• Sonuç bulunamadı

2.1. MEVLEVÎLĠK VE MEVLEVÎLĠKTE MUSĠKÎ

2.1.2. Mevlevilîkte Musikî

2.1.2.1. Mevlevîlikte Musikî

Mevlânâ‟nın “Divân-ı Kebir” ve “Mesnevî” adlı iki manzum, “Fihi mâ Fîh”, “Mecâlis-i Sebʻa”, “Mektûbât” adlı üç mensur eseri günümüze ulaĢmıĢtır. Bu eserlerin dıĢında, Divân-ı Kebir‟deki Rubâileri ayrı bir eser kabul ederek bu sayıyı altıya çıkaranlar da vardır.237

Mevlânâ‟nın eserlerinde iĢlediği konulara ve hikâyelerin kaynaklarına bakıldığında, Ġran folkloru, Kelile ve Dimne masalları, Senâî‟nin ve Attâr‟ın kitapları, özellikle de Bahâeddin Veled‟in Maʻârif adlı eserinin baĢlıca kaynaklar olduğu görülür. Ayrıca Gazâlî‟nin “İhyâu Ulûmiddin”ine, Ġbni Sinâ ve Nizâmî‟ye de atıflar söz konusudur.238

Genel olarak tasavvufun ve Mevlevî düĢünce sisteminin temel kaynağının ise Kur‟ân-ı Kerîm olduğu tartıĢmasızdır.239

Mevlânâ‟nın dinî anlatım metoduna ve vasıtalarına bakıldığında, onun Kur‟ân, hadis (sünnet), vaaz ve nasihat, mûsikî ve semâʻ, Ģiir, hikâye, menkıbe ve kıssalardan yardım aldığı görülür.240

Mevlânâ‟nın bu tarzı ve uslübu sonraki Mevlevîleri de etkilemiĢtir. Bu bakımdan Osmanlı edîb ve Ģairlerinin birçoğunun Mevleviyye tarikatı mensupları olması bir tesadüf olmadığı gibi Mevlevîhânelerin Osmanlı kültür hayatını besleyen en önemli kurumların baĢında yer alması da bir tesadüf değildir.241

237

Mevlâna Celâleddin Rûmi (2012). Mecâlis-i Seb‟a.(Haz. H. Erol Yıldız). Konya: Karatay Akademi Yayınları. Önsöz. ss. 76-77.

238 Meyererovitch (2012), a.g.e, ss. 76-77.

239 Annemarie Schimmel (2007). Mevlânâ‟nın ġark ve Garptaki Tesirleri. Çev. Ali Ertuğrul. İSTEM. Yıl:5.

Sayı:10. s.280, 281: “Bazı kimseler Mevlâna‟yı, İbn Arabî‟nin şiirlerinden bir kısmını Farscaya tercüme eden

kişi olarak da tanımaktadırlar. Elbette ben bu hususu doğru bulmuyorum. Bazıları da onu bir panteist olarak tanımaktadırlar. Ancak bu hususta benim bir hayli şüphem vardır. Benim icin hakikat olan şu ki, her ne zaman onunla ilgili sohbette ve açıklamalarda bulunmak istediğimde, ondan ancak bir Kur‟ân mufessiri olarak söz edebildiğimdir. O, bütün varlık sahasındaki her şeyi Allah‟ın varlığının delaleti olarak bilen ve dünyayı O‟nun varlığının yansıması olarak telakki eden bir kişidir.”

“Rumî‟yi diğerlerinden ayıran şey onun bu söz söyleme tarz ve uslubüdur. O felsefî ve dinî fikirlerin en

güzellerine sahiptir. Ancak asıl dikkati çeken, onun bu fikirleri nasıl dile getirdiğidir. Benim görüşüme göre, en önemli ve en temel nokta işte burasıdır. Onun bu husustaki en büyük misali ve kılavuzu Fussilet suresinin 53. âyeti olduğunu düşünüyorum. Bu âyette Allah şöyle buyuruyor: “Biz onlara, ufuklarda ve kendi nefislerinde âyetlerimizi ve nişânelerimizi göstereceğiz.” Bu, insanın bu dünyada müşahede ettiği her şeyin tümüyle Allah‟ın varlığının nişâneleri olduğu manasına gelir. Eski bir Arap darb-ı meselinde de aynı husus vurgulanır: “Herkeste, nişan verenin onunla yek vücut olduğunu gösteren bir nişâne vardır.” Eğer Rumî‟nin eserleri mütalaa edilecek olursa, mutfaktan file, karıncadan buluta, menzillerden köstebeğe kadar bu dünyada var olan her şeyin, Allah‟ın âyetleri olarak anlaşıldığı görülecektir. Sadece nazarî usulü yeterli gormeyen, müşahede ettiği her şeyi Allah‟ın varlığının ispatı olarak değerlendiren ve ilahî aşkı elde etmeye çabalayan ârif şairler icin bunlar mühimdirler.”

240

Safi ArpaguĢ (2001). Mevlânâ‟nın Dîni Anlatım Metodu. YayınlanmamıĢ doktora tezi. Ġstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. s. 37.

43

Bilhassa on beĢinci yüzyıldan itibaren Mevlevîhâneler, Enderûn mektebi, Mehterhâne ve Mızıkâ-yı Hümâyûn‟un242

yanında Osmanlı musikisini üreten en önemli merkezlerden biri olmuĢtur. Mevleviliğe eserleriyle hizmet etmiĢ bestekârlar ve müellifler sayesinde Mevlevîliğin benimsenmesi ve yaygınlaĢması daha kolay hâle gelmiĢ;243

halk tabakasından insanların yanında yüksek idarî kadro ve zümreye mensup kimseler de Mevleviyye tarikatına intisap etmiĢlerdir.244

Pir Âdil Çelebi (ö. 1460) ile kuruluĢ dönemini tamamlayan Mevleviyye tarikâtı,245

XVI. yüzyıldan baĢlayarak Osmanlı coğrafyasının tümüne yayılmaya baĢlamıĢtır. Pir Âdil Çelebi dönemine kadar tekke dıĢında da icra edilerek belli bir kaideye bağlanmamıĢ olan sema meclisleri, bu dönemde tekke içine alınarak

“mukabele” adıyla belirlenmiĢtir.246

Tam mukabeleye göre bestelenmiĢ “Beste-i Kâdim” olarak adlandırılan âyinler de bu dönemin eseridir.247

Böylece Sultan Veled döneminde yapısal olarak kurulan Mevleviyye tarikatı, Pir Âdil Çelebi döneminde âyinsel açıdan sistemleĢtirilerek temel biçimini almıĢtır.248

Mevlevî musiki geleneği içinde bir çok enstrüman kullanılmakla birlikte „ney‟in ayrı bir yeri olmuĢtur. Zamanla düzenli olarak icra edilmeye baĢlanılan semâ âyinlerinde ney, aslî unsur olarak mutribte yerini almıĢtır. Mevlevilerce „ney‟e atfedilen kudsiyetin en önemli sebebi, muhtemelen Hz. Mevlâna‟nın Mesnevî‟sinde „ney‟le ilgili pek çok benzetme ve metaforun kullanılmıĢ olmasındandır. Nitekim

Mesnevî Ģerhlerinde, „ney‟in maddî ve manevî açılardan Hz. Âdem‟i, Hz.

Muhammed‟i, Mevlânâ‟yı, ġems-i Tebrîzî‟yi, mürĢid-i kâmili, mü‟mini, âĢığı, gönlü, kalemi sembolize ettiği ifade edilir.249

AnlaĢılacağı üzere Mevlevîlikte, derviĢin, seyr ü sülûk sırasında insan-ı kâmile doğru yol alırken musiki olmadan eğitiminin tam olamayacağı ve olgunlaĢamayacağı düĢünülmüĢ; bu bakımdan zikirlerde musiki ve semaya çok önem

242

Erhan Özden (2013). Osmanlı Maârifi‟nde Mûsiki. Ġstanbul: Marmara Üniv. Sosyal Bilimler Enst. s. 154.

243

Kara (2006). a.g.m, ss. 1-22.

244

Asaf Halet Çelebi (2002). Mevlânâ ve Mevlevîlik.Ankara: Hece Yayınları. s. 95.

245

ġ. Bahrihüda Tanrıkorur (2004). Mevleviyye. TDV İslâm Ansiklobedisi.29.Cild. s. 468.

246

Özgür Sadık KarataĢ (2008).Mevlevî Âyinlerinin Tarihsel Gelişimi Üzerine Bir İnceleme. Erzincan: Erzincan Eğitim Fakültesi Dergisi. Cilt:10. Sayı:2. s. 143.

247

Mehmet Gönül (2007). Mevlevîlik ve Mûsıki. ĠSTEM. Konya: Selçuk Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi Yayınları. Yıl:5. Sayı:10. ss. 75-83.

248

Lewis (2008), a.g.e, s. 513.

249

Necip Fazıl Duru (2010).Mevlevî ġairlerde Ney Metaforu. Birinci Uluslararası Mevlânâ Sempozyum

44

verilmiĢtir.250

Günümüz müzik anlayıĢını oluĢturan Batı müziğinde ise, XVI. asırdan itibaren müzik, insanın manevî yönüne hitap etmekten ayrılarak, armonik yapıya uygun, estetik kaygıları ön plana alan bir yapıya dönüĢmüĢtür. Böylece müzik, manevî bir tekâmül unsuru olmaktan çıkmıĢ, insan ve müzik arasındaki bağ zayıflamıĢtır.251