• Sonuç bulunamadı

Bu bölümde, mizahın tarihsel geliĢimi, Türk tarihinde mizah ve mizah kuramları yer almıĢtır.

2.5.1. Mizahın Tarihsel GeliĢimi

Ġnsanın davranıĢı tarihsel süreçte birçok bilim adamı ve araĢtırmacının ilgisini çekmiĢ ve araĢtırmaların temel dayanağını oluĢturmuĢtur. Mizah ve gülme de bu süreçte en çok merak denilen insan davranıĢlarındandır. Tarih boyunca mizah çeĢitli coğrafyalarda çeĢitli Ģekillerde ortaya çıkmıĢtır.

Eastman (1921‟den aktaran Roeckelein, 2002), yapmıĢ olduğu araĢtırma sonucunda, ilkel insanın ilk mizah kullanımı ile ilgili olarak, ilkel avcıların yırtıcı gorilleler gibi davrandığı, diĢlerini gıcırdatıp, göğüslerini çarpıĢtırdığı ve savaĢta bir insanı yendikten sonra güldüğü sonucuna varmıĢtır. Eastman‟a göre ilkel insanın mizah anlayıĢı “savaĢ-zafer-gülme” sıralamasıyla oluĢur.

Rapp‟in mizahın tarihsel kökeni ile ilgili olarak yapmıĢ olduğu araĢtırmasında Eastman‟ın araĢtırmasıyla paralel bir sıralama izler. Rapp‟e göre (1947‟den aktaran Roeckelein, 2002) düĢmanını yenen ilk adam, bir rakip karĢısında üstünlüğünün farkına varmanın verdiği ani zafer duygusuyla rahatlar. Rapp‟in belirttiği, ilkel insanda meydana gelmiĢ olan bu rahatlama, rakibi karĢısında üstünlüğünün farkına varmasından ve zafer duygusundan kaynaklanan mizahî bir rahatlamadır.

Sanders (2001), ilkel insanın mizah anlayıĢını anlayabilmek için Ģu soruyu sormakta ve cevaplamaktadır: “Ġlk insanlar acaba neye gülmüĢ olabilir?” Bu insanlar Ģüphesiz birbirlerine fıkra anlatmıyor, espriler yapmıyorlardı. Ama bu tarihöncesi varlıkların birbirlerinin hatalarına güldüklerini düĢünebiliriz. Örneğin; bir mağara adamının ayağı takılır, bu takılma bütün kabileyi kahkahaya boğar. Daha sonra bu sakar insan ne zaman öteki kabile üyelerinin yanından geçse, kabile üyeleri o anı hatırlayıp yine gülerler (Sanders, 2001).

New York Doğa Tarihi Müzesi‟nde 1968 yılında düzenlenen bir Buz Çağı sergisini yorumlarken, serginin düzenleyicisi ve yöneticisi insanbilimci Randall White Ģöyle demiĢtir: “Onların da mizah duyguları vardı. Burada eğilmiĢ bir insan figürünün arkasında, ona kaba etinden toslamaya hazır bir bizon kabartması görmekteyiz.” (Sanders, 2001).

Arkeologların 1930‟lu yıllarda bulduğu, gülme tarihi açısından son derece önemli bazı kil tabletler, eĢzamanlı ağlama ve gülmenin bir zamanlar en eski tarihsel halkların yaĢamlarında yaygın duygusal merkezi oluĢturduğuna iliĢkin kanıtlar sunmaktadır. Milattan önce on dördüncü yüzyılda yazılmıĢ Kuzey Suriye‟deki erken Ugarit döneminden kalma tabletlerdeki çivi yazısı biçimini Danimarkalı bilim adamı Flemming Friis Hvidberg uzun çalıĢmalarla incelemiĢtir. Sonuç olarak araĢtırmacı Baal-

aliyn Miti ve Baal‟in Ölümü olarak adlandırılan iki dinsel metnin, yağmur, bereket ve bitkiler tanrısı Baal‟in aynı anda ölümünü ve yeniden doğuĢunu gözyaĢları ve kahkahalarla kutlayan erken dönem bir Fenike-Kenan tapınma oyunundan söz ettiği neticesine ulaĢmıĢtır. Bu tapınma yalnızca Kenan ülkesine eriĢmekle kalmamıĢ, zamanla Nil‟den Fırat‟a uzanarak Anadolu‟nun kuzeyine, daha da batıya ulaĢmıĢtır. Bütün bu ülkelerde, insanlar tanrıları toprağa gömerken onların ölümlerine ağlayıp yas tutmalar, aynı zamanda da daha sonraki yeniden doğuĢlarının, onları bütünleyecek tanrıçalarla nihai evliliklerinin beklentisiyle gülüp neĢelenmiĢlerdir. Bu törenlerin amacı birlik, uyum ve karĢıt güçlerin birleĢmesiydi (Sanders, 2001: 58).

Arkeolojik kazılarda bulunan yazılı belgeler ıĢığında Milattan önce dördüncü binyılın sonlarına doğru, Güney Mezopotamya‟daki Sümer Uygarlığı‟nda yaĢamıĢ olan insanların mizah anlayıĢlarını somut örneklerle görebiliyoruz. 3500 yılı aĢkın bir süre önce derlenip yazıya geçirilen ve çoğu yüzlerce yıllık sözlü bir geleneğin ürünü olan Sümer Uygarlığı‟na ait atasözleri, özdeyiĢler, deyimler Ġncil‟in Atasözleri kitabından ve bilinen bütün Mısır atasözlerinin derlenmesinden önceye dayanmaktadır (Kramer, 2002).

Kramer‟e (2002) göre Sümer atasözlerinin çivi yazısıyla derlenip yazılması 3500 yıldan da öncesine dayanır ve bu atasözlerinden çoğu yazılmadan önce asırlar boyunca ağızdan ağza dolaĢmıĢtır. Mizahın çeĢitliliği ve çok yönlülüğünü gösteren Sümer Uygarlığı‟na ait atasözleri ve özdeyiĢlerden bazılarını Kramer (2002) ve Canberk (1994) Ģu Ģekilde vermiĢtir:

“SeviĢmeden (cinsel iliĢki olmadan) hamile kalınabilir mi? “Kendini mutlu hissetti, evlendi;

Aklı baĢına geldi, boĢandı.” “Karın yoksa çocukların yoksa Halka da yoktur burnunda.” “Poposu büyük olanın, Masrafı da büyüktür.”

Antikçağ‟da mizah çoğunlukla dönemin düĢünürlerinin mizah ve gülme üzerine düĢüncelerinde, mitlerde, gülme hakkında yapılan tıbbi araĢtırmalarda ve komedya aracılığıyla sahnede karĢımıza çıkmaktadır. Antikçağ‟da mizah konusunda batı tarzında düĢünce Antik Yunan filozoflarından Platonla baĢlamaktadır.

Platon‟un mizah ile ilgili olarak ilk kez tarafından dile getirilmiĢ olan üç temel eleĢtirisi vardır. Birincisi, mizahın bizi bayağı Ģeylerle (insanların kusurları, ayıpları gibi) karĢı karĢıya getirdiğidir; bu nedenle, mizah ile uğraĢmak bir insanın karakteri için potansiyel bir tehlikedir. Çünkü bu kimselerin kusurlarından bazılarının bize bulaĢma olasılığı vardır. Platon, bu nedenle gülmeyi beslemememiz gerektiğini ifade etmiĢtir. Ġkincisi, bir Ģeye aĢırı gülerken akıl kontrolünü kaybettiğimiz için aptal ve sorumsuz bir duruma düĢmemizdir. Platon‟a göre bu, en üstün yetilerimizin bir baĢka ifadeyle, insanı insan yapan gerçek Ģeylerin kaybıdır. Bu yüzden Platon, ideal topluma dair en kapsamlı yapıtı olan Devlet‟inde “değerli insan”ın, edebiyatta ya da tiyatroda gülen bir kiĢi olarak sunulmaması konusunda ısrar etmiĢtir. Üçüncüsü de Platon ve Aristoteles‟in üstünlük kuramlarının bir sonucu olarak gülmenin toplumdıĢı bir eylem olarak sunulmasıdır (Morreall, 1997: 121-122).

Platon düĢüncelerinin temeline “devlet”i oturtur. Platon, bireyi devletin daha üstün esenliği uğruna feda eder ve devletin ilkelerini sarsacak her türlü eylemin karĢısındadır. Platon ne zaman devletin esenliğine bir tehdit olasılığı görse, devletin korunmasını talep eder ve gülmenin ıslaha vesile olabileceğini düĢünerek, gülmeye yönelik eleĢtirilerine ara verip, Ģakacının bir tür anarĢist ya da yergici gibi davranmasına izin verir. Nükte ve espri kullanımının, hatta hiç hazzetmediği komedi Ģairinin bile, eğer bilinçli amacı kendisine yapılan haksızlıklara misilleme yapmak değil de, devletin esenliği için ıslah etmek ise yararlı bir amaca hizmet edebileceğini öne sürer. (Sanders, 2001: 113). Platon gülmeye karĢı olumsuz yönde eleĢtiriler yapmasının yanında mizahın olumlu olarak nasıl kullanılabileceğini de ifade etmiĢtir.

Antikçağ Yunanlıları gülmenin fizyolojik yönlerini de incelemiĢlerdir. Erken dönem Yunan tıbbı, ateĢ ile aĢağılayıcı gülme arasında bir bağlantı kurarak bundan yararlanmıĢ ve sağaltım sürecinde insanların dengeli hallerine yeniden kavuĢmasını sağlamaya çalıĢmıĢtır. Yunan tıbbı gülmenin oluĢmasına mekanik bir açıklama getirirken Yunanlılar daha sonraları gülmenin enerji verici kaynağının dalakta

bulunduğunu düĢünmeye baĢlamıĢlardır. Dalağı alınmıĢ kimselerin asla gülemeyeceğini düĢünüyorlardı. Yunanlıların gülmenin kaynağının dalakta bulunduğu görüĢü 18. yüzyılın ortalarına kadar geçerliğini sürdürmüĢtür (Sanders, 2001). Antikçağda mizahın varlığı dönemin düĢünürlerinin söylediklerinin ve tıbbi araĢtırmaların neticesi dıĢında baĢka bir alanda, komedya aracılığıyla sahnede de belirgin olarak hissedilmiĢtir.

Komedya sözcüğü comos + oidia sözcüklerinden oluĢur. Comos; halk, cümbüĢ, curcuna anlamına gelir; oidia ise ezgi anlamındadır. Yani, komedya curcuna ya da halk ezgisi anlamında kullanılmıĢtır. Komedyanın kökeninde bir yandan “comos”lardan gelen doğal büyüsel güdüler törensel bir havayla kutlanırken, öte yandan günlük yaĢama iliĢkin Ģakalar, taĢlamalar, açık saçık göndermeler yer alır (Nutku: 2001: 57). Tarihte mizahın ortaya çıkıĢı ve geliĢiminde Ģenliklerin ve bu Ģenliklerde ortaya çıkan komedilerin ayrı bir önemi vardır.

Antikçağ‟da komedi sıradan insanların basit ve günlük gerçeklerine adanmıĢtır. Oyunun sonunda düĢ kırıklığına uğramıĢ kurbanlar, ölüler kalmaz; oyun mutlu sonla biter. Antikçağda komediyi üç bölümde incelersek; Eski Komediden, Orta Komedi ve Yeni Komediye doğru tarihî bir seyir izlemiĢtir (Grasser, 1994‟ten aktaran Aydın, 2006: 21):

Eski Komedi çağdaĢ gerçekliğin Ģiddetle hicvedilmesi üzerine kurulmuĢ, politik ve entelektüel iktidara saldıran bir tür,

Orta Komedi törenlerin genel düzeyde eleĢtirilmesiyle yetinen, lirik öğelerden çok efsanevî konulara önem veren bir tür,

Yeni Komedi evlat, kibar fahiĢe, kurnaz köle, kurnaz köle, asalak, çöpçatan gibi tipleri konu alan bir türdür.

Bu komedilerde akla ilk gelen isim olan Aristophanes ortaya koyduğu eserler ve bu eserlerin gösterdiği geliĢmeyle komedinin tarihini özetleyen yazardır. Aristophanes, geleneğin koruyucusu olarak Atina demokrasisini saran ve siteyi yıkıma sürükleyen yeni düĢünce tarzına düĢmandır. Gençleri aldatan, köylülere özgü erdemleri yıkan sofistlerin düĢmanı olarak törenlerin gerilemesinden sorumlu tuttuğu Sokrates‟e ve trajedinin idealinin değerini kaybetmesine neden olduğunu düĢündüğü Euripides‟e Ģiddetle saldırmaktadır (Grasser, 1994‟ten aktaran Aydın, 2006: 21).

Aristoteles (2003: 28), Poetika adlı eserinde komedya ile ilgili olarak bu türü aĢağı karakterli insanların, bir bakıma “halk”ın taklidi olarak ifade etmektedir. Aristoteles komedyanın kötülüğün tümünden değil, sadece komik olandan bahsettiğini ifade etmektedir. Aslında bu da çirkinliğin yalnızca bir bölümüdür. Çünkü gülünç olmak kusurdur, çirkinliktir; ama insana ne acı verir ne de zarar getirir. Komedya maskesi bunu çok iyi ifade etmektedir.

Yunanlılar yaĢadıkları dönem içerisinde gülme üzerine “Neden baĢkalarına gülüyoruz?”, “Güldüğümüzde ne oluyor?” gibi son derece ĢaĢırtıcı ve modern sorular sormuĢlar ve bu soruları çözümlemeye çalıĢarak ona egemen olmak için bir sistem geliĢtirmeye çalıĢmıĢlardır. Gülmeden yararlanmak Yunanlıların hoĢuna gider. Gülmeye doğrudan bakar, onu çözümlemenin ıĢığına tutar; yergi, küçümseme, alay, ironi, bunun yanı sıra içten gülüĢler gibi bütün biçimlerini açığa çıkarırlar. Ama Antik Çağ Yunanlıları için gülmenin temel doğası acı-tatlının (ağlama ile gülmenin) anlamında yatar. ġakayı yapan kiĢi gülerken, hedef seçtiği kiĢi ağlar (Sanders, 2001: 106).

Ortaçağ da ise özellikle Avrupa‟da durum daha katılaĢarak büstünün gülmeyi ve mizahı reddeden bir anlayıĢa yerini bırakmıĢtır. Anadolu ve Ġslam dünyasındaki durum nispeten daha ılımlıdır. Antikçağ‟da gülme ve mizah, devletin otoritesini zayıflatacağı endiĢesiyle olumsuz bir tepki görürken; bu kez Ortaçağ‟da aynı endiĢe dine yönelik olarak taĢınmıĢtır. Öngören (1983: 17-18), Ortaçağ dönemindeki mizahı Ģu Ģekilde özetlemektedir:

Ortaçağ döneminde mizahın güdümlü ve izne bağlı kullanılıĢı bütün kesinliği ile ortaya çıkmıĢ, bir bakıma kurumlaĢmıĢtır. Ortaçağı belirleyen tek tanrılı dinler bazı konuları bütünü ile mizaha yasaklamıĢ, mizahı istenildiği zaman istenildiği yerde kullanmak üzere kapalı ĢiĢeler içinde tutmak istemiĢ gibidir. Ürün eğlenceleri, yerlerini kutsal bayramlara bırakacaktır. Baharı karĢılama Ģenlikleri, yılbaĢı eğlencelerine kaydırılmıĢtır. Anadolu'nun en eski ürün karĢılama eğlenceleri, Hıdrellez, kır gezintilerine dönüĢmüĢtür. Artık Anadolu'daki kızları delikanlılarla tanıĢtırma amacını güden koç katma ve çeĢitli mesirler, ağırlıklarını Kurban ve Ramazan Bayramlarına kaptırmıĢlardır. Ortaçağ'ın mizaha yaptığı asıl baskı, tek tanrılı dinlerin savunduğu dünya görüĢünden doğar. Altı ay kötü güçlerin, altı ay iyi güçlerin egemen olduğu bir yeryüzü, tek tanrılı dinlerde söz konusu değildir. Ġyi, tek ve sürekli üstündür. Kötü ise sürekli kötüdür. Bu dünya görüĢünde Ģeytan hazretlerinin iyi bir görevi, cehennem gibi ünlü bir yeri varsa da, artık ikinci, üçüncü sırada yer almaktadır. Bu yapının mizaha elveriĢsiz, çok ciddî bir görünümü söz konusu. ġeytan hiç bir zaman öldürülmediği için, toplumlar coĢkun ve özgür bir Ģenliklere kendilerini kaptıramazlar. Yeryüzünde kötü,

sürekli nöbet beklemektedir. Ortaçağ, bu tablo karĢısında yeni mizah yaratıĢları gerçekleĢtirememiĢ, ancak kendisine miras kalan mizah örneklerini bütün incelikleriyle iĢleyip, Ģerh etmiĢ; kendi dünya görüĢüne uygun kalıplar içinde eritmiĢtir. Ortaçağ mizah örnekleri içinde, alegorik hayvan hikâyeleri, dolaylı anlatımın örnekleri olarak, yaygın bir geçerlilik gösterir.

Ġlk Hıristiyan yazarlar, gülmeyi olumsuz bir yaklaĢımla değerlendirmiĢlerdir. Kapadokyalı kilise babası Basileios, Saint-Victorlu Hugh, Bingenli Hildegard gibi rahip, yazar ve rahibeler hangi amaçla olursa olsun her türden mizahı ve gülmeyi yasaklamıĢlardır. Bunlardan Basileios Ģu uyarıyı yapmıĢtır (Sanders, 2001):

Hıristiyan, her Ģeyde Ģeriatın hükmü altında var olan dürüstlüğün de üzerine çıkmalı ve ne küfretmeli, ne de yalan söylemelidir. Kötü sözler söylememeli, Ģiddete baĢvurmamalı, kavga etmemelidir… ġaka yapmamalı, gülmemeli, espri yapanlarla muhatap olmamalıdır.

Sanders (2001), ortaçağda hüküm süren mizah anlayıĢını Antik Yunanlıların mizah anlayıĢıyla karĢılaĢtırarak Ģu Ģekilde ifade etmektedir:

Yaygın bir kilise görüĢüne göre, ciddilik ve ağırbaĢlılığın kuĢattığı bir dünyada, gülme cennetle alay etmek demektir. Gülme, cennetin Ģimdi ve burada yaĢanabileceğini ima eder. Yeni ahit‟in her yerinde Yunanlılarınkinden çok farklı bir gülmeyle karĢılaĢırız. Yunanlılar gülme hakkındaki gerçeği gizlemezler. Tersine, neredeyse sürekli olarak gülmenin gücü üzerine, gülmenin toplumu ıslah etme ve yeniden düzenleme yetisi üzerine yazarlar. Ġnsanların elbette güleceğinin farkındadırlar; bu yüzden Yunanlılar gülmeyi evcilleĢtirmeye ve ehlileĢtirmeye, onu yönlendirmeye ve yararlı olacak Ģekilde kullanmaya çalıĢırlar. Ama ortaçağ kilisesi, gülmeyi tamamıyla ortadan kaldırmaya çalıĢarak, Eski Ahit‟in kasvetli ruhuna geri dönerek, yumuĢamayı, hatta huzurlu, bir birlikteliği andıran her Ģeyi reddeder. Luka 6:21‟de Hristiyanlara gülme zamanını erteleme hikmetinden söz edilir. Tanrı canlıların yeryüzündeki zahmetli ve ısrarlı çalıĢmalarını cennette sevinçli gülmeyle ödüllendirecektir: “Ne mutlu size, Ģimdi ağlayanlar; çünkü güleceksiniz.” BeĢ ayet sonra Luka uyarır: “Ey Ģimdi gülenler, vay size! Çünkü yas tutacak ve ağlayacaksınız.”

Bakhtin (2005: 30), Rönesans ve Ortaçağ‟a gelindiğinde gülme ve mizah çeĢitlerinin önceki dönemlere göre çok büyük bir önemi olduğunu ifade etmektedir. Bakhtin‟e göre mizah çeĢitlerinin sonsuz dünyası, Ortaçağ kilise ve feodal kültürünün resmiyet ve ciddiyetine karĢı gelmiĢtir. Halkın karnaval Ģenlikleri, komik ayinler ve kültler, palyaçolarla soytarılar, devlerle cüceler, hokkabazlar, engin ve çok katmanlı parodi edebiyatı, bütün bu biçimler ortak bir tarza sahiptirler.

Bakhtin (2005: 31), karnaval mizah kültürünün oluĢumunu ise üç Ģekilde ifade etmektedir:

1. Ritüel Gösterileri: Karnaval geçitleri, pazar meydanında yapılan komik temaĢalar.

2. Komik, Sözlü Terkipler: Sözlü ve yazılı, hem Latince hem gündelik dilde parodiler.

3. ÇeĢitli Edepsiz Türler: Beddualar, küfürler, popüler blazonlar (bir nazım türü).

On altıncı yüzyılın son çeyreği ile on yedinci yüzyılın baĢlarında Ġspanya‟da Cervantes; Ġngiltere‟de ise Shakespeare tüm Batı‟yı etkileyecek iki önemli yazar olarak ortaya çıkmaktadır. Cervantes, Don KiĢot‟la modern romanı baĢlatan kiĢi olarak ifade edilmiĢ; Shakespeare ise tragedya ve komedyalarlarıyla ünlenmiĢtir (Aydın, 2006: 28).

On yedinci yüzyılın sonlarıyla on sekizinci yüzyılın baĢlarında, gülme ve mizah pek çok kiĢi tarafından kınanmıĢtır. Basseut, Moliére‟nin komedilerini suçlayıp gülmenin Ģeytanın bir aracı olduğunu iddia etmiĢtir. On dokuzuncu yüzyılda, Baudelaire, mizahtan “Ģeytanın soyundan gelen lanetli bir Ģey” olarak söz eder. Yine George Vasey, “A Philosophy of Laughter and Smiling” (1870) adlı kitabında gülmenin yalnızca ahlakî açıdan değil, estetik açıdan da reddedilebileceğini, ayrıca tıbbî olarak zararlı bir Ģey olduğunu göstermeye çalıĢmıĢtır (Morreall, 1997: 125).

Günümüzdeki anlamı ile mizahı, Ortaçağ dogmasına karĢı, bir uyanıĢ ve yeniden diriliĢ anlamına gelen Rönesans hareketi belirlemiĢtir. Bu dönemde mizah en büyük mücadelesini mantık ile yürütmüĢtür. Aristo mantığının, Eski Yunan'dan çok, Ortaçağ'da yaygın bir egemenlik kazandığı doğrudur. Yarı kutsallık yüklenilen bu mantık, günlük hayata uymadığı noktalarda, Rönesans için zengin bir mizahın oluĢumuna yol açmıĢtır (Öngören, 1983: 18).

Ortaçağdan Rönesans‟a kadar olan süreçte mizah üzerindeki kilisenin ve papazların baskısı etkisini hissettirirken, Rönesans ile bu etki her ne kadar etkisini hissettirse de zamanla ortadan kalkmıĢtır. Rönesans‟ı hazırlayan özgür düĢünce mizahtan büyük ölçüde yararlanmıĢ; yerine göre savaĢını bütünüyle mizah ürünleri ile

vermiĢtir. Bu dönem içerisinde kilise ve papazlara karĢı, halk arasında çok zengin bir mizah salgını ortaya çıkmıĢtır. Gargantua; Deliliğe Methiye, DonkiĢot, Moliere'in eserleri, Voltaire'in Felsefe Sözlüğü ve daha bunun gibi birçok eser, uzun bir devre içinde oluĢan ve çağımızda iyice belirginleĢen bir mizahın temel niteliklerini haber vermiĢtir (Öngören, 1983: 18). Mizahın halk arasında bu kadar kuvvetli yayılması sayesinde mizahın geliĢimi hızlanmıĢtır. Dönemin siyasal egemenlerinin (prens ve diğer soylular) mizaha bakıĢ açıları onun halk arasında kabul görmesini ve yayılmasını kolaylaĢtırıcı bir etken olmuĢtur. Dönemin egemenleri, saraylarına eğlenmek için fiziki özellikleri sıra dıĢı olan insanları (cüce, soytarı, kambur, insan azmanı, zenci ve baĢka açılardan “tipi bozukları”) toplayıp gülmeleri, mizahın egemenler katında zararsız bir eğlence olarak görüldüğünü göstermektedir (Ġnal, 2000).

Rönesans döneminde soytarılık yönetici kesimde çok fazla önem kazanmaya baĢlamıĢtı. Kralların kendi özel soytarıları vardı ve bu soytarılar, sözleri fazla kiĢisel olmamak koĢuluyla, krala hem tavsiyelerde bulunur hem de onu eğlendirirlerdi. Bu dönemde krallar espri yapamazdı ancak profesyonel komedyenler ve soytarılar onun adına espriler yaparak kralın saygınlığını korumuĢlardır (Sanders, 2001). Sanders‟in ifade ettiklerinden de anlaĢılacağı gibi bir anlamda mizah soytarı aracılığıyla da olsa dolaylı yollardan yöneticiler üzerindeki etkinliğini arttırmıĢtır. Mizah, ülke yöneticileri üzerinde güç kazanmaya baĢlamakla kalmamıĢ aynı zamanda profesyonel bir meslek alanına dönüĢmeye baĢlamıĢtır. Bu mizaha verilen değerin daha da artmasına ve mizahın söz sahibi olmasına sebep olmuĢtur (AvĢar, 2008).

Rönesans döneminde mizah, halk tarafından benimsenmesi ya da soytarıların yaptıkları ile sınırlı bir alanda sıkıĢıp kalmamıĢ, aynı zamanda edebiyat alanında da kendine yer bularak, usta yazarların yapıtlarında yerini almıĢtır. Rönesans döneminde matbaanın yayılması ve kilise mensubu olmayan halkın okuryazar haline gelmesi sonucu nükteli öyküler (facetiae) espri kitapları aracılığıyla daha fazla okunmaya baĢlamıĢtır. Espri kitapları, komik kısa esprileri (dicacitas) ya da nükteli öyküleri (facetiae), zekice söz oyunlarını ve deyiĢleri bir araya getirmekteydi (Sanders, 2001).

Rönesans döneminden günümüze doğru gelindiğinde mizaha verilen önem giderek artmıĢ ve mizah, üzerinde birçok araĢtırmanın ve çalıĢmanın yapıldığı bir konu haline gelmiĢtir. Birçok bilim dalı mizahın bilinmeyen farklı yanlarını ele alarak onu

anlamaya ve anlamlandırmaya çalıĢmıĢsa da mizah hakkında bilinenlerin çok fazla olduğunu söylememiz zordur. Ancak mizahın ve doğurduğu sonuçlarının fayda sağlayıcı olarak birçok bilim dalı tarafından (psikoloji, tıp gibi) farklı alanlarda kullanılmaya baĢlanması, onun anlaĢılmasına yönelik çalıĢmaları ve çabaları da arttırmıĢtır (AvĢar, 2008).

Yirminci yüzyıl gülmeyi Bergson‟un (1900) “Le Rire” adlı çalıĢmasıyla karĢılar. Bergson da gülmedeki üstünlük duygusunu belirtmesine karĢın, gülmenin diğer nedenleri üzerinde durur. Yirminci yüzyılda birçok alanda yapılan yenilikler gibi gülme ve mizah üzerinde de yenilikler olmuĢtur. Bu yüzyılda gülmenin yalnızca psikolojik nedenleri üzerinde durulmamıĢ, daha geniĢ bir bakıĢ açısıyla sağlık, eğitim, toplumsal vb. alanlardaki etkileri de tartıĢılmaya baĢlanmıĢtır. Bu doğrultuda çeĢitli üniversitelere bağlı Gelotoloji (Gelotogy) birimleri kurularak gülmenin insan üzerindeki etkileri bilimsel deneylerle saptanmaya çalıĢılmıĢtır (Aydın, 2006: 31).

Ġslam coğrafyasına baktığımızda mizah, Batı‟dan daha yumuĢak bir anlayıĢla algılanmıĢtır. Özellikle komedi türündeki eserlerin azlığında mizah, baĢta Arap edebiyatı olmak üzere Ġslam devletlerinde varlığını ağırlıklı olarak Ģaka ve fıkralarla korumuĢtur (Aydın, 2006: 28). Mizah üzerine görüĢler sünnetten, yani Hz. Muhammed‟in (s.a.v.) söz ve davranıĢları ile Hz. Muhammed‟in (s.a.v.) çevresindekilerin söz ve davranıĢlarından yola çıkarak temellendirilir. Bu konuda hadis kitaplarında ve çeĢitli kaynaklarda bilgiler vardır. Aynı sünnet ve sahabeler kaynağından yola çıkıldığı halde yüzyıllar boyunca çok farklı yaklaĢımlar geliĢtirilmiĢtir (Kortantamer, 2004: 132).

Kaynaklarda Ġslam kültür dünyasında eğlence ve mizaha karĢı büyük bir eğilim olduğu görülmektedir. Hz. Muhammed ve ashabının, yeri geldikçe nükte, Ģaka, latife

Benzer Belgeler