• Sonuç bulunamadı

Yaşayan Hukuk

1.5. Modernite, Modernleşme ve Hukuk

1.5.4. Modern Hukuk

İnsan gücüne dayalı bir ekonomiden endüstriyel ve makineleşmenin sayıca arttığı bir yapıya geçişin devamında karşılaşılan modernite olgusu o ana kadar görülmeyen bir şekilde farklılaşmanın, uzmanlaşmanın olduğu bir toplum yapısı ortaya çıkarmıştır. Bu toplum yapısında aydınlanmanın düşünce yapısında oluşturduğu akılcılık vurgusu, artan kentleşme, ulus-devletlerin inşası ve geleneklerden kopan, bireyselleşen insanın zaman ve mekân tasavvurunun farklılaşmasıyla birlikte aile ve sülaleler arasındaki ilişkilerin azaldığı gözlenmiştir. Çelişki ve çatışmayı içinde barındıran modernleşme bireylerin güven, huzur ve toplumsal düzen arayışını arttırmıştır. Bu nedenle de insanın toplumsal düzen arayışı neticesinde bu yeni dönemin ihtiyaçlarını karşılaması amacıyla ahlak, örf-adet ve din kurumundan bağımsız olarak genel, tekçi, farklılıkları göz ardı eden, sistematik bir yapıya sahip evrensel modern hukuk kuralları oluşturulmuştur.

Zira modern toplum hayat içinde, bireyler arasındaki mesafenin ve resmi ilişki biçiminin arttığı, ahlaki kaygılarda azalmanın yaşandığı yapıda ahlaki bilinç köreltilmiştir. Ahlaki yapıda ortaya çıkan boşluk hukuk ve hukuk kurallarının ceza ve yaptırımlarıyla kapatılmaya çalışılmaktadır. Bauman da modernleşmenin ahlaki yapıda oluşturduğu boşluğu modernitenin ahlakileştirme projesinin bir sonucu olarak görmüştür. Çünkü modernlik, evrenselliğe vurgu yaparak homojen bir

49

yapı oluşturmaya çalışmaktadır. Böylelikle ahlaki sorumluluk değil de daha güçlü olana itaat ettiğimiz ve kurala uyduğumuz tek tip bir yapı ortaya çıkar (Bauman, 2000, ss.157-158). Bu tek tip üretme anlayışı ahlakta olduğu gibi hukuksallaşma sürecinde de geçerli olmuştur. Hukuksallaşma sürecine değinecek olursak hukuksallaşma, toplumsal yaşam içinde örf-adet hukuk kurallarının geçerli olduğu alanın artması, yaygınlaşması ve yazılı olan hukukun bireylerin sosyal ilişkilerini daha fazla düzenlemeye çalışması olarak tanımlanabilir. Hukuksallaşma sürecinde örf-adet hukukun kullanım alanı genişleyip yazılı hukuk yükselişe geçmiş, sosyal ilişkilerin yazılı hukuk ile düzenleme sürecinde değişim, dönüşüm ve ilerlemeler yaşanmaya başlamıştır. Özellikle de modern toplum yapısında meydana gelen karmaşıklık ve farklılaşmada güçlü yaptırıma sahip, devlet gücü tarafından desteklenen toplumsal düzen kurallarının yazılı hale gelmesine katkıda bulunmuştur. Bu katkıyı ortaya çıkan boşluğun hukuki kurallar ve ahlakla birleştirilerek bütünlüğün sağlanmaya çalışılması olarak da nitelendirilebiliriz. Yani modern dönemde yeni bir siluete bürünen toplumsal yapıda hukuk, bu yeni siluete uyum sağlayacak şekilde hatta kimi zamanda meşruiyet ve zorlama üreten yapısıyla karşımıza çıkmıştır. Biçimsel ve akılcı bir yapıya kavuşan modern hukuk, sistemli olarak değişen, bir merkeze sahip olan, bütün insanlığı ilgilendiren tekçi bir yapıya sahiptir.

Ayrıca modernitenin rasyonel davranışa, kesinliğe, belirginliğe, hesap edilebilirlik ve öngörülebilirliğe dair yaptığı vurgu modern hukukta toplumun temeli olarak görülen, odak noktaya yerleştirilen ve yurttaş olarak tanımlanan bireyin keyfi hallerine ve kişiselliğe yer verilmemeye çalışılmasında da karşılığını bulmuştur. Bu nedenle modern toplum yapısında bireyin haklarından çok ödev ve sorumlulukları bulunmaktadır. Hukukun modern toplum yapısında iktidarda olanın ideolojisinin bir aracı haline dönüşmüş olması, hukukun bir toplum mühendisliği, modern hukukçuların şekil veren bir bahçıvan olarak görülmesine, toplumu şekillendirmek, yeni bir yaşam biçimini dayatmak üzere kullanılmasına neden olmuştur. Ancak Batı toplumlarının Aydınlanmayla başlayıp Rönesans ve Reform ile devam eden süreç de toplumun sosyokültürel değerleriyle paralel olarak yeniden şekillen bir düşünsel zemin üzerine inşa ettikleri çağdaş hukuk yapısı, yeni oluşan toplumsal yapıdaki düzeni sağlama noktasında başarılı olmuştur. Buna rağmen aynı sosyo-ekonomik dönüşümü yaşamamış ve hala geleneksel yapıdan bir kopuşun yaşanmadığı toplumlarda modern hukukun edinimi konusunda aynı başarı elde edilememiştir (Balı,2011, s.162).

50

Avrupa’da olduğu üzere modernite söylemleri geleneksel yapıdan tam anlamıyla bir kopuşu gerçekleştirirken nadirde olsa geleneksel yapıya sıkı sıkıya bağlı toplumlarda aynı başarı sağlanamamıştır. Çünkü uzun zaman içerisinde elde edilen gelenekler toplumsal yapıya sıkı sıkıya bağlanmış kuvvetli köklere sahip olduğu için değişim ve dönüşümleri diğer toplumlara nazaran daha zor gerçekleşmektedir. Örneğin, Türk toplumu içinde önem sarf eden töre ve düzen ‘İl bırakılır töre bırakılmaz’ atasözüyle pekişmiştir. Hatta bu husus da Bilge Kağan, “Üstte Mavi Gök Çökmedikçe,

Altta Yağız Yer Yarılmadıkça, Senin İlini ve Töreni Kim Bozabilir” demiştir. Fakat günümüze değin

devam eden süreçte Türk toplumunun geçirdiği değişim dönüşüm süreciyle birlikte ortaya çıkan sanayileşme, kentleşme, bireyselleşme, artan özgürlük ve bireysellik vurgusuyla birlikte modernleşme sürecine girilmiştir. Bu süreç içerisinde modernleşme adımlarından her biri teknik ilerleme ve değişime katkı sunduğu gibi toplumsal düzen, insan yaşayışı ve en önemlisi de zihniyetinde de birtakım değişimlere maruz bırakmıştır. Türk toplumunda geleneksel yapı her ne kadar derinlik içerse de modernleşme sürecinde maruz kalınan değişiklikler tam manasıyla bir kopuş yaşatamamıştır. Buna karşın değişen süreç içerisinde yeni laik ulus-devlet yapısının ortaya çıkması modern hukuk kurallarının oluşması için bir zemin oluşturmuştur. Bu durumda modernleşme bağlamında hukukun dönüşümü ve devlet yapısına değinmek yerinde olacaktır.