmış kasabayı onlara vermemek için çok mücadele etmiştir. Yaşadığı yerin kıymetini bilir toprağa gönülden sevgi duyar.

Hamid Bey böylesine munis bir insanken, iki oğlu; Ziya ve Sefa adeta âlimden zalim doğar sözünün timsalidirler. Kasabanın edepve ahlâkına aykırı davranışlarda bulunup; hovardalık, kumarbazlık, alkol bataklığı, kaçakçılık, namusa göz dikme vs. her türlü pisliğe bulaşmışlardır. Hamid Bey, onları güzel âhlak üzerine yetiştirmeye çalışsa da özellikle de Osmanlı Dönemi’nden Cumhuriyet’e geçiş evresinde yaşanan modern yaşama ayak uydurma çabası bu iki evladı oradan oraya

88 sürüklemiştir. Toplumsal değişimle birlikte geleneksel hayattan modern hayata geçişte yaşanan kuşaklar arasındaki çatışmayı yozlaşmış iki tip; Ziya ve Sefa üzerinden okumak mümkündür. Ziya; dört evlattan ikincisi, belki de en hayırsızı. ‘’Sinsi, nemrut, paragöz ve haindi. Daha küçük yaşta babasının yasağını delerek ticarete atılmış, güya epeyce para kazanmıştı. Bu servetin kaynağı Terzi Melahat idi. Aslında o değil de hasta kocası. Adam mirasyediydi. Zira bu aileye sinsice yaklaşmıştı. Melahat ile gayrimeşru ilişkiye girdi, zavallı kocasının emlâkini satıp savdı. Adı Emlâkçı Ziya’ya çıktı. Adam öldü, malı Melahat’a kaldı. Hamid Efendi, Ziya’nın kasabada yükselişini adım adım izlemişti. Doğrusu böyle bir evladı olduğu için utanıyordu. Halbuki okul yıllarında, yani ilk mektep orta mektep sıralarından nasıl sessiz sakin bir çocuktu. Meğer o sükûnetin altında bir yanardağ fokurduyormuş.’’147

Kasabadaki çok değerli arsalardan biri Hamid Bey’indir. Göz alabildiğine uzanan biçilmiş sarı ekin tarlalar, Hamid Bey’in gözünde evlatlarını büyütüp bu boya getiren topraklardır. Lakin evlatlarının biri hayırsız, öteki ise kafasızdır.

Ziya’nın kasabayla ve toprakla hiçbir ünsiyeti yoktur. Onun tek istediği, oteller zincirinin adamlarına bu tarlayı satıp para kazanmaktır. Halbuki babası Hamdi Bey’in en büyük oğlu Yusuf ile arasındaki diyaloğa baktığımızda toprak ekilip biçilmesi gereken yerdir. Sevilir, sahip çıkılır. Bir avuç yerin verdiği mahsul bütün bir aileyi doyurmaya yetecek berekettedir. Hamid Bey, arazi sürülmeye başlandığında torununu mutlaka tarla başına getirir; sürülmüş toprağa yatırır toprakla haşır neşir olması için elinden geleni yapmaktadır.. Toprağın kokusunu almak, ona sevdalanmak kasabaya ve toprağa içten bakan bir insan için geçerlidir. Toprağı sevmenin ve sahiplenmenin arka planında; topraktan geldik, toprağa gideceğiz vurgusu da yatmaktadır. Hamid Bey büyük oğlu Yusuf ile tarlaları gezerken aralarında geçen diyalog hem kasabaya hem de toprağa bağlılığın en net örneklerindendir.

89 ‘’Toprak satılmaz efendi, satılmaz. Milyon verseler satmayacaksınız. Kıtlık zamanı sizi kim doyuracak.’’148

Hamid Bey, toprağa ve kasabaya bu kadar bağlıyken oğlu Ziya’nın hinlikler peşinde koşması kolay yoldan para kazanma hevesinden ileri gelmektedir. Kitapta Ziya’nın kasabaya bakışı toprağa verdiği değerden de anlaşılmaktadır; çıkara dayalı, para odaklıdır. Malı mülkü satıp savıp tez elden para kazanmak onun için her şeyden daha değerlidir. Hamid Bey’in tarlaları satmayacağını bildiği için bu hevesini gerçekleştirme uğruna onu -öz babasını- öldürmeyi bile planlamaktadır. Ancak hem yaşadığı gayrimeşru ilişkiden dolayı hem de para uğruna her şeyi yapabilecek potansiyele sahip olduğundan kasabalının ondan şüphelenmesi muhtemeldir. Bu sebeple her fırsatta bu işi yapması için kardeşi Sefa’nın aklına girmeye çalışmaktadır:

‘’- Sana o kadar söyledim. Şu moruğu tepele dünya bizim dedim. Sen hâlâ düşünüyorsun.

Kolaydı sanki, sıkıysa sen tepele.

Benden şüphelenirler. Benim adım çıkmış dokuza inmez sekize. Ama sen! Sen hem ailenin hem kasabanın masum çocuğusun. Senden kimse şüphelenmez.’’149

Hikâye boyunca Kutlu Ziya’yı olumsuz bir atmosferde anlatmıştır.

‘’Yol, Ziya’nın yazıhanesinin önünden geçiyor. Dükkânın ışıkları caddeyi aydınlatıyor. Ziya bir şise açmış ziftleniyor. Ne cinayetler, pislikler, hainlikler düşünüyor.’’150

Anadolunun ruh ve ahlakın ters düşen bir tiptir Ziya. Daha küçük yaşlardan itibaren kafasında kırk tilki dolaşan bir çocuktur. Ne resim ne de müzik dersine ilgisi vardı. Hiçbir işi beceremez, eline yüzüne bulaştırırdı. Para ve kazanma hırsı, küçük

148A.g.e., 150.

149Tarla Kuşunun Sesi, s,177. 150A.g.e, s,180.

90 yaştan beri vazgeçemediği bir arzusuydu. Güçlü ve zengin olmak ömür boyu peşinden koşacağı bir şeydi. Bu durum onda küçük yaşlarda kendisini göstermiş; misket oynayarak para kazanmış ününe ün katıp etrafına insanları toplamayı güç sahip olmak olarak adlandırmıştır.

Babası bu işe hiç razı olmasa da defalarca ticari işlerinin kapısını arşınlamıştır.

‘’ Askere gitmeden önce yaptığı son iş, bir tarla karpuzu kapatmak olmuş, ama malı satamayıp epeyce zarar etmişti. Olsun. Ticaret bu. Kâr da olur zarar da. Demeyin Hemen.’’151

Ortak arkadaşı ile manifatura işine girmiş ancak bir süre sonra giriş çıkışta hesap kitap birbirini tutmayıp mallar azalmaya başlamıştır, zaman sonra bu hainliği yapan ise yine Ziya’nın olduğu ortaya çıkmıştır. Böyle bir durumda denize düşen yılana sarılır misali kasabanın en üç kağıtçı herifi Emlâkçı Ekrem’i bulmuş, daha da pis işlere girişmiş ve zaman içinde kendine de araba hem de ev almıştır. Dul bir kadınla uzun süre gayrimeşru ilişki yaşamış; kadının kocasından kalan para ile hayallerini gerçekleştirip hatrı sayılır bir zengin olmak için planlar üzerine planlar dizmişti.

‘’ Şu dünyayı terk etmeden adam hizasına geçmek, istiyorlardı. Bu yolda her boku yiyebilir. Her suçu işleyebilirdi. İşte Ziya’nın kardeşi Sefa’yı ‘ihtiyarı vur’ diye sürekli fişteklemesi bu sönmek bilmeyen ihtiras yüzündendi.’’152

Kasabalılar, aza kanaat edip yoklukta da şükretmeyi bilen insanlardır. Çünkü rızkı veren de Allah; alan da yine O’dur. Kasabalı insanlar bunu kendilerine düstur edinip hayatlarını da yine bu nizama göre yaşamaktadırlar. Para hırsı, ticaret sevdası, daha çok kazanma arzusu, her şeyin daha fazlasına duyulan ihtiraslar, modern kentte yaşayan insana özgü tutumlardır. Kasabadaki insanların ekonomi algısı kanaate dayanmaktadır. Ancak Ziya tam tersi bir karaktere sahiptir. Kitap boyunca

151A.g.e, s,182. 152A.g.e, s,192.

91 olumsuzluklarla anlatılmaktadır. Bu durum onun kasaba ruhuna da aykırı olduğunu göstermektedir. Kasabayla yahut toprakla ünsiyeti, paraya dayalı bir zeminde ilerlemektedir.

Ziya’ya göre güç paradadır; hayatta refaha çıkan bütün kapıları açacak olan şey odur. Her ayıbı kapatmaya yeter, insanı bakan da yapar mebus da. İçindeki bitmek bilmeyen para hırsını kardeşi Sefa’ya dile getirmesi bunu destekleyecek niteliktedir:

‘’İçimdeki ihtirası zapt etmem mümkün değil. Şöyle düşün: Susamışsın, evet, iç diyorsun değil mi? Denizleri içsem susuzluğum geçmez. Doymam yani. Ben ne istiyorum biliyor musun? Şu kasabanın en birincisi. Yetmez, il çapında birinci, o da yetmez ülke çapında. Herkes tanısın şu Ziya Bey’i. Bak Ziya Bey diyorum. Bana bu güne kadar kimse Bey demedi. Ziya aşağı, Ziya yukarı. İstiyorum ki sözüm geçsin. Şöyle bir sokağa çıksam, dükkan önünde oturanlar beni görünce ayağa kalksın. Kaymakam önümde eğilsin, vali sigaramı yaksın.’’153

İstediği hayata ulaşmanın tek yolu babası Hamdi Bey’in arsalarını satıp yerine oteller inşa edince gerçekleşecektir. Ziya’nın bu hayalinin gerçekleşmesi takdirde kurduğu hayaller dünya malına ve heveslerine kendini ne denli kaptırdığının da göstergesidir.

‘’Düşün birdenbire altımıza Mercedesler, saray gibi evlerde oturuyoruz, aşçımız, hizmetçimiz, adamın önde geleni olacağız. Kimse bize posta koyamaz, kimse aşağılayamaz.’’154

Paraya ulaşmak için babasını öldürmeyi dahi planlayan Ziya’nın gözünü kan bürümüştür. Ziya, içindeki bitmek bilmeyen ihtirasın kendisi de farkındadır. Bir

153A.g.e., s,207. 154A.g.e., s,208.

92 gece içki içip sarhoş olduğu zaman bu farkındalık dile gelecektir. Ancak yaşadığı iç muhasebeye rağmen kötülük onu çepeçevre sarmıştır. Silkelenip kendine gelemez:

‘’Ben ne olacağım arkadaş, söyle. İçimdeki bu hınç ile kime zarar vereceğim. Ya kendime ya başkasına. Boğazıma kadar dolmuşum. Kıriz olur da böyle mi olur. Kalp kırizi değil, sevda acısı değil, ne bileyim ben, ne bileyim? Ziya hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Salya sümük. Benim sonum ne olacak? Derdimi kim bilecek? Beni kim durduracak? Abarttın be Ziya, silkin artık, kendine gel. Gelemedi. ‘’155

Mavi Kuş adlı eserde otobüsün yolcularından Kuyumcu Nazım’ın babası sarraf Adil Usta başka bir kadınla evlenip Nazım’a üvey anne getirdiği günden beri kadın ona kötülükler etmiş kendi oğlu Davut’u imtiyazlı bir şekilde yetiştirmiştir. Baba vefat ederken dükkânın yarısını Davut’a yarısını da Nazım’a bırakır ancak dükkan işleriyle ilgilenen Nazım olmuştur. Nazım işleri yürütüp çalışırken Davut kazanılan parayı yemekle meşgul olmuştur. Hikâye boyunca Mavi Kuş’ta seyahat eden Nazım, kasabadan kaçıp istasyona bir an önce varma telaşındadır ancak kitabın sonunda ortağı Davut’u öldürdüğünü polislere itiraf etmek durumunda kalır.