• Sonuç bulunamadı

Foucault, bu felsefe yapma tarzı ve kipinin nasıl değiştiği ile ilgili olarak, hakikate ulaşma noktasında düşünce tarihinde var olan üç farklı düşünce biçimine gönderimde bulunur. Tözün Tanrı olarak görüldüğü klasik dönem, her türlü bilginin ve bilmenin temelini “ilk ilkenin” düşünülmesinde bulur ve bu açıdan algı ve duyu ötesinin de bilinebileceği iddiasıyla kaimdir. Felsefe etkinliği bu manada Antik Yunan’da bir

“hatırlama” etkinliği halindedir. Özne, Antik Yunan’da kendi varlığıyla kurmuş olduğu bilgi ilişkisini varlığın hakikatini hatırlamak suretiyle gerçekleştirmektedir. Platoncu düşünce biçimi şeklinde görülebilecek bu düşüncenin ardından gelen bir diğer düşünce biçimi, Helenistik dönemde Stoa felsefesinde karşımıza çıkan öznenin kendilik deneyiminin kurulumuna gönderimde bulunan “meditasyon” biçimidir. Hakikat bu dönemle birlikte Platoncu bir hatırlama biçiminde görülmemekte, bunun yerine daha pedagojik bir faaliyet alanı olan hem varlığın hem de öznenin sınama ve eğitimden geçmesi şeklinde ifade edilen askesis (çilecilik) olarak görülmektedir. Bir askesis olarak felsefe etkinliği bu dönemde önce öznenin hakikate ulaşma noktasında düşünsel ve zihinsel bir eğitimi sonrasında ise hakikate açılmaya düşünsel yönden hazır hale gelen öznenin eriştiği hakikati hayatının tümüne yayması anlamına gelmektedir. Modern dönemin felsefe yapma biçimi olarak görülen düşünce biçimi yöntemdir ve yöntem, nesnel bir bilginin kurulumuna işaret etmektedir. Yöntemsel düşünce, ayrıca hakikate erişmede öznenin verili bir yargının kesinliğini kanıtlama yoluyla kabul etmesi ya da reddetmesine gönderimde bulunur ve bu açıdan önceki düşünme biçimlerinde var olan öznenin kendi varlığı üzerinde değişim ve dönüşüm yaşamasına gerek kalmadığını ifade etmektedir.92

92 Michel Foucault, Öznenin Yorumbilgisi, çev. Ferda Keskin, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2015, s. 18.

İlk iki düşünce biçimi olan hatırlama ve meditasyonda, öznenin hem bilişsel hem de duyusal bir değişim kademelerinden geçişi söz konusuyken modern düşüncede öznenin böylesi bir değişim ihtiyacı kalmamıştır. Nitekim Foucault, Descartes ve modern düşünce için “hakikate ulaşmak istiyorsam apaçık olan şeyleri görebilecek herhangi bir özne olmam yeter”93 diyerek öznenin, aynı zamanda ahlâki özne olmasının hakikati bilmesinde bir koşul olarak görülmediğini de ifade etmektedir. Bu açıdan klasik dönem, öznenin kendilik kaygısı olarak görülebilecek ve benliğini oluşturmada belirli düşünsel pratiklerden geçmesini öngörürken, modern dönem öznenin kendi üzerine bir düşünümle etik/ahlâki özne olmadan da hakikate açılabileceğini düşünmektedir.94

Sübjektivitenin oluşumunda yukarıda da defaatle ifade edilen “temel”, “merkez”, ve “zemin” gibi göndermeler insanın içinde bulunduğu açmazın giderilmesi adına yeni bir arayışa işaret etmektedir ki bu yeni arayış, insanın bilen özne olarak koyutlanmasındaki ontolojik ve epistemolojik temellerdir. Ontolojik açıdan insanın bir töz olarak koyutlanmasıyla çözüme kavuşturulmaya çalışılan bu sorun epistemolojik olarak da çözüme kavuşturulmaya çalışılmıştır. Descartes’ın ortaya koyduğu sübjektivite, her türden geleneği, yaygın kanaatleri, önyargıları ve metafizik imaları boş inanç olarak görmüştür. Böylece öznenin bunlara değil de zihinsel temsillerle ulaşılacak bilgilere yaslanması, Descartesçı epistemolojinin vardığı yeri bize göstermektedir.95 Ontolojik ve epistemolojik açıdan sübjektivite fikrinin, benliğin her alanına yayılmasına mütekabil benliğin ötesine geçen, benliğin, bireysel ve sosyal hayatın pratiklerine ve kurumlarına da uygulanması konu edinilmiş ve böylece yalnızca benliğin temelleri değil, anlamın, ahlâkın ve bireysel ve toplumsal değerlerin de temeli bu sübjektivite düşüncesinden çıkartılmaya çalışılmıştır.96 Bu yüzden sübjektiviteyi yalnızca benliğin bir töz olarak inşa edilmesi ve koyutlanması şeklinde okumak eksik bir okuma olacaktır çünkü sübjektivite, modern düşüncedeki modernin tek bir yüzüdür. Modern, Jeanniere’ın ifadesiyle:

Radikal bir değişmeden sonra ortaya çıkanı adlandırır ve insana olduğu kadar çevresine de uygulanır. Modern dünya, tarımsal dünyanın yerini aldı; kendisini önceleyenler bağdaştırılamaz yeni bir dünya görüşü belirdi. (…) Modern olmak,

93 Michel Foucault, “Etiğin Soybilimi Üzerine: Sürmekte Olan Çalışmaya İlişkin Bir Değerlendirme”, Özne ve İktidar, çev. Ferda Keskin, Osman Akınhay, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2019, s. 213.

94 Sema Cevirici, Postmodern Düşüncede Temsil Krizi, s. 69-70.

95 Richard Bernstein, Objektivizmin ve Rölativizmin Ötesi, s. 24.

96 Richard Rorty, Felsefe ve Doğanın Aynası, çev. Funda Günsoy Kaya, İstanbul: Paradigma Yayıncılık, 2006, s. 139-140.

artık düne ait olmayan ve başka yöntemlerle ele alınması gereken bir dünyada yaşamak demektir.97

Jeanniere’ın betimlemiş olduğu haliyle modern düşünce, sübjektivitenin bilimselleştirilmesi ve evrenselleştirilmesi adına birtakım atılımlar gerçekleştirerek kuramsal olduğu kadar kurumsal bir rasyonaliteyi de varsaymıştır. Tanrısal olanın belirlediği siyaset, ahlak, bilgi ve değer gibi alanların belirleyeni olarak artık yeni bir temel inşa etmiş olan modern düşünce, bu alanların da rasyonalizasyonunu ve bir bakıma sübjektivitenin tamamlanışını “akılsallık” ile başarmıştır. Sübjektiviteyi imleyen özne ve öznel akıl, evrensel olarak her türden bilme ediminin içerisine yerleşerek yalnızca bireysel bir rasyonaliteyi varsaymayıp, bireyin yaşam dünyasının da bir tür rasyonalizasyonunu işaret etmektedir. Her türlü bilme ediminin çok farklı kaynağı olsa bile, bilgi iddialarının geçerliliği adına başvurulabilecek tek yer olarak görülen, evrensel ve herkesçe eşit biçimde paylaşılan akıl98 sübjektivitenin nihai noktasını bizlere vermektedir. Touraine’in ifadesiyle Descartes’ın çifte modernliği burada ortaya çıkmaktadır, çünkü Descartes, hem bir töz olarak insanı özne pozisyonuna geçirmiş hem de onun akılsallığının en yüksek noktada bilen özne oluşunu vurgulayarak, bu akılsallığın evrenin tamamını belirli bir rasyonalizasyona tabi tutmasına dayanak oluşturacak şekilde kurgulamıştır. Akılcılaştırma ile sübjektivite burada, Rönesans ile Reformun birbirini tamamlaması gibi birbirini tamamlayan bir düşünce biçimi halini almakta ve bir tamamlanış olarak sübjektivite kendini hayatın her alanında hissettirmektedir. Öznenin hâkim pozisyona geçerek bilimsel düşünceyle birlikte her yere sirayet ettirmiş olduğu bu akılcılaştırmanın neticesinde evren artık, sonu gelmez tefekkürle bize açılacak bir alan değil, tahkim ve tahdit edilecek bir yapıya bürünmüştür. Bunun sonucunda da özne, hem kendini hem de dış dünyayı bu akılsallık içerisinde kurmuş, kuramsal (epistemolojik ve ontolojik) ve kurumsal rasyonalitenin temelini de yine kendisinden hareketle oluşturmayı denemiştir.

97 Abel Jeanniere, “Modenite Nedir?” çev. Nilgün Tutal, Modernite versus Postmodernite, çev. Mehmet Küçük, İstanbul: Say Yayınları, 2011, s.112.

98 Rene Descartes, Yöntem Üzerine Konuşma, s. 25; Richard Bernstein, Objektivizmin ve Rölativizmin Ötesi, s. 169.

1.3. Aydınlanma ve İçeriden Eleştirisi: Jean Jacques Rousseau ve