• Sonuç bulunamadı

1.10. Darbe Kültürü

2.1.1. Milliyetçilik

Avrupa’da 19. Yüzyıl Avrupa toplumlarının mevcut siyasi ve sosyal rejimden yeni bir yapıya geçtiği dönemdir. “Sanayileşmeye geçiş çağı beraberinde ulusçuluğu da getirmiştir. Bu çağ, artık kendini ilk kez hissettiren yeni ulusçu zorunluluğu yerine getirmek için siyasal ya da kültürel sınırların ya da her ikisinin değişikliğe uğradığı çalkantılı bir yeniden uyarlanma çağıdır.” (Gellner, 2006: 118). Feodalitenin son bulması ile yeni bir yapı oluşmuş ve bu yeni yapının ismi millet olarak tanımlanmıştır. İmparatorluklardan ya da krallık ya da feodalite rejimlerinden ulus devlet anlayışına geçen toplumlarda millet tanımı her toplumun tarihi kökenlerine göre değişkenlik göstermektedir. Millet tanımını yaparken ana unsur olarak yaşanılan coğrafya, kullanılan dil, inanç, köken yani soy ya da devlet bazında farklı unsurlar önem addetmiştir. (Köseoğlu, 2008: 162).

Fransız İhtilalı’ndan önce millet kelimesi kralla özdeşleşen bir kavramdı ve ulus düşüncesi kralın düşüncesini temsil ederdi. Kral ya da hükümdar demek devleti ve milleti temsil eden bir olguydu. Uluslar arası ilişkiler o dönemlerde kral ve maiyetinin başka devlet kralları ile evlenmeden kurulan akrabalık ilişkileri ya da evlenerek oluşan akrabalıklar üzerinden kurulur ve krallar kendilerini halklarına karşı sorumlu tutmazlardı. Onlar kendilerini Tanrı’ya ya da eğer mevcutsa hukuk kurallarına karşı sorumlu tutarlardı. Fransız İhtilalı’ndan sonra bu düşünce tamamen değişmiştir. Artık kralların ülke için her şey anlamına gelen, devleti ve ulusu temsil ettiği düşüncesi değişmiş ve milletler coğrafya baz alınarak tanımlanmaya başlamıştır. Bu düşünce de zaman içerisinde değişecek ve millet kavramının sadece coğrafya ile ilişkisi değil diğer unsurlarla da iç içe bir sistem olduğu savunulacaktır.

(Yeniçeri, 2011: 122). “Modern uluslararası ilişkiler tarihi, siyasal bir varlık olarak ulusa ilişkin oldukça farklı görüşlerle ayırt edilen ve birbiriyle kısmen örtüşen üç döneme ayrılır. Birinci dönem, Fransız Devrimi ve Napolyon savaşlarıyla sona erdi.

İkinci dönem, asıl olarak Fransız Devrimi’nin ürünüydü ve temelleri her ne kadar 1870’ten sonra ciddi ölçüde sarsılmış olsa da 1914 felaketine kadar sürdü. Ana özellikleri 1870’ten sonra biçimlenmeye başlayan üçüncü dönem, en üst noktasına 1914–1939 yılları arasında ulaştı.” (Carr, 1990: 7).

Milliyetçilik kavramı ile ilgili birden fazla tanım ve yapılan tanımlara göre de tanımı yapan sosyal bilimcilerin kendi ulus kimleri ya da dünya görüşleri arasında bir uyum söz konusudur. “Bazı düşünürler, milliyetçilikleri farklı sınıflara ayırma yoluna gitmekteler ve bazı toplumlarda gerçekleşmiş olan milliyetçiliği iyi, liberal, insancıl olarak takdim ederlerken, başka bir toplumda kendini gösteren milliyetçiliği ise kötü, entegral, jakoben, totaliter veya irredentist olarak sunmaktadırlar. Bu tür bir yaklaşım kendi içinde tehlikeler barındırmaktadır. Barışçıl görülen bir milliyetçiliğin belli şartlar altında saldırgan hale gelebildiğini unutmamak lazım.” (Akıncı, 2014:

132).

Milliyetçilik kavram olarak çok farklı şekillerde ortaya çıkmış, buna bağlı olarak tanım ve tasnifler de farklı olmuştur. “Bu bağlamda millet kavramının tanımı ile başlanılacak olursa, ortak bir tarih ile ortak bir geçmişe sahip ve paylaşılan bir tarih ve kadere olan inançla bir arada bulunan insan topluluğudur. Bu bağlamda toplum için temel unsurun kendilerini tanımlayan fikir ve uygulamaların birlikteliği olduğu söylenebilir.” (Şencanlar, 2015: 7). “Milletin, “inşa edilmiş”, “icat olunmuş”,

“hayali cemaat”, “tarih içinde oluşmuş birlik”, “geleneğin icadı”, biçiminde tariflerde yaygın olarak kullanılmıştır.” (Yeniçeri, 2011: 125).

Bir diğer tanıma ise; “toplumsal kimliğini sürdürmeye devam etmek isteyen ve kendilerini bir topluluğun üyeleri olarak tanımlayan herhangi bir bölgesel topluluk millettir. Başka bir tanıma göre millet, kendisini diğer gruplardan, oluşumlardan ayrıştıran topluluktur.” (Dural, 1998: 10). “Milliyetçilik ile ilgili birçok farklı ve bazen birbiriyle tamamen ters düşen tanımlamalar yapılmıştır. Karl Popper’a göre milliyetçilik açık toplumun kurulmasının önündeki en büyük engellerden birini teşkil etmektedir. Buna karşın Karl Deutsch, milliyetçiliğin siyasal ve toplumsal gelişmenin ulaşmış olduğu en üst seviyeyi ifade ettiğini ve dünyanın tamamının açık toplum olmasına giden yolun buradan geçtiğini belirtmektedir.” (Akıncı, 2014: 132).

Milliyetçilik, “kendi milletine has şeyleri üstün tutma. Milletin hareket hürriyetini sınırlandırabilecek her türlü birleşmeye karşı çıkarak ona yalnız yüceliğini, gücünü göz önünde bulunduran bir siyaset uygulama hakkının tanınmasını savunan bir öğretidir.” (Meydan Larousse-VIII, 1972:798).

“Milliyetçilik kavramının ne zaman ortaya çıktığına dair farklı görüşler bulunmaktadır. İlkçiler olarak adlandırılan gruba göre ilk önce millet oluşmuştur ve daha sonra milletler, milliyetçiliği ortaya çıkarmıştır. Etnik ve milli kültürleri oluşturan öğelerin hiçbir şeyden türemediği, her şeyden evvel var olduğu teorisini savunmaktadırlar.” (Şencanlar, 2015: 8).

Politik ve bilimsel alanlarda da milliyetçiliğin çok farklı anlamlarda kullanıldığını görmekteyiz. Milliyetçilik kavramını bazı sosyal bilimciler ülkelerin verdiği bağımsızlık mücadelelerini anlatmak için bazıları ise farklı köken ve farklı sosyal bir hayat yaşayan gruplara karşı baskı ve sindirme amacıyla kullandıklarını savunmuşlardır. Neticede bazen sağ bazen sol bir ideolojiyi temsil eden bir ideoloji olarak karşımıza çıkar, milliyetçilik. (Akıncı, 2014: 133).

Avrupa’da giderek yükselen millet egemenliği düşüncesi milliyetçi düşünce sisteminin benimsenmesine hız kazandırmıştır. 18. Yüzyıldan itibaren soylulara karşı halk egemenliğini savunanlar kendilerine milliyetçi akım içerisinde yer bulmuşlardır.

Avrupa’da krallık ya da imparatorluklara karşı bağımsızlık amacı ile başkaldıranlar ilk milliyetçiler olarak görülmektedir. Bu başkaldırışa milli his ve demokratik talepler etkili olmuştur. Kaynağını liberal düşünceden alan egemenliğin milletle buluşması sonucu milliyetçilik düşüncesinin etkin bir düşünce sistemi haline gelmesi çok önemli bir dönüm noktası olmuştur. (Şahin, 2007: 5).

Fransız Devrimi neticesinde dünyaya yayılan milliyetçilik fikri ilerici bir öğretiyi ve özgürlük hareketini destekler niteliktedir. Fakat sonraki dönemlerde milliyetçilik faşist politikalar ile farklı bir boyuta dikkat çekmiştir. Milliyetçiliğin toplum içerisindeki farklılıkları kendi sistemi içerisinde eriten ve asimile olmayı reddeden gruplar için baskıcı bir unsur olmuştur. (Akıncı, 2014: 132).

“Modernleşmenin başlıca ideolojisi milliyetçilik ve başlıca taşıyıcısı da ordu olmuştur. Bu söz konusu dönemde neredeyse bütün dünya için geçerliydi. İngiliz, Amerikan ve Fransız devrimleriyle ortaya çıkan yeni toplumsal örgütlenme biçimi,

“ulus-devlet”, aynı zamanda sanayi devriminin o aşamadaki ihtiyaç ve gereklerine en iyi cevap veren biçimdi. Onun için de bu toplum biçimini gerçekleştirme özlemi, henüz “ulus-devlet” kurmamış bütün dünya için şiddetli bir özlem halini almıştır.”

(Belge, 2007: 23).

Milliyetçi ideoloji toplum bireylerin ancak bir ulus içerisinde yaşayarak gerçek bağımsızlığı ve mutluluğu elde edebileceğini savunur. Sosyal ve siyasal örgütlenmenin ana merkezini ulus oluşturur ve ulus milliyetçi ideolojinin çıkış noktasıdır. Modern toplumların içinde barındırdığı siyasal bütünlük ve toplumsal açıdan bütünleşmenin var olabilmesi için ulus temelli bir yapılanmanın olması gerekmektedir. Ulus temelli bir yapının oluşması için de milliyetçilik fikrinin bir ideoloji olarak kullanılması gerekmektedir. (Şahin, 2007: 6). “Bir grup insan diyelim ki, bir ülkenin sakinleri ya da belli bir dili konuşan insanlar, ancak aynı gruba mensup olmalarından dolayı birbirine karşı bazı ortak hak ve görevleri olduğunu kesinlikle kabul ettikleri takdirde bir ulus olabilirler. Onları ulus yapan birbirlerini bu şekilde aynı grubun üyeleri olarak kabul etmiş olmalarıdır, yoksa kendilerini grubun dışında kalanlardan ayıran bazı ortak özellikler değil.” (Gellner, 2006: 78).

Ulus kavramını iki önemli tanım üzerinden ifade edersek: “Birincisi, iki insan ancak ve ancak aynı kültürü paylaşıyorlarsa aynı ulustan sayılırlar. Burada kültür, bir düşünceler, işaretler ve çağrışımlar, davranış ve iletişim biçimleri sistemi anlamına gelmektedir. İkincisi, iki insan ancak ve ancak birbirlerini aynı ulusun üyesi olarak kabul ediyorlarsa aynı ulusa mensup demektirler. Bir başka deyişle, ulusları insanlar yaratır, uluslar insanların kendi inanç, sadakat ve dayanışmalarının ürünüdür.”

(Gellner, 2006: 78). “Herhangi bir uluslararası düzenin bir uluslar birliği biçimini almak zorunda olduğu, milliyetçiliğin temel bir ilkesidir. Tıpkı ulusal topluluğun tek tek bireylerden meydana gelmesi gibi, uluslararası topluluk da ulus üyelerden meydana gelmelidir.” (Carr, 1990: 46).

Milliyetçi ideolojinin ekonomik boyutunu temsil eden bir de milli ekonomi düşüncesi vardır. Her millet kendi ülkesinde bulunan ekonomik kaynaklara sahip olabilme ve ülke sınırlarının bütünlüğünü koruyarak ulusal egemenliği sağlamış olur.

Bir milletin ulus olma yolundaki en önemli unsurların başında bağımsız bir milli ekonomi gelir. Eğer milli ekonomisi kendi iç pazarına yön verebilen ve ülkesinde bulunan kaynaklarla ekonomisini güçlü tutabilmeyi başarıyorsa güçlü bir ulus devleti

temsil eder. Milliyetçi ekonominin en önemli özelliği anlaşıldığı üzere milli kaynakları en iyi şekilde kullanabilme bu kaynaklara hâkim ve milli rekabeti güçlendirecek sistemler geliştirmesidir. (Şahin, 2007: 6).