• Sonuç bulunamadı

Descartesçı rasyonalist epistemolojik tavırla Lockeçu empirist epistemolojik tavrın oluşturduğu çift boyut, modern düşüncenin Kant’a ulaşan boyutunda bir “sentez”

125 Veli Urhan, “Michel Foucault: Klasik ve Modern Çağlarda İnsan”, EKEV Akademi Dergisi, y.11, S.

32, ss.11-24, s. 12., Veli Urhan, Michel Foucault ve Düşünce Sistemleri Tarihi, İstanbul: Say Yayınları, 2013.

126 Michel Foucault, Kelimeler ve Şeyler, İnsan Bilimlerinin Bir Arkeolojisi çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Ankara: İmge Kitabevi Yayınları, 2015, s. 90-92.

127 Veli Urhan, “Michel Foucault: Klasik ve Modern Çağlarda İnsan”, s. 12 vd.

128 Orhan Tekelioğlu, Michel Foucault ve Sosyolojisi, İstanbul: Bağlam Yayıncılık, 1992, s. 155.

129 Veli Urhan, “Michel Foucault: Klasik ve Modern Çağlarda İnsan”, s. 13.

girişimine neden olmuş ve öznenin rasyonalist ve empirist vukufları Kant düşüncesinde mezcedilerek “transendantal özne”ye dönüşmüştür. Kant, Descartes gibi nesnel bilginin kurulumunda özneye hâkim ve ayrıcalıklı bir konum verir, fakat öznenin bu ayrıcalıklı ve hâkim boyutu insani deneyimin sınırlarını aşmayan bir yapıdadır. Kesinliğin, objektifliğin ve nesnelliğin garantörü olarak Tanrı’nın ilkeselliği artık bir ilke olmaktan çıktığından dolayı Kant, bilgiyi öznenin deneyim sınırlarından aşmayan bir şekilde kurgulamıştır. Akıl ile doğa arasında klasik dönemden bu yana varsayılan uygunluk fikri de kanıtlanamaz bir şeye dönüştüğünden dolayı kesinlik ve nesnellik artık öznenin kendisinden çıkarsanan bir yapıya dönüşmüştür. Kant, bu yönüyle varlık-düşünce özdeşliğinin kanıtlanmasına yönelik bir sorgulamayı yani temsilci düşünceyi sorunlu bulur ve daha ziyade aklın mahiyetini sorgulamaya açarak öznenin “neyi bilip neyi bilemeyeceğini” yani öznenin aklının sınırlarını tayin etmeye yönelik bir soruşturmayı temele alır.130 Kant’a göre insanın bilgisi, kendinde-şey hakkında olmak üzere131 tümüyle fenomenal olan ile ilgili olup, bir taraftan deneyime bağlıyken, öbür yandan da iç ve dış duyuların imkânını sağlayan zaman ve mekân temelinde realiteye dayatılan zihnin kategorilerine bağlı durumdadır.132 Bu açıdan Kant’a göre dünyaya yönelik tüm tecrübeler insanî bir temsil olmakta ve insanın bilgisi de tümüyle bu dünya ile sınırlı olduğundan dolayı, fenomenal olanın ötesine gönderimde bulunma iddiasında olan metafiziğe ait bilgi imkânından bahsetmek, saf akıl bağlamında mümkün görülmemektedir.133 Beiser, bu noktada Kant’ın metafiziğe olan ikircikli bakış açısına değinir ve Kant’ın 1746-1764 yılları arasındaki en temel kaygısının metafizik için sağlam bir delillendirme olduğunu fakat özellikle 1765 yılından sonra Kant’ın metafiziğin hayali bir şey olduğuna inandığını söyler.134 Bu dönem ertesinde Kant, Saf Aklın Eleştirisi’nin Transendantal Diyalektik bölümünde, saf akla içkin olan antinomileri ifşa ederek, geleneksel kavranış biçimiyle metafiziğin bir bilgi olamayacağını ifade eder.135

130 Doğan Özlem, Kant Üstüne Yazılar, İstanbul: Notos Kitap Yayınları, 2015, s. 99.

131 Heinz Heimsoeth, Immanuel Kant’ın Felsefesi, çev. Takiyettin Mengüşoğlu, Ankara: DoğuBatı Yayınları, 2007, s. 83.

132 Immanuel Kant, Critique of Pure Reason, çev. J.M.D. Meiklejohn, Rutland: Everyman’s Library, 1991, s. 43-51.

133 D. Linker, “From Kant to Schelling: Counter-Enlightenment in the Name of Reason”, The Review of Metaphysics, December, 2000, S. 54, v. 2, s. 346.

134 Frederick C. Beiser, Aydınlanma, Devrim ve Romantizm, çev. Aslı Önal, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2018, s. 52-53.

135 Kasım Küçükalp, Batı Metafiziğinin Dekonstrüksiyonu, s. 59.

Kant, metafizik bilginin imkânsızlığını ortaya koymaya çabalarken aynı zaman da geleneksel olarak kavranan zaman-mekân düşüncesinin dışında kendine has bir zaman mekân anlayışı geliştirerek, zaman ve mekânın bizim dışımızda olmayan, iç ve dış duyumlarımızın a priori koşulunu oluşturduğunu iddia etmiştir. Sentetik a priori bilgilerin türetildiği bilginin iki kaynağı olarak görülebilecek bu alanlar “bütün duyusal sezgilerin saf formlarıdır ve sentetik a priori önermeleri mümkün kılarlar.”136 Mekân bu açıdan sonluluk bağlamında düşünülerek, yalnızca dış duyuların evrensel koşulu olarak görülürken, zaman ise iç ve dış duyular olmak üzere tüm sezgilerin temelinde yatan zorunlu temsil olarak ele alınmıştır.137 Küçükalp’e göre bu tespitler bir taraftan modernitenin temel karakteristiği olan sübjektivitenin radikal bir boyuta taşınması anlamına gelirken, diğer taraftan da Kant’ın matematiksel ve ölçülebilir zaman kavramsallaştırmasının sonraki felsefelerde ve özellikle de Nietzsche ve Heidegger felsefelerinde ciddi anlamda eleştiriye açılmasının da zeminini oluşturmaktadır.138

Kant’tan günümüze değin felsefenin temel sorunlarından biri doğal süreçler hakkında yeterli deneysel veri elde edememekten ziyade bu verileri değerlendirecek analitik yeteneğimizin, ulaşılmak istenen gerçeklikleri elde etmede eksik kalmasıdır.139 Örneğin, A priori görü formları olan zaman, mekân ve insanın bilme yetisi kategorilerinin aşkınlığına işaret ederek özneleraraslığı vurgulayan Kant, hakikatin objektifliğini savunan Aydınlanmacı düşünceyi devam ettirmiştir. Fakat kendinde şeyin bilinemezliği gibi kendinde hakikatin (varsa dahi) bilinemezliğine vurgu yaparak, hakikatin sübjektif temellerini ortaya koymak suretiyle de teorik insan bilgisinin sınırlılığına işaret etmiştir.

Kant, gerçekliği ve dolayısıyla da bilme etkinliğini Descartes’taki gibi düşünen benlik bilincinden değil yargılardan çıkartmaktadır. Bilgiyi meydana getiren yalnızca yargılardır. Duyu algısının saf formları olan, zaman ve mekân vasıtasıyla algılanan izlenimler, anlama yetisinin saf kavramları olan kategoriler sayesinde yargılara dönüştürülmektedir. Bunun neticesinde de elde edilen şeyler görünüşler dünyası yani fenomenal evrendir. Nesnel dünyanın bilinebilmesi yahut kendinde şey olarak

136 Kasım Küçükalp, Batı Metafiziğinin Dekonstrüksiyonu, s. 59.

137 Immanuel Kant, Critique of Pure Reason, 47-48.

138 Kasım Küçükalp, a.g.e., s. 60.

139 Sadık Türker, “Analitik Fisyon: Çağertesi-Beşerertesi Dönemde Analitik Düşünme Sorunu”, Felsefi Düşün, S. 9, ss. 224-269, 2017, s. 226.

bilinebilmesi Kant’a göre mümkün olmadığından dolayı Kant bilgiyi sadece sonlu olana yani öznenin kendisine sabitlemiştir.

Öznenin sonlu karşısındaki pozisyona göre kendisini kuran Descartesçı düşüncenin neden bu sonluluğu temel alamadığını sorunsallaştıran Deleuze, 17. yüzyıl düşüncesinin sonsuzun bakış açısına göre oluşturduğunu ve buna göre düşündüğünü belirtir.140 Çünkü Deleuze’e göre Descartesçı düşünce, sonsuzu düşünmenin ve verili olanla kavramın özdeşliğini savunan bir yapıda olduğundan dolayı öznenin anlama yetisi Tanrı’nın anlama yetisinin bir imajıdır. Kant, özneyi bu sonsuzluk düşüncesi karşısında konumlandıran Descartesçı geleneğe karşı çıkarak kurucu olanın öznenin kendisi, kendi aklı olduğunu ve dahası bu sonluluğun onun kurucu unsuru olmada en temel nokta olduğunu düşünür.141

Sonluluk düşüncesinin özne açısından böylesi bir temel olarak ele alınabilmesi için Kant, kendisine dek gelen realist ve idealist öğretileri senkretik bir yapıda ele alarak kendi teorisini oluşturmuştur. Kendinden sonraki felsefi düşünceye de sirayet edecek şekilde onun idealizmi, deneyim açısından öznenin zihninin tecrübe ettiğine nazaran pasif/alıcı olması ve onları sadece kaydetmesi anlamına gelmeyip, öznenin daha aktif bir pozisyonda olup deneyimlediğini şekillendiren bir yapıdadır.142 Ayrıca bu özne, kendisine deneyimler aracılığıyla gelen çeşitliliği kategorilerinden geçirmek suretiyle nesne olarak kurar ve onlara bir birlik de verir.143 Tanrı’nın garantör olarak koyutlanmadığı bir düşünce arayışında olan Kant, bunu öznenin dünyadaki çeşitliliğe düzen getirme ve temsil edebilme gücünde bulur.144 Nitekim Kant felsefesinde özne “hem gerçekliğin özsel yapısından (teorik akıl doğaya kendi yasalarını dikte eder) hem de kendisine yasa koyan rasyonel irade olarak ahlak yasasından sorumlu”145 tutulmuş ve böylece de hem epistemolojik hem de ahlaki açıdan da merkezi bir konuma yerleştirilmiştir.

140 Gilles Deleuze, Bilgi: Foucault Üzerine Dersler, çev. Ayşegül Baran, İstanbul: Otonom Yayıncılık, 2019, s. 178.

141 Deleuze, a.g.e., s. 179.

142 Tom Rockmore, Hegel’den Önce Hegel’den Sonra, çev. Kağan Kahveci, İstanbul: Say Yayınları, 2019, s. 31.

143 Sema Cevirici, Postmodern Düşüncede Temsil Krizi, s. 76.

144 Immanuel Kant, Arı Usun Eleştirisi, çev. Aziz Yardımlı, İstanbul: İdea Yayınevi, 2015, s. 121-122.

145 David West, Kıta Avrupası Felsefesine Giriş, s. 260.

Aynı şekilde hem klasik hem de modern epistemolojiye içkin biçimde insanın

“akıllı” bir varlık olması, Kant düşüncesinde de ön plandadır. Kant’a göre insan aklıyla, özgür ve iradi bir varlık olmanın bilincine varmaktadır fakat bundan da önemlisi özgürlük de Kant düşüncesinde bu akıllı varlık oluştan çıkarsanan bir yapıya dönüşmüştür. Bu düşünce, Kant sonrası düşünceyi belirleyecek olan Hegel düşüncesinde bilinç olarak Geist’ın bilincine varırken aynı zamanda özgürleştiğinin de idrakine varan tarihsel öznenin gelişimine kapı açmaktadır.

Öte taraftan, fenomenal dünyanın bir kaostan ibaret olduğu görüşü, buna paralel olarak da içeriksiz düşüncelerin boş bir kalıp olarak görülmesi ve insanın bilgisinin ancak duyu verileriyle kategorilerin ilişkiye sokulması neticesinde vukua geleceği fikri, Kant’tan sonraki felsefelerde hakikatin inşai yönüne vurgu yapan ve aşkın bir hakikat fikrinden ziyade içkin hakikatlerin de nasıl ve ne şekilde kurulduğunu göstermesi açısından oldukça önemlidir. Kant düşüncesindeki şekliyle sadece bilme yetimizin dolayımından geçmek suretiyle oluşturulmuş olan bir gerçeklikten bahsedilebilir. Bu yönüyle de Kant düşüncesinde bilgi ve gerçeklik bir taklit yahut temsil olmaktan ziyade oluşturulmuş şeyler olarak düşünülür.146 Bu düşünce hem Nietzsche düşüncesindeki hem de postmodern felsefedeki hakikatin çoğulluğu ya da perspektivalliği anlayabilmemiz adına bize imkân sunar niteliktedir. Çünkü “şayet hakikat oluşturulmuş bir şey olarak telakki edilirse, o zaman sonuçlarla yetinmekten ziyade gerek hakikatin nasıl oluşturulduğunun izini sürme gerekse de onu yeniden oluşturma gibi bir imkân da karşımıza çıkacaktır. Bu durun ise, bir anlamda, Hakikat yerine hakikatlerden bahsedebilmemizin epistemolojik arka planını oluşturmaktadır.”147 Çoğulcu hakikat anlayışı olarak adlandırılabilecek bu düşünceye zemin hazırlayan Kantçı düşünce aynı zamanda, kendisine kadar gelen temsil anlayışını da bir dönüşüme uğratır. Foucault’nun dönemselleştirmesine bağlı kalarak denilebilir ki Kant düşüncesi ile Rönesans ve Klasik Dönem içerisindeki temsil anlayışları birbirinden oldukça farklıdır, çünkü Rönesans ve Klasik Dönem içerisindeki temsil anlayışında birey kavramı bu iki düşüncede yoktur.

Dahası evrensel, tarafsız, bilinçli ve nesnel bir düşünme tarzından da148 farklı bir şekildedir, çünkü birey kavramı bu düşüncede eksiktir.

146 P. Rustherhold, “On the Crisis of Representation”, Semiotica, 143-1/4, 2003, s. 53.

147 Kasım Küçükalp, Batı Metafiziğinin Dekonstrüksiyonu, s. 61.

148 Alan Sheridan, Michel Foucault: Will to Truth, London and New York: Routledge, 2005, s. 81.

Foucault’ya göre birey ancak Kant’ın eleştirel felsefesiyle ortaya çıkacaktır. Öyle ki bu ortaya çıkış, ergin-olamama (immaturity) ya da çocuksuluktan ergin olma durumuna geçişi de imlemektedir. 1784 yılında sorulan bir soruya, Aydınlanma nedir sorusuna verilen cevapta149 Kant’ın Aydınlanmanın mottosu haline gelecek “Aklını kullanma cesaretini göster” (Sapere Aude) cümlesini bu muvaceheden okumak mümkündür. Ergin olmama durumu Kant için insanın aklını bir başkasının kılavuzluğuna bırakmasında yatmaktayken, ergin olma ise bu açıdan insanın kendi aklını kullanabilmesinde ve kararlarını kendi kendisine verebilmesinde yatmaktadır. Bu açıdan bilen, karar veren, ahlâki yargı ve kanaatleri pekişen bireyin, varlık sahnesine Kant’ın felsefesiyle ortaya çıktığı ifade edilebilir.

Öte yandan Foucault, Modern Çağ’ı Kant düşüncesiyle başlatmaktadır. Çünkü Kant, genel felsefesinin yanı sıra kendi yaşantıladığı haliyle düşüncenin ve yaşamının aktüalitesini sorgulayan ve bugün yaşantılanan şekliyle Aydınlanmanın ve özel olarak da bugün biz kimiz üzerine sorular soran ve böylece de felsefeyi, felsefenin ana konusunun

“şimdi” üzerine yoğunlaşmasını sağlayan bir düşünürdür. Kant, Foucault’ya göre felsefenin bugünkü kendi söylemselliğini ve söylemsel güncelliğini sorunsallaştıran ilk düşünürdür, felsefenin olay olarak, anlam ve değerini, felsefi tekilliğini betimlemek durumunda olduğu ve içerisinde kendi var olma nedeniyle söylediği şeyin temelini bulmuş olduğu bir olay olarak sorgulanan bir şimdiki zamanın sorgulanması Kant düşüncesiyle başlayan bir şeydir.150

Dönemsel olarak da Aydınlanmanın Kant’ın bu düşüncelerine mündemiç olmasının nedeni, kendi belirlenimini kendisi yapan, kendi kurallarını formüle eden ve genel düşünce tarihi açısından olduğu kadar, şimdiki zamanı da kapsayacak şekilde bir düşünüm gerçekleştiren belirgin bir şekildeki birey kavramının bu düşüncede var olmasıdır. Modern Çağ Kant ile başlamaktadır çünkü modern olmak “kendini kendi güncelliği hakkında sorgulamak”151 anlamına gelmektedir.

Foucault ve Baudrillard felsefesine içkin bir konu olarak “güncelliğin bir ontolojisinin” Kant düşüncesiyle başladığını ifade etmek mümkündür. Kendi aktüalitesi

149 Immanuel Kant, “What is Enlightenment”, Kant’s Political Writings, ed. Hans Reiss, Cambridge:

Cambridge University Press, 1970, s. 54-60., Immanuel Kant, Seçilmiş Yazılar, çev. Nejat Bozkurt, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1984.

150 Michel Foucault, “Aydınlanma Nedir?”, Özne ve İktidar, s. 157-159.

151 Michel Foucault, “Aydınlanma Nedir”, Özne ve İktidar, s. 160.

ve kendi düşüncesinin aktüalitesi üzerine felsefi bir sorgulama Kant’tan bu yana felsefenin en temel sorunsallarından biri olagelmiştir. Güncelliğin ve şimdiki zamanda yaşanabilecek mümkün deneyimler alanının ne olduğu sorusu bir hakikat analitiği oluşturulması anlamında değil, şimdinin ve kendimizin bir ontolojisinin yapılması anlamına gelmektedir. Nitekim Foucault, Kant’ın felsefesi bağlamında olmasa da deneyim alanlarının neler olduğu ve güncelliğin bir ontolojisi konusunda Kantçı çizgiyi benimsediğini ifade etmiştir.152