• Sonuç bulunamadı

2.1. Ütopya Kavramı

2.1.1. Ütopya’nın Boyutları

Ütopya kavramının birbiri ile zıt anlamları içeren bir söz oyunundan oluştuğu konusu, “Ütopya” başlığı altındaki açıklamalarda bahsedilmektedir. Bu anlamda bu

zıtlığı bir arada barındıran ve zaman ve mekân anlamında varlığını sürdürmesini sağlayan bazı boyutları da açıklamak gerekmektedir. “Hayal ve Gerçek” ile “Zaman ve Mekân” boyutları bu açıdan ütopyayı anlamak ve açıklamak için bahsedilmesi gereken kavramlar olarak karşımıza çıkmaktadır.

“Hayal ve Gerçek” boyutu burada ütopyanın, çağlar boyu varlığını devam ettirmesini ve güncelliğini korumasını sağlamışken; “Zaman ve Mekân” boyutu ise onun, daha algılanabilir bir kavram olmasına hizmet etmektedir.

2.1.1.1. Ütopya’da Hayal ve Gerçek Kavramları

Ütopya; onu tanımlayan tüm ifadelerden hareketle, içerikte ulaşılması imkânsız, mutluluk vaat eden bir dünyayı işaret ederek im’de hayal unsuru birçok resim çizmekte ve zihinde tasarlanan bir “düş ülkesi”ne dönüşmektedir.

Ancak düş olmasına rağmen ütopya, bir yandan da olası bir gelecekle ilişki halindedir ve bu da onun güncel değerini korumaktadır. “Uygulanabilir” hali ise mevcut toplumsal düzenin bir adım önünde gitmekte ve aslında “hayal” kavramı da ütopyayı en güçlü kılan özelliği haline gelmektedir (Kumar, 2005: 12). Bu durum da,

“hayal” ve “gerçek” kavramlarının nasıl iç içe geçtiğini ve bu zıtlığın ütopyada

çekiciliği nasıl artığını göstermektedir.

Kendi içinde bir “zıt”lık barındıran “ütopya” kavramı, ulaşılması imkânsız ideal dünyada adaletin ve refah dolu bir yaşamın varlığından bahsederken, tasarlanan dünyaya giden yolda da insanoğluna ekonomik, sosyal ve siyasal yönden ışık tutarak, bir yanının da daima gerçekliğe işaret ettiğini göstermektedir (Becan, 2014: 18). Bu, ütopyanın “gerçeklik” yanına yapılan vurgudur. Kumar, bu bağlamda ütopyanın “gerçeklik” kavramı için ayakları en yere basan cümleyi söylemektedir: “Ütopya, ayıkken hayal edilen bir şey olsaydı o kadar da ilgimizi çekmezdi” (Kumar, 2005: 9). Bu söz ile Kumar, ütopya ile idealize edilmiş mükemmel toplum yapısındaki “ulaşılmazlık” kavramının, ulaşılması daha mümkün bir ideal haline gelebileceğini belirtmektedir. Böylece en mükemmele ulaşmaya çalışırken, toplum, giderek olduğundan daha iyi bir hal almaya başlamakta, bir anlamda iyiye giden yol tecrübe edilmektedir.

2.1.1.2. Ütopik Yaklaşımda Zaman ve Mekân Algısı

Ütopya gibi ideal bir toplum düzeninin yaratıcısı, kurgulamış olduğu düzende “zaman” ve “mekân” algısını yöneten belirli bir yaklaşım içinde bulunmaktadır.

Beşeri bilimler, doğa bilimlerinden farklı olarak zaman dışında kalamayan bir “öz”e sahiptir. Belirli bir zaman, mekân ve kavramsal sınırlaması bulunan ütopya da, belirli bir tarihsel uğrakta, entelektüel ve kültürel yapı içerisinde şekillenen çehresi göz önüne alınarak tanımlanmaktadır (Kumar, 2005: 57). Bu yüzden ütopik yaklaşımlarda da bir zaman ve mekân sınırlaması mevcuttur. Bu sınırlama, ütopyanın bir “hayal” unsuru olduğu kadar “gerçeklik” yanının varlığından da kaynaklanmaktadır. Bu nedenledir ki, gerçek bir soruna çözüm arayışında olan ütopya, kurguladığı dünyada yine gerçekliğe dokunabilmek için bir zaman ve mekân algısı yaratmaktadır.

Thomas More’un ütopyasında olduğu gibi birçok örnekte de “ütopya”; bir

“ada ülkesi” ya da “uzak bir gezegen”, coğrafi mekân olarak ele alınmaktadır.

Zamansal olarak da için de bulunduğu somut koşullardan devrim gibi bir sıçrayış ile ayrılarak gelecekte bir zaman diliminde var olmaktadır. Tüm bu etmenlerin ışığında basit bir hayalin çok daha ötesinde olan ütopyalar, derin bir dünya görüşünün yansıtıldığı olgunlaşmış düşünsel eserler olarak görülmektedir (Yunusoğlu, 2009: 99). Bu anlamda çalışmamızın ana noktalarından birini oluşturan “ütopik mekânın zamanı” ile “ütopyada coğrafi mekân” olarak sunulan “kent” ilişkisi önem arz etmektedir.

2.1.1.2.1. Zaman Algısı

Ütopya yazarı uzak bir ada ülkesi tasavvurundan yola çıkarak kendi toplumu üzerindeki aksaklıkları eleştirdiği kurgusunda, örnek toplumu gerçek düzenden daima apayrı ve uzak tutar. Yazarın, soyut düşünce ile örnek toplumunu bu şekilde yansıtması okurun kafasında daha kalıcı bir yer edinmek istemesinden kaynaklanmaktadır. Bu şekilde gerçek yaşamın “sınırlandırıcılığı”ndan kurtularak, zaman ve uzam kavramlarının ötesinde sürekli bir değişimi vurgulamaktadır. Burada tarihsel akışı ile “zaman”, maddenin yapısında bulunan özellikler nedeniyle de “uzam” sürekli değişim halindedir (Göktürk, 1997: 17). Aslında zaman, felsefik bir tanımlamadan bağımsız olarak saf hali ile eylemin geçtiği veya geçeceği süreyi ifade etmektedir. Belirli bazı

değerler dizisi ile ölçülebilir gibi görünse de, içinde birçok öznel değer barındırmaktadır ve soyuttur. Nesnel olan yanından bağımsız olarak her insanın bilişsel çerçevede öznel hale getirdiği zaman kavramı aslında hem nesnel hem de öznel olmaktadır (Erdoğan ve Yıldız, 2018: 4). Ütopyalarda yaratılan zaman algısı da, zamanın nesnel olmayan yanından beslenmeye çalışmaktadır. Gelecekte bir zaman vardır. Bu, nesnel olarak tarif edilemeyecek, bir aralık verilemeyecek fakat düşlenebilecek bir zaman dilimidir. Bu da, bireyin öznelleştirdiği zaman kavramına vurgu yaparak ona duyduğu özlem ile gelecek için bir “resim” çizmesine yardımcı olmaktadır.

Aslında burada mekân kavramı ile sıkı bir ilişki halinde olan zaman, mekâna tutunmakta ve adeta onun peşinden giderek varlığını kanıtlamaya çalışmaktadır.

2.1.1.2.2.Mekân Algısı

Ütopyanın geçmişine bakıldığında batılı olmayan toplumlarda çok fazla gelişmediği görülmektedir. Bunun nedeni, Batı dışındaki diğer toplumların düşünce sisteminde din hâkimiyetinin olmasıdır. Rönesans hümanizminin bir eseri olarak “ütopya” aslında “laik” bir toplumsal düşünce sistemidir. More ve Bacon ütopya yaratıcıları olarak, her ne kadar oldukça dindar olsalar da ütopyaları, insan aklına dayanan bir sistemi ifade etmektedir. Genel düşünce sistemleri ne olursa olsun ütopyalarında Tanrı kenti değil, “insan kenti” ile ilgilendikleri görülmektedir (Kumar, 2005:60). Bu anlamda ilk dönemlerinde her ne kadar varlığı somut bir biçimde gösterilememiş olsa da, “ütopya” denildiğinde “im”de daima bir mekân tasavvuru oluşmaktadır. Bu mekân, şimdiye dek kurgulanmış ütopyaların zihnimizde yaratmış olduğu dünyaların ürünleridir. Platon “Devlet”inde “Kent”i, Thomas More “Ütopya

Adası”nı, Tommaso Campanella Güneş Ülkesi’ndeki “Güneş Kenti”ni

yaratmasaydı, bugün ütopyaların “mekân” tasavvuruna dair daha farklı bir algıya sahip olabilirdik. Ancak artık ütopya denildiğinde zihnimizde daha çok bir “kent” imgesi oluşmaktadır.

Ütopyanın ilk yaratıcılarının kurgusuna bağlı olarak geliştirdiğimiz bu kent imgesi, bir kurgu unsuru olsa da; belli bir mekân içinde var olmaktadır. Nitekim ütopyada dünya, bölge, ülke ve şehirlerin insanlar ile olan ilişkisi, “insan-mekan”

ilişkisinin de bu çerçeve doğrultusunda kurgulanarak geliştiğini göstermektedir (Bayartan, 2009: 72).

Mekân ile doğrudan bir ilişki kuran ütopyalar, onun varlığına işaret ettiği gibi bir yaşam biçiminin inşasını da oluşturur. Bu nedenle belli bir toplumsal ve fiziksel ortamı gerekli kılan yaşam, ütopyanın mekân algısı ile hayata dokunan yanını yansıtmaktadır (Alver, 2009: 140). Toplumsal ve mekânsal farklılaşma aslında birbiri ile bağlantılı bir süreçtir. Ancak mekânsal değişim, toplumsal bir değişim sürecinin varlığına işaret ettiğinden anlatımlar mekân kurgusu üzerinden ilerlemektedir (Polat ve Bilsel, 2006: 57).

İdeal dünyada mekâna bir biçim veren ütopya yazarı, bu düşsel dünyanın mekân haritasını büyük bir titizlikte oluşturmakta ve her ayrıntısına önem vermektedir. Ütopya’da mekânsal bir organizasyon olarak ev, sokak, cadde ve mahallelerin nerede yer alacağından, bulunduğu coğrafi konuma kadar her şey ince ince düşünülmektedir. Burada ütopya yazarı adeta bir şehir planlamacısı ya da mühendis gibi davranmakta ve toplum adına en ideal mekânın haritasını çıkarmaktadır (Alver, 2009: 141). Burada aslında “imge” ile “mekân” arasında ne kadar güçlü bir bağ olduğu ve bu bağ ile mekânın soyut alandan nasıl somut bir alana geçtiği görülmektedir. Bu aşamadan sonra mekân metalaşarak üretilmeye ve tüketilmeye başlamaktadır (Colpuhoun, 2005). Bu süreç, ütopyada “mekân” kavramının, günümüz kent planlamasında ve “ütopik” bir dünya sunumunda pazarlama için ne kadar etkin bir araç haline geldiğini de göstermektedir.

Benzer Belgeler