• Sonuç bulunamadı

2.2. İdeal Kent Tasarımı: Ütopya

2.2.2 Modern Dönem Ütopyaları

Gemiciliğin ilerlemesi ile dünya denizlerinin artık karış karış biliniyor olması yazın dâhil birçok alanı etkilemiş fakat en açık hali ile bu durum ütopya tasarılarında kendini göstermiştir. Artık yeryüzünde bir “yok ülke” düşlemeyen ütopya yazarı dört bir yanı keşfedilmiş dünyada zaman boyutu üzerinde birtakım tasarımlarda bulunmaya çalışmıştır. Ancak yeryüzünde her yer keşfedilmiş olsa da gelecek hala gizemini korumaktadır. Yine de zamanın akışı hem toplumsal hem de teknik anlamdaki gelişmelere uygun bir yapı arz etmiş ve ütopya engin okyanuslar ortasındaki belirsiz bir ada imgesi olmaktan kurtulmuştur (Göktürk, 1997: 115). Modern dönem ütopya tasarıları için oldukça önemli olan bu zihinsel geçiş süreci hem kurguda hem de uygulamada yeni bir sürece geçildiğini göstermiştir.

Modern dönem ütopyalarının yazın anlamındaki ilk örneği olan Francis Bacon’un “Yeni Atlantis” adlı eseridir. Yeni Atlantis’te bilim adamları ve teknoloji

Şekil-8: Bronbdy - Danimarka ( Uygulanmış Benzer Kent Planı)

tarafından yönetilen bir toplum mevcuttur. Bacon’un bu düşüncesi, gerçekte var olabileceği gibi, bu olası hali ile tamamen arzulanan bir gelecek olarak da önerilmektedir (Kristol, 1973). Nitekim Francis Bacon’un modern dönem ütopyalarının ilk örneği olarak yazmış olduğu bu eser, sonrasında yaşanan teknolojik gelişmelerin ütopyaya kent bağlamında yansıması ile kısmen gerçekleşmeye de başlamıştır.

Bilim ve teknolojinin ütopya ile birleşmesi ona aynı zamanda bir ilerleme fikrini de getirmiştir. Buna göre nasıl bilim ve teknolojide bir durma noktası olmazsa, artık ütopyalarda da herhangi bir durma noktasına ulaşılmayacaktır (Kumar, 2006: 59). Ancak ideolojik yaklaşımlardan beslenen ütopyalar, Modern dönem ütopyalarının başladığı 19. yüzyıl kent tasarımlarında düşünce ve uygulama ile sınırlı kalmaktadır. Sanayi Devrimi’nden sonra makineleşme sürecinin kırdan kente yönelttiği hızlı nüfus artışı da kent çevrelerini olumsuz yönde etkilemiş; 20. yüzyıl, tasarlanan kentler bağlamında incelendiğinde ütopya kavramının kent olgusu üzerinde daha fazla yoğunluk kazandığı görülmüştür. Mimar ve planlamacıları yeni arayışlara yönelten makine çağı, getirdiği olumsuz durumlar ile birlikte kentin yaşanabilir ortamının yok olmasına neden olmuş, kentten kaçışlar başlamış, bu da ideal kent kavramının sorgulanmasına yol açmıştır (Sekman, 2017: 113-114). İdeal kent kavramı anlamında başlayan bu yeniden sorgu süreci zıtlıkları içinde barındıran ütopyaların, modern dönem anlamında yeni kent yapıları oluşmasına da bir yandan olumlu bir katkı sağlamıştır.

2.2.2.1. 19. Yüzyılın Ütopik Kentleri

19. yüzyılda ütopya, bambaşka bir forma bürünmüş hem bilimsel anlamda hem de toplumsal anlamda yaşanan birtakım değişiklikler kent ütopyalarını da etkileyerek yükselişe geçmesini sağlamıştır.

Öyle ki 19. yüzyıl, modern zamanların en ütopyacı çağı olarak değerlendirilmektedir (Kumar, 2006: 64). “Endüstri Çağı” olarak da adlandırılan bu yüzyıl, makineleşmenin artması ile birlikte hızlı bir nüfus artışı yaşamış, bu hızlı nüfus artışı da birçok sorunu beraberinde getirmiştir. Var olan düzenin bozulmaya başlaması 19. yüzyıl ütopyalarının ortaya çıkmasına neden olmuştur (Sekman, 2017: 112).

Yüzyılın ilk yarısında tarihsel duvarlarını ve kalelerini yıkan büyük Avrupa kentleri, sınırları ortadan kalkınca çevresinde bulunan kırsal alanlara doğru yayılmaya başlamış (aynı dönemde Amerika kentleri zaten sınır tanımayan bir yapı içindeydi), geleceği düşünmeden ve hızlı bir şekilde gerçekleşen bu yayılma, var olan bir mekanizmanın uygun yapısını yitirerek kentlerin sağlıksız bir şekilde genişlemeye başlamasına neden olmuştur. Bu gelişme sonucunda 19. yüzyılda; Londra nüfusu 900 binden 4.5 milyona, Paris nüfusu kendini beşe katlayarak 500 bin’den 2.5 milyona ulaşmıştır. Berlin 190 bin’den 2 milyon’dan çok nüfusa, New York 60 bin’den 3.4 milyon’a, 1840’ta bir köy

olan Chicago’nun nüfusu ise 1.7 milyona ulaşmıştır (Fishman, 2016: 19).

Yeni Çağ ile birlikte gelen bu değişimler, 19. yüzyıl ütopyasında bir form değişikliği de meydana getirmiş ve ütopyalar sosyalist bir hal almaya başlamıştır. Eski ve modern ütopya öğelerine yeniden şekil veren bu ütopyalar için de H. G. Wells,

“Modern ütopya sosyalist ütopyadır” tanımını yapmaktadır (Kumar, 2006: 64).

19. yüzyılın sosyal ütopistleri olarak bilinen İngiltere’de Robert Owen, Fransa’da Charles Fourier ve Andre Godin insanların huzurlu ve maddi endişeleri olmadan yaşadıkları; temelinde insan olan, eşitlikçi bir ekonomi anlayışı ile ideal bir kent kurmak istemektedirler. More’un yaklaşımı ile benzer bir çizgide ilerleyen bu fikirler, komün konutları ile var olmaya çalışmışlardır (Sekman, 2017: 112). Bu reformcular aynı zamanda More ve Platon’un aksine ideal topluluklarını hemen hayata geçirmek istemişlerdir. Owen ve Fourier’in ütopyacı toplulukları inşa etmek için hazırlamış oldukları ayrıntılı planlar ise daha sonra Howard, Wright ve Le Corbusier’in bazı çalışmalarına da öncülük etmiştir. Genel olarak ütopyacı sosyalist planların iki ana teması vardır: “Kır ve kent arasındaki ayrımı ortadan kaldırmak ve büyük aile yapıları çerçevesinde toplulukları bir araya getirerek birey ve aile arasındaki ayrışmaya son vermek” (Fishman, 2016: 22).

Rober Owen; endüstri toplumuna yine bu toplumun ruhuna uygun olarak bilim, teknoloji ve işbirliğine uygun bir düzen önerisi sunan Henri de Saint Simon’dan etkilenerek bir model geliştirmiştir. Çalışma, konut ve eğitim birimlerini bir araya topladığı bu modelini, ABD’de 800 kişilik “New Harmony” topluluğu ile deneyimleme fırsatı bulmuştur. “kent ve kır birlikteliği”ni gerçekleştirmeye çalışan

Owen, mekânsal ve mimari tasarımda kente özgü işlevleri ve konut mimarisini kır yaşamına taşımıştır. 400-600 hektarlık ve kentten tamamen yalıtılmış bu kırsal araziler üzerinde 500-3000 arasında değişen küçük ölçekli ve birbirleri ile uyumlu topluluklar bulunmasını planlamıştır. New Harmony Topluluğu ayrıca çevreden yüksek plaformlar ile ayrılmıştır (Duman Yüksel, 2012: 21).

Şekil-9: New Harmony Önerisi

Kaynak: Gürel Üçer ve Yılmaz, 2004: 136

Charles Fourier ise, karmaşık bir sınıflandırma esasına ve yeni bir terminolojiye dayandırdığı modelinde, evrensel uyuma ulaşmak için toplumsal yaşamın gerekliliğine vurgu yapmıştır. Fourier’in bu teorisine göre ise evrensel uyum yedi dönemden geçerek sağlanabilecektir. İnsanlar, yedinci ve son dönemde kentleri terk edip 1620 kişilik “Phalange” olarak adlandırılan kolektif binalarda yaşayacak ve böylece hayat, tamamen kolektif bir hale gelecektir (Gürel Üçer ve Yılmaz, 2004: 136). Fourier’ın yarattığı ahenkli toplumda geniş ve konforlu bir saray planlanmış; klimalı iç galeri caddesi, evsel ve endüstriyel tüm farklı alanlara hizmet edecek şekilde tasarlanmıştır. Ana binanın merkezinde bulunan büyük meydan ise, çalışma gruplarının faaliyetini koordine edeceği bir “düzen kulisinine” dayanmaktadır (A Utopia Come True, 2007).

Şekil-10: Phalanstere Kent Planı

4 Şe kil-9: Phala nstere Kent Pla nı

Kaynak: Malçok, 2016 https://gaiadergi.com/

Ortak bir saray gibi de düşünülebilen Phalanstere, bireyler arası ilişkileri kolaylaştırmak gibi bir amaca da hizmet etmektedir. Bu çeşitli binaları birbirine yakınlaştırma arzusu aynı zamanda “galeri sokakları”nın, toplantı odaları gibi yerlerin çoğalmasını, trafiğin azalmasını da sağlamaktadır (Merckle, 2006).

Phalanstere’ler sosyal ve toplu konut modellerinin ön tasarımı niteliğinde olmasından dolayı ütopya mimarlığı açısından önem taşımaktadır (Gürel Üçer ve Yılmaz, 2004: 138).

19. yüzyıla ait bir başka tasarım ise Andre Godin’in “Familistere” adlı özgün tasarımıdır. Fourier’in “Phalanstere” kent planının eleştirel ve orijinal bir yorumu olan Familistere; ütopya anlamında bir başarı örneği olarak görülmektedir. Godin bu planı, Kuzey Fransa’da bulunan fabrikasının yanındaki arazide, 1.500 ila 2.000 kişilik bir nüfus için 500 daireden oluşan bir yapı şeklinde kurmuştur. Bu planda; Fourier’in Phalanstere sosyal alanı üç apartman binası ile birlikte gerçekleştirdiği hijyen tesisleri, Familistere’da konaklama yerlerine, geçitlere ve cam çatılı avlulara mükemmel bir şekilde aktarılmıştır. Ayrıca Fourier’in birbirine kenetlenen faaliyetler kavramı yerine, Godin; endüstriyel, evsel, ticari ve eğitimsel olarak farklı işlevleri birbirinden ayırmayı seçmiştir. Gelişim planlarını Phalanstere ile bariz bir şekilde benzeten Godin, Familistere’da kolektif bir saray fikri yaratmıştır. Bu noktada, sosyal reformun bir gerekliliği olan yeni toplu konut mimarisi, toplumun dönüşümü için gerekli bir koşul haline gelmiş ve Godin, bu rasyonel mimariyi, köylerin düzensizliği ve aldatıcılığı ile

Şekil-11: Familistere’in Planı ve Kesit Şemasıe ması.

5 Şekil-10: Familistere’in Plan ve Kesit Şeması. ve kesit şeması.

Kaynak: Gürel Üçer ve Yılmaz, 2014: 138

Owen, Fourier ve Godin’in yapmış oldukları bu planların her biri kendi içinde yeni bir oluşum ile söz konusu toplumsal buhrana bir çözüm önerisi niteliğindedir.

Sanayileşmenin gelişmesi ile düşüncede de yaşanan gelişmeler, disiplinlere yaklaşım konusunda bilimin temel alınmasını sağlamış, bu dönemin olumsuz etkilerini gözleyen yazar, mimar, sanatçı ve düşünürler ileriye yönelik senaryolar üretmeye başlamışlardır (Duman Yüksel, 2012: 23). Kent yapısına ise yapı yüksekliği olarak yansıyan bu bilimsel ve toplumsal gelişmeler; yangına dayanıklı gereçlerin çoğalması, demir-çelik alanındaki gelişmeler ve asansörün bulunması ile bu yüzyılın sonuna doğru gökdelenlerin yükselmesine de neden olan teknik gelişmeler oluşturmuştur (Duru, 2001: 6). Görüntüde birçok çelişkiyi içinde barındıran ütopyacı tasarımlar, artık modern dönemde daha fazla kaynaktan beslenerek sanayi yüzyılının yeni dinamikleriyle mimar ve mühendisler tarafında yeni biçimlere büründürülmeye devam etmiştir.

2.2.2.2. 20. Yüzyıl Kent Ütopyaları

20. yüzyıl, ütopyalardaki “ideal kent” temasının gerçek temsilcisinin mimarlık ve planlama olduğunu göstermektedir. Mimarlar ve kent planlamacıları bu dönemde iyi bir yaşam için bina, sokak ve meydanları geliştirmeye başlamışlardır. 20. yüzyıl, bu anlamda tasarım ve ütopya arasındaki ilişkinin de geliştiği bir dönem olarak tanımlanabilir (Duman Yüksel, 2012: 25). Fakat bu, ideal kent teması için ütopyanın ön plana çıkan özelliğidir. Sosyal unsurlar hiçbir zaman ütopyaları oluşturan ideal

toplumsal düzenden bağımsız olarak düşünülmemektedir. Yalnızca çağın ihtiyaçları doğrultusunda ön plana çıkan nitelikler farklılaşabilmektedir.

Kent planlaması tarihsel bağlamda incelendiğinde de, 20. yüzyıl öncesine kadar daha çok fiziksel bir kent planlaması ve kentlerin güzelleşmesi amacının taşındığı görülmektedir. Ancak 20. yüzyıldan sonra fiziki planlamanın yanı sıra ekonomik, sosyal ve işlevsel unsurlara da dikkat edilmeye başlanmıştır (Türk, 2015: 42). Böylece bu çağ, ideal kentin daha bütünleşik ve fonksiyonel bir yapı içerisinde ilerlemesine zemin hazırlamıştır.

20. yüzyılın ideal kenti için Ebenezer Howard, Frank Lloyd Wright ve Le Corbusier 1890 ve 1930 yılları arasında bazı çalışmalar gerçekleştirmiştir. Kendi tarzlarını oluşturarak ideal kent modelleri yaratan bu tasarımcılardan Ebenezer Howard “Bahçekent”i, Frank Lloyd Wright “Broadacre Kent”ini ve Le Corbusier de “Çağdaş Kent”, “Işıyan Kent” ve “Endüstriyel Lineer Kent” modelini geliştirmiştir. 20. yüzyıla ait bu ideal kentler aslında fiziksel yapının değişmesi ile toplumsal yapının iyileşeceği umudunu taşıyor olmanın bir girişimini ifade etmektedir. Bu nedenle her plancı kendi hayal gücü ve ideolojisi doğrultusunda “ideal kent” planını oluşturarak bunu hayata geçirmek ve hakim kılmak için yaşamları boyu çaba sarf etmişlerdir. Nitekim topyekün bir değişim sağlamasa da bu tasarımlar günümüz kent planlarına büyük oranda etki etmiş ve yeni kentlerin merkez yapısını oluşturarak farklı tarzları bir arada barındıran seçenekli bir yaşam kültürü oluşmasına neden olmuşlardır.

20. yüzyılın en büyük kent planlamacılarından biri olan Howard, ideal kentini yaratırken temel ilke olarak “işbirliğini”, Wright ise ana ilke olarak “bireyselliği” temel almıştır (Fishman, 2016: 95).

Büyük şehrin itici gücü, küçük bir kasabada çalışmak ve yaşamak arzusu, ortak ilişkilerdeki katılım arayışı ve en önemlisi de “yeşil” bir yaşam tarzına bağlılık, yaygın olarak paylaşılan sosyal değerleri temsil etmektedir (Ward, 1992: 1). Bu anlamda Howard’ın “Bahçe Kent” modeli, özlemi duyulan bu yaşam sistemine geçişte umut verici bir kent planı olarak değerlendirilebilmektedir.

Ebenezer Howard - Bahçe Kent: Howard’ın Bahçe Kent’i için düşündüğü ana

ilke: “Kooperatif bir memlekete dair radikal umutlar ancak ademi merkezi bir toplumdaki küçük topluluklarda hayata geçirilebilir” şeklindeydi (Fishman, 2016: 40).

Bahçe Kent modelinde “kır ve kent arasındaki sosyal uyumu” sağlamaya çalışan

Ebenezer Howard, iki bin hektarlık tarım arazisinde bulunan dört yüz hektarlık alan üzerine otuz iki bin nüfuslu ve birbirinden yeşil kuşaklarla ayrılan küçük şehirler kurmayı planlamıştır. Her biri kendi içinde ekonomik, sosyal ve kültürel olarak günlük gereksinimlere cevap verecek olan bu küçük şehirler, elli sekiz bin nüfuslu bir yapıya sahip olacak şekilde planlanmıştır (Gürel Üçer ve Yılmaz, 2004: 139-140).

Howard, planladığı kent modelinde, bir dizi kümelenme şeklinde ve şehirler kuşağı prensibinin ilkesi ile zaman içinde küçük şehirsel yapılara sahip olunacağından bahsetmektedir. Onun kentinde bir merkezin etrafında gruplandırılmış, bir anlamda küçük bir kasabada yaşayan fakat büyük şehrin bütün avantajlarından yararlanacak olan bireyler, ülkenin tüm güzelliklerinden faydalanabileceklerdir. Parkların, bahçelerin ve yalnızca birkaç dakikalık mesafe ile ormanlık yürüyüş alanlarının içinde bulunduğu bu mekânlar, aynı zamanda şehir merkezi ile de doğrudan iletişime geçilebilecek bir tren sistemine sahip olacaktır (Howard, 1902: 142-144).

Şekil-12: Bahçe Kent Planı Merkez

Kent.6 Şekil-11: Bahçe Kent Planı Merkez Kent. Kaynak: Fishman, 2016: 66

Orijinal vizyonun görünürlüğüne ve açıklığına rağmen “Bahçe Kent” fikri ve onu ilerletmek için geliştirilmiş olan hareket, pratikte önemli ölçüde esneklik göstermektedir. 1910’a gelindiğinde, yeni ortaya çıkan uluslararası şehir uygulaması ve bölgesel planlama tarafından benimsenmiş ve olağanüstü zengin bir kaynak olduğu fikri kanıtlanmıştır. Özgün bahçe kent fikrinin ayrı ayrı ele alınabildiği seçici olarak uygulanabildiği gerçeği, fikrin ısrarla yayılmasında büyük önem taşımaktadır. Bu durum fikrin en azından, farklı ekonomik, kurumsal, kültürel ve estetik bağlamda birçok alana kök salmasına izin vermiştir (Ward, 1992: 2).

Howard, aynı zamanda sanayiciliğe karşı olan “Bahçe Kent” hareketinde, 19. yüzyılın sonunda kır ve kentin olumlu yönlerini bir araya getirmeye çalışmıştır. Le Corbusier’ın de temsil ettiği 20. yüzyıl modertnisleri ise aksine, tüm faaliyetlerin bir arada bulunduğu kalabalık ve yüksek yoğunluklu kentler inşa etmek için teknolojiden faydalanmıştır. 1950 ve 1960’ların “Uluslararası Durumcuları” ise sabit, katı bir kent planlamasını reddererek herkesin istediği gibi bir yaşam biçimini yaratabileceği “akışkan” bir kent yaratılmasını savunmuşlardır (Kumar, 2005: 29).

Howard’ın planlamış olduğu ideal kent modeli bahçe kent, uygulamaya geçememiş fakat kırsal mekâna taşıdığı aktiviteler ile bütünleşme fikri, 20. yüzyılın başından itibaren birçok kent ve konut tasarımlarına temel oluşturmuştur (Gürel Üçer ve Yılmaz, 2004: 140).

Frank Lloyd Wright – Broadacre Kent (1934): Frank Lloyd Wright’in

Broadacre Kenti ütopyası, Howard’ın Bahçe Kenti ile siyasal tercihlerindeki farklılıklara rağmen benzerlik göstermektedir. Wrigh’in kent planında evler geniş bir alana yayılmıştır ve kişiselleşmiş olan bu meskenler arasında insanlar bağlantı aracı olarak özel otomobilleri kullanacaklardır. Kırlar, kentsel alana dönüşürken; kentler de varoş bir hale dönüşmektedir (Kumar, 2005: 31).

Wright’e göre kent; büyük, yoğun ve heterojen bir yapıya sahiptir. İş bölümünün fazlalığı nedeniyle gruplaşan nüfus, kentte toplumsal bağların oldukça zayıf olmasına neden olmuştur. Kent bu nedenle içsel dayanışması yüksek ve nesiller boyu bir arada olup bir değerler sistemi üreten kırdan tamamen farklılık göstermektedir (Topal, 2004: 280).

20. yüzyılda doğaya dönüş düşüncesinin en önemli temsilcisi olarak kabul edilen

Wright; ekonomik, sosyal ve sağlık problemlerine yol açan endüstri kentine karşı

çözümler ürettiği ideal kent modelinde, “doğa teması”na vurgu yapmaktadır. Her Broadacre Kenti yaklaşık 10 km² ’lik bir alana sahiptir ve içinde toplamda 7000 kişilik 1400 aileyi barındırmaktadır. Broadacre Kentleri’nin geniş alanlar içerisindeki merkezinde tek katlı evler bulunmakta ve çevresinde doğa ile bütünleşmiş olarak spor rekreasyon birimleri, meyve bahçeleri ve küçük çiftlikler yer almaktadır (Zelef, 2000: 16).

Şekil-13: Broadacre City Merkez Plan

eCity Merkez Planı.

7 Şe kil-12: Broadacre City Mer kez P lanı. eCity Mer kez P lanı.

Kaynak: Fishman, 2016: 31-32

Wright’a göre büyük kentleri meydana getiren ekonomik yapı artık tersine işlemeye başlamış ve merkezileşme sistemi dağılma aşamasına geçmiştir. Merkezi yapının kolayca bir araya gelmesini sağlayan teknoloji de artık yayılma için planlı bir şekilde kullanılabilmektedir (Fishman, 2000: 96).

Broadacre kentinde doğaya vurgu yapan Wright, yüzyılın gelişim dinamiğini de hiçe saymamıştır. Onun planı; kent çevresinde yer alan “endüstriyel üretim”, “kent” ve “kır”, “teknoloji” ve “tarım”, “çalışma” ve “dinlenme” arasındaki bir sentez arayışıdır. Bu küçük endüstriyel yapılaşma, kenti büyük merkezlere olan bağlılıktan kurtarırken, onun yerel ekonomik döngüsüne de katkı sağlamaktadır (Zelef, 2000: 16).

Teknolojik gelişmelerin büyük oranda etki ettiği kent tasarımlarında, Broadacre Kent yapısının meydana geldiği dönem otomobil çağının başlangıcına denk gelmektedir. Bir önceki tasarım olan Ebenezer Howard’ın Bahçe Kent’i ise demiryolu çağına denk gelir. Wright “zaman” ve “mekânı” daha “işlevsel” hale getirecek olan kişisel araç sahipliğinin yeni “kent tasarımları” üzerinde etkili olacağını

düşünmekteydi ve hesaplarına göre, Broadacre Kenti’nde yaşayan bir sakin, saatte 100 km ile giden bir araç ile Howard’ın Bahçe Kent’ini yaya olarak yürüyen biri ile aynı vakitte kenti baştan sona katedebilirdi (Fishman, 2000: 94). Bu durum, kişisel araç sahipliğinin fazlaca arttığı ve ulaşım sistemlerinin oldukça gelişme gösterdiği günümüz koşullarında, şehrin dışına inşa edilen küçük kent topluluklarının merkezileşmeyi neden bu kadar zayıflattığı hakkında fikir vermektedir.

Le Corbusier – Çağdaş Kent (1922) / Işıyan Kent (1930) / Endüstriyel Linner Kenti (1942): Le Corbusier, 20. yüzyılda yeni bir çağa başlandığını, bilim ve

sanatın bu çağa göre yeniden şekillenmesi gerektiğini genç yaşında anlamış bir mimardır. Bugün, şehirlerin içine düşmüş olduğu yaşanılmaz derecede kötü durumu önceden sezen Le Corbusier, yarının büyük şehirlerinin yeşillikler içinde ve zevkli bir tasarım ile gelişeceğini belirtmiştir (Kortan, 1987: 46- 48).

Le Corbusier Wright’ın ideal kent teması ile tam zıtlık içinde tasarlanmış bir plan arz etmektedir. Biri yerleşimlerin birbirinden tamamen ayrı ve ulaşıma ihtiyaç duyulan bir şekilde oluşturduğu ideal kentini oluşturmaya çalışırken, diğeri şehir merkezlerinde insanların bir arada yaşadığı bambaşka bir kent oluşturmaya çalışmaktadır.

Ancak Le Corbusier hayatı boyunca yapmış olduğu ideal kent projesini birkaç kez değiştirmiştir: “Çağdaş Kent” (1922), “Işıyan Kent” (1930), “Endüstriyel

Lineer Kenti” (1942). Yine de onun yaratmış olduğu ideal kentlerde ortak bir yan

vardır: Şehir merkezlerinde bir arada yaşayan sağlıklı insan toplulukları.

Şekil-14: Çağdaş Kent Planı: Çağdaş Kent Planı

8 Şe kil-13: Çağ daş Kent Pl anı il 1 2: Çağdaş Ke nt Pla nı

Kaynak: Fishman, 2016: 202

Peyzajlı ve ortak hizmet verilen 12 katlı genişletilmiş avlu blokları biçimindeki konutlar, “Üç Milyon Şehrinin” merkezinde, aralarında geleneksel kentsel sokakların karakterini koruyan baskın form olarak önerilmiştir (Dunnett, 2000).

Merkez terminal, her biri altmış katlı ve yirmi dört adet cam ve çelik konstrüksiyonlu gökdelenler ile çevrilmiştir. Çağdaş Şehrin iş merkezi olan bu binalar tüm bölgenin “beyni” olarak tasarlanmıştır. Le Corbusier’in cesur ve özgün bir tasarımı olan bu kentte “gökdelenler” simetrik bir haldedir ve her biri büyük bir parkın ortasında birbirinden tamamen bağımsızdır. Le Corbusier’un simetrik olarak tasarlanan gökdelenleri, şehir içinde yan yana geniş yerler kaplayan yoğun trafiğe neden olan “sokak”lar yerine asansörler ile hareket eden dikey caddeler olarak tasarlamıştır. Eski bir binadan biraz daha fazla alan kaplayan bir gökdelen, ona göre bir mahalleden daha fazla kullanışlıdır. Bu iş merkezleri yoğun olmakla birlikte, trafik sıkışıklığı çok daha azdır. Yirmi dört gökdelende toplamda 500 ila 800 kişinin çalıştığı

Benzer Belgeler